• Sonuç bulunamadı

Nitel verilerin analizi sonucunda, yazma tutukluğu yaşayan kadın akademisyenlerin %85’inin, doktor akademisyenlerin %99’unun düzenli yazma alışkanlığına sahip olmadığı anlaşılmıştır. Katılımcıların bazen bir günde saatlerce yazarken bazen hiç yazmadığı, yine bazen yetiştirmek için art arda birkaç gün yoğun şekilde yazarken bazen günlerce bir cümle dahi yazmadığı, bazıları bir oturumda yorulana veya bitirinceye kadar yazabilirken bazılarının vakit buldukça, bazılarının da sadece elinde bir çalışma varsa yazdığı anlaşılmıştır. Akademik yazmada düzenli yazmanın rolünü yakından inceleyen araştırmacılar, düzenli yazmanın üretkenliğin güçlü bir yordayıcısı olduğunu bulmuşlardır (Welsh, 1981). Hartley ve Branthwaite (1989) ise yüksek düzeyde üretken akademisyenlerin son tarihler yaklaştığında daha hızlı başlangıç yaparak yazısını tek seferde bitirdiklerini bulmuştur. Akademisyenlerle erteleme ve yazma tutukluğu konusunda yürütülen ve sonuçları bu bulgularla örtüşen çalışmasında Boice (1996), düzenli yazma alışkanlığı olmayan yazarların yazmayı geciktirme bahanelerinin tekdüze ve benzer olduğunu vurgulamaktadır (“En iyi işimi teslim tarihinin baskısı altında yapıyorum”, “Çok meşgul olmadığım zaman yazacağım” gibi) (s. 65–66). Boice (1994’ten akt., Poff, 2004, s. 150), yazma düzeni olmayan yazarların daha fazla yazma tutukluğu yaşama eğiliminde olduğunu ve son teslim tarihi ve sözleşme yenileme gibi bir miktar dış baskı ile yazma motivasyonunun daha yüksek olduğunu bulmuştur. Diğer yandan, düzenli yazarlar günlük faaliyetlerinin bir parçası olarak yazmaktadırlar.

Erteleme temasında değinildiği gibi katılımcılardan bazıları dersler ve okulla ilgili diğer işlerden zaman kalırsa yazabilmektedir. Bazıları ise ilham gelmesini beklemektedir. Bu durum yazmaya belirli vakit ayırarak düzenli yazmanın önünde engel oluşturmakta ve yazma eylemi devamlı olarak ertelenmektedir. Poff (2004, s. 174) araştırmasında metinde kullanılan kelime sayısı ile yazma kaygısı arasında negatif yönde anlamlı ilişki çıkmasının

düzenli yazarların daha az yazma kaygısı yaşadığını doğruladığına değinmiştir. Ayrıca Poff (2004) araştırmasında incelediği önceki çalışmalarda, düzenli yazanların belli dönemde aşırı/düzensiz (binge) yazanlara göre yazmayı daha çok sevdiklerini ve yazmanın başlangıcında daha az yazma kaygısı yaşadıkları sonucuna varıldığını belirtmiştir. Boice'e (1990) göre akademisyenler, ders yüklerinden ve yazmanın büyük zaman aralıklarında yapılması gerektiği düşüncelerinden dolayı ders dönemlerinde yazmaya vakit ayıramamaktadır. Belli dönem yoğun yazma oturumları ile çalışan akademisyenlere nispeten yazmaya vakit ayırmakta zorlanılan ders dönemlerinde bile günlük ve kısa yazma oturumları ile yazmaya devam eden akademisyenler hem daha fazla akademik metin üretebilirler hem de her gün yazmaları sayesinde yazma öncesi ısınmaları ve eve götürmeleri gerekmediğinden yazmaktan daha çok keyif alırlar (s. 14).

Düzenli yazma ile erteleme ilişkisine dair bir çalışmada (Elbow, 1973) öğrencilerin yazma yeteneğine ve disiplinine sahip olmadığını düşündüklerinde yazmayı erteledikleri ifade edilmiştir (akt., Baştuğ vd., 2017, s. 610). Boice’e (1982’den akt., Poff, 2004, s. 133) ve Castillo’ya (2014) göre yazarların yazma tutukluğundan muzdarip olmasının bir sebebi, yazmak için ilham gelmesini beklemek gerektiği şeklindeki yanlış düşüncedir. Poff’a (2004, s. 133) göre ilham düzenli yazanlara gelir (akt., Poff, 2004, s. 133).

“Yazmayı öğrenmek için öğrencinin yazması gerekir” (McAndrew, 1986) ve bu devamlılık ve sistemlilik göstermelidir. Bir dönem aralıksız seanslar hâlinde yazma, öğrencilikte kazanılan alışkanlıkların bir devamı olabilir ve şüphesiz yazma yorgunluğu ile kaygı arasındaki bağı kuvvetlendirir. Akademisyenler çalışma alışkanlıklarını kısa ve düzenli seanslarla değiştirdikleri zaman yazma, gittikçe daha kolay ve az zahmetli olmaktadır (Boice ve Jones, 1984). Nelson (1985’ten akt., Karaca, 2016) düzenli yazmayı maraton koşusu hazırlığına benzeterek maraton koşusu yapmak isteyen birisinin koşuya katılacağı günü beklemeyeceğini, öyle yaptığı takdirde bazı mazeretlerin çıkacağını, kişinin vazgeçeceğini ve erteleyeceğini söylemektedir. Maraton koşmak isteyen kişinin her gün koşması ve kendini hazırlaması gerektiğini, böylece koşu zamanı geldiğinde koşmaya hazır olabileceğini vurgulamaktadır. Tutukluk yaşayan yazarlar, düzenli yazı yazma rutinini oluşturma ve buna bağlı kalmada sık sık zorluk çekerler. İstikrarlı bir sürede, kısa, düzenli yazma oturumları planlamak, rutin oluşturmak için yararlı bir reçetedir (Rasch, 2015).

Boice (1987’den akt., Poff, 2004, s. 105), daha fazla zamanları olması durumunda daha üretken yazar olacağına inanan ve on ikisi verimli yazar olan yirmi dört akademisyenin üç ay boyunca her gün 30-60 dakikalık düzenli yazı yazma çalışmalarına katıldıklarını ve önceki yazma alışkanlıklarına göre düzensiz yazar oldukları anlaşılan akademisyenlerin üç ay sonunda kısa günlük yazma alışkanlığı ile öncekinden daha üretken olduğu sonucuna varmıştır. Başka bir araştırmada Boice (1992) yazma tutukluğu terapileri alan elli

akademisyen ile yürüttüğü çalışmasında bir yıl boyunca haftada 3-5 gün, günde toplam bir saat yazmaları ve ek olarak, diğer aylarda kendilerine verilen özel uygulamaları yapmaları sayesinde tüm akademisyenlerin yazma verimliliğinin arttığını vurgulamaktadır (akt., Poff, 2004, s. 107). Hartley ve Branthwaite (1989) psikoloji alanında çalışan ve yazmada üretken olan akademisyenlerin haftada 2 ila 5 saat yazdıklarını belirtmektedir. Şanlı, Erdem ve Tefik (2014) günde en az 30 dakika akademik yazmaya vakit ayrılarak akademik çalışma alışkanlığının elde edilebileceğini ve akademik yazma motivasyonunun yüksek tutulabileceğini vurgulamaktadır. Bunun aksine tek oturumda uzun süreli yazmanın akademik yazma sürecinde sıkılmaya ve motivasyon kaybına sebep olabileceğinin de üzerinde durmaktadırlar. Üretken bir şekilde yazabilmek için kesintisiz ve uzun zaman blokları olması gerektiği düşüncesine katılmayan bir diğer araştırmacı Johnson (2004) akademik yazma tutukluğundan kurtulmanın yollarından birisi olarak yazma sürecinin düzenli kısa yazı oturumları şeklinde yürütülmesini, belli dönemde aşırı/düzensiz yazmaktan kaçınmayı önermektedir. Akademisyenler için düzenli yazmak ise haftada en az 4 ila 5 kez günde 30 ila 90 dakika anlamına gelmektedir.

Dersler ve ailenin yazmayı engelleyici etkileri konusunda yapılan bazı araştırmalar (Boice, 1983; Zuckerman ve Cole, 1975), yayın üretkenliği yüksek olan akademisyenlerin boş zamanının, yazmayanlardan fazla olmadığını, aynı şekilde sosyal faaliyetlerinin farklılık göstermediğini vurgulamaktadır. Aksine, Boice ve Jones'a (1984) göre yazma düzenine sahip olanların genellikle yazabilmek için zaman yarattıkları ve ders ve aile gibi unsurlardan etkilenmedikleri görülmüştür. Yazabilen akademisyenler için başarılı yazma, mutlaka geniş ve sürekli zaman dilimleri gerektirmemektedir (s. 569). Bu noktada araştırmanın yapıldığı toplumların kültüründe aile hayatının farklılaşması göz önünde bulundurulmalıdır.