• Sonuç bulunamadı

2200 iillddee düzenlenen yerel kurultayların ardından düzenlenen TMMOB Demokrasi Kurultayı, bir günde tamamlandı. Belirlenen

DEMOKRASİ KURULTAYI

Kurultay çalışma ilkele-rinin kabulünün ardın-dan Sonuç Bildirgesi Komisyonu ve Redaksi-yon Kurulu oluşturuldu.

MMOB Demokrasi Kurultayı, 17 Mart da 500’e yakın delegenin katılımıyla Ankara Kocatepe Kül-tür Merkezi’nde gerçekleştirildi. 20 yerde düzen-lenen yerel kurultaylarla hazırlanan Demokrasi Kurultayı’nda, ilk konuşmayı, delegeleri bilgilen-dirmek amacıyla Düzenleme Kurulu adına TMMOB Yönetim Kurulu 2. Başkanı Selçuk Uluata yaptı.

Ardından Divana Başkanlığına Tevfik Peker (MMO), Başkan Yardımcılıklarına Turan Kapan (İMO), Niyazi Karadeniz (MADENMO), Yazmanlık-lara Şebnem Gürses (HKMO) ve Çiğdem Camkı-ran (PEYZAJMO) seçilerek, Kurultay Divanı oluşturuldu.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet So-ğancı’nın açılış konuşmasıyla başlayan Kurultay da, Düzenleme Kurulu tarafından belirlenen Ku-rultay Çalışma İlkeleri salona okundu. Bu sırada verilen bir önergeyle, yerel kurultaylardan gelen önergelerin oylanması yerine, belirlenen 11 baş-lıkta genel görüşme yapılması kabul edildi.

Kurultay çalışma ilkelerinin kabulünün ardın-dan Sonuç Bildirgesi Komisyonu ve Redaksiyon Kurulu oluşturuldu. Sonuç Bildirgesi Komisyo-nu’na Beyza Metin (EMO), Erdal Apaçık (EMO), Selami Yılmaz (EMO), Hasan Tuzcu (HKMO), Ay-şegül Bildirici (İMO), Tansel Önal (İMO), Nadir Av-şaroğlu (MADENMO), Deniz Alkan (MMO), Selçuk Soylu (MMO), Veli Koca (PEYZAJMO), Ümit Özcan (ŞPO); Redaksiyon Kurulu‘na da Hasan Tuzcu (HKMO), Gülsüm Sönmez (İMO), Ercüment Çervatoğlu (MMO), Kaya Güvenç (MMO) ve Re-dife Kolçak (PEYZAJMO) seçildi.

BBiirr ggüünn ssüürrddüü

Bir günde tamamlanan kurultayda, delegeler

“Demokrasi ve Demokrasi Kavramının Gelişimi”,

“Temel İlkeler”, “İnsan Hakları”, “Demokrasinin İşleyişi”, “Çalışma Yaşamı”, “Demokrasinin Eko-nomisi”, “Doğal Kaynaklar, Madenler, Orman, Tarım, Gıda ve Çevre”, “Örgütlü Toplum”,

“TMMOB ve Demokrasi”, “Kürt Sorunu” ve “Kadın Hakları” konularında görüşlerini dile getirdiler.

Sonuç bildirgesinin okunmasıyla sona eren Ku-rultay da, Sonuç Bildirgesi Komisyonu ve Redak-siyon Kurulu kuruldu.

Kurul üyelerinin, dile getirilen görüşleri,

“1998 Demokrasi Kurultayı”nı referans alarak, metin haline getirmesi kararlaştırıldı.

ŞŞuubbee BBaaşşkkaannıımmıızz ddaa kkoonnuuşşttuu

Şube Başkanımız Turan Kapan’ın, Demokrasi Kurultayı’na sunduğu öneriler ve yaptığı konuş-manın tam metni şöyle:

Demokrasi Kurultayı’nın Değerli Üyeleri, Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Mimar ve Mühendis Odaları Birliği’nin (TMMOB) 17-18 Mart tarihleri arasında Demok-rasi Kurultayı yapma, çıkacak kararlar doğrultu-sunda politikalarına yön verme, sahiplenerek her platformda dile getirme ve takipçisi olma yaklaşı-mını övgüye değer buluyor, kutluyorum.

TMMOB TMMOB

Yapıldı Yapıldı

2200 iillddee düzenlenen yerel kurultayların ardından düzenlenen

TMMOB Demokrasi Kurultayı, bir günde tamamlandı. Belirlenen

11 başlıkta genel görüşme yapılmasının kabul edildiği Kurultay’da,

görüşlerin metin haline getirilip kitaplaştırılması kararlaştırıldı.

DDeemmookkrraassii aassllıınnddaa ttaamm ddaa bbuudduurr!!

Demokrasi kavramını kısaca tanımlamak gere-kirse; demokrasi tüm üye veya vatandaşların, orga-nizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir.

Demokrasiye farklı atıflarda bulunulur. Kimisi çoğunluğunu yönetimi; bir başkası azınlık haklarını güvenceye alan yönetim; bir diğeri fakirin yöne-timi; bir başkası sosyal eşitsizliği yok etmeye ça-balayan yönetim; kimisi fırsat eşitliğini sağlamaya çalışan yönetim ve son olarak kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim, diye tanımlar.

Dikkat edilirse, çoğunluk, azınlık, fakir veya zengin olsun, demokrasilerin ortak yönü halka da-yanmasıdır. Demokrasiye yapılan atıflarda görüle-ceği üzere, demokraside temel dayanak halkın kendi kendini yönetmesidir. Bu ise kendileri adına karar alacak kişileri seçmeyi sağlayan oy verme-nin yanında, referandumlar gibi doğrudan etki yo-luyla sağlanır.

Bu nedenle ülkemizde demokrasi deyince başta üç şey anlaşılır. Bir “parlamento düzeni’’, iki “çok partililik’’, üçüncüsü de “seçim”. Bunlar varsa demokrasi de var demektir. Acaba bu doğru mu? Aslında bu bilgisizlikten gelen bir aldatma-cadır.

İnsanların düşüncelerinden dolayı sokak or-tasında vurulduğu, cezaevine atıldığı, sınırda ya-şıyor diye bombalandığı, inançlarından dolayı ötekileştirildiği, adaletsiz, özgürlüksüz, eşitliksiz demokrasi anlayışıyla yönetilen bir ülkede yaşı-yoruz. Bu nedenle sadece parlamenter düzen, çok partililik ve seçimin demokrasiyi sağlamaya-cağını biliyoruz.

DDeemmookkrraassii ddeeyyiinnccee aakkllaa nneeddeenn aannaayyaassaa ggeelliirr??

Çünkü; Türkiye’nin demokrasi sorunu aslında bir anayasa sorunudur. Çünkü; anayasa adına 1982 yılında ortaya salınan metin, demokrasinin güvencesi olmak şöyle dursun, onun önündeki en büyük engeldir. Bugünkü metnin düzeltilmesi de hiçbir yönden söz konusu olmayacağına göre, yeni anayasa sil baştan hazırlanmalıdır. (Nitekim şu an öyle bir çalışma içinde olduğu belirtiliyor.)

1982 Anayasası, değiştirilemez maddeleriyle, toplumun, gelecek kuşakların geleceğini

tahak-küm altına almıştır. Nihayetinde anayasa, toplumla yapılan bir sözleşmedir. Sözleşme vatandaşların, toplumun ihtiyacına, talebine cevap vermiyorsa değiştirilir.

Ama bizim gibi “anayasacılık geleneği darbe-ler ve ihtilaldarbe-ler” üzerine kurulu bir toplumda, ana-yasa hiçbir zaman toplumsal sözleşme olarak görülmemiş, hep devletin fonksiyonlarını payla-şan kesimlerin isteğine göre şekillenmiştir. Bu ne-denle sürekli her darbeyle değiştirilme gereği duyulmuş, onun dışında dokunulamamıştır.

12 Eylül Anayasası bu düşüncemizi kanıtlar niteliktedir. Yıllardır söylenir, 12 Eylül Anaya-sası’yla topluma deli gömleği giydirdiği, ‘kendi toplumuna yaşattıkları…

Tüm bunlar, demokrasi sorununun aslında bir anayasa sorunu olduğunu gösteriyor. 12 Haziran Genel Seçimleri’nin ardından oluşan meclisin, ku-rucu meclisin, önündeki en büyük görev; demo-kratik ve eşitlikçi bir anayasa hazırlamaktı, hazırlamaktır.

Bu hazırlanacak anayasada, çeşitli toplumsal güçlerin bir ahenk ve denge içinde yer alabilmesi için o anayasayı hazırlayan kurulda, çeşitli mes-lek kuruluşlarının, sınıfların, toplumsal güçlerin ve toplum yaşamına etkisi olan çeşitli çevrelerin tem-silcilerinin bulunması şarttır. (Şu an var mı?)

Kooptasyon yöntemiyle seçilen temsilcilerin çalışmalarıyla, yine halkın dolaylı yoldan seçtiği temsilcileriyle oluşturulacak anayasayla, toplum-sal barışın önünü açmak, düşünce ifade ve örgüt-lenme özgürlüğü önündeki engelleri kaldırılmak, ayrıştıran ötekileştiren, tekleştiren unsurlardan arınmış uluslar arası hukuk ve sözleşmelere uygun özgürlükçü, çoğulcu, toplumcu ve demokratik bir anayasa hazırlanmak, her türlü kimliği (Kürt kim-liği dahil) anayasal güvence altına almak; böyle-likle tüm sorunları çözmek mümkündür.

Sonuçta bu ülkenin yargısı da yürütmesi de, yasaması da, tüm kurumları da bütün hukuki da-yanağını 12 Eylül Anayasası’ndan almaktadır.

Yargıdan şikayetçi olanların, bir bütün olarak de-mokratik bir Anayasa hazırlayıp, ülkeyi, toplumu rahatlatması gerekir, gerekirdi; ama olmadı, ol-muyor. Önümüzdeki dönem için bunu zorlamak, burada bahsettiğim kooptasyon yöntemiyle tem-silcilerin anayasayı hazırlamada rol üstlenmesi önemlidir.

ÝMO

İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi

ÝMO

DDeevvlleettllee yyaappııllaann ssöözzlleeşşmmeenniinn

yyeenniilleennmmeessii zzoorruunnlluulluukk hhaalliinnee ggeellmmiişşttiirr Türkiye; modernitesi, ekonomisi, siyaseti, toplumsal ve günlük yaşamı açısından karmaşık bir toplum haline gelmiştir. Modernite krizinin yol açtığı bu durum; Türkiye’nin yapısını çok boyutlu, karmaşık ve muğlâklıklar içeren bir yapıya dön-üştürmüştür. Bu karmaşıklık aslında; modernleş-menin devlet eksenli olmasından kaynaklıdır.

Ülkemizde 1923’lerden bugüne devlet yoluyla toplumun dönüştürülmesi, çağdaşlaştırılması, kalkındırılmasına dönük bir modernite anlayışı mevcuttur. Bir cumhuriyet modernleşmesi var ve belki bununla birlikte yürüyen bir cumhuriyet yurttaşlığı var. Fakat 1980’lerde bu proje çok ciddi krize girmiştir.

Bugün alışık olduğumuz bir takım paradigma-lar ve yöntemlerle Türkiye’yi açıklamak ve

yönet-mek; bu nedenle pek mümkün değildir. Paradigma iflas etmiştir. Bu paradigmalara, vatandaşlık, kim-lik, sivil toplum vb gibi yeni eksenler eklemek zo-rundayız. Yani devletle yaptığımız sözleşmeyi tamamen yenilemek zorundayız. Çünkü gittikçe karmaşık bir yapıya bürünen toplumun yönetilme-siyle ilgili ciddi sorunlarımız var.

Türkiye toplumuna ve toplumdaki yönetim so-rununa bakıldığında üç boyutlu bir kimlik politi-kası siyasallaşmıştır. Bunlardan bir tanesi

“İslam’ın yükselişi ve siyasallaşmadır.” “İkincisi etnik milliyetçiliğin yükselmesi sorunudur.” Üçün-cüsü toplumdan gelen, “Biz daha iyi bir Tür-kiye’de, demokratik bir Türkiye’de daha barış içinde, daha güvenli bir Türkiye’de yaşamak isti-yoruz” talepleri bulunmaktadır. Bu üç tane soru-nun yanı sıra modernleşme krizinin de Türkiye’nin sorunlarını oluşturduğunu görüyoruz.

Bunlardan en temel sorunlarından biri; yoksulluk Türkiye; modernitesi,

ekonomisi, siyaseti, top-lumsal ve günlük yaşamı açısından karmaşık bir toplum haline gelmiştir.

sorunudur. Türkiye giderek yoksul sayısı artan bir ülke olmaktadır. İkincisi işsizlik de, Türkiye’nin en temel sorunlarından bir tanesidir. Üçüncüsü Türki-ye’de bölgeler arası eşitsizlik, bölgeler arası kal-kınma eşitsizliği, dördüncüsü Türkiye’nin iç barışının sağlanması ve bunların hepsini kavrayan Türkiye de bir de eğitim sorunu bulunmaktadır. (1)

Eğer Türkiye böyle bir karmaşıklık yaşıyorsa, Türkiye dışarıdan içeriye doğru küreselleşme, aşa-ğıdan yukarıya doğru modernleşmenin değişme-sinin kesiştiği bir noktadaysa, o zaman Türkiye’nin iyi yönetilmesi nasıl olmalıdır, Türkiye’nin demo-kratikleşmesi nasıl sağlanır, diye devleti yöneten-lerin ve bizim iyi düşünmemiz gerekmektedir.

DDeevvlleettii ddöönnüüşşttüürrmmeenniinn iikkii aayyaağğıı vvaarr Bizce bu toplumun iyi yönetilmesinin en önemli ayağı demokratik bir anayasanın hayata geçirilme-sidir. Demokratik anayasanın hayata geçirilmesini de iki ayağı var. Bunlardan bir tanesi; devletin dö-nüşümü dediğimiz alan, yani devleti; etkin, etkili, katkı verici, farklılıkları kapsayıcı, şefkatli bir yöne-tim aygıtına dönüştürmektir. Yani halkın devlet için değil, devletin halk için olduğu düşüncesini hakim kılmak gereklidir. Bu düşünceyi, yeni hazırlanacak anayasaya hakim kılmak zorunluluktur.

Devleti dönüştürmek için devlet yönetim ay-gıtında iki boyutlu değişikliği eş zamanlı yapmak gerekmektedir. Bunlardan bir tanesi; devletin idari reformu, ikincisi ise yerel yönetim reformudur. Re-form yapılabilecek psikolojik ve sosyolojik altya-pının hazır olduğunu düşünüyoruz.

Avrupa Yerel Yönetimler Yasası’nda mahalli idarelerin geldiği yer, idari yönden geniş yetkilerle donatılmış, yetki tanımı yapılabilmiş, sorumluluk-ları kesin sınırlarla çizilebilmiş, mahalli hizmetin üretimi için yeterli kaynakları elde edebilme im-kanıyla donatılmış bir mahalli idaredir. Bu mahalli idarede demokratik rejimlerin ulaşabilmek için ön-gördüğü tüm unsurlar mevcuttur.

Yerel yönetimlere sadece geniş yetki vermek yetmez, elden geldiğince doğrudan demokrasiye uygun bir model olmalıdır. Katılımcı ve demokra-tik bir yerel yönetim için halkın, karar alma süreç-lerine (bütçe, çalışma programı ve uygulanması) katılımı, mahalle meclisleri veya başka bir isim aracılığıyla sağlanmalıdır.

KKüürrtt ssoorruunnuu ddeemmookkrraassii ssoorruunnuudduurr

Demokrasi için demokratik anayasanın ge-rekliliği konusunu anlatırken, aslında kısaca de-ğindim. Kürt Sorunu da bir demokrasi sorunudur.

Uzun yıllar tabu kelime olduğundan, adından bile bahsedilemeyen, bugün ödenen ağır bedeller so-nucunda tartışılmaya başlanan Kürt Sorunu da aslında anayasadan kaynaklı bir sorundur. Tür-kiye ve bölgede ’90’lı yılları aslında hepiniz bili-yorsunuz, kimimiz olayların içindeydik devletin ceberutluğunu yaşadık, kiminiz sadece bu böl-gede yaşadığınız için tanık olduk, kimimiz bunu bedelini ödedik...

90’lı yıllarda bu sorunu gündemleştirdiği için öldürülen gazeteciler, siyasetçiler, işadamları, sen-dikacılar, işkence görenler, yerinden yurdundan sü-rülenler, köyleri yakılan ve bir çil sürüsü gibi ülkenin varoşlarında kaderleriyle baş başa bırakılanlar, git-tikleri yerin proletaryasını oluşturanlar yani Kürt So-runu’nun mağdurları o kadar çok ki, ateşin düştüğü alan o kadar büyük ki, vicdanlar o kadar yaralı ve ka-nıyor ki, bütün bunlarla hesaplaşılmadan, bir özür dahi dilenmeden sorunu çözmek o kadar kolay değil; ama meselenin yeni demokratik bir anaya-sada, Kürtlerin kimliğinin güvenceye alınmasıyla or-tadan kaldırılacağına inanıyorum.

Şüphesiz ki, Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkı doğrultusunda, ayrı bir devlet kurmaya dair özlemleri istençleri hiç bitmeyecektir. Onun da bir yolu var: Sandık! Referandum sandığı! Böy-lece demokratik bir anayasanın ardından Kürtlere, referandum yoluyla, bu ülkede eşit haklar doğrul-tusunda yaşamak istiyor musunuz, diye sorulma-lıdır, işte Kürtlerin buna vereceği cevap, sorunun gideceği mecrayı belirleyecektir.

SSoorruunn;;

11.. Kürt kimliği anayasal güvenceye kavuşturulsa, 22.. 1980 darbesiyle değiştirilen köy ve kent isimleri iade edilirse,

33.. Genel af ilan edilirse,

44.. Özel TV’lerde – radyolarda 24 saat Kürtçe kullanımı yasal güvenceye kavuşturulursa,

55.. Üniversitelerde Kürdoloji Enstitüleri adıyla akademiler kurulursa,

66.. Köye geri dönüşler ve zararlarının temini ve

ÝMO

İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi

ÝMO

77.. Anadilde eğitimin önündeki engeller kaldırılsa, 88.. Askeri ve Siyasi operasyonlar durdurulsa, 99.. Seçim barajının kaldırılması,

1100.. Hakikatleri araştırma komisyonunun çalış-maları doğrultusunda, devlet halktan özür dilerse, 1111.. Dağa çıkanlara geri eve dönüş yolu açı-lırsa; büyük ölçüde çözülmüş olur.

PPllaannssıızz vvee ddeenneettiimmssiizz kkeennttlleeşşmmee mmooddeellii ddooğğaammıızzıı,, ggeelleecceeğğiimmiizzii tteehhddiitt eettmmeekktteeddiirr Demokrasi, Kürt Sorunu, anayasa konularında bahsettiğim gibi Türkiye’de planlama, kentleşme, konut, barınma, çevre ve tarihi kültürel değerlerin korunmasına yönelik politikalarda, sürekli bir de-ğişim ve başkalaşım yaşanmaktadır.

Ancak özellikle 1980’den sonra büyük bir kı-rılma yaşanmıştır, bu kıkı-rılma bugün en üst boyutta yaşanmaktadır. Tüm uygar dünya kentlerinde, kent topraklarının kamusal örgütlerin elinde olması yö-nünde stratejiler geliştirilirken, ülkemizde kamu elinde varolan toprakların ve ormanların; özelleş-tirme, rant alanları oluşturma vb. yağmaya dayalı amaçlarla elden çıkarılması kaygı vericidir. Yine ta-rihi anıtların bulunduğu SİT alanlarında Koruma Ku-rulu kararlarına rağmen barajlar yapmak toplumların geçmişini silmek değil de nedir? Plansız ve dene-timsiz kentleşmeye göz yumulması ranta teslim olmak da değil de nedir? Kentleri ve toplumun ge-leceğini denetimsiz yapılarla tehlikeye atmak, neyle ve nasıl bir yönetim anlayışıyla açıklanabilir?

Tüm bunlar dünyada olduğu gibi ülkemizde de ekolojik krize yol açmaktadır, geleceğimizi teh-dit etmektedir.

 Erozyon önlenemiyor, ormansızlaştırma giderek hızlanıyor,

 Kentleşme düzensiz, altyapısız biçimde sürüyor,

 Çevresine büyük yıkımlar getiren enerji sistem-leri kuruluyor,

 Sanayi ve evsel atık ve artıklar rastgele çevreye atılabiliyor, atık sular derelere, göllere, nehir-lere, denizlere akıtılıyor,

 Verimli tarım topraklarına sanayi tesisleri ve

ko- Ulaşım ve taşımacılığın yol açtığı kirlilik denet-lenemiyor,

 Kentsel yeşil alan düzenlemeleri sırasında önemli eksiklik ve yanlışlıklar yapılıyor;

 Orman arazileri talan ediliyor, bitki ve hayvan türleri yok ediliyor,

 Barajların kullanım sürelerini uzatabilecek ön-lemler alınmıyor, sürekli baraj yapılıyor, HES’ler inşa ediliyor.

Çoğumuzun zihninde çevre sorunlarıyla ilgi-lenmek, diğer muhalefet alanlarına göre teknik ve hukuksal uzmanlık bilgisini gerektiren ekstrem bir uğraş, lüks olarak görülmekte, hatta burun kıvrıl-maktadır. Oysa ki durum böyle değildir. Tam ter-sine bugün çevreci hareketler içinde yer almak, ekolojik sorunlarla mücadele etmek, devrimci bir mücadeledir. Tabi mücadeleden kastım, sadece dava açıp, sonucu beklemek değil, birkaç lobi faa-liyeti yürütmek hiç değil, o sadece hukuksal bir uğraş. Biliyorsunuz artık çevreyle ilgili mahkeme-lerin aldığı kararlar bile uygulanmamaktadır.

TMMOB’un demokratik bir anayasa için, Kürt sorununun çözümü için, birlikte yaşam için, yeni bir başlangıç için daha çok sorumluluk alması, kit-lesel kampanyalar yürütmesi, talepleri kamuo-yuyla, hükümetle paylaşması önemlidir.

TMMOB’un çevreci hareketlerin mücadelesiyle buluşması, sahip çıkması, yer alması artık bir ge-rekliliktir.

Türkiye’de planlama, kentleşme, konut, barınma, çevre ve tarihi kültürel konularda daha çok sorumlu-luk alması, sorunları dile getirmesi ve çözümü ko-nusunda daha çok sorumluluk alması TMMOB’un hayati görevleri arasında olmalıdır.

BBuu ddüüşşüünncceelleerrllee,, KKuurruullttaayyıımmıızzıınn;;

Türkiye demokrasisi için, Yeni anayasa süreci için,

Demokrasi güçlerinin ortak hareket etmesi için, Toplumsal barış için,

Yeni bir başlangıç olmasını diliyorum.

Herkesi tekrar saygıyla selamlıyorum.

YYaarraarrllaannııllaann KKaayynnaakkllaarr 11.. Prof. İbrahim KABOĞLU 22.. Prof. Fuat KEYMAN 33.. Türkiye’de Koruma

Yasalarının Tarihsel Gelişimi Üzerine Bir İnceleme (Gültekin, 2001), 44.. Prof. Ruşen KELEŞ 55.. Prof. Server TANİLLİ 66.. Metin ERTEN 77.. İMO Yayınları

ÝMO

İnşaat Mühendisleri Odası Diyarbakır Şubesi

İnşaat Mühendisleri Odası’nın (İMO) tüm şube ve birimleriyle hazırlığını yaptığı İnşaat Mühen-disliği Kurultayı, 28-29 Ocak tarihleri arasında An-kara’da gerçekleştirildi. İMO Teoman Öztürk Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen kurultayda,

“Mevzuattan Kaynaklı Sorunlar”, “Çalışma Yaşa-mına İlişkin Sorunlar”, “Siyasal, Ekonomik ve Top-lumsal Gelişmelerin Meslek Alanımıza Yansımaları”, “Mühendislikte Kalite ve Güvenilir-lik” ana başlıkları altında inşaat mühendisliğini il-gilendiren her konu değerlendirildi, toplam 114 önerge görüşülerek karar altına alındı.