• Sonuç bulunamadı

2. SÖMÜRGECİLİĞİN TEORİK DİLİ MERKANTİLİZM

2.2. Dünya Sömürgeciliğinde Tarihi Dönemler

Sömürgeciliği Batı tarihçilik geleneği “büyük keşifler” dönemiyle başlatmıştır. 1991 senesinde yayımlanan L’Historie de la France Coloniale (Sömürgeci Fransa'nın Tarihi) adlı eserde, esas sömürgeciliğin XV. asırda kâşiflerle başladığı belirtilir. Yine bu eserde Amerika’nın keşfi, IV. Henri zamanında Champlain’in vesilesiyle

Fransa’nın ilgisi Kanada’ya yönelmeden önce, XVI. asrın ortalarına doğru Rio de Janeiro Körfezi ve Florida kıyılarının işgal edilmesiyle başladığı da ifade edilmiştir. Bu ifade İspanya, Portekiz ve İngiltere için de aynı şekilde geçerlidir. Tarihçilik geleneği bu ülkelerin daha geniş alanlara yayılmalarını, Batı Hint Adaları’ndaki uzak toprakların keşfine ve akabinde, Hindistan, Afrika ve Asya’nın ana yolları üzerinde ticaret yerlerinin kurulmasına bağlamaktadır (Ferro, 2017: 19-20).

Liberal bir kapitalist anlayışın ortaya çıkmasından önceki bir dönem olarak adlandırılan merkantilizm, İspanyolcada tüccar anlamına gelen “mercator” kelimesinden türetilmiştir. Burada merkantilizm, kıymetli madenlere ve ticarete dayalı ekonomi anlayışını ifade etmektedir. XVII. asra değin varlığını sürdüren merkantilizm, “altın ve gümüş cinsinden sermaye birikimini barındıran ticari kapitalizm ve tüccarlar dönemi” olarak da tanımlanabilmektedir. Fransa, İngiltere, Almanya ve Hollanda’nın da katılımlarıyla XVII. asrın ikinci yarısında Kuzey ve aynı zamanda Orta Avrupa’ya geçen sömürgecilik anlayışı, sanayi kapitalizminin İngiltere’de doğmasıyla birlikte İngiliz sömürgeciliğinin daha da geniş alanlara yayılmasına zemin hazırlamıştır (İrge, 2005: 60 ve 61).

İngiltere’de meydana gelen sanayi devrimi (1760-1850) ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede yeni sermaye sahibi sınıflar meydana gelmiştir. Bu devrimin öncesinde sadece büyük toprak sahipleri asil sayılmakta ve nüfusun yüzde 90’ı köylerde yaşamaktaydı. Milli gelir oldukça düşük ve halkın büyük çoğunluğu da fakirlik içerisinde yaşamaktaydı. Sanayi devrimi gerçekleştikten sonra köyden kente göç artarak fabrika işçiliğine doğru artış yaşanmıştır. Bu dönüşümlerle birlikte orta sınıf zenginleşmeye başlamış ve dolayısıyla kent olgusu çekici güç halini almya başlamıştır (Arslan ve Ergün, 2012: 119).

İngiltere’de sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan kapitalizmin sosyal ve siyasal yönü olarak gelişmeye başlayan liberal düşünce, kapitalist sistemin işleyişine dışarıdan bir müdahaleye karşı çıkmıştır. Zira ekonomide karşılaşılabilecek sorunların ancak bu şekilde üstesinden gelebileceği görüşündedir. Bu sebeple, asgari

düzeyde devletin ekonomik ve sosyal yaşama müdahale hakkının verilmesi tezini savunmaktadır (İrge, 2005: 61).

Doğal savaş durumunun kargaşa durumu olup, medeniyetten ve onun faydalarından yoksun olduğu savı, liberal düşüncenin kurucusu Hobbes tarafından ifade edilmiştir. Hobbes, hâkim bir güçten yoksun olan devletin ayakta kalamayacağı ve Tanrı’nın koyduğu yasalara aykırı olmamak koşuluyla, tebaaların egemenlerine kesin boyun eğmekle mükellef oldukları savını da ortaya atmaktadır. Anlaşmalar hâkim bir güç olmadan sözcüklerden başka bir şey ifade etmemektedir. Bu durumda, cezalandırabilecek güçte olan bir hâkim gücün ya da hükümetin olması gerekmektedir. Bu da şu anlama geliyor ki, sadece tek bir meclise ya da tek bir kişiye bırakılması gereken, “bireylerin güç ve kuvvetlerinin tamamı” dır (İrge, 2005: 62).

Kapitalizmin normal işleyişinin yanında, kapitalizmi üreten tarihsel şartları “Ulusların Zenginliği”nde açıklayan Smith, merkantilizmi eleştirmekte ve devletin her bir müdahalesinin bir sınıfın menfaati için olduğunu iddia etmektedir. Smith tüccarları, ulusu zenginleştiren, fakat daima kendi menfaatleri peşinde koşan ve katiyen yönetimde olmamaları gereken bir sınıf olarak tanımlamaktadır. İş gücünün niceliği ve üretkenliğin zenginliğin kaynağını belirlediğini, pazarın çapı ile buna bağlı olarak artan iş bölümünün, serveti arttıran esas faktör olduğunu savunmuştur. Böylece tüm merkantilist yasaların ve de aynı şekilde tekellerin pazarı kısıtladıkları gerekçesiyle kaldırılması gerekliliğini müdafaa etmiştir (Smith, 2002: 7 ).

Dünyanın bugünkü kutuplaşmasının geri planında belli başlı dört aşamadan veya tarihten söz edilebilir: Birincisi Kristof Kolomb’un Amerikan adalarına çıktığı 1492 senesidir. Bu hareket başlangıçta “keşif” olarak ifade edilse bile daha sonra “fetih”şeklinde kabul görmeye başlanmıştır. Fakat 1492 ve sonrası, ne “keşif” ne de “fetih” olarak ifade edilebilir. Zira bu tarih ve sonrası Avrupa’nın, diğer medeniyetleri tahrip edişi ve bu medeniyetlerin yaratıcılarını tarih sahnesinden silmesidir (Başkaya, 2015: 31).

İkincisi, sanayi devrimidir. Sanayi devrimiyle dünyanın bugünkü kutuplaşması büyük ölçüde tamamlanmıştır. Üçüncüsü, XIX. asrın sonu, XX. asrın başında büyük

imparatorlukların ortaya çıkıp nüfuz yarışına girmeleridir. Dördüncüsü de İkinci Dünya Savaşı sonrası “Yeni Sömürgecilik” adı verilen dönemidir. Bu sömürgecilik türüne doğrudan sömürgelerin bulunmadığı “dönemin emperyalizmi” de denilmektedir. Mesela Kara Afrika’nın birçok bölgesi doğrudan sömürge kabul edilmemektedir (Başkaya, 2015: 31).

Sanayi devrimi geleceği etkileyen en önemli olaylardan biri olmakla beraber modern sömürgecilik çağının başlamasına da neden olmuştur (Küçükkalay, 1997: 52). Bu önemli gelişmenin çıkış noktası Avrupa’dır. Gallner’in uluslaşma aşamasındaki süreçte toplumlara kesin bir ayrım getirdiği tarım ve sanayi toplumu bölünmesin anlayışı kapsamında sanayi toplumuna dönüşen Avrupa devletlerinin bir anda tarım toplumu evresini yaşayan dünyanın yüzde yetmişinde egemen olabilmesi yolunu açmıştır (Gallner, 2009: 67).

Avrupalı devletler orta vadede endüstriyel toplumlara dönüşmelerinden dolayı iktisadi olarak gelişmişlik piramidinde zirvelere hızlı bir şekilde tırmanmışlardır. Fakat bu endüstriyel toplumun ihtiyaçları, bir müddet sonra kendi kıtalarından tedarik edilemez düzeyde yetersiz hale geldiğinde Avrupa devletleri bir arayışa girişerek ihtiyaçların kısıtlanmadan temin edilmesi için sömürgecilik çağının doğmasına sebep olmuşlardır. Dört önemli çıkış noktası sömürgecilik kavramının temelini oluşturur: Ekonomik çıkar sahalarının belirlenmesi birincisi, bu sahalar üzerinde egemenlik oluşturulması ikincisi, kolonilerin tesis edilmesi üçüncüsü, yerel toplumların etkilenmesi ise bunlardan dördüncüsüdür (Sander, 2007: 225-230 ; Armaoğlu, 2003: 100).

Avrupalı devletler, amaçlarına uygun, asıl hareket tarzlarından ödün vermeden stratejilerini belirlemeleriyle birlikte hem Asya, hem de aynı zamanda Afrika Kıtası’nda toprakların paylaşımı çabasına girmişlerdir. İki aşamalı olarak yürütülen bu mücadelede birinci aşamada toprakların ele geçirilmesi, ikinci aşamada ise bu topraklarda egemenlik oluşturulması gerçekleşmiştir. Bu stratejiler bu sebeplerden ötürü yeni bir süreci de başlatmıştır. “Emperyalizm” olarak ifade edilen bu yeni süreç elde edilen yerlere hâkim olmayı hedeflemektedir (Birsel, 2013: 45).

Sanayi devrimi akabinde gerçekleşen sömürgeciliğe “modern sömürgecilik” denilmiştir. “Modern sömürgecilik” olarak adlandırılmasının sebebi 1492 senesi sonrasının merkantilist döneminde uygulanan sömürgecilikten ayırmak içindir. Klasik, modern ve yeni sömürgecilik dışında bir diğer sömürgecilik tipi de yarı sömürgeciliktir. Bu sömürgeciliğe “mali-diplomati sömürgecilik” de denilmiştir (Başkaya, 2015: 31).