• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: BANKACILIK SEKTÖRÜ, TANIMI, KAPSAMI, BASEL

1.3. Türkiye’de Bankacılığın Gelişimi

1.3.2. Cumhuriyet Döneminde Türk Bankacılığı

Cumhuriyet döneminden önce dünya ölçüsünde gerçek bir bankacılık faaliyetinden bahsetmek mümkün değildir. Ancak Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar geçen zaman içinde çok önemli adımlar atılmış, özellikle devlet sermayesi veya devlet sermayesinin iştirakiyle birçok banka kurulmuştur. Đlk olarak 1888 yılında kurulan Ziraat Bankası esaslı bir şekilde ele alınmış ve Cumhuriyetin ilanından 3 yıl sonra 1926 yılında anonim şirket haline getirilmiştir. 1937 yılında modern bankacılık prensiplerine göre yeniden düzenlenen Ziraat Bankası, bu tarihten günümüze kadar T.C. Ziraat Bankası adı altında devam etmektedir (Yüzgün,1982:15-16).

1.3.2.1. 1923-1944 Dönemi

Cumhuriyet döneminde, ulusal sanayi ve bankacılığın geliştirilmesi çabaları ön plana çıkmıştır. Bu amaçla toplanan Đzmir Đktisat Kongresi’nde önemli kararlar alınmıştır. Bu kararlar sonrasında ilk kurulan banka, Türkiye Đş Bankası (1924) olmuştur. Cumhuriyet dönemindeki ilk büyük özel sektör bankası olan Türkiye Đş Bankası, ülkenin ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmak amacıyla, gerek sanayi gerek ticaret sektörlerine kredi vermek ve gerekse sanayi ve ticari girişimlerde bulunmak görevlerini üstlenmiştir (Artun, 1983:42).

Đktisat Kongresi’ne katılan sanayicilerin önerileri arasında bir sanayi bankasının kurulması da yer almıştır. Bu öneri doğrultusunda 1925 yılında Türkiye Sanayi ve

Maadin Bankası kurulmuştur. Bu banka ülkemizde kurulan ilk kalkınma bankasıdır. Bankanın kurulması ile özel sanayi işletmelerine orta ve uzun vadeli kredi verilmesi ve mali, ekonomik ve teknik konularda bilgi yardımı sağlanması amaçlanmıştır. 1927 yılında konut kredisi vermek amacıyla Emlak ve Eytam Bankası kurulmuştur. Banka, 1946 yılında Emlak ve Kredi Bankası’na dönüştürülmüştür (TBB, 1998a:8).

Cumhuriyetin kuruluşu izleyen ilk 10 sene içerisinde banka sayısı 20’si milli 15’i yabancı olmak üzere 35’den, 47’si milli 10’u yabancı olmak üzere 57’ye yükselmiştir. Banka şube sayısı ise 392’ye çıkmıştır. Bu dönemde özellikle mevduat toplama yönünden Milli Banka karakterindeki kuruluşlar önemli başarılar elde etmişlerdir. Đlk 10 senelik dönemde (1924-1933) mevduat yaklaşık 9 kat, krediler de 5 kat artmıştır. Özkaynaklardaki artış ise 4 kat olmuştur (Ertuğrul ve Zaim, 1996:15).

Cumhuriyetin kuruluşu dönemimdeki yıllarda para ve banka konusundaki en önemli gelişme, 30.06.1930 tarih ve 1715 sayılı yasayla T.C. Merkez Bankası’nın kuruluşudur.

1930 yılında kurulan TC. Merkez Bankası’dır. Banka, anonim şirket statüsünde kurulmuş olup, 1931 yılında çalışmaya başlamıştır (Keyder, 1991:41).

Böylece ilk defa ulusal bir emisyon bankası kurularak, daha önce Osmanlı Bankası tarafından yerine getirilen para basma işlevi T.C. Merkez Bankası’na devredilmiştir. 1715 sayılı Yasayla T.C. Merkez Bankası’nın görevleri;

1) Para piyasasının çalışmasını ve paranın tedavülünü sağlamak, 2) Đskonto oranlarını belirlemek,

3) Hazine işlemlerini yapmak,

4) Hükümetle birlikte Türk Lirasının istikrarıyla ilgili tüm önlemleri almak, olarak belirlenmiştir.

1931 ve 1938 yıllarında yapılan yasa değişiklikleri ile Merkez Bankası’na, Hazine bonolarını ve kamu iktisadi teşebbüslerinin Hazine kefaletini haiz bonolarını iskonto etme ve karşılığında avans verme yetkisi tanınmıştır (TKA, 1997:3).

1929 yılına gelindiğinde Türkiye tarım üretiminin egemen olduğu bir ülke görünümündedir. 1920’li yıllarda izlenen özel kesimin özendirilmesi ile sanayileşme stratejisi, sermaye birikiminin yetersizliği nedeniyle önemli bir sonuç vermemiştir. Bu

durum, ekonomik kalkınmanın sağlanabilmesi için devletin sınai yatırımların yapılmasında daha aktif bir rol oynaması gerektiği konusundaki görüşlerin tartışmaya açılmasına neden olmuştur. Bu dönemde başlayan Dünya Ekonomik Krizi’nin, dış ticaret açıklarına yol açması ve tarım ürünleri fiyatlarındaki düşüşün çiftçilerin gelirlerinde meydana getirdiği önemli azalış, sanayileşme için yeni yöntemler bulunması çalışmalarını hızlandırmıştır. 1930’lu yılların başlarında, bu iç ve dış etkilerin sonucu olarak, 1920’li yıllarda izlenen özel kesimin özendirilmesi ile sanayileşme stratejisi bir tarafa bırakılarak, kamu iktisadi girişimleri aracılığı ile sınai yatırımlarda bulunarak sanayileşme stratejisi benimsenmiştir. Đktisadi devletçilik olarak adlandırılan bu sanayileşme stratejisinin temelinde ülkenin o dönemde içinde bulunduğu koşullar nedeniyle, büyük sermaye gerektiren ve ileri derecede teknik bilgiye ihtiyaç gösteren yatırımların gerçekleştirilmesinde, devletin özel kesime göre daha fazla olanaklara sahip olduğu görüşü bulunmaktadır. Bu strateji oluşturulurken, yine o yıllarda Sovyet Birliği ve Almanya’da uygulanmakta olan devletçilik deneyimlerinden yararlanılmıştır. Devlet tarafından kurulmasına karar verilen sanayi işletmeleri ile ilgili yatırım planları Birinci ve Đkinci Sanayi Planları’nda belirtilmiştir. Đktisadi devletçilik stratejisi, bankacılık sistemimizi de önemli ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde, Sümerbank (1933), Belediyeler Bankası (1933), Etibank (1935), Denizbank (1937) ve Halk Bankası ve Halk Sandıkları (1938), sanayi planlarında yer alan işletmelerin kurulması, işletilmesi ve finansman ihtiyaçlarının sağlanması amacıyla, devlet tarafından özel amaçlı banka statüsüyle kurulmuştur.

Dünya Ekonomik krizi sonucu tarım sektöründe gelirlerin düşmesi ve ticari faaliyetlerin azalması, 1930’lu yılların başlarında, tek şubeli yerel bankaların büyük bir bölümünün kapanmasına neden olmuştur. Zonguldak Yatırım Bankası ve Kayseri Milli Đktisat Bankası hariç yeni banka kurulmamıştır. Daha sonraki dönemlerde ülkemizin önemli özel sektör bankalarından birisi haline gelecek olan Türk Ticaret Bankası, 1930 yılında, Adapazarı Đslam Ticaret Bankası’nın yerine, Hazine’nin iştiraki ile kurulmuştur. Đş Bankası da bu dönemde önemli bir gelişme göstermiştir.

1933-1944 döneminde sanayileşme için gerekli olan ancak getirisi görece olarak düşük olduğu için özel sektör tarafından yapılmayan yatırımların devlet tarafından gerçekleştirilmesi, bu yatırımların finansmanlarının bütçe olanakları zorlanarak ve bazı

zorunlu tasarruf imkanlarına başvurularak karşılanmasıyla mümkün olabilmiştir. 1936 yılında kabul edilen 2999 sayılı Bankalar Kanunu ile banka mevduatlarının yüzde 15’i oranında Devlet iç Borçlanma Senetleri’nden veya aynı derecede (yaklaşık yüzde 6-7 oranında) faiz getiren diğer menkul kıymetlerden munzam karşılık ayırma zorunluluğu getirilmiş, bu uygulamanın bir amacı da kamu yatırımları için düşük maliyetli finansman kaynağı sağlamak olmuştur. Bu dönemde, hem devlet işletmelerinin finansman ihtiyacında hem de 2. Dünya savaşı nedeniyle savunma harcamalarında meydana gelen artışlara bağlı olarak, hükümetin bankacılık sektöründen kredi talepleri artmış, uzun vadeli iç borçlanmaya gidilmiş ve Merkez Bankası reeskontundan yararlanılmıştır. 1938 yılında, Đngiltere’den kredi olarak alınan 10 milyon sterlin değerindeki altın 1940 yılında karşılık gösterilerek , Merkez Bankası’ndan avans alınmıştır. Ayrıca 1942 yılında munzam karşılık oranı yüzde 20’ye yükseltilerek, bu karşılıkların tamamının Devlet iç borçlanma seviyesine yatırılması zorunluluğu getirilmiştir (TBB, 1998a:5-6).

1933-1944 yıllarını kapsayan 10 yıllık ara dönemde 16’sı yerel, 1’i devlet bankası (Denizbank), 1’ide yabancı banka (Merkezi Bükreş’te de bulunan Benque Chrisoveloni) olmak üzere 18 banka faaliyetine son vermiştir. Böylece 1933 yılı sonunda ülkede faaliyette bulunan banka sayısı Merkez Bankası ile birlikte 47’si ulusal, 10’u yabancı olmak üzere 57 iken, 1943 yılında (yeni bankalar kurulmasına rağmen) 42’ye inmiştir. Yine 1933 yılı sonunda 486 olan banka şube sayısı, 1943 yılında 404’e düşürülmüştür.

1.3.2.2. 1944-1980 Dönemi

1.3.2.2.1 Büyük Özel Bankaların Kurulduğu 1944-1961 Dönemi

Bu dönemin en önemli özelliği sanayileşme stratejisi olarak iktisadi devletçiliğin yerini özel sektörün desteklenmesi ile ekonomik kalkınmanın hızlandırılması politikasının olmasıdır. Bu politika değişikliğinin başlıca nedeni savaş yıllarında yaşanan yüksek enflasyon ve spekülasyon ortamında tarım ve ticaret sektörlerinde varlıklı bir özel kesimin ortaya çıkmış olması ve 1950 yılında iktidara iktisadi liberalizm ilkesini benimsemiş Demokrat Parti’nin geçmesidir. Bu dönemde özel sermaye birikimi, özellikle 1950’den sonra tarımda makineleşmenin artması ve hızla genişleyen ekim alanları ile art arda iyi ekim yıllarının yaşanmasının etkisiyle, önemli ölçüde artmıştır. Özel kesimin güçlenmesi ve sanayileşme politikasında meydana gelen değişiklik,

etkisini bankacılık sektörü üzerinde de göstermiştir, bu dönem, özel bankacılığın geliştiği bir dönem olmuştur.

Bu dönemde büyük bir çoğunluğu özel banka, olmak üzere 25 yeni banka kurulmuştur. Yapı ve Kredi Bankası (1955), Garanti Bankası (1946), Akbank (1948), Pamukbank (1955) bu dönemde kurulmuştur (TBB, 1998a). Özel bankaların yanı sıra Türkiye Vakıflar Bankası, Türkiye Öğretmenler Bankası ve daha önce kurulup sonra kapatılan Denizcilik Bankası da bu dönemde faaliyete geçmiştir. Đlk kez banka dışı mali aracı olarak Türkiye Sınai Kalkınma Bankası da bu dönemde kurulmuştur (Parasız, 2000:110).

Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’nın amaçları arasında, özel sanayi teşebbüslerinin kuruluşunu finanse etmek, kurulu olanların donanım ve modernleşmesine yardımcı olmak ve yabancı sermayenin ülkemizde kurulan sanayiye katılmasını kolaylaştırmak yer alır. Tahvil çıkarma ve istikraz yapma yetkisi de bulunan Banka’nın kaynaklarının önemli bir kısmını uluslararası kuruluşlardan sağlanan uzun vadeli krediler oluşturmaktadır.

Bu dönemde, faiz oranları ve bankacılık işlemlerinden alınacak komisyon oranlarının hükümetçe belirlenmesi ve dövize dayalı işlem yapma yetkisinin sadece Merkez Bankası’nda bulunmasının da etkisiyle, şube bankacılığına ve mevduat toplama dayalı bir rekabet önem kazanmıştır. Şube bankacılığının yaygınlaşması, yerel bankaların tasfiyesi sürecini hızlandırmıştır (TBB, 1998a:7). 1960 yılında T.C. Merkez Bankası dahil banka sayısı 60’a, şube sayısı 1699’a ulaşmıştır (Parasız, 2000:111).

1958 yılında bankacılık mesleğinin gelişmesi, bankalar arasında dayanışmanın sağlanması ve haksız rekabetin önlenmesi amacıyla Türkiye Bankalar Birliği kurulmuştur. Tüzel kişi statüsünde olan Türkiye Bankalar Birliği’nin kuruluşu ile ilgili kararlar 7129 sayılı Bankalar Kanunu’nda yer almıştır (TBB, 1998a:8).

Bu dönemde bankacılık sektöründeki gelişmeler sayısal verilerle belirlendiğinde; 1948 yılında Türk Banka sisteminde bankaların ödenmiş sermayeleri 36.5 milyon TL iken 1961 yılında 2.8 milyar TL’ye, toplam mevduatları 97.3 milyon TL’den 8 milyar 541 milyon TL’ye, toplam kredileri ise 1 milyar 187 milyon TL’den 9 milyar 362 milyon TL’ye ulaştığı görülmektedir. Banka sermayesi ile sanayi ve ticaret sermayesi

arasındaki bütünleşmenin önemli göstergelerinden biri olan bankaların iştirakleri de, 1948 yılında 434 milyon TL iken 1961 yılı sonunda 1.8 milyar TL’ye yükselmiştir.

1.3.2.2.2. Bankacılık Sektöründe Kamu Müdahalelerinin Arttığı 1961-1980 Dönemi

1950’lerin sonunda ekonominin içine girdiği durgunluk ve 1958 istikrar programına rağmen ekonomik dengelerin kurulamaması, 1950’li yıllarda uygulanan liberal ekonomi politikasının terk edilerek devletin ekonomik alanda müdahalesinin arttığı karma ekonomi uygulamasına geçilmesine neden olmuştur. 1961-1980 döneminde, kamu iktisadi girişimleri ve özel sektör aracılığıyla, ilki 1963 yılında uygulanmaya başlanan kalkınma planlarında yer alan yatırımlar gerçekleştirilerek, ithal edilen sanayi mallarının ülke içinde üretiminin sağlanmasını amaçlayan bir sanayileşme politikası izlenmiştir.

Đthal ikameci stratejinin izlenmesi sırasında Türkiye ekonomisi, geliştirilmesine çalışılan sektörlerin korunması amacıyla, dışa kapalı bir ekonomi olarak yönetilmiş, faiz oranları ve döviz kurları gibi temel fiyatlar hükümet tarafından dünya piyasalarından bağımsız olarak belirlenmiştir. Planlarda kalkınmada öncelikli olarak belirtilen sanayi, bayındırlık, enerji, ulaştırma, madencilik ve dışsatım sektörlerinin fon ihtiyaçlarının düşük maliyetle karşılanabilmesi için negatif reel kredi faiz politikası ve yine bu sektörlerin ithal girdi maliyetlerinin düşük tutulabilmesi için Türk Lirasının aşırı değerlendiği bir döviz kuru politikası uygulanmıştır.

Planlı dönemde bankacılık sektörü önemli ölçüde devlet kontrolü ve etkisi altında kalmıştır. Mevduat ve banka kredilerine uygulanacak faiz oranları, banka komisyon oranları ve kredi limitleri, izlenen ithal ikamesi politikası doğrultusunda belirlenmiş, bankaların temel işlevi kalkınma planlarında yer alan yatırımların finansmanlarının sağlanması olarak tanımlanmıştır.

Planlı dönemde 5’i kalkınma ve 2’si ticaret olmak üzere toplam 7 yeni banka kurulmuştur. Bu dönemde kurulan kalkınma bankaları, T.C. Turizm Bankası (1962 ), Sınai Yatırım ve Kredi Bankası (1963 ), Devlet Yatırım Bankası ( 1964 ), Türkiye

Maden Bankası ( 1968 ), Devlet Sanayi ve Đşçi Yatırım Bankası ( 1976 ), bu dönemde kurulan ticaret bankaları ise Amerikan-Türk Dış Ticaret Bankası ( 1964 ) ve Arap-Türk Bankası ( 1977 )’dır.

Bu dönemin bankacılık açısından en önemli özelliklerinden birisi, özel ticaret bankalarının büyük bölümünün holding bankası haline gelmesi olmuştur. Bir sanayi ve ticaret sermayesi grubunun bir bankanın sermayesinin önemli bir bölümünün sahibi olması anlamına gelen ve dünyada da yaygın olan holding bankacılığı, o dönemde özel sektör yatırımlarını hızlandıracağı düşüncesiyle devlet tarafından teşvik edilmiştir (TBB, 1998a:8-9).

Merkez bankası işlemlerini düzenleyen 1211 sayılı yeni kanun 26 Ocak 1970 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu düzenleme ile Merkez Bankası, modern merkez bankalarının en önemli faaliyetlerinden biri olan “açık piyasa işlemleri” yapma yetkisine kavuşmuştur. Para ve kredi politikasının uygulanmasında Banka’ya yeni görevler verilmiş, bankaların denetimi konusunda yeni yetkiler tanınmıştır.

Ancak belirtilen bu yetkiler, Banka’nın bir emisyon bankası olarak temel işlevlerini etkin bir biçimde sürdürmesinde güçlüklerle karşılaşılmasına yol açmıştır. Yeni düzenlemede, orta vadeli reeskont kredisi, sermaye yapısı ve idare meclisinin oluşumu ile ilgili hükümler, serbest piyasa ekonomisi ve bu yapıya uygun bankacılık düzeninin gerektirdiği merkez bankası konumuna uymamaktadır. Yeni düzenleme ile Merkez Bankasına kendi asli fonksiyonları dışında kalkınma bankasının işlevleride yüklenmiştir. Yeni düzenleme ile 5 yıla kadar vadeli reeskont ve avans işlemleri uygulaması getirilmiştir. Buna bağlı olarak orta vadeli sınai reeskont kredisi, zirai reeskont kredisi, yarım kalmış yatırımların finansmanı gibi programlar yürürlüğe konulmuştur (Ertuğrul ve Zaim, 1996:41-42).

1.3.2.3. 1980-1990 Dönemi

Bankacılık sektörü 1980 yılında uygulanmaya konulan yapısal uyum programının öncesine kadar, yerli ve yabancı bankaların piyasaya girişine kapalı, dış muameleleri sınırlı, rekabet ortamının olmadığı, faiz oranlarının para otoritelerince belirlendiği, ithal ikamesine yönelik sanayinin finansmanını üstlenmiş, şube açma ve mevduat toplama yarışı içerisinde kendi statik yapısını değiştirememiş bir durum sergilenmektedir.

Yapısal uyum programının finansal politikaları, var olan kısıtlayıcı düzenlemeleri kaldırarak rekabet ortamı yaratmayı ve sonuçta da etkinliği artırmaya amaçlamıştır. Bu nedenle sektör yeni yabancı ve yerli banka kuruluşlarına açılmış, bir anlamda sisteme giriş kolaylaştırılmıştır (Ertuğrul ve Zaim, 1996:43-44).

Bankacılık sektörü 24 Ocak 1980 kararları ile Cumhuriyet kurulduğundan beri karşılaşmadığı rekabet kavramıyla ile karşılaşmıştır. Finansal serbestleştirme yolunda alınan ilk kararlar 1981 tarihinde önce banka faizlerinin sonra ise tüm faizlerin serbest bırakılması ile ilgili olmuştur. 70 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bankacılık sektörüne giriş kolaylaştığı gibi sektör açısından da yeni bir araç ile de atıl kaynakların ve kayıt dışı ekonomideki paranın bir kısmının sektöre çekilmesi amaçlanmıştır. Bu yapılanmanın oluşumunda en önemli etken büyük ölçüde banka sayısının artması, bankaların aktif büyüklüğünün yükselmesi ve faiz oranlarının piyasada belirlenmesidir. 1980’lerden sonra mali sistemdeki liberalizasyon ve ekonomik büyümenin hızlanmasıyla finansal sistemin genişlediği, aracı kurumların faaliyetlerinin arttığı ve en önemlisi globalleşmenin etkisiyle bankacılık sisteminde kriz olgusunun mali sistemi tehdit eden bir unsur olarak ortaya çıktığı gözlenmektedir.

Bu yıllarda göze çarpan diğer önemli bir gelişme de, çok sayıda yabancı bankaların faaliyet göstermek üzere ülkemize gelmesidir. Ülkemizde şube açmak suretiyle faaliyete geçen yabancı bankalar sırasıyla; American Express I.B.C.(1981), Citibank N.A. (1981),Bank Mellat (1982), Bank Of Credit and Commerce International (1982), Habib Bank Limited (1983), Manufacturers Hanover Trust Company (1984), The Chase Manhattan N.A (1984), The First National Bank Of Boston (1984), Saudi American Bank (1985), Bank Of Bahrain and Kuwait B.S.C. (1986), Banque Indosuez.(1986) ve Standard Chartered Bank’dan (1986) oluşmaktadır (TKA, 1987:7).

Bu dönemde 43 bankaya döviz pozisyonu tutma yetkisi verilerek kambiyo işlemlerinde Merkez Bankası tekeli önemli ölçüde kaldırılmıştır. Türk parası kıymeti koruma hakkında 28 Aralık 1984 ve 30 Temmuz 1984 kararlarıyla konvertibl TL’nin şartları hazırlanmış sermaye hareketlerinin serbest bırakılması ve TL’nin konvertibilitesinin IMF tarafından onaylanması ile birlikte kambiyo rejimi ile ilgili düzenlemeler tamamlanmıştır.

Bankacılık dışında mali sektörle ilgili alt yapı düzenlemelerine devam edilmiş, sermaye piyasası kanunu yürürlüğe girmiştir. Menkul Kıymetler Borsalarının kuruluş ve çalışma usulleri tespit edilmiştir (Haziran 1984). Bu dönemde finansman bonoları ihracına dair esaslar belirlenmiştir.

Merkez Bankası bu dönemde 3 önemli uygulamayı başlatmıştır. 1986 da Bankalararası Para Piyasası faaliyete geçmiş, 1987’den başlayarak Banka açık piyasa işlemlerine başlamıştır. 1988 de Bankalararası Döviz Piyasası çalışmalarına başlamıştır.

Bankalar ve Özel Finans Kurumları ile ilgili temel düzenlemeler yürürlüğe konulmuştur. Özel finans kurumlarının kurulması, faaliyetleri ve tasfiyelerine ilişkin esas ve usüller hakkında karar 1984’de yürürlüğe konulmuştur (Ertuğrul ve Zaim, 1996:28-29).

1.3.2.4. 1990-2000’li Yıllarda Türk Bankacılığı

Uzun yıllar Merkez Bankası Yatırım Bankaları da dahil olmak üzere 44 olarak tutulan banka sayısı 2000’li yıllara doğru 81’e ulaşmıştır. Bu durum bankalar arası rekabeti artırıcı etki yapmıştır ve 1990’lı yılların başlarında banka sayısı artmaya başlamıştır. Ancak aynı durumda bankaların özelleştirilmesi de gündeme gelmiş ve Sümerbank’ın bankacılık bölümü 1993 yılında ayrılarak özelleştirilmiştir. Son yıllarda bankacılıkta güven ve istikrar sağlamak adına rekabeti azaltmak ve piyasada az sayıda banka ile yetinmek gibi bir strateji izlenmektedir. Yaşanan ekonomik kriz ve daha sonra alınan 5 Nisan 1994 kararları sonucu özellikle döviz borcu yüksek olan bankalardan Marmara Bank, TYT Bank ve Đmpex Bank’ın faaliyetleri durdurulmuştur.

Bankalar kanununda değişiklik yapılarak, bankaların nakdi ve gayri nakdi kredilerinin özkaynaklarının yirmi katını geçemeyeceği hükmü getirilmiştir. Ancak tasarruf sahiplerini korumak amacıyla oluşturulan Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu bazı özel bankaların sorumsuzca bankacılık yapmasına neden olduğundan, devlet tarafından el konulmasına neden olmuştur.

2000’li yıllarda ticari bankaların yüzünü değiştirecek en önemli olgu internet bankacılığı olmuştur. Đnternet önceki tüm iletişim devrimlerinden çok daha hızlı bir gelişme göstermektedir. Yakın bir gelecekte bankalar elektronik ticarete müşterilerine e-posta hizmeti, alış veriş olanakları sağlayarak gireceklerdir. Öte yandan bazı ticari

bankalar müşteri gereksinim ve değişimlerini yakından analiz etmelerine olanak veren veri deposu olarak adlandırılan yapılar oluşturmakta ve müşterilerine daha iyi hizmet sağlayan biri telefon bankacılığı (çağrı merkezi) diğeri internet olmak üzere iki önemli iletişim olanağını hızla geliştirmektedir (Parasız, 2000:113).

1.3.2.5. 2001 Ekonomik Krizi Sonrası Türk Bankacılığı

Şubat 2001 yılında mali piyasalardaki güvenin kırılgan yapısı finansal krize yol açmış, bunun sonucu olarak 2000 Enflasyonu Düşürme Programı’nda öngörülen para ve kur politikaları terk edilerek, 22 Şubat 2001 tarihinde dalgalı kur sistemine geçilmiştir (Uygur, 2001:54-55).

1999 yılı sonrasında, 2000 Kasım ve 2001 Şubat'ında yaşanan krizlerin daha önceki yaşanan bunalımlar ile benzerliği yoktur. 1999 sonrasında oluşan bunalımların kökünde serbestleştirilmiş sermaye hareketlerindeki finansal varlıklarını, ülkenin iyi idare edememesinden kaynaklanmaktadır (Türel, 2002: 33). Uygulanan iktisat politikalarının tutarsızlığı ve gerçekleştirilmek istenen hedefleri destekleyecek argümanların eksikliği alınan her kararın yeni bir soruna neden olduğu görülmektedir.

2000 yılında uygulamaya konulan istikrar programları esasında örtülü para kurulu sistemi bulunmaktadır. Döviz kurunun kur sepetine göre önceden ne olacağının açıklanması, yatırımlar için kur riskini ortadan kaldırmakta, beklenen getirilerin risksiz getiriden daha yüksek olması yabancı yatırımcıların cari faiz oranında arbitraj imkanını sağlamıştır. Sermaye girişi ile birlikte, para ve kur politikalarında sterilizasyon yapılmasına imkan sağlandığından, para piyasasında likiditenin artmasına ve faiz oranlarının düşmesine neden olmuştur. Faiz oranlarındaki düşme ile kamu borçları üzerindeki faiz yükü azalmıştır. Daha fazla sermaye girişi faiz oranlarını olması gerekenden daha düşük seviyeye geriletmiştir. Birçok banka da faiz oranlarının daha da düşmesine neden olmuştur. Aynı dönemde bankaların tüketici kredilerini arttırmaları, finansmanını repo işlemleri ve Đnterbank piyasasından borçlanarak sağlamaları vade uygunsuzluğu riskini de göz ardı etmeleri sonucunu doğurmuştur. Faiz oranlarındaki aşırı düşmenin kredi miktarlarındaki aşırı artış ile beslenmesi beraberinde, tüketim ve yatırım harcamalarını da arttırmış, bu da cari işlemler dengesini olumsuz etkilemiştir (Civcir, 2003: 87-88). Gelişmelerin krize yol açmasının ardında uygulanan para kurulu

sistemine hazırlıksız başlanması ve ekonomideki alınması gereken yapısal reformların zamanında gerçekleştirilememesi yatmaktadır.

Para kurulu sistemi uygulamasına geçerken bunun cari işlemler dengesinde meydana getireceği açığın absorbe edilebilmesi için doğrudan sermaye girişinin ya da uluslararası kredi girişlerinin gerçekleştirilmesi gerekirken, bunu sağlayabilecek mekanizmalar yaşama geçirilememiştir (Çolak, 2003: 112). Özelleştirmenin bir türlü planlanan hedefler doğrultusunda gerçekleştirilememesi, alınması gereken yapısal önlemler önündeki idari ve bürokratik engeller sonucunda, hızlı para çıkışıyla birlikte faiz oranlarında aşırı yükselme, kamu kağıtlarının değerinin düşmesi, yabancı bankaların risk üstlenmemek için yerli bankalara verdikleri kredileri durdurmaları, yabancı yatırımcıların ülkeden hızla ayrılmalarına neden olmuştur. Merkez Bankası'nın 2000