• Sonuç bulunamadı

4. TARĠHSEL BAĞLAMDA KENT MEYDANLARI

4.2 Türkiye KentleĢmesinde Meydan

4.2.1 Cumhuriyet öncesinde meydanlar

M.Ö 7000 yıllarına kadar uzanan ve m.ö.1000 yıllarına kadar devam eden neolitik bir uygarlığın, Anadolu‟nun Mezopotamya bölgesinde yaĢadığı bilinmektedir. Bu uygarlıklar bu topraklarda iz bırakmıĢlardır. Daha sonra Batı Anadolu‟da Ġyonya Uygarlığı ile Efes, Bergama, Milet, Priene gibi Ģehirlerin kurulduğunu görülmektedir. Karya, Lydia, Lycia gibi Ģehirler ise Helen uygarlığının yayıldığı döneme rastlamaktadır. Bu kentlerde eski Antik Ģehirlerdeki genel düzen ve iĢleyiĢ bulunmaktadır.

Büyük Ġskender‟in Pers ordularını yenmesiyle (m.ö. 333) Helen kültüründen etkilenen Anadolu‟da baĢka birçok Ģehir kurulmuĢ ve eski Ġyon Ģehirleri yeniden canlandırmıĢtır. Hippodamus tarafından uygulanan ilk Ģehir planlamasına sahip Bergama, kente ait “agora”sı ile tipik bir Helenistik Ģehirdir. Helenistik döneme ait agora politik, kültürel ve ticari iliĢkilerin geçtiği yerlerdir. DıĢarıdaki bu mekânı sınırlayan stoa, gymnasium gibi önemli yapılar “agora” nın Ģemasında tekrar edilen

unsurlardır. Agora‟da geçen birçok etkinliğin yanı sıra iklim‟in elveriĢliliği nedeni ile çevresindeki stoa gibi revaklı yapılarda açık havada eğitim de verilmektedir.

Roma döneminde ise Ġyon ve Helen Ģehirleri varlıklarını korumakla birlikte, o dönemde bölge birçok baĢka alanlarda da imar edilmiĢtir. Bu antik dönemin kentlerine ait, tiyatroların, agoraların hâlâ Anadolu‟da kalıntıları bulunmaktadır. Roma Ġmparatorluğu ikiye bölününce (m.s.330) Ġmparator Konstantin, Konstantinapolis‟i (Ġstanbul) Bizans‟ın baĢkenti yaparak Ģehirde önemli ve gösteriĢli yapılar, forumlar yaparak kenti büyütmüĢtür. Bundan baĢka Ġstanbul dıĢında da Marmara çevresinde surlu Ģehirler kurulmuĢtur, fakat bunlar tarih içinde çok önemli olmamıĢtır.

Ġstanbul kent düzeni bakımından eskiden bu yana diğer Anadolu Ģehirleri ile kıyaslandığında oldukça özel bir geliĢim göstermiĢtir. Meydanları bakımından çok zengin olan bu kent, her zaman özel bir konuma sahip olmuĢtur.

Selçuklularla Türklerin eline geçen topraklarda 11. yüzyıldan itibaren kurulan yeni Ģehirler Orta Asya Ģehirleri ile benzerlik göstermektedir. Bizans, Arap ve Ġran etkileri de görülmekle birlikte politik ve ekonomik olarak yeni bir yapılanma içerisine girilmiĢtir. Ġslam dininin etkisiyle Ģehirlerde sonradan han, medrese, kervansaray, külliye, Ģifahane ve cami gibi birçok sivil ve dini yapı inĢa edilmiĢtir. ġehir surlarının dıĢında pazarlar kurulmaktadır. Bu pazar alanları kısmen ve sınırlı da olsa kamusallığın geçtiği yerler olmuĢlardır. Ġslami yaĢam tarzı dıĢ mekân kullanımını amaçlı olarak bir planlamanın aracı olarak kullanmamıĢtır. DıĢ mekân kendi içine dönük iĢlevleri barındıran yapılardan geriye kalan, kendiliğinden oluĢmuĢ bir alandır. Osmanlı Beyliğinin baĢa geçmesiyle kurulan Ġmparatorluk döneminde Ģehirlerde Pers, Bizans ve Selçuk etkileri görülecektir.

Osmanlı Döneminde Meydan: Osmanlı dönemindeki Türk Ģehirlerinde genel olarak bir mahalle düzeni bulunmaktadır. Birçok kültürden insanın bir araya geldiği Ģehirler mahallelere ayrılır, cami, kahvehane, çarĢı iĢ yeri gibi birimler bunların arasında yer almaktadır. Bu yaĢam biçimi içinde daha çok erkekler dıĢarıda görünür, kadınlar evde mahrem bir yaĢam sürdürerek çok fazla dıĢarı çıkmamaktadır ve görünmemektedir. Kadın ve erkeklerin beraberce yer aldığı dıĢ mekâna ait sosyal yaĢam alanları bulunmamaktadır. Mahalle meydanları açık alan olarak çevresinde,

Bu alanlar o döneme ait kamusal yaĢamın sınırlı ölçüde gerçekleĢtiği mekânlardır. Ergüvenç (2008), bu mekânlardaki yaĢamı “…peykerlerde ezan beklenir, kahvehanelerde ceride kıraat edilir özel günlerde meddahlar çeşitli lübiyyatla yaşamın renklerini yansıtır, kuklacılar, karagözcüler, tombalacılar Ramazan gecelerini şenlendirirlerdi...” diyerek anlatmaktadır.

Ġki ana merkeze sahip olan Osmanlı Türk Ģehirlerinde “külliyeler” dini ve eğitim amaçlı, diğer merkez “bedesten” ise ticari iĢlerin yer aldığı çarĢıdan oluĢmaktadır. Genel olarak doğal bir biçimde geliĢen ve geometrik kesinliğe sahip olmayan bu Ģehirlerde, batılı anlamda bir meydan kavramının bulunmadığı ve ayrıca dıĢa kapalı yaĢam biçiminde buna gereksinim de duyulmadığı düĢünülebilir. Fakat külliye ve bedesten civarı kamusal yaĢamın geçtiği kent merkezleri olarak kabul edilmektedir. Camilerin diğer Ġslam kentlerindeki Cuma camileri gibi bir iĢlevi yoktur. ġehirlerin kuruluĢ amaçlarına göre, ticaret, yönetim amaçlı, din merkezi veya liman kenti olma özelliğine bağlı olarak geliĢen Ģehirlerde meydan olarak kabul edilen açık alanlar da bu iĢlevlerin gerçekleĢtiği mekânlar olmaktadır. Ġlk döneme ait Bizans‟tan kalma surlu Ģehirlerde genellikle ana yol üzerinde Ģehrin giriĢ kapısına yakın yerlerde pazar alanları kurularak birçok tüccarın ve satıcının yer aldığı ve insanların alıĢ veriĢine imkân tanıyan yerler zaman içinde etrafında cami, han ve kervansaraylar yapılarak bir sosyalleĢme alanına dönüĢmüĢtür.

Zamanla sur dıĢına doğru büyüyen Ģehirlerde bedestenler ve arastalar çevresinde diğer hamam ve han gibi yapılar yer almıĢtır. Örneğin, Amasya ve Kayseri‟de “meydan kapısı” denilen Ģehrin bir giriĢi bulunmaktadır. Amasya‟daki “meydan mahallesi” meydan varlığının kanıtı olmaktadır. Ticaret yolları üzerine kurulmuĢ olan Kayseri ve Tokat gibi Ģehirlerde ise eski açık pazar alanları, daha sonra çevresinde düzensiz olarak yer alan yapılarla kapalı bir mekân olarak ticari nitelikli meydanlara dönüĢmüĢtür (Önal, 1994).

Liman kentlerinde yer alan ufak kıyı meydanlarında deniz yolu ile gerçekleĢen ticari etkinlikler yer almıĢtır. Ġstanbul özellikle Karadeniz ve Ege ticaret yolu üzerinde oluĢu nedeni ile bu tür meydanlara sahiptir. Her bölgede iklim koĢulları ve iĢlevlerinden kaynaklanan mimari biçimsel özelliklere sahip yapıları meydanların çevresinde görmek mümkündür. Ġstanbul‟daki Üsküdar, Kanlıca, Çengelköy, Beylerbeyi irili ufaklı kıyı meydanlarıdır.

Kuban (1996), külliyelerin fiziksel olarak içe dönük ve kapalı fiziksel biçimleri nedeni ile organik bir bağla diğer kentsel dokuyla bütünleĢemediğini ve bu nedenle çevresinde kamusal bir kentsel mekân yaratamadığını söylemektedir. Sosyal yaĢam din etrafında örgütlendiği için, diğer politik, ekonomik ve günlük yaĢama ait iĢlemler de bu çerçevede gerçekleĢmektedir. Ġstanbul‟da Fatih, Süleymaniye, Nur-u Osmaniye, Sultan Ahmet Külliyeleri, Bursa Yıldırım Beyazıt ve Muradiye Külliyeleri döneme ait önemli mekânlardır (ġekil 4.38).

ġekil 4.38 : Süleymaniye Külliyesi (Kuban, 1996).

Özel bir örnek olarak ve II. Mehmet tarafından yaptırılan, yedi yılda tamamlanan Fatih Külliyesi ise döneminin boyutları ve kapsamı açısından döneminde Ġslam ülkelerinde bir eĢi daha bulunmayan nitelikte ve büyüklüktedir. Kuban (1996) tarafından, simetrik planı ile Osmanlı mimarlığında eĢi olmayan bir “kentsel tasarım” örneği olarak değerlendirilmektedir. Fatih Camisi‟nin dıĢ avlusunun ise, Fatih Meydanı olarak camiyle birlikte tasarlanarak meydan adını alan tek açık alan olduğunu söyler. Özellikle Kurban Bayramı ya da Cuma Namazı gibi özel günlerde hâlâ devam eden yoğun bir toplumsal iletiĢime sahne olmaktadır. Bir anlamda tek Türk formu olarak kabul edilen, geometrik düzendeki büyük dıĢ avlusu ile bu külliye, kentsel mekân ile forum kavramının hâlâ canlı olduğunu gösteren bir yer olarak düĢünülmektedir. Kuban, “…bunun yanı sıra içinde yer alan etkinlikleri ve işlevi açısından günde birkaç bin kişiye hizmet eden toplumsal ve kültürel bir merkez olarak 15.yüzyılda Türk dönemine ait anıtsal bir ifadeye sahiptir…” demektedir (Kuban, 1996, s.202)(ġekil 4.39).

ġekil 4.39 : Fatih Camisinin dıĢ avlusu (Kuban, 1996).

Ġstanbul‟da Lale Devri döneminde ise o güne kadar görülmeyen bir tavır ve ilgiyle geliĢen önemli ve anıtsal büyüklükte meydan çeĢmeleri yapılarak, çevresi açıkta bırakılmıĢ ve etrafında kentsel mekânlar oluĢturulmuĢtur. Bu yapılar ölçekleri ve simgesel değerleri ile mekânı kendi çevrelerinde örgütleyebilmiĢlerdir (ġekil 4.40).

ġekil 4.40 : Bab-ı Hümayün önündeki meydanda III. Ahmet ÇeĢmesi (Kuban, 1996). Eski Bizans forumları daha sonraki, Osmanlı döneminde kavĢak olarak varlıklarını sürdürmüĢler ve zaman içinde üzerlerine yerleĢimler yapılarak geometrisini kaybetmiĢlerdir (Ergüvenç, 2008). Bu mekânların zaman içinde değiĢen kentin mekânsal yapısıyla birlikte kullanımı ve kimliği de değiĢmiĢtir. Hâlâ bugüne kadar gelen bir takım izleri taĢıyan yerler bulunmaktadır.

Osmanlı dönemindeki geleneksel Türk Ģehirlerinde özel hayat her anlamda korunmaya alınmıĢ bir durumdadır. Kadınlar ancak konut dokuları arasında yer alan açıklıklardaki çeĢme baĢı ve kuyu baĢlarında bir araya gelmektedir.

ġehirlerin merkezlerinde yer alan ve önemli ticari iĢlevlere sahip bedesten, han arasta ve kapalı çarĢıların önünde veya yanında yer alan meydanlar tüm gün alıĢ veriĢ yapılan ve canlılığı olan mekânlardır. Bazı Ģehirlerde çarĢıda belli iĢçilik alanlarında uzmanlaĢan (ahilik kurumu) kiĢiler ticari ve üretim iĢlevlerine bağlı olarak

kendilerine ait sokaklarda etkinlik göstermektedirler. Burada ayrıca en önemli yapı olarak Ģehrin büyük camisi yer almakta, böylece meydana dini bir nitelik de kazandırılmıĢ olmaktadır. Bursa Ulu Cami ve Edirne Eski Cami bunun örnekleridir. Ġç bölgelerdeki surları olmayan Amasya, Bursa, Kayseri, Kütahya, Tokat gibi Ģehirlerde ticari olarak kurulan meydanlar, pazar yerleri genellikle Ģehrin ana ekseni olan ve Ģehrin içinden geçen yolların çevresinde kurulmuĢtur. Örneğin surlu bir Ģehir olan Kastamonu ise 19.yüzyıla kadar Ģehrin surları dıĢına taĢmamıĢtır ve alıĢveriĢ meydanları surların içinde kalmıĢtır. Özel bir örnek olarak konut bölgesinde yer alan Safranbolu‟da Kervan yolu üzerinde bulunan 17.yüzyıldaki en büyük hanlardan birisi olan Cinci Han ve çevresinde oluĢan meydan güney-doğu tarafından geleneksel Safranbolu evleri ile sarılmaktadır. Bu meydan, konut alanı içinde ticari iĢleve sahip bir meydandır (Önal, 1994).

Bunun gibi birçok Ģehirde yer alan meydan olarak isimlendirilen mekânlar vardır, fakat bunların genel bir kent örüntüsünde sürekliliği olan, ana dolaĢım sistemi içinde tanınabilir bir özellik göstermediği açıktır. Kuban, kendi gözlemine bağlı olarak “…daha birçok şehirde geleneksel mimari tasarımda, planlı kent meydanları olmamasına bağlı olarak, bir egemen aks üzerine dizilmiş öğelerden kurulu, büyük simetrik kompozisyonlara götüren bir tasarım ilkesi de gelişmemiş...” demektedir (Kuban, 2008a). Batı‟da özel olarak amaçlanarak ve sanatsal tasarım sürecinde oluĢmuĢ meydanların tersine, Ġslam dünyasına ait Ortaçağ kentlerine bakıldığında, genellikle kendiliğinden oluĢan ve belirli bir düzen yansıtmayan bir planlamanın varlığı söz konusudur (Kostof, 1992). Kentlerde geometrik olarak düzenlenmiĢ ve düzenli biçimsel bir niteliği olan kent merkezleri olan meydanlar yoktur.

Kuban “…bir Gotik katedralin önünde, Roma‟da San Pietro Meydanı‟nda, Paris ya da Madrid bulvarlarında, Semerkant‟ta Timur‟un türbesi önünde ya da Isfahan‟ın Büyük Meydan‟ında Türkiye‟de olmayan mimari ve kentsel davranışlar bulunmaktadır…” demektedir. Bunun nedenini alçakgönüllü ve özgün bir mimarlık anlayıĢına bağlamaktadır. Hem mekân hem de yapı olarak Türklerin geleneğinde olmayan “anıtsallık” kavramı ile iliĢkili olarak meydan “kentsel mekân, anıtsallık, simetri ve aksiyalite (aks üzerinde olma)” gibi birçok mimari olguyla bağlantılıdır. (Kuban, 2008a).

Osmanlı‟nın geç döneminde, özellikle batılılaĢma hareketlerinin görüldüğü Tanzimat sürecinde kent mekânlarında değiĢim gözlenir. Batı kentleri ve kültüründen etkilenmenin yoğun olarak yaĢandığı ve geleneksel yapının birçok anlamda çözülmeye baĢladığı bu dönemde, meydan mekânı saat kuleleri, çeĢmeler ve peyzaj elemanları gibi diğer unsurlarla donatılmaya baĢlanmıĢtır. Tanzimat‟la baĢlayan ve Cumhuriyetle devam eden yeni yapılanma kentsel düzenlemelerin de yeniden ele alındığı bir dönemdir.

Bu döneme kadar olan uygulamalardan anlaĢıldığı kadarıyla Anadolu Türk Ģehirlerinde meydan kent içinde özel olarak planlanarak, önceden örgütlenmiĢ nitelikte düzenlenmemiĢ ve kullanılacakları etkinliğe bağlı olarak donatılarak ve genellikle bir sokağın biraz geniĢletilmesiyle ya da birkaç yolun kesiĢmesiyle kendiliğinden oluĢan küçük ölçekli açık alanlar olarak geliĢmiĢtir (Tanyeli, 1987). DıĢa kapalı bir kültürel ve sosyolojik yapılanma nedeni ile toplumun her bireyi tarafından ortak ve paylaĢılan alanlar dar ve sınırlı kalmaktadır.

Osmanlı‟nın cemaatleĢmeye dayalı bir kamusal alanı bulunmaktadır. DeğiĢik toplumsal grupların bir arada yaĢamasına bağlı parçalı bir kamusallık geliĢmiĢtir. DeğiĢik cemaatler arası kamusal alansa boĢ kalmıĢ ve burada devletin gücü etkili olmuĢtur. Toplumda kendi içine dönük gruplar oluĢu nedeni ile kentlerin içinde de içe dönük kapalı ve iĢlevlerine bağlı olan üniteler bulunmaktadır (cami, saray çarĢı, konut). Böyle bir yapılanma için Kuban (2008a) “…ne kent mekânları yapıları kucaklıyor, ne de yapılar çevreye kollarını açıyorlar. Kentsel mekân olmayınca, o mekânın örgütlenmesine ilişkin bir gelenek de oluşmamış. Bunun sonucu olarak yapıların dışarıdan, kent meydanından algılanması üzerinde de fazla düşünmemişler...” demektedir.

Bununla birlikte Kuban (1966, s.202), külliyeler ile ilgili olarak “…her ne kadar Avrupa kentlerine özgü olan meydanlar, revaklar ya da geniş caddeler gibi kentsel mekânlarla organik bir ilişki içinde olmasa da, döneminde halka bir kentsel çevrenin doyurucu mimarisini ve işlevlerini sunabilmektedir...” demiĢtedir.

Zamanla içe dönük geleneksel avluların yerini, dıĢa dönük kentsel mekân düzenlemelerinin aldığı görülmektedir. Bu “iç” ten “dıĢ” a dönüĢümün kent mekânındaki tasarım ilkeleri aks (simetri ekseni), arkad ve yapı yüzü olarak sıralanabilir (YeĢilkaya, 2007).

18.yüzyılda Batı‟daki Aydınlanma‟nın etkisi ve Osmanlı‟nın siyasi olarak zayıflaması sınırların değiĢmesine, ulusalcı politikalarla Avrupa‟da yeni ulusların doğması neden ile de devlet düzeni temelden sarsılmaya baĢlamıĢtır. Modern dünya görüĢü Türkiye‟nin oluĢumunda da etkili olmaktadır. Kentlerdeki mekânlarda ve kentlerin büyümesinde Batı değerleri etkin olmuĢ, ülkeye uygun yeterli ve doğru sentezler yapılamadığı için kentsel geliĢim, teknolojik ve demografik geliĢimin gerisinde kalmıĢtır.