• Sonuç bulunamadı

Canlıdaki iç dengenin nasıl korunduğu, su, elektroit, atık madde, ozmoregülasyonun nasıl yapıldığıBoşaltım sistemi boşaltım maddeleri ve

Belgede Mide salgısı (sayfa 22-49)

organları hakkında bilgiler.

Homestazi

Hücre dışı sıvı içinde bulunan iyon ve besinler hücrelerin canlı kalmasını sağlar. Tüm hücreler aynı ortam içinde yaşarlar-hücre dışı sıvıda. Bu nedenle hücre dışı sıvı vücudun iç ortamını ya da yüz yıl önce, 19. yüzyıl büyük Fransız fizyoloğu Claude Bernard’ın ifade ettiği biçimiyle milieu interieur’u oluşturur. Hücreler bu iç ortamda yeterli derişimde oksijen, glikoz, farklı iyonlar, aminoasitler, yağlar ve diğer yapıtaşları bulunduğu sürece yaşar, büyür ve özel işlevlerini yapabilirler. Fizyologlar tarafından kullanılan homeostaz terimi, iç ortamın (hücredışı sıvı), yaklaşık olarak sabit koşullarda korunması anlamına gelir. Vücuttaki tüm organ ve dokular bu sabit koşulları korumaya yardım etmek üzere bir görev üstlenmiştir. Örneğin akciğerler, hücreler tarafından kullanılan oksijeni karşılamak üzere hücre dışı sıvıya sürekli oksijen sağlarlar; böbrekler iyon derişimini sabit tutar, sindirim sistemi besinleri sağlar. Uzun süre boyunca sabit kalan bir fizyolojik değişken gibi bir şey muhtemelen yoktur. Gerçekte bazı değişkenler gün boyunca bir ortalama değer etrafında çarpıcı değişiklikler gösterse de hala “dengede” kabul edilebilir. Çünkü homeostazis çeşitli denetlemelerle kontrol edilen, durağan olmayan, dinamik bir süreçtir. Örnek olarak gün boyunca kan glukoz düzeyindeki dalgalanmaları ele alacak olursak; yemekten sonra kan glukoz düzeyi neredeyse 2 katına çıkabilir. Normal düzeyden bu kadar büyük bir yükselme ‘sabit’ olarak kabul edilemez. Önemli olan glukoz yükseldikten sonra dengeleyici mekanizmaların hızla, ters yönde aşırıya kaçmadan (normal düzeyin altına inmeden) glukoz düzeylerini normal sınırlara çekmesidir. Glukozu normal düzeylere getirilmiş birinin akciğer hastalığından kaynaklanan kanda anormal yüksek karbondioksit düzeyi gibi ölümcül olabilecek bir sorunu olabilir. Yani sonuç olarak diyebiliriz ki bir kişinin bir değişken için homeostatik olabileceğini fakat başka bir değişken için olmayabileceğini fark etmek gerekir.

Bölüm

Hayatın devamı için canlının iç ortamının değişmez tutulması şarttır. Bu sıvı ortam; hücreler arası sıvı= interstisyel sıvı= iç ortam olarak tanımlanır ve hücrelerin atmosferi gibidir. Hücreler yaşamları için her türlü maddeyi bu sıvı ortamdan alır ve metabolizma sonucu oluşturdukları ürünleri de bu ortama boşaltırlar. Hücrelerin yaşamlarını sürdürebilmeleri, iç ortamın sıcaklık ve kimyasal içerik yönünden (pH= Hidrojen iyonu konsantrasyonu ve ozmatik güç gibi) sürekli olarak değişmez tutulmasına bağlıdır. İç ortamın değişmez tutulması işi “homeostasis” olarak tanımlanır. Organizmada dolaşım, solunum, boşaltım ve sindirim gibi sistemler sürekli olarak homeostasisi sağlamak için çalışırlar.

Canlılarda bulunan bütün organ, sistem ve hücreler, mükemmel bir iş birliği, uyum ve denge içerisinde görev yaparlar. Bu yapıların böyle ahenkli bir şekilde görev yapmasıyla vücutta bir iç denge meydana gelir. Homeostaz(Homeostasi), hücre dışı gerçekleşen olaylar karşısında hücrenin kendi metabolizmasını korumasıdır. Organizmanın iç dengesinin belirli koşullarda sabit tutulmasıdır. homeostazi ile vücut sıcaklığı, kandaki su, madensel tuz, karbondioksit ve üre yoğunluğu kontrol altında tutulur. Hücrelerin yaşamlarının devamlılığının saglanması için iç ortamın sabit ya da degismez kosullarda tutulması gereklidir. Metabolik faaliyetler, yaşayan her hücrede devamlı görünürler ve ilgili iç çevreyi ya da vücudun durumunun sürekliliğinin (dengesini-düzenliliğini) korunması için dikkatlice ayarlanmalıdırlar. Vücudun iç durumunun dinginliği dış çevrede koşullar değişse bile iç dengenin sürekliliği ile bağlantılı bu otomatik koruma eğilimine homeostazis denir. Yasayan organizmaların bir takım fiziksel ve kimyasal özellikleri (ısı, pH, önemli moleküllerin kimyasal konsantrasyonları gibi) her zaman sabit, degismez kalmak zorundadır. Tüm fizyolojik ve kimyasal işlemler (metabolizma) su ile gerçekleşir. O nedenle, suyun olmadığı bir ortamda yaşamdan söz edilemez. Bu nedenle suyun korunması, alınması fazlasının atılması tüm metabolik reaksiyonlar için kritik öneme sahiptir. Suyun dengesi homeostaz için en önemli faktördür.

Suyun vücudumuzda farklı birçok işleve sahiptir. “Maddelerin hücre içine ve dışına taşınmasını sağlar” Hücredeki faaliyetler için gerekli olan katı maddeleri çözer ¨ Vücut ısısını düzenler. Vücut sıvılarının fizyolojik ve kimyasal işlemlerinin devamlılığını sağlar. Homeostazis, canlı yapısını belli sınırlar içerisinde ve değişmez bir şekilde tutulmaya çalışılır. Vücudumuz, hücre düzeyinde gerekli ayarlama ve değişiklikleri yaparak, yani içten ve dıştan gelen çeşitli etkilere karşı gerekli tepkileri göstererek bu dengeyi korumaya çalışır. Bu denge korunduğu sürece, yani homeostazis değişmez tutulduğu sürece, hayat sorunsuz olarak devam eder. Örneğin Vücudumuzun belli bir sıcaklığı vardır. Vücudumuzu oluşturan hücrelerin normal fonksiyonlarını sürdürebilmeleri için de bu sıcaklığın korunması gerekir. Hava sıcaklığı normal olduğu sürece, bu yönden bir sorun ortaya çıkmaz. Ancak çok soğuk bir ortamda bulunduğumuz zaman, vücut sıcaklığının dengelenmesi gerekir. Bunun için yüzeyel (deri) arterler daraltılır. Böylece, buralara fazla kan gitmesi engellenerek sıcaklık kaybı önlenir. Tersine çok sıcak ortamlarda vücut sıcaklığının düşürülmesini sağlamak için yüzeyel arterler genişletilir. Bu suretle deri bölgesine daha fazla kan gönderilerek, sıcaklığın deri yoluyla dışarıya verilmesi sağlanır. Bu mekanizma da yetmezse terleme olayı devreye girer. Bununla, sıcaklığın buharlaşma yoluyla azaltılması sağlanır. Bu örnekte de görüldüğü gibi vücudumuz, içten ve dıştan kaynaklanan bu gibi etkilere karşı gerekli cevabı vererek homeostazisi korumaya çalışmaktadır.

Geribildirim

Feedback (geribildirim) bildirimde yanıt, kendini oluşturan uyaranı azaltır. Kan glukoz düzeyinin düzenlenmesi, Kan O2-CO2 düzeylerinin düzenlenmesi, Vücut ısısının düzenlenmesi, Vücut sıvılarının asitliğinin düzenlenmesi buna örnek verilebilir. Pozitif Geribildirim ise bildirimde yanıt, kendini oluşturan uyaranı artırır. Bu durumda mekanizma sürekli artış yönünde kontrol sinyali oluşturur. Doğum sırasında uterus kasılmaları bebeğin başını uterus boynuna doğru yeterince güçlü biçimde itmeye başladığında gerilen uterus boynundan başlayan uyanlar uterus gövdesindeki kaslara iletilerek bu kasların daha güçlü kasılmasını sağlar. Uterus kasları kasılır ve duvarları gerilirken, uterustan kalkan sinyaller sinirler aracılığıyla arka hipofize iletilir. Hipofiz bezi uterus kasılmalarının güçlü bir uyarıcısı olan oksitosin hormonu salgılayarak yanıt verir. Oksitosine yanıt olarak uterus daha fazla kasıldıkça uterus duvarları daha fazla gerilir ve hipofize daha fazla sinyal gönderilir, bu, daha fazla oksitosin salınmasına neden olur. Kısır halka gibi görünen bu döngü bebek doğana kadar devam eder. Doğum olayında oksitoksin salgılanması uterus kaslarının kasılmasını artırır. Doğum boyunca bu olay artarak devam eder. Doğum sonunda ise pozitif geribildirim yol açan etki (doğum) yol olmasıyla mekanizma durum sonlanır.

Kanın pıhtılaşması pozitif geribildirimin işe yarayacak biçimde kullanılmasına bir örnektir. Bir kan damarı yırtıldığı ve bir pıhtı oluşmaya başladığı zaman, pıhtılaşma faktörleri adı verilen bir dizi enzim, pıhtının kendi içinde aktive edilir. Bu enzimlerden bazıları diğerleri üzerine etki ederek pıhtının hemen yakınındaki bölgede bulunan aktifleşmemiş enzimleri aktifler ve pıhtının büyümesini sağlar. Bu süreç damardaki delik kapanıp kanama duruncaya kadar devam eder.

Pozitif geribildirimin bir başka önemli kullanım yeri sinir sinyallerinin oluşumudur. Bir sinir lifi zarının uyarılması, zarda bulunan sodyum kanallarından hücre içine bir miktar sodyumun sızmasına neden olur. Lif içine giren sodyum zarın potansiyelini değiştirir, bu da daha fazla kanalın açılmasına, zar potansiyelinin daha da fazla değişmesine ve yine daha da

fazla kanalın açılmasına yol açar. Böylece hafif bir sodyum sızıntısı hücre içine çok miktarda sodyum girişi patlamasına yol açar, bu da sinir aksiyon potansiyelini oluşturur. Oluşan aksiyon potansiyeli, lifte hem hücre içinde, hem de hücre dışında elektrik akımları oluşturur ve yeni aksiyon potansiyellerini başlatır. Olay, uyarı sinir lifinin tüm sonlanmalarına ulaşıncaya kadar devam eder.

Bazı durumlarda da pozitif geri bildirim ölüme yol açabilir. Örneğin; bazen pıhtılaşma mekanizması kendiliğinden işlemeye başlar ve istenmeyen pıhtıların oluşumuna neden olur. Çoğu akut kalp krizi, koroner arter içinde yer alan bir aterosklerotik plak üzerinde oluşmaya başlayan pıhtının arter tamamen tıkanıncaya kadar büyümesi nedeniyle ortaya çıkar. İkinci olumsuz örnekte; normalde kalp dakikada 5 litre kan pompalar. Normalde 1 litre kan kaybından sonra negatif geribildirim yoluyla kalbin pompa etkinliği normale dönerken; eğer birdenbire 2 litre kan kaybedilirse vücutta kalan kan miktarı kalbin etkin bir pompa olarak çalışmasına yetmez. Sonuçta arteryel kan basıncı düşer ve koroner damarla kalbe ulaşan kan miktarı azalır. Bu, kalp kasının zayıflamasına ve pompa etkinliğinin daha da azalmasına neden olur. Koroner damarlara ulaşan kan daha da azalır, kalp biraz daha güçten düşer. Bu süreç tekrar tekrar kendini yineler ve ölümle sonuçlanır. Burada her bir geribildirim aşamasının kalbin daha da zayıflamasına neden olur.

ŞEKİL 6.2 Pozitif feed back mekanizması

Refleks ve yerel homeostatik yanıtlar

Duyu reseptörlerinin uyarılmasıyla efektör (yanıt) organda meydana gelen istemdışı hareketlere refleks denir. Belirli bir uyarana özgü istemsizdir, önceden tasarlanmamış ve öğrenilmemiş “yapıda bulunan” yanıtlardır. Tipik bir refleks arkının 5 bileşenden (reseptör, afferent yol, entegrasyon merkezi, efferent yol, efektör organ) oluşur. Reflekslere ek olarak yerel homeostatik yanıtlar denilen başka bir biyolojik yanıtlar grubu da homeostaz için büyük öneme sahiptir. Bunlar dış veya iç çevrede bir değişiklik ile (bu bir uyarandır) başlatılır ve uyarana karşılık veren bir net etki ile hücre aktivitesinde değişmeye neden olur.

ŞEKİL 6.3 Pozitif feed back mekanizması

Reflekse benzer şekilde yerel yanıt da, bir uyarandan türeyen olaylar zincirinin bir sonucudur. Refleksten farklı olarak bütün seri, sadece uyaran alanında meydana gelir. Örneğin, bir dokunun hücreleri metabolik olarak çok aktif olduğunda hücreler arası sıvıya bölgesel kan damarlarını genişleten maddeler salgılar. Oluşan kan akımı artışı o bölgeye ulaştırılan yakıt ve oksijen oranını artırır. Yerel yanıtların önemi her bir vücut alanına yerel kendini düzenleme mekanizmaları sağlamasıdır1. Şekilde endokrin, parakrin (hücreler arası) ve otokrin (hücre içi) olarak yerel homeostatik yanıtlar gösterilmektedir

ŞEKİL 6.4 Pozitif feed back mekanizması

Isı dengesi

Hayvanlardaki dolaşım sisteminin en önemli rollerinden biri sıcaklık düzenlemesidir. Kanın bir ısıtıcı ya da soğutucu sıvı rolü oynaması, büyük ölçüde, söz konusu organizmanın sıcakkanlı yani yüksek bir sıcaklığı, birçok enzim aktivitesi için optimuma yakın bir değerde koruyan ya da soğukkanlı olmasına bağlıdır. Daha sonra göreceğimiz gibi, kan kimyasının ve dokulardaki gaz alış verişinin büyük kısmı bir hayvanın fizyolojisinin bu özelliğine bağlıdır. Metabolik hız hücre metabolizması, karbohidratların, yağların ve

proteinlerin oksidasyonuyla açığa çıkan enerjinin bir kısmını yakalayıp ATP’deki yüksek enerjili fosfat grupları içindeki enerjiye dönüştürür. Fakat bu işlemde, enerjinin kabaca yüzde 60 kadarı yitirilir yitirilen bu enerji ise metabolizmayı termodinamik açıdan çok elverişli kılar. Bu enerjinin büyük kısmı ısı olarak açığa çıkar. Hayvanların büyük çoğunluğu ve bitkilerin tümü, bu termal enerjinin büyük kısmını hızla çevrelerine vererek kaybederler. Böyle hayvanlar soğukkanlılar olarak bilinirler. Daha kesin terim-ler poikilotermik (“değişken sıcaklığa sahip”) ve ektotermik (dışarıdan ısıtılan) dir. Hayvanın sıcalığı büyük ölçüde dış kaynaklardan geldiği için, vücut sıcaklığı çevre sıcaklığına bağlı olarak dalgalanmalar gösterir. Vücut sıcaklığı, dinlenme durumunda, çevredeki ortamla, özellikle ortam suysa, hemen hemen aynıdır.

Bir organizmanın metabolizması, sıcaklığa yakından bağlıdır. Aktif organizmanın toleranslı olduğu dar sıcaklık sınırlarında, metabolik hız standart koşullar altında organizmanın oksijen kullanma hızıyla ve/ya da karbondioksit üretme hızıyla ölçülür- çok düzenli bir biçimde, artan sıcaklıkla birlikte artar, sıcaklık düşünce azalır. Metabolik hız ile sıcaklık arasındaki ilişki, genellikle Q10 adı verilen bir değerle ifade edilir. Bu değer, sıcaklıktaki her 10°C’lik yükselmede, hız artışını ölçer. Eğer hız, her 10°C’lik yükselmede iki katma çıkı-yorsa Q10 2, üç katına çıkıçıkı-yorsa Q10 3, vb. denir. Metabolik hızın en sık aldığı Q10 değeri 2’dir. Bir hayvanın 0°C’deki metabolik hızına X diyelim. Eğer bu hayvanın metabolik hızının Q10 değeri 2’yse, bu durumda 10°C’de bu değer 2X, 20°C’de 4X, 30°C’de 8X ve 40°C’de 16X olacaktır. Sıcaklık yükseldikçe hızın daha çabuk artmasına dikkat ediniz. bu tipte bir eksponansiyel artış, sıcaklık arttıkça eğimi dikleşen bir eğri verecektir.

Bekleneceği gibi, ektotermik hayvanların aktivitesi, çevrelerindeki sıcaklık değişimlerinden kesin olarak etkilenir. Sıcaklık yükseldikçe (dar sınırlar içinde) daha aktif, sıcaklık düştükçe hareketsiz ve uyuşuk olurlar. Bu yüzden bu hayvanlar, etkin olarak işgal edebilecekleri habitatlarla sınırlı kalırlar, çünkü bu habitatlardaki sıcaklıkların insafına kalmışlardır. Kuşkusuz, birçoğu, iç sıcaklıklarını kısa bir süre için de olsa çevre sıcaklığının üzerine çıkartabilmek ve böylece sınırlarını bir dereceye kadar genişletmek için, güneş altında durmak gibi davranış adaptasyonları geliştirmişlerdir.

Az sayıda hayvan, memeliler ve kuşlar, metabolizmalarının egzergonik tepkimeleri sırasında üretilen sıcaklıktan yararlanabilirler. Bunun için bazı mekanizmalar geliştirmişlerdir- yağ, kıl, tüy vb. ile yalıtılmış olmak gibi. Ne var ki, bu mekanizmalar çevreye sıcaklık kaybını yavaşlatırlar. Böyle hayvanlara genellikle sıcak kanlılar adı verilir. Biyologlar homeotermik (“sabit sıcaklığa sahip”) terimini kullanırlar.

Son yıllarda endotermik (içten ısıtılan) terimi, giderek artan bir kabul görmüştür. Vücut içinde sıcaklık üretilen hayvanlarda, vücut sıcaklığı oldukça yüksektir-genellikle çevre sıcaklığından daha yüksek- ve çevre sıcaklığı büyük dalgalanmalar gösterse bile, nispeten sabittir. Buna uygun olarak da endotermlerin metabolik hızları, yüksek bir düzeyde sabit olarak tutulabilir ve bunlar çok aktif olarak kalırlar. Böylece, bunlar, çevre sıcaklığına, ektotermlerden daha az bağımlıdırlar ve çok daha çeşitli habitatları, kendi çıkarları için kullanma şansına sahiptirler.

ŞEKİL 6.9 Terleme ve titreme olaylarıyla vucud sıcaklığını sabit tutulması.

Endotermikliğin bir diğer avantajı, homeotermlerin ateşlenebilmesidir. Ateşlenme, genellikle hastalıkların istenmeyen yan etkisi olarak düşünülür ve ateşi düşürmek için aspirin gibi ilaçların alınması önerilir. Halbuki ateşin (sınırlar içinde) bir uyum tepkisi olduğuna inanmak için iyi nedenler vardır. Örneğin eğer balıklar, amfibiler ya da kertenkeleler gibi soğukkanlı hayvanlara yapay bir habitatta değişik sıcaklıklar sağlanırsa, bunlar sıcaklığın 38-39°C olduğu- homeotermlerin çoğunun korumaya çalıştığı sıcaklıkla hemen hemen aynı- bölgelerde toplanma eğilimi gösterirler. Eğer daha sonra bunlar bir bakteriyel hastalıkla enfekte edilirlerse, sıcaklık tercihleri 2-4°C yükselir. 34°, 36°, 38°, 40° ve 42°’lerde tutulan enfekte ektotermlerle yapılan deneyler göstermiştir ki, canlı kalma başarısı, en yüksek sıcaklıklarda en yüksektir. Bu da, hem homeoterminin hem de ateşin yararlı olduğuna işaret eder.

ŞEKİL 6.10 Kurtlarda ters akım sistemi ayaktan sıcaklık kaybının azaltılması ve vucud sıcaklığını sabit tutulması.

Hem endotermik, hem de ektotermik hayvanlarda ve bitkilerde normal metabolik hız, vücut büyüklüğüyle ters orantılıdır; organizma ne kadar küçükse, dokunun gram başına düşen nisbimetabolik hızı o kadar yüksektir. Bunun nedeni, endotermlere bakılarak kolaylıkla anlaşılabilir: Daha küçük hayvanlar, daha büyük bir yüzey/hacim oranına sahiptirler ve bunun sonucunda da birim zamanda çevreye nisbi sıcaklık kaybı daha büyüktür. Vücut yüzeyinden çevreye hızlı sıcaklık kaybına karşın, sabit bir yüksek vücut sıcaklığını korumak için, küçük bir hayvan, besini çok yüksek bir hızda okside etmek zorundadır. Tüketilen besinin nisbi miktarı ve sindirimi, solunum, vb. hızının, azalan büyüklükle birlikte artması nedeniyle, endotermlerin büyüklüğünde bir alt sınır vardır. Yaşayan en küçük memeliler sorekslerdir ve bunların ağırlığı sadece 4 gram civarındadır. Bunlar, her gün kendi ağırlıkları kadar yemek zorundadırlar ve eğer besinsiz kalırlarsa birkaç saat içinde açlıktan ölürler.

Ektodermik hayvanlar ve bitkilerde, büyüklük ve nisbi metabolik hız arasındaki ters orantıyı açıklamak daha zordur. Soğukkanlı organizmalar metabolik sıcaklıklarını çevreye verdiklerinden ve sıcaklık kaybına normalde metabolizmada bir artışla tepki göstermediklerinden, daha büyük vücut ve bununla birlikte gelen daha küçük yüzey/hacim oranı, bir şekilde sıcaklık kaybını geciktirecek ve korunan sıcaklık, metabolizmayı hızlandıracaktır. Gerçekten de bitkilerde ve ektotermlerde daha büyük gövdenin neden daha düşük nisbi metabolik hızlarla korelasyon içinde olduğu hiçbir zaman tam olarak açıklanamamıştır. Bir olası faktör, artan büyüklüğün genellikle hayvanlarda iskelette ve diğer bağ dokularda, bitkilerde ise destek fibreleri de ve olgun ksilemlerde orantısız bir artışa yol açtığıdır; bir kızılağaç, bir papatyadan ve bir timsah, bir kertenkeleden çok daha fazla destek yapısı gerektirir. Bu dokular, metabolik olarak nispeten inaktif olduklarından, organizmanın tümünün birim ağırlığı başına düşen ortalama metabolik hız, bu az aktif; fakat gerekli yapısal dokuların oranı arttıkça düşer. Bu, bir embriyonun gelişim sürecinde görülür. Hemen tamamen metabolik olarak aktif hücrelerden oluşan erken embriyo, yüksek bir nisbi metabolik hıza sahipken, geç embriyoda daha az aktif doku tiplerinin oranı artar ve böylece nisbi metabolik hız düşer.

ŞEKİL 6.3 Isı denegesinin homotermlerde korunması

Isıtma Yeryüzünün birçok bölgesinde çevre sıcaklığı 39°C’den düşüktür. Bu, endotermlerin çoğunun kendilerini aktif olarak ısıtmak zorunda oldukları anlamına gelir. Eğer çevre sıcaklığı çok düşük değilse ve hayvan iyi yalıtılmışsa, dolaşım sisteminin sıcaklığı, üretim bölgelerinden vücudun diğer bölgelerine verimli olarak dağıtması koşuluyla, hayvanın kendi metabolizmasıyla üretilen sıcaklık fazlası, bu iş için yeterli olabilir. Eğer bazal sıcaklık üretimi yetersizse, birçok hayvan titreyerek tepki gösterir. Bu istemsiz izotonik egzersizin sonucu, kaslardan geçen kılcallardaki kanın ısıtılmasıdır; bu sıcaklık, dolaşım sistemi tarafından vücudun geri kalan kısmına taşınır.

Aralarında sorekslerin, yarasaların ve sinek kuşlarının da bulunduğu bazı küçük hayvanlar, homoitermi lüksünü tam olarak kaldıramazlar ve büyük yüzey/hacim oranı nedeniyle, yüksek bir ısınma faturası ile karşı karşıya gelirler. Bunun yerine, bu hayvanlar, vücut sıcaklığının beslenme devreleri arasında azaldığı bir çeşit temporal hemoitermiyi tercih ederler. Hibernatörler, aynı şeyi, saatler yerine haftalar

ısıtıcıya sahip olmaktır. Örneğin yarasalar, “kahvengi yağ”, çok sayıda mitokondri (tipik rengin oluşmasına katkıda bulunur) ve gerekli oksidatif enzimler içeren yağ hücreleri depolarını kullanırlar. (Normal yağ hücreleri, kendi yağlarım metabolize etmezler. Bunun yerine, gerek duyulduğunda bunları dolaşıma salgılarlar ve hedef hücreler, bu yağları alıp kendileri için kullanırlar.) Uyuşuk durumdaki hayvan, aktif olma gereği duyunca, yağ oksidasyonuna başlar. Bu işlem, kanın ısıtılmasıyla sonuçlanır.

Sıcaklığın korunması Çevre sıcaklığı, bir hayvanın vücut sıcaklığının çok altındaysa bir miktar sıcaklık kaybı kaçınılmaz olur. Yalıtım, – post, tüyler ve yağ- sıcaklık kaybını azaltabilir; fakat tamamen durduramaz. Aslında, böyle bir yalıtkan tabakanın varlığı sıcaklık fazlasının atılmasını gerektiren sıcak havalarda ya da ağır egzersiz sırasında farklı sorunlara yol açar. Sıcaklık kaybını en aza indirmede en ciddi sorun, Kuzey Kutbu’nda yaşayan hayvanların kol ve bacakları ile büyük yüzey/hacim oranına sahip diğer ekstremitelerinde yaşanır. Bu hayvanların çoğu uzaysal heterotermi gösterir. Yani, merkezdeki sıcaklık yüksek tutulurken, bacaklar ve kulaklar soğuğa bırakılır. Bu defa da ekstremiteleri canlı tutmak için, bunlarda dolaşan kauın sıcaklığını koruma sorunu ortaya çıkar. Strateji, yine, ters akım alış verişidir: Sıcak kan taşıyan arterler, soğuk kanla geri dönen venlerin yanında yer alırlar böylece arteriyel kanın sıcaklığının büyük kısmı venlere transfer olur.

Soğutma Birçok hayvan, suyu buharlaştırarak kendilerini soğutur. İnsanlar için bu, terleme anlamına gelir. Kan, deriye yönlendirilerek sıcaklığı doğrudan havaya vermesi sağlanır ve bu sırada buharlaşmayla soğutma da katkı sağlar. Post ya da tüylerle yalıtılmış türlerde ise, buharlaşma çok daha bölgesel olmak zorundadır. Bu hayvanlarda sık olarak kullanılan yüzey dildir. Köpeklerin hızlı hızlı soluması, buna, aşina olduğumuz bir örnek oluşturur.

Şaşırtıcı görünebilir; fakat hızlı soluyan bir köpek havayı ağzı yoluyla değil, burun yoluyla

Belgede Mide salgısı (sayfa 22-49)