Cahit Zarifoğlu *
CAHİT ZARİFOĞLU
* Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yay., İstanbul 2004.
Dağın tabii eğimine göre ağacın birkaç yüz metre altından geçmesi gereken yol, zamanı gelince ona doğru kıvrılır, onun etrafında genişler, yakın toprağı bir köy meydanı gibi çiğnenmiştir.
Dağın tabii eğimi, yola izin veren kıvrımı içinde, ağacın birkaç yüz metre altından geçen ikinci bir yol daha vardır. Yazın sıcağının bunaltmadığı, ve yorgun düşülme-miş ya da acele olan yolculuklarda kullanılır. Ama yine de ona uğranmış gibidir.
Bir türbenin açığından geçiliyor gibidir.
Orada mesafeyi idrak ederler. Köye Yalnız Ardıç kadar kalmıştır.
Köylerinden Yalnız Ardıç kadar uzaklaşmışlardır.
Köylülerin bizim söylediğimiz gibi Yalnız Ardıç demediklerini belirtelim şimdi.
Yalnız kelimesindeki ‘n’ düşmüş, ‘ı’ uzamıştır. Ve bu iki kelime uzayan bu ‘ı’nın yardımı ile birleşmiştir, isim ‘yalîzardıç’ ya da ‘yalıızardıç’ seklini almıştır. Böylece o kavuşturucu eylemine ilkin kendi adından başlamış gibidir. Bu yüzden Yalnız Ardıç üzerine söyleyeceğimiz bir iki cümle daha varsa, onlarda ismini bu şekilde kullanalım.
Çıplak dağın ancak çok uzaklardan insan bakışına sığan genişliği içinde Yalıı-zardıçın karaltısı seçilir. Bu bile yeterlidir başlamak için. Onu ilk defa gören, ona yaklaşan biri de düşünmeye başlar. O güne kadar alışkın olmadığı ve kendindeki mevcudiyetini ömür boyu düşünemiyeceği bir işleyişle düşünmeye başlar. Zira bu tarzın içinde büyük oranda varlık sebebimizle rabıtalı o sıhhatli duygulardan bir kaçı çalışır. İnsan işin mahiyetini kavrıyamaz, kendindeki bu sihirli değişikliğin harmanına girmekte adeta acele de eder. Bir ilkbahar ferahlatması ile karşı karşı-ya olduğunu zanneder. Kendini dağın ve ağacın içine doğru bırakır. Ve o zaman başlar: Bazılarında hafif bir telaş, bazılarında hafif bir korku meydana gelir. Ama genellikle bir teslimiyet de başlamıştır. Duyguların fevkalade tonlarının iştirak ettiği bu değişiklik ani bir şaşkınlıkla başlar. Buna derhal bir hayranlık çalkantısı katılır.
Bu çalkantının içine sevgi bir nehir gibi akmaya başlar. Bunlara derin ve dayanıklı bir yatak gereklidir, bağlanma ve sadakat duygusu dövüldükçe kavileşen çelik gibi yatağını derinleştirmeye o zaman başlar. Ve bunların da üzerine, anaların ancak yavrularına duyduğu cinsten bir merhamet duygusu boşanır. Yalıızardıçla karşı-laşan insanlarda, hangi sınıftan olurlarsa olsunlar bu oluşlar sırasiyle gerçekleşir.
Bundan sonrası nasiplere göredir.
/yüzbindiler bölük bölük geldiler sıralandılar
büyük ova saatlerce onların akışlarını izledi muntazam ve sessizdiler.
kartallar o yörede dönmeye başladı
yüzbin demek heybetli bir yavru ordu demek imparatorlukta kaslar tam bir hizada
palalar tam bir hizada
bükülmez bilekler kalın pazulu kollar söğüt dalları gibi sarkmıştır her can öteki yüzbin canın aynı anda aynı amaç yoluna
orda oluşunun hikmetine dokunup dururken
ve kendini oradakilerin mevcudundan ibaret tek bir beden gibi idrak etmeye başlarken
beyaz küheylanının üzerinde Kanuni Sultan Süleyman Han gelmeye başlayınca
devasa bir el büyük orduyu havaya kaldırır yürekler ve gözpınarları kabarır.
zaman ilerleyince ve Sultan
aynı suda arınan ruhların karşısına ilerledikçe kalbler hızlanır
tek bir beden gibi olan mevcut bir tek ‘göz’den ibaret olur Fetih böyle başlar. İlahi lütfa mazhar oluşta, vasıtaların önemini anlıyor muyuz
Sultanların, fetihleri, Şeyh ül İslamların önünde damarların ve kalblerin genişlemesi, ışıksız zindanlarda insanlara kapıların açılmasıdır.
Mühim, fakat henüz bir ilk başlangıçtır.
Kapitalist, sosyalist, emperyalist, bütün maddeperest şefleri son merhale kabul edenlerin bütün kapıları kapanmıştır.
/Yalıızardıç önünde, havadaki bütün değişmelere rağmen, ebed bir iklim hüküm sürmek-tedir. O bir tek ağaca dair düşünürken insan başları, ona bakarken, gölgesinde otururken, güneşli günlerde önlerine kattıkları hayvanların arkasında ona doğru yürürken, uzağında ve yakınında düşünürken, içinde fizik ötesi ışıltılar olan davetler edinirler. Ağacı anlamaya çalışırlar. Yorumlarlar.
Onunla başbaşa kalınca içten içe çekiştiler. Ona isyanlarını anlattılar, çektikleri acıları unutmaktan korkanlar, acılarının isimlerini simgelerini ona işlediler. Kazınmış taze isimleri, bu onulmaz görünüşlü derin yaraları iyileştirerek, hafif bir kıvrımla içine alarak koruyuşu karşısında kendilerinden geçtiler, kendilerini hatıralarından başlayarak bir araya getiren gayreti karşısında gizli gizli yaptıklarından utandılar, ve ona daha çok açıldılar.
O genç aşık anlayışla karşılandığı bir çevrede ağlıyabilmek için köyünden çıktı, kilometrelerce yürüyerek ona gitti.
Onu uzaktan görünce koşmaya başladı
Yanına varınca boylu boyunca dallarının altına yattı Artık vicdanların mektebi gibidir
Orda avcılar da konaklar.
Çobanlar için bir merhale
Tepeye tırmanırken bile bir iniş yeri.
Yalıızardıç büyüktür.
Gölgesine varan insan az sonra onun öteki ağaçlardan farkını anlar.
Az sonra gözün alabildiğine ovaya akan tepelerin, kıvrımların, derelerin ve ovada gümüşî bir parıltıyla yatan nehrin, parlak ufkun ve sessizliğin sebeblerini düşünmeye başlar, Gide gide insanın ufku yüce peygambere götüren bir tabiattır o.
Bir var yine var Ali Sinan bir de Hasan Güneş doğar olmadan Yola koyuldular.
Anaları hamarat kadınlar Hepsi aynı obayı yuyan Akşamdan köfteler hazırladılar Peynirli börek ve bir damacana ayran.
Ogünler uzak bir köye
Ali Sinan bir de Hasan
Üstlerinde o günün şalvarları bol yelekleri Zengin giyinişleri
Ayaklarında meşin yemenilerle Geçip azveren taşlı tarlalalardan Vardılar
Tandırlık tabir olunur yere.
Kayalar bütün dere boyunca
Eğimler kıvrımlar şekiller çukurluklar Yapıyordu mermer kayganlığında.
Orada sular berrak tatlı Daima içilebilir
Ve küçük oynak balıklarla dolu.
Bizimkiler mola verdiler
Üç ülke gibiydi bu üç arkadaş Herbiri ayrı bir tabiattan
Bir cengaver gibiydi kaya toparlanışları Uzantılar.
Bir elinde ileriye uzanan bir sopa Ötekinde bir paçavra
Heybetle ama cansız mazlum bakışan figürler.
Daha ilerde sürüsünü otlatan Kırkbeş yaşında bir çoban Sulara eğilmiş duruyordu taştan.
Ve daha yüzlerce şekil
Kimi insanı kimi hayvanı andıran.
Ali bir sıçrayışta Kalın bileklerini doladı Suya kırık taşa eriştirdi onları.
Gelişigüzel parçalamanın zevkiyle Eğlendiler bir süre.
‘Kadınların Yurdu’ derler yüksek yaylalığa Tırmanmaya başlamadan
İri kayalar yuvarladılar dik yamaçlardan.
Tandırlığın içini dolanıp Yankılarla dalgalanıp yükselen Türküler söylediler
Avazları çalkalanıp vadide kendilerine dönerken Çıkıyor gibiydi sanki sesleri
Kaya döşeli ağızlarından devlerin.
Yolu yüksek yaylalığa vurdular
Akşamın serinliği ve gecenin çekip çöküp Susturmasıyla susarak
Nefeslerini sıkıştırdılar.
Herbir ağaç akla zor gelen bir gölge Herbir pınar
Adımların altına koşan bir çevrek.
Böcekler ormanı biner yürür sürükler götürür Uğultudan durulmaz haykırışlara dayanılmaz.
Ve aradabir herşey susunca Ayaklar büsbütün dermansızlaşır.
büyük bir ekmek daha görüyorum görüyorum da görüyorum
anne ha anne anne anne
pazularımı avuçlarıma aldım oturdum rüzgar etimi soyuyordu
kemiklerim kaçıyordu elimden anne anne ha anne anne molada hasanın rüyası karanlık bir eşikmiş başım gelen esinti giden esintiyle
hoş kokular çıplak gövdeler fısıltılar uğrayanım devasa bir duygu göründü
beni buldu yendi hummalandı alnım
çık dışarı kan uğrağı gözlerim çık dışarı çık çık boyun kemiklerim (ve gözbebeklerim şeffaf eşiklerine çevrili) fırtına kuşları gibi savruldu
kolay kelimeler ne kolay ana oluşlar yağmalar
giyinmesi kolay derken azarlandım
korktum uyandım
molada sinanın rüyası bir seda var bir ses bir sessiz ses cimri güç diyor bana yumulu yürek ve uyanamıyorum bir türlü uyanamıyorum ikram et demiyorsun dilin lağvolmuş ikram olunsa sana menzil dayanmaz sendeyim ben
gözlerini çevir bak
geçeceğim her menzil ben ve ben varacağın son durak ananın memesinde kaldın polat gittin Allah sakladı
açıl uykudan korkuyla otur heybetle oku Mola biter o sabah rüzgar doğarken Ağaçlar erler kalkarken
Her yan melek dokuyuşuna kanarken Ve ruhlar kalkarken
(Dondurucu bir ayaz
Her yanı kesici bir bıçak gibi Yabanî ve tutup bir kaça bölerken Dolanırken sıyırırken hayvanları
Akarken çiğ taneleri tutulmaz gerginliklerde Evet O durdurur ancak
O’nunla dayanılır ancak Ve O
Ancak O’nunla
Öteye kapımız açılır varılamaz anlara varılır.) Hasan kalbinde ağır rikkatle kalktı
Ali ağır rikkatle Sinan rikkatle kalktı.
Akmak
Merhamet duymak gözü yaş durmak Sinan bir kahramandır elinde Ali bir kahramandır dilinde Hasan bir kahramandır fikrinde Uyku rüyalar ve sabah
Beyaz ipliğin siyahından farkedilmediği vakitte Allahın adıyla çağırdı Sinan
Şimdi Hasan en önde
Arkasında iki sapsarı eğik çehre.
Sinan rüyasiyle hallendi
Korkuyla oturdu heybetle okudu.
Hasan rüyasiyle hallendi
Gözleri hasret dolu şeffaf eşiklere çevrildi.
Ali rüyasiyle hallendi
Etten kemikten geçti sevdadan soruldu.
Ve gün batanadek koştular Ve gün batarken
O göz ışıdı ışıdı.
(Kaplumbağa Şimdi biraz daha) Bütün gün
Öğle ve ikindide mola verdiler Akşam adeta can verdiler Ağaçla kuşla böcekle
Kurda kuşa toprağa selam verdiler.
Burda kokular gerçek Şimdi bozkır çekiyor onları Basılmadık yer yok
Her yana basmış derviş ayağı.
Nefes var toprağın levhasında
Sağdan alınıp yukarıya sola ve engine:
KALBE
Yukarı sola ve aşağı
Verildikçe kondukça alan kalbe.
(ya aşık eyle zikri şah yoldaşsız varılmaz gönle)