• Sonuç bulunamadı

2. TARİH BOYUNCA OSMANLI SARAYLARI’NIN DIŞ MEKÂN

2.1. Klasik Osmanlı Saray Bahçeleri’nin Biçimlenmesinde Etkili Olan Peyzaj

2.1.3. Bizans Peyzaj Sanatı

Bizans sanatı, 330-1453 yılları arasında hüküm süren Doğu Roma İmparatorluğu yönetimindeki Bizantium’da gelişmiş büyük ve karmaşık bir uygarlığın ortaya koyduğu eserler olarak görülmektedir (Akdoğan, 1974, s.79).

Paul Lemerle’in önerdiği büyük tarihsel sınıflandırmaya göre 3. yüzyıldan 6. yüzyıla kadar olan ilk devir, Roma İmparatorluğu ile Mısır, Suriye, Küçük Asya ve Yunanistan arasındaki politik ilişkilerin gevşemesinin izlerini taşır. Böylece bir Doğu Hristiyan Sanatı doğar ve Bizans sanatına bir anda, Roma sanatının yalın çizgisine tamamen zıt düşen bir zenginlik, değişkenlik ve karmaşıklık getirir. 7, 8 ve 9. yüzyıllarda sürdürdüğü savaşlar sonucu sınırları daralan ülkeye artık “Doğu Grek İmparatorluğu” demek daha uygun düşecektir. 10, 11 ve 12. yüzyıllar genellikle “Bizans sanatının ikinci altın çağı” olarak nitelendirilir. Bu devir, Akdeniz’deki ticaret egemenliğinin sanat uğraşlarına yeni bir atılım sağladığı dönemdir ve 1453’de Konstantinopolis’in düşmesi ve Bizans İmparatorluğu’nun sona ermesiyle son bulur (Charageat, 1995, Bizans Bahçeleri, s.42).

Bu etkilenmeler sonucunda Roma İmparatorluğu’na karşı Doğu etkisi ağır basacak, bu da bir renk ve ışık oyunları beğenisinin parladığı mozaik sanatında kendini hemen hissettirmiştir. Renkli ve parlak malzeme kullanılarak gösterişe ve süse aşırı derecede önem veren Bizans sanat eserleri hiçbir zaman Yunan klasiklerinin sadelik ve berraklığından ileri gelen monümental değere ulaşamamışlardır (Aran, 1977, s.172).

Bizans mimarisi esas olarak dinsel yapılara yönelmiştir. Bunların yanı sıra hükümdar sarayları da ayrı bir önem taşımıştır. Yunan ve Roma uygarlıklarının şehir strüktürlerini biçimlendiren büyük sosyal tesisler, gimnazyumlar, stadyumlar, hipodromlar, agoralar, hamamlar, su kemerleri, anıtsal dikili taşlar gibi birçok sanat yapıları Bizans şehirlerini zenginleştirmiştir. Bizans mimarisinden günümüze gelebilmiş olan yapılar ve kalıntıları daha çok dayanıklı malzemeden yapılmış olan dinsel ve anıtsal eserlere ait örneklerdir.

Bizans peyzaj sanatı da diğer sanat kolları gibi Yunan, Roma ve Asya kültürlerinin etkisi altında gelişmiştir. Bu sanat dalına ait günümüze ulaşan örnekler hemen hemen yok gibidir. Ancak Bizans kral saraylarının kalıntılarından peyzaj düzenlemesinin esaslarını tespit etmek mümkün olmaktadır. Bazı duvar resimlerinden, yazılardan ve tasvirlerden, bahçelerin ayrıntılarına yönelik daha geniş bilgi edinmekte yararlanılmaktadır (Akdoğan, 1974, s.79-80).

Bahçeye büyük önem veren Bizanslılarda, ev bahçesi, tıbbi amaçlı bitkiler üretilen bahçeler, soyluların bahçeleri, manastır bahçeleri ve gezinti bahçeleri olmak üzere beş tip bahçe vardı. Bizans’ta ev yaşamının ayrılmaz parçası halinde ailenin ihtiyaçlarına dönük bahçelere genel olarak “peripolion” adı verilirdi. Bir de bağ, üzüm bağı ve bahçe kavramlarını birlikte ifade eden “ampelokepion” sözcüğü vardı.

Sıradan ev bahçelerinden hem büyüklük hem de düzenleme yönünden farklılık gösteren soyluların bahçelerinde, ihtiyaç için üretilen sebze ve diğer bitkilerin yanı sıra dekoratif amaçlı süs bitkileri ve çiçekler de yer alırdı. Gül, leylak, menekşe, safran, şakayık, süsen, çuha çiçeği, adaçayı, kasımpatı en fazla kullanılan türlerdi. Bahçede ayrıca, elma, şeftali, vişne ağacı mutlaka bulunur, çardak ya da kütük üzümleri özenle yetiştirilirdi. Zenginlerin bahçelerinin bir bölümü depo olarak ayrılır, eğlence, dinlenme, sohbet için düzenlenmiş özel mekânlar, gölgelikler, pergolalar, patikalar, havuzlar bulunurdu. Önceleri yabani gül ve benzeri çalılardan oluşan çitlerle çevrilen bu bahçelerin etrafına daha sonra tuğla duvarlar örülmeye başlandı.

Bahçeler genellikle dikdörgen biçiminde düzenlenir, patikalarla haç şeklinde dörde ya da ikiye bölünürdü. Bahçe yolları, çakıl taşlarının dekoratif düzenlemesiyle güzelleştirilir, süs bitkileri geometrik biçimlerde budanır, çiçeklere özen gösterilirdi. Manastır bahçelerinin temel amacı, dinsel arınma, düşünme ve tedaviye hizmet etmek olduğundan, bahçenin işlevselliği yanında güzelliğine de önem verilmesi doğaldı. Patikaların birbirini kestiği noktada genellikle yaşam kaynağını simgeleyen bir çeşme ya da fıskiye bulunurdu (Hür, 1993, s.543).

Bizans saray bahçelerinde, çevresi heykellerle çevrili havuzlar, tepesinde renkli taştan ve mermerden sütunlar dikili kuyular, su gücünün kullanıldığı düzenlemelerle hareketlendirilen dekoratif yontular vardı. Renkli mermer ve mozaiklerle bezenmiş salonlara “robot tiyatroları” yerleştirilirdi. Bir imparatorluk sanatı ürünü olan bahçe, hükümdarın gücünü vurgulamalı ve bu saygınlığı daha da artırmak için kralın avlanma teması robot tiyatrolarının yanında yerini almalıydı. Ayrıca saray bahçeleri, bir havuzun üstünde kanat çırpan bir kartal, bir çoban tarafından sağılan ve sütü kovaya düşen keçi, yaldızlı ağaçlara tünemiş mekanik ötücü kuşlar gibi masalsı öğelerle doluydu.

Bahçelerde, masalsı öğelerden alınan tadın yanında, görme, duyma, koklama duyuları yoluyla insanları büyüleme isteği de vardı. Bahçenin bir peri masalını andırması, görkemiyle ziyaretçinin düş gücünü etkilemesi ve hükümdarın gücüne tanıklık etmesi isteniyordu. Bu bahçeler, yapayın doğalın önüne geçtiği tam anlamıyla yanılsama bahçeleriydi (Charageat, 1995, Bizans Bahçeleri s.42-43).

Bizans saraylarından Constantin’in 330 yıllarında temelini attığı Kaizer sarayı, gerek yapı ve gerek bahçelerinin güzelliği ile uzun yıllar gözleri kamaştıran bir eser olarak varlığını sürdürmüştür. Saray bir taraftan denize, diğer taraftan Kaizer Severus’un tesis ettiği hipodrom yeşilliğine kadar uzanırdı. Çeşitli teraslar üzerinde kurulan saray, birçok kasır ve bahçelerle bezenmişti. Hemen her imparatorun yaptığı eklerle saray, 10. yüzyılda çeşitli yapılar ve açık alanları ile büyük bir mimari kompleks haline gelmiştir.

Bizans devrine ait önemli saray örneklerinden biri de 12. asırda, Haliç sırtlarında tesis edilmiş olan Blakerne’dir. Birçok avlu kompleksinden oluşan sarayın üç katlı bir kısmı günümüze kadar gelebilmiştir. Tarihi kaynaklardan geniş peristil halindeki avluların bahçe düzenlerine ait bazı bilgileri edinmek mümkün olmaktadır. Özellikle bahçedeki havuz, kanal gibi tesislerin içlerinin altın ve gümüş gibi kıymetli madenlerle kaplı olduğu rivayet edilmektedir.

Kaizer Theophilos için 9. asrın ilk yarısında inşa edilen Trikonchos sarayı, Roma’daki Hadrian villası ile benzerlikler göstermektedir. Trikonchos, adından da

Bizansın bu devirde saray tiyatrolarının çok gelişmiş olduğu görülmektedir. Trikonchos’da yer alan bu tiyatro tipinde, basamaklar “sigma” adıyla anılan bir antreden perisitil bir avluya açılırdı. Bu avlunun ortasında tunçtan yapılmış, kenarları gümüş olan ve altından yapılmış çam kozalağı ile süslenmiş bir havuz bulunurdu. Sigmanın doğu kısmında tunçtan yapılmış iki aslanın ağızlarından fışkıran su, Sigmada bulunan kâselere ve çukurlara dolardı.

Bizans saraylarının peyzaj düzenlemelerinde yer alan su tesislerinde, kıymetli madenlerin bahçe detaylarında kullanılışı ve özelikle değerli taşlarla süslü altın, tunç gibi ağaçların düzende yer alışında, madenden yapılan mekanik hayvan figürlerinin kullanılmasında Doğunun etkisi açıktır (Akdoğan, 1974, s.80-82).

2.2. Batı Etkisinde Düzenlenen Osmanlı Saray Bahçeleri’nin Biçimlenmesinde