• Sonuç bulunamadı

Roman, önceden âşık olduğu kızın çok hasta olup hastaneye kaldırılması ve sonra tek yakını olduğunu ifade eden Orhan’ın bulunup ona haber verilmesiyle başlar. Daha sonra Orhan ve Vedia’nın garip aşk hikâyesi başlar. Orhan Boğaziçi’nde bir okulda edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Dini bütün bir adam olan babasının kendisini reddetmesi üzerine isyan eder ve evden ayrılır. Kısa bir süre sonra babası ve annesi vefat eder. Bir tek amcası vardır onunla da yıllarca görüşmemiştir. Bir gün teneffüste Cemil adında bir çocuk, Tahsin adında bir çocuk ile tartışmaya başlar. Bu tartışma esnasında Cemil, Tahsin’e ‘Eşek Türk’ diye bağırır ve dalga geçer. Bu duruma kızan Tahsin yerden bir taş alır ve Cemil’in yanağını yaralar. Orhan Cemil’i Boğaziçi yalılarından birinde oturan annesi Samiye Hanım’a götürür. Durumu anlatır, Samiye Hanım da oğlu Cemil’e arka çıkar. Kendisi de Türk olan Samiye Hanım Türklerden nefret eder. Bir Fransız ve İngiliz hayranıdır. Evine İstanbul İşgal altında iken yabancı ülkelerin bayrağını asacak kadar düşmandır. Orhan, Vedia ile bu evde tanışır kimsesi olmayan Vedia’nın tek akrabası amcasının karısı olan Samiye Hanım’dır. Bu olaydan sonra okul Tahsinciler ve Cemilciler olarak bölünür. Orhan ve arkadaşları bu durumu bireye değil Türk halkına yapılmış bir saldırı olarak görür. Okuldaki bazı hocalar Orhan’ın tarafını tutar, okul müdür yardımcısı Celal ise sevmediği Orhan’ı okuldan göndermeye ve ona muhalefet etmeye başlar. Müdür de bu durum karşısında varlıklı bir ailenin çocuğu olan Cemil’in yanındadır. Orhan ise annesi olmayan ve babası hapiste olan Tahsin’in okuldan atılmasına razı değildir. Celal ve müdürün bu konu hakkında görüşlerini bilen Orhan, okuldaki görevinden istifa eder. Materyalist düşüncelere sahip olan Orhan’ın hissi duygular ile yaklaştığı, ruh ve manevi inanca karşı ilk yenilişi bu şekilde meydana gelir. Babası karşısında yenilmediği halde, evini terk etmesine sebep olan inancı ilk kez yıkılmaya başlar. Okuldan ayrıldıktan sonra maddi anlamda çöküntü yaşayan parasızlık ve sefalet yüzünden zayıf kalan Orhan’ın tek destekçisi ise aynı düşüncelere sahip olmamasına rağmen ona doğru yolu göstermeye çalışan Necati’dir. Evini ve ailesini Orhan’a açar. Ona aynı zamanda başka bir okulda ders ayarlar. Necati, Süleyman aracılığı ile Orhan’a çeviri yapması için başka bir iş de bulur. Süleyman çevirilerden ziyade Orhan’ı komünist düşünceleri ile etkilemeye çalışır. Necati görüş olarak pek kavrayamadığı Süleyman’ın karşısında kendi düşüncelerini savunur. Bu durumla birlikte Orhan

materyalist düşünceler ve komünizm inancından uzaklaşmaya başlar. Necati ve Orhan bir gün Boğaziçi’nde bir pastanede Vedia’ya denk gelir Vedia Orhan’ı Samiye Hanımların yalısına doğum günü için davet eder. Bu aile hakkında köylüler tarafından çıkan dedikodulara karşı kendisinde merak uyanan Orhan yalıya gider. Orhan yalıya gittiğinde Türk halkının yozlaşmış kesimi ve dejenere bir toplumun ahlaksızlığı ile karşılaşır. Türk olmalarına rağmen bir Avrupalı gibi olmaya çalışan milli ve dini değerlerinden oldukça uzak olan bu aile karşısında, bedbaht olmuştur ama aynı zamanda Vedia’ya bu kadar yaklaştığı için de mutludur. Vedia etrafında aşkına karşılık bulamayan Ali Haydar ve Avrupa kültürü ile yetişmiş, oldukça iyi Fransızca konuşan Rüştü ile tanışır. Rüştü, Orhan karşısında oldukça güçlü bir rakiptir aynı zamanda Vedia bu adama hayranlık beslemektedir. Ailenin uzak akrabası olan Bahri ise mütareke döneminde çeşitli savaşlara katılmış bir zabittir. Vedia’ya aşıktır. Ama aynı zamanda bu kadındaki bilinmez muamma halleri bu adam üzerinde olumsuz etki oluşturmaktadır. Bahri, Vedia ile Rüştü arasında bir şey olduğuna dair duyumlar alır. Samiye Hanım ve Sofia, Rüştü ile evlenmesi hususunda Vedia’nın üzerinde etki kurmaya çalışmaktadır. Bahri Anadolu’ya gidip mücadeleye katılmak ister fakat daha önce çok savaş görüp ölüm tehlikeleri atlatması ve kız kardeşinin kanser ve verem olması gibi durumlardan ötürü annesi oğlunun kendilerinden ayrılmasını istememektedir. Bahri bütün bu halleri kaldıramaz ve karşılığı olmayan bu aşk için intihar eder. Samiye Hanım’ın konağı bu çocuğun ölümüne üzülür. Vedia ve Orhan ise daha fazla görüşür ve aşk yaşar bir durumda olmalarına rağmen Orhan Vedia’nın Rüştü’ye karşı zaafının da farkındadır. Vedia ise bu iki adam arasında tam bir seçim yapamamakta ve kendisi ile evlenmek isteyen iki adama da aynı mesafede davranıp evet yahut hayır gibi cevaplar vermemektedir. Orhan’ın sıkıntı çektiği zamanlarda amcasına çekmiş olduğu telgrafın cevabı geç de olsa kendisine gelir, amcası ölmüştür ve yengesi ile kendisi amcasının mirasının varisleridir. Orhan kısa bir süreliğine Elazığ’a gider. Samiye Hanım ise Vedia üzerinde baskı kurup evlenmeleri için gerekli hazırlıkları yapar. Orhan’ın yokluğunda Orhan’a âşık olduğunu anlayan Vedia hastadır. Vapurda bayılır. Menenjit Tüberküloz teşhisi ile ölüm döşeğine düşer. Bu esnada Orhan durumu öğrenir Vedia’ya bakar. Vedia’nın günlüklerini okuyan Orhan Vedia’nın kendisini sevdiğini anlar. Necati ise Orhan’ın da hasta olmaya başladığının ve kalbinin zayıf olduğunun farkına varır. Vedia’nın ölümü beklenir iken bir gün Orhan’ın zayıf

vücudu daha fazla dayanamaz Orhan merdivenlerden yuvarlanır ve ölür. Orhan’ın öldüğü gün ise Vedia artık hastalığı atlatmış ve iyileşmeye başlamıştır. Önce Orhan’ı sorar fakat kimse cevap veremez.

İçinde yaşadığı çağı gözlemleri ve düşünceleri ile genel manada bize vermeye çalışan Peyami Safa, romanlarında işlediği olaylar ve kahramanlar ile de ilgi çeker. Yazarın ele aldığı kadın ve erkek kahramanlar farklı özellik göstermekle birlikte aynı özellikler ile de romanlarda yer alır. Erkek kahramanlar materyalist, nihilist, mistik ve milliyetçi anlayışlar ile karşımıza çıkarken; kadın kahramanlar ise daha çok batılılaşmayı “salon kadını” olarak anlamış tip, milliyetçi ve muhafazakâr tip olarak karşımıza çıkar. Romanlarda materyalist erkek kahraman olarak karşımıza; Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanında Ferit, Biz İnsanlar romanında Orhan, Bir Tereddüdün Romanı’nda Bir Muharrir çıkarken; milliyetçi erkek kahraman olarak ise Süngülerin Gölgesinde İhsan Bey, Sözde Kızlar romanında Ferdi, Biz İnsanlar romanında Necati karakterleriyle karşımıza çıkar.

Kadın kahramanlar ise yanlış Batılılaşmış kadın; Canan romanında Canan, Sözde Kızlar romanında Belma, Şimşek romanında Pervin, Biz İnsanlar romanında Samiye Hanım, Yalnızız romanında Meral, Bir Akşamdı romanındaki Meliha iken milliyetçi kadın; Matmazel Noralya’nın Koltuğu romanında Noralya Hanım, Sözde Kızlar romanında Mebrure ve Canan romanında Bedia örnek gösterilir. Bu kadınlar aynı zamanda muhafazakâr kadınlardır. Kadın kahramanlar içerisinde doğu ve batı kültürü arasında kalan ve kendini her iki kültür arasında bocalar halinde gördüğümüz kadınlar da mevcuttur. Bunlar Mahşer romanında Muazzez, Bir Tereddüdün Romanı’nda Mualla, Fatih Harbiye romanında ise Neriman olarak okura verilir.

Romanlarında genelde İstanbul’u ve çevresini ele alan yazar, yer yer Anadolu’dan da bahsederken genelde Anadolu’nun savaş zamanına ait durumundan ve fakirliğinden söz eder. Anadolu insanının cesareti ve vatan sevgisine rağmen İstanbul’un bazı semtlerinde yaşayan insanların vurdumduymazlığına vurgu yapar. İki büyük harp ve mütareke dönemlerinden izler taşıyan romanlarda genelde harpler ile birlikte toplumun her alanında meydana gelen değişimler okura verilmeye çalışılır. Toplumda meydana gelen kopukluk başta aile olmak üzere devlet erkânına kadar

bütün kesimi etkisi altına alırken, milleti kültürel ve dinsel yozlaşmaya götürür. Bu yozlaşmayı yazar özellikle İstanbul çevresi içerisinde bize verir. Farklı semtleri ile ele alınan İstanbul, aynı zamanda farklı semtlerdeki farklı kahramanların genel durumu hakkında bize bilgi vermesi açısından da önem arz eder. Yazar bu semtler aracılığı ile kahramanlar üzerine özellikler yüklemektedir. Fatih-Harbiye romanı bu durumun en güzel örneğidir. Fatihli Şinasi; Doğu’yu, fakirliği, alaturka müziği, ezanı, tahta evi akla getiriyorken, Harbiyeli Macit; Batı’yı, zenginliği, alafranga müziği, Moda semtini ve gösterişli yalıyı akla getirir.

Savaşlarla ve değişen şartlar ile birlikte ülkenin genel durumunun yanında gençlerin hayata karşı genel tavırlarının değişiklikleri de dikkat çeker. Kahramanlar genelde başta aile kurumu olmak üzere birçok toplumsal ve sosyolojik olguya karşı kayıtsız kalmaya başlamıştır. Yaşadıkları bu durum toplumun gençleri nasıl bir duruma sürüklediğinin de açık bir göstergesidir. Mahşer romanında Nihad ve arkadaşlarının iyi gençler olmalarına rağmen yaşadıkları işsizlik sorunları ve gördükleri değersizleştirme politikaları yüzünden devrimci hareketler ile devlete isyan etmesi önemlidir.

Düşüncelerinin, hayatının ve gözlemlerinin ürünü olan romanların incelendiği bu kısımdan sonra gelecek olan dördüncü kısım, düşüncelerinin ele alındığı ikinci kısım ve olay örgülerinin incelendiği bu kısmın genel bir kanıtını oluşturması bakımından önemlidir. Çalışmada ikinci kısım ve üçüncü kısımdan hareketle ve düşüncelerinin romanlarındaki yansımaları tespit edilecektir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

4. PEYAMİ SAFA’NIN YAZILARINDA VE ROMANLARINDA GEÇEN ORTAK KONULAR

4.1. Kadın ve Aile

Safa romanlarında ve çeşitli tarzdaki eserlerinde toplumun farklı yönlerine ve durumlarına değinir. Onun yazılarında ve romanlarında kadın, ailenin kurulması ve toplumun devamı için önemli bir yer tutar. Yazar bu bakımdan eş ve anne vasfı taşıyacak olan kadınlarımızın kültürel ve sosyal yanlarının dışında başta aile ve ev idaresi alanlarında eğitilmesi gerektiğini düşünür. Yazar, Kadın Aşk Aile adlı kitabında kaleme alınan ‘Niçin Boşanıyorlar’ adlı yazısında bu eğitimin önemini bize şöyle ifade eder:

‘Hiçbir erkek fenayı iyiye tercih etmez. Eğer lokantayı eve tercih ediyorsa, çapkınlık

gibi maksatları olmadığı halde bunun göz önünde duran sebebi, şüphesiz evin daha az cazip olmasıdır. Kadınlarımızın çoğu erkeği güler yüzle karşılamasını, ev hayatının tatlılaştırmasını bilmezler. Ailenin bütün kudretini ve neşesini erkekten beklerler. Kendilerine düşen vazifeye müdrik değildirler. Bunun en büyük sebebi kızlarımıza Fransızca, İngilizce, piyano, keman, coğrafya, fizik uzvi ve gayri uzvi kimya öğretmeye can attığımız halde onları ev idaresi ve aile psikolojisi bahsinde son derece bilgisiz bırakmamızdır (Safa, 2012a, s.179).

Safa Cumhuriyet ile birlikte değişime uğrayan en önemli sosyal olgunun ‘kadın’ ve ‘aile’ olduğunu ileri sürer. Kadın artık yazarın da değimi ile ‘sokak’ ile tanışmıştır. Çünkü değişen kadın hem aile yapısındaki değişikliği etkilemekte hem de aile müessesine yeni bir şekil vermektedir. Bu bağlamda yazılarını kaleme alan yazar romanlarında ve yazılarında her yönüyle ‘kadın ve aile’ kavramına yer verir.

Kadını sadece erkeğin aklını başına alan güzelliği ile değil; o güzellikle birlikte edebi, bilgisi, ahlakı ve bağlılığı ile vermeye çalışır. Safa, kadın tipini farklı özellikleri ile ele alır ve üçe ayırır.

‘Birincisi erkekleşmiş, mantıkçı ve konuşkan, içinin bütün gölgeleri süpürülmüş, açık ve

gizlisiz kadın. Buna ‘Gündüz Kadın’ diyelim. Bazen, dul kalmak gibi erkeğe vekalet etmek zorunun erkekleştirdiği bazen öğretmenlik, avukatlık, yargıçlık gibi akıl ve muhakeme mesleklerinin, bazen de eziyetle iş hayatının sertleştirdiği bu kadın tipi,

hadiseleri sezgiden ziyade akılla karşılar ve kaçak incelikleri, kaypak ihtimalleri ve sayısız imkan belirtilerini silen matematik bir aydınlığa koşar. İçerden gelen istek, içgüdü ve ihtirasa itişlerini tutmaya lüzum görmediği için, her an kendisini boşaltan frensiz, cırlak şımarık kadın çeşidini de bu tipe katabiliriz. Bu da bir ‘Gündüz Kadın’ tipidir. Fakat aydınlığını akıldan değil dışarıya açık pencereden boşalttığı ruhunun ardına kadar açık pencereden alır.

Bunun tam zıddı bir kadın tipi de vardır. Düşünmediği için akıldan, konuşmadığı için dışarıdan ışık almaz, içi yabani ve serseri isteklerin mahşeridir. Bir kadından ziyade, dişiye yakındır. Köylerde ve koyu tabiat çevrelerinde ona daha fazla rastlanır. Kat bu ‘Gündüz Kadın’ tipine, şehirlerdeki suskun, kendi kendine saplanmış, sinsi ve karanlık kadını da ilave edebiliriz.

Üçüncü kadın tipi, ne birincisi gibi göz kamaştırıcı aydınlık, ne de ikincisi gibi zifiri karanlıktır. Işıkla gölgeyi loş ve sıcak bir derinlikte helmelendiren mana kadını odur. Anlayış bir çakış halindedir. Onun ruhunda, aklın sürekli çakış ve aydınlığına bedel, seziş anlarının parlayıp sönen şimşek aydınlığı vardır. Sonra bu ruh bir mehtap boşluğu içinde, şüphesizlere olduğu kadar belkilere de hesaplara olduğu kadar hayallere de, muhakkaklara olduğu kadar ihtimallere de, kayan bir esneklik ve yumuşaklıkla rüyasına dalar. Bu tipe de ‘Mehtap Kadın’ diyebiliriz. Bu yarı karanlığın sırları ve sembolleri içinde rüyalaşan kadın ruhu, ipekler ve boyalar altında saklanan vücudu gibi bütün büyüsünü meçhulden alır. ‘Malumu sezdirir, ele vermez’ umdurur. Buldurmaz (Safa,

2012a, s.21-22).

Safa, Mehtap kadın tipini, yazısından önce kaleme aldığı Bir Akşamdı romanında Meliha kahramanında bize verir. Meliha ‘yaşama arzusu’ ile tanımadığı uzak akrabası olan Kâmil ile birlikte İzmit’ten kaçarken, tek hayali lüks bir yaşam ve annesinin vurdumduymazlığı ile babasının hastalığından kaçmak arzusudur. Bu yüzden devamlı hayaller âleminde yaşar, Kâmil’in onu aldattığını bile bile bu hakikatten kaçar. Yüzleşmek istemediği gerçekleri ört bas eder ve kendini avutur. Safa bu durumu şöyle anlatır:

“Ona şöyle bir ninni lâzımdır: Uyu, Meliha! Pusulasız ve haritasız seyahatlerde selâmet kıyısı uykudur. Gözleri açık ve ayakta uyumaktansa, yatakta ve gözlerin kapalı uyu. Yaşamak istiyordun ha? Uyu, Meliha! Uyu da büyü, ama gözlerin açık uyursan küçülürsün; kapa gözlerini, mışıl mışıl uyu, Meliha! Bir gün uyanacaksın ve pişman olacaksın ama şimdi bunu düşünme, uyu, Meliha! Bu senin bildiğin dünya değildir şekerim, uyu ki idealin de uyusun, zira o uyanık durdukça sana huzur yoktur; uyu, Meliha! Rüya gör. Aşk falan orada idealini rüyada görmek için, uyu, Meliha! Uyu canım, uyu şekerim, uyu, uyu, bugünlerde varidat hanesine yalnız uykuların yazılacak, uyu, Meliha!” (Safa, 1995, s.120)

Safa kadınları değişen kültür ve şartlar bağlamında ele aldığı romanlarında çeşitli sınıflara ayırarak inceler. Romanlarında kadınlar hakkındaki görüşlerini yer yer roman kahramanlarının ağzından eserlerine yansıtan yazara göre; kadınların değişimi ve aile değişimi arasında birebir bir kültürel etkileşim söz konusudur. Kadınlar

hakkındaki düşüncelerini Canan romanında Selim’in ağzından bize veren yazara göre kadınlar şu şekilde sınıflandırılır:

‘Üç türlü kadın vardır: Avam kadını, orta halli kadın, asrî kadın. Avam kadını aç

kalmazsa kocasını sever, aldatılmazsa aldatmaz: bunlar mazinin kadınlarıdır. Orta halli kadın sadıktır. Aç kalsa da kocasının sever. Aldatılsa da aldatmaz, çok sabırlıdır, aşkı uzun sürer, fakat bir kere de kızarsa en fena şeyi derhal yapar, derhal sükût eder ve hünersiz, abdal bir fahişe olur: Bunlar halin kadınlarıdır. Asri kadın zekidir. Kendi zevkini her şeye ve herkese tercih eder. Mutlaka aldatmak ister, çünkü aile sistemini gülünç bulur ve bu sistemin bir gün iflas edeceğini bilir: bunlar istikbalin kadınlarıdır’

(Safa, ty, s.148).

Safa, değişen şartlarla birlikte bazı kadınların ev kadınlığını hizmetçilik olarak gördüğüne değinir. Ev kadınlığını hizmetçilik sandığı için kendini üniversiteye atan kızların kültüründen ve ahlâkından hayır gelmeyeceğini söyler. Yazar, ev kadınlarının iyi yemek pişiren, çamaşır yıkayan, ortalık süpüren, iyi dikiş diken, beyaz iş yapan kadın olarak görülmesinin yanında, kendine has özellikleri ve donanımları içerisinde ele alınması gerektiğini düşünür. Yazar, genç kızların anne olduktan sonra çocuğunu yetiştirmek için geniş bir psikoloji, pedagoji ve sosyoloji kültürü içinde de beslenmesi gerektiğini düşünür ve bunu yapabileceği en güzel yer olarak ise evi ve aileyi gösterir. Yazar, birçok okulda çeşitli ilimlerin öğretilmesine rağmen bu tarz eğitimlerin verilmediğine ancak bu uygulamaların artık Avrupa okullarında da öğretildiğine değinir. “Ev Kadınlığı Hizmetçilik midir?” adlı yazısında bundan bahseder. Analık yalnız hayvanca bir doğurganlık değildir. Yazar, aile geçindirecek ve anne olacak bir kadın ile doktor olacak bir kadının aynı eğitimi alması noktasında bir tarafın eksik kalacağını ve bu durumunda aile içinde bazı buhranlara sebep olacağını düşünür (Safa, 2012a, S.24). Bu bağlamda Safa, bu düşüncelerine kaynak teşkil eden Fatih Harbiye romanındaki Neriman’ın büyük annesini örnek olarak ortaya çıkarır. Harbiye ve Beyoğlu hayatının şaşaası ile gözleri kamaşan Neriman da büyük ninesini, mektepli kızlar gibi düz bir ev kadını olarak görmektedir. Bu, aynı zamanda eski kadınlar ve günümüz kadınları arasında ince bir kıyas olması bakımından da önemli bir durumdur. Neriman’ın büyük ninesi tam anlamıyla yazarın yazısında ele aldığı bir kadındır. Temiz, tertipli ve düzenli olan bu kadının yaptığı işleri evinde çalışanlara severek öğretmesi ve onları bu konuda eğiten bir kadın olması onun iyi bir ev kadını ve eğitici olduğunu gösterir. Bu kadın aynı zamanda elinden kitap düşmeyen Arapça ve Farsçayı oldukça iyi bilen ve Naimî tarihinin elinden düşürmeyen, konağı adeta bir kütüphaneye çeviren bir meziyete

sahiptir. Neriman’ın ev kadını olarak basit bir şekilde nitelendirdiği bu kadın, tam anlamıyla donanım abidesidir. Romanda Gülter, Neriman’ın büyük annesinden şöyle bahseder:

“Sade ev kadını mı?... Büyük validenizin elinden kitap düşmezdi. Ne tarihidir o?... hani meşhur bir tarih vardır…Ay! Durun! Dilimin ucunda… Hah: Naima Tarihi! Daha böyle neler okurdu. Arapçada bilirdi, Farisîce’de… Bize okur okurdu da anlatırdı. Adeta bir mektepti o konak.” (Safa, ty, s.71)

Nurullah Çetin, Fatih-Harbiye romanında Neriman ve ninesini dünün ve bugünün kadınının yetişme tarzları bağlamında ele alırken, Safa’nın Ömer Seyfettin’in ‘Bahar ve Kelebekler’ adlı hikâyesinden etkilendiğini ele alır. Ömer Seyfettin ‘Bahar ve Kelebekler’ adlı hikayesinde Pier Loti’nin ‘Mutsuz Kadınlar’ adlı eserinin yeni nesil Türk kadınlarını olumsuz yönde etkilediğine değinir. Bu kadınlar hayattan zevk almayan, saadeti dışarda arayan ve mutsuz kadınlardır. Çetin bir yerde bu kadınları Neriman gibi gençlere benzetir. Ayrıca ‘Bahar ve Kelebekler’ adlı hikâyedeki nine ve torunun hayatı farklı algılayışları kahramanların bakış açısı ile verilir. Bu durum, Fatih-Harbiye romanındaki Neriman ve ninesi için de geçerlidir. Çetin bu durumu şöyle ifade eder:

‘Peyami Safa da bu romanında Neriman’la büyük annesi arasındaki farkı ortaya koyarken Ömer Seyfeddin’in “Bahar ve Kelebekler” hikâyesinden esinlenme içerisindedir. Bu romanda büyük anne kusursuz bir tip olarak yüceltilen bir Türk kadını, Neriman ise alafrangalılaşmak isteyen, gelenek, görenek ve millî değerlerinden uzaklaşmış, bu yüzden mutsuz bir genç kızdır’ (Çetin, 2012, s.42).

Berna Moran, Safa’nın romanlarında ele aldığı kadınların genellikle eğitimli olmasına rağmen ekonomik özgürlüğü olmayan daima bir erkeğin himayesine bağlı ve erkeklerden daha aşağıda ve geleneksel kapalı aile yapısı içerisinde olduğunu söyler. Moran bu durumu şöyle ifade eder:

‘Kadın erkekten aşağıdır; onun yeri evidir, görevi de ana ve iyi bir eş olmak. Peyami

Benzer Belgeler