• Sonuç bulunamadı

2.4. Kadın Aşk Aile

2.4.3. Aile ve Çocuk

Safa, aile ve çocuk konusunda yazdığı yazıların en önemlisini evliliklere ayırır. Bunun kökünü de yine aşk ve sevgiden yola çıkarak anlatır. “Akıl mı Aşk mı?” (Milliyet, 14 Mayıs 1958) yazısında evlilikleri Fransızların bahsettiği üç türlü evlenmeden yola çıkarak inceler: aşk izdivacı, iş izdivacı ve akıl izdivacı.

Aşk izdivacı akıl, iş, para, yaş, dil, din, ırk dinlemeyen gerçek sevgililerin ve gönüllerin evliliğidir. İş izdivacı, iki taraf arasında maddi menfaatler doğrultusunda yapılan şirket ortaklığıdır. Akıl izdivacı ise hayat mücadelesine müşterek cephe kuranların evliliğidir. Fransızların evlilik türleri üzerine tespitleri bunlardır. Safa’ya göre gerçek izdivaç sadece aşk için yapılan izdivaçtır. Ötekiler sadece ortaklıktır. Bu düşüncesini şu sözleri ile ifade eder.

‘Aşksız izdivaç, nikâhsız birleşmeden zinadan farksızdır. Aşkın ahlak değeri

nikâhınkinden kat kat üstündür. Çünkü aşk sadakatin garantisidir. Nikâh bu emniyeti hiçbir zaman vermez. Nikâhsız sevişenler arasında ihanet görülmemiştir. Fakat aşksız ve nikâhlı çiftler arasında ihanete kadar, her çeşit ihtilaf 6.hukukun dosyalarını tıka basa doldurmaktadır’ (Safa, 2012a, s. 148).

“Aşksız Evlenmeler” (Milliyet, 22 Mayıs 1958) adlı yazısında da Safa ‘aşksız

evlenmelerin zinadan farksız olduğunu’ belirtir. Evlenmenin sadece bedensel bir birleşme değil ruh beraberliği olduğuna dikkat çeker. İşte burada insan ruhunu birbirine bütün halinde bağlayanın yalnız aşk olduğu üzerinde durulur. Evlilik sadece hayat arkadaşlığı da değildir. Aile müessesi onu da içine alır, fakat onu aşar. Safa’ya göre: ‘Yeter derecede sevişmeyen bir kadın ve bir erkeği yalnız akıl ve yalnız nikâh birbirine bağlayamaz. İkisinden birinin eşinden başka birine duyduğu herhangi bir arzu ve temayül, zinanın ruhtaki başlangıcıdır’ (Safa, 2012a, s.150).

“Bir Nev’i Bekâra Dair” (Yedigün, 24 Haziran 1936) adlı yazıda aile ve evliliğin

felsefesi haline getirmiş, evliliği ve aile hayatını esaret olarak gören kimselere eleştirilerde bulunur. Çünkü bazıları için evlilik içtimai esaretin katmerlenmesidir. Bekâr kimseyi Safa: ‘Cemiyetçi değil, tekçidir; kendinde kâinat hulasası bulunduğu için yalnızlığını sever ve kendine tahammül etmenin bir yabancıya katlanmaktan daha kolay ve asil olduğu telakkisine varmıştır. Evlenmeyi tek olmanın şerefine ve gururuna tecavüz sayar’ (Safa, 2012 s.159) şeklinde ifade eder. Yazara göre evlilik düşmanı bu kimseler kazara evlendikleri zaman da yalnız ve bekâr hayatı yaşarlar. Yazar toplumun ve cemiyetin çoğalmasının önünde olarak gördüğü bu kimseleri ehlileşmemiş insanlar olarak adlandırır.

Aile kavramı üzerinde titizlikle ilgi çekmeye çalışan Safa; bazı anne babaların evlatlarına karşı sert ve diktatör tutumlarına dikkat çeker. Kendisinin yaşadığı olaydan yola çıkarak saygı ve sevgi kavramlarına ilişkin yanlış tutumlarımızın evlatlarımızı bize karşı mesafeli olmaya ittiğine dikkat çeker. Özgür bir gelecek ve hürriyet istiyorsak da “Hürriyet Aileden Başlar” (Milliyet, 11 Ekim 1955) adlı yazısında da belirttiği gibi önce bunu ailemizde sağlamamız gerekir. Evlat sevgisi ve özlemine dayanmanın güçlüğü hele de o evladı kaybedince katlanılmaz bir hal alır. Edebiyatımızın böyle birçok şair ve yazarla dolu olduğunu belirten Safa, hep babaları bildiğimizi fakat annelerin çığlığının daha fazla ve dayanılmaz bir hal olduğu gerçeğini belirtir. Buna örnek olarak Yaman’ı kaybeden Ekrem Şerif Egeli’nin eşi Vecihe Egeli’nin mersiyesini örnek gösterir.

Safa, “Niçin Boşanıyorlar” (Yeni Mecmua, 2 Temmuz 1942); “Neden mi

Boşanıyorlar” (Tasvir-i Efkâr, 17 Haziran 1942); “Evlenmeler, Boşanmalar”

(Cumhuriyet, 12 Ağustos 1937) adlı yazılarında evlilik kadar boşanmaların çokluğuna ve bunun bazı sebeplerine de dikkat çekmeye çalışır. Bunun sebeplerini şöyle ifade eder:

‘Türk cemiyetinin yirmi seneden beri inkılap geçiren bünyesi, müthiş bir sarsıntı

içindedir. Adetler, kıyafetler, muaşeretler, kanunlar değişiyor. Bilhassa Türk kadınının önünde iyi-kötü bütün imkânların kapıları açılmıştır. Asırlardan beri evinde kafes ve dışarda çuval içinde yaşayan kadın, birdenbire bütün bağları çözülünce ne yapacağını şaşırmışa benziyor. Evle sokak arasında kıvranmaya başlamıştır. Asırlardan beri evinin içinde geçirdiği zindan hayatı onda aileye karşı derin bir tiksinti uyandırmış görünüyor. O kadar derin ki bunun kendisi de farkında değildir’ (Safa, 2012a, s.181).

Safa bu sebepleri ailelerin yıkılması için tek neden olarak görmez. İyi bir aile terbiyesi ve ahlakı içerisinde yetişmemiş bireylerin yapacağı evliliklerden doğacak çocukların da aynı bozuk düzen içerisinde hayatlarını aynı tarz devam ettireceklerini düşünür. Buna da güzel bir örnek verir. Bazı ailelerin kendi yaşadıkları bozuk hayata çocuklarını da alet etmek istemeleri üzerinde durur. Bir damadın kendisine yazdığı mektuptan yola çıkarak düşüncelerini ifade eder. Nikâhsız birlikte yaşamayı uygun bulan ve kızını da sevdiği adamla nikâhsız yaşaması hususunda zorlayan bir babayı anlatır. Safa da önceden bazı solcuların böyle yaşaması için kendi çocuklarını ikna etmeye çalıştıklarını belirterek “Aile Düşmanları” (Milliyet, 14 Temmuz 1955) adlı yazısında bu durumdan bahsederken solcuların da aile ahlâkını bozmak için bu tarz metotlara değindiklerini belirtir.

Daha önceki yazılarında Türk kültüründe batılılaşma fikrinin bizde yanlış anlaşıldığına değinen Safa, bizde olan bir gösteriş merakına dikkat çeker ve olmayan kültür olarak sosyeteyi meydana getirdiğimize değinir. “Bizdeki Sosyetenin Tarifi” (Tercüman,3 Nisan 1960); “Bizim sosyetikler” (Milliyet, 14 Aralık 1958); “Sulu

Kule ve Sosyete” (Milliyet, 14 Aralık 1958) adlı yazılarında bu durumdan bahseder.

Bizde sonradan türetilen bir tabir olan sosyetenin varlığına dikkat çeker. Bu kesim insanların en şatafatlı kıyafetleri giymek, takmak takıştırmak ve kendilerini farklı göstermek gibi bir yaşam tarzları olmasına rağmen; Avrupa’da gayet mütevazı çok zengin, bilgili görgülü ve profesör olmuş sosyeteye dikkat çeker. Bu insanların zengin yaşamlarına rağmen mütevazı hayatlarına karşın bizim sosyetiklerin zengin fakat görgüsüz yaşamlarını anlatır. Bizim sosyetiklerimizin durumunu kültürel ve dini değerlerde yaşanan yozlaşmaya bağlar.

“Gayri Meşru Karı-Koca Hayatı Yaşayanlar” (Tasvir-i Efkâr, 16 Eylül 1941)

Evlilik dışı olan ilişkiler ve gayri meşru ilişkilere karşı çıkan Safa, etik bulmadığı bu durumu dile getirir Safa, gayri meşru karı koca hayatı yaşayanları ikiye ayırır bunlardan birincisi, şehirliler ve münevverlerdir. Gayri meşru karı koca hayatı yaşayanların ikinci bölümü köylülerdir. Bunlar gizli imam nikâhı kıydırdıkları için, evlenmelerini gayri meşru telakki etmezler; bilakis bunların gözünde medeni nikâh gayri şeri ve meşrudur. Şehirliler ve münevverleri bu gayri ahlâki durumdan vazgeçirmek kolaydır. Fakat köylüleri ise bu durumdan vazgeçirmek zordur.

Yozlaşan kültürlerimize dikkat çeken Safa akıl almaz derecede lüks yaşama tutkusu ve gösterişi içinde olduğumuzu söyler. “Lüks Belası” (1941, Tasvir-i Efkâr) adlı yazısında Safa, özendirici hayata dikkat çeker. Safa, lüks hayatı; ‘Milli varlığımız üstüne bir ejderha gibi yürüyen lüksten dehşete düşmemiz lazımdır. Soğuk ve menevişli derisi kadınlarımız arasında pek makbule geçen bu yılanın kendisinden korkmamız lazımdır. Fransa’yı hatta bütün Avrupa’yı soktu ve o zehirledi’ (Safa, 2012a, s.197) ifadeleriyle anlatır.

Daha önceki yazılarında gayri meşru ilişkiler üzerinde duran Safa “Bir Aile

Hikâyesi” (Milliyet, 1 Mayıs 1958) adlı yazısında da eşinin kendini aldattığını

öğrenen çapkın adamı ele alır. Evlendikleri ilk günden beri karısını aldatan adam ilerleyen yaşına rağmen kendi kızından bile küçük komşusunun kızıyla kaçamak yapmıştır. Karısından istediği ise kendisine duyurmadan başka kadınlarla kaçamak ilişkiler yaşamasını sorun etmemesidir. Bu durum aslında ailevi ilişkilerde karı koca ilişkilerinin ne hale geldiğini göstermektedir. Kadının bilmemesi dâhilinde gayrı ahlaki olan bu durumu ahlaki bir durum haline getirmek oldukça yanlıştır. İster kadın isterse erkek olsun Safa buna karşı çıkarken: “Sevgi karşılıklı olur. Sadakatsiz sevgi olmaz. Kocanın çapkınlığına müsamaha eden bir kadının sevgisi de çapkınlık kadar adidir. Huylu huyundan vazgeçmezse ayrılmak bu şerefsizliğe katlanmaktan daha hayırlıdır” (Safa, 2012a, s.202) görüşünü savunur.

Evlilik ve evlatlarımızı yetiştirme hususunda oldukça titiz davranmamız gerektiğini düşünen yazar; özellikle kızların yabancı erkeklerle evlenmesine de eleştirel bakar. Son zamanlarda özellikle yabancı Amerikalı damatlar aşamasına değinir. Gerçek aşklar dışında bu evliliklerin devam edeceği görüşünde değildir. Evlenip giden kızlarımızın artık kültürel ve dini açıdan yozlaşmayla birlikte artık bu kızlarımızı tamamen kaybettiğimiz görüşündedir. Eşlerine tabi olan bu kızlardan doğan neslin eşinin James, Jon olacağı görüşündedir. Bu hususta aslında ailelerimize de önemli görevler düşmektedir. “Bir Fotoğraf Karşısında” (Milliyet, 18 Kasım 1957) adlı yazısında bu gerçekten bahseder.

Safa çocuk eğitimi ve terbiyesi hususunda da görüşlerini dile getirirken aslında onların hamur gibi olduklarını ve nasıl şekil verirsek öyle şekillenebileceklerini

söyler ve bunu yaparken de ebeveynlerine büyüklere ve sosyal çevreye düşen sorumluluklara değinir. Doğru terbiyenin önemine değinirken yanlış terbiyenin çocukları nasıl bir hale getireceği gerçeği üzerinde durur. “Çocuğunuzu Fena

Terbiye Ediyorsunuz” (Tasvir-i Efkâr, 24 Nisan 1942) adlı yazıda Alman

terbiyecisi Chr. G. Salzmann’ın meşhur ‘Yengeç Kitabı’nı Türkçeye çeviren M. Cahit Gündoğdu’nun tercümesinden faydalanır. Tersine terbiye yönetimini ele alan bu kitap kinaye olarak, kapağına geri geri giden ve üç küçük yavrusuna fena bir örnek olan bir yengeç resmi koymuştur. Resmin altındaki yazı ise bize en uygun anlamlı mesajı vermektedir. ‘Babacığım, senin bunları yaptığını görürsem ben de yaparım.’ Böylece aslında bizi bir kamera gibi kaydeden çocuklarımız için ne kadar dikkat ve önem arz ettiğimizin göstergesi sayılmaktadır. Bu kitapta çocuklara her şeyin fena ve yanlış öğretilmesinin kötü sonuçları anlatılmaktadır.

“Ah Şu Harika Çocuklar” (Milliyet, 12 Şubat 1957) adlı yazısında Safa bazen

elimizdeki madenleri işlemeyi bilmediğimiz ve hatta onları nasıl köreltip yok ettiğimiz üzerinde duruyor. Safa öğretmen olarak görev yaptığı yıllarda harika olarak nitelenebilecek çocuklar olduğunu ve onları keşfetmek gerektiğini ifade eder. Oysa bizim bu cevherleri kullanmak yerine yok etmek için elimizden geleni yaptığımızı belirtir. Safa, bazen de çocukları harika yapmak uğruna çocuk olduklarını unuttuğumuz, onlara büyükmüş gibi davrandığımız ve bizim düşüncelerimiz doğrultusunda hareket etmelerini istemekle onların düşüncelerini duygularını ve benliklerini yok etmeye çalıştığımızı belirtir. Bunu da Montessori’nin “Çocuğun en büyük düşmanı büyüktür” (Safa, 2012a, s.217) cümlesiyle ispatlar. Çocuk ne kadar mükemmel bile olsa unutulmaması gereken şey, onun çocuk olduğu gerçeğidir. Safa aslında bu yazısında okul programlarına ve bu programları büyüklerin ihtiyaçlarına göre dolduran büyüklere de eleştirilerde bulunur.

“Buna Terakki mi Diyeceğiz” (Milliyet, 28 Nisan 1957) adlı yazısında çocukların

eğitiminde sokağın da önemine değinen yazar, sokağı aslında çocuğu pişiren bir hayat okulu olarak gördüğünü belirtir. Sokak herkeste aynı etkiyi göstermeyecek ve çocukları iyi ya da kötü yönden etkileyecektir. Çünkü hayatta en çetin hayat mücadeleleri ve hayat provaları bu kaldırımlar üzerinde gerçekleşmektedir. Değişen şartlar ve ortamlarla birlikte çocukların da değiştiğine dikkat çeken yazar, çocukların

sadece matematik, resim, musiki, aşk ve seksoloji meselelerinde de birçok şeyi bilebilecek mecmulara sahip olduklarını söyler. Buradan hareketle önceden insanların bilmedikleri ya da dile getirmekten korktukları birçok gerçeği dile getirebilecekleri konumda olduklarını da belirtir. Bu bilgilerin doğruluklarını ailelerinde teyit etmek için sürekli sorular sorup hakikati anlamaya çalıştıkları gerçeğini söyler.

Safa ayrıca daha önceki yazılarında lüks hayata merakın tehlikelerinden söz ederken bu şaşaanın ve gösterişin nasıl adi bir boyayla gençlerimizi ve özellikle de fakir kısmı daha çok etkilediği üzerinde durur. “Simitçinin Kızı” (Tercüman, 25 Temmuz 1959) adlı yazısında lüks ve israfın temayüllerinin bütün cemiyet, sınıf ve zümreleri saran bir ruh sapıklığı haline geldiğini gösterir. Bu kürklü, varlıklı ve şaşaalı hayatın aslında birçok kadın ve kızlarımızın ahlakını bozan bir tehlike olduğunu dile getirir. Fakir bir simitçinin kızının da orta halli bir eşle evleneceğini bilmesine rağmen Hilton’da düğün ısrarı bu durumu gözler önüne serer.

Benzer Belgeler