• Sonuç bulunamadı

Bilim felsefesi Bacon’la ortaya çıkmıştır. Ancak bilim, insanın var oluşundan itibaren her zaman vardı. İnsan hayatta kalabilmek için aklını kullanmak zorundaydı. Doğaya karşı fiziki özellikleri yeteri kadar güçlü değildi. Soğuktan korunmak için diğer hayvanlarınkine benzeyen bir kürkü olması gerektiğine karar verdi. Kendine giyim yaptı. Giyim insanın ilk buluşlarından biridir. Gücünü artırmak için aletler yaptı. Bunlarla kendini savundu, yiyecek temin etti ve güçlükleri yenmek için bunları kullandı. Ateşin kendi işine yaradığının farkına vardı. Ateş yakmayı becerdi. İnsanların başlangıçta ilk başvurdukları, teknik ağırlıklı buluşlar ve bilgilerdi.

Bu teknikleri bulması, zekâ ve mantığını kullanmanın yollarını açtı. Aklı geliştikçe ellerini daha iyi kullandı ellerini kullandıkça aklı daha çok gelişti.

Yaşama içgüdüsü ile yarattığı toplumsal yaşam, anlaşma zorunluluğunu ve dil olgusunu ortaya çıkardı. Dil düşünceyi doğurdu, insanlıktaki gelişmeyi hızlandırdı. Bunun yanında edindiği tecrübeleri aktarmak ve öğretmek imkânını yarattı. Böylece insanlık kültürünün temeli dil ile atılmış oldu. İnsan bir yandan da güvenebileceği bir düzen arzulayarak doğaüstü güçlerden yardım bekledi ki bu beklenti dinleri doğurdu. Diğer yandan kendi aklı ve gücüyle yaşamını kolaylaştırmaya çalıştı ve bu eylem tekniği, takiben bilimi doğurdu. Dili yazıya aktarmayı

61 başarması, öğrenmeyi ve düşünmeyi kolaylaştırdı. Kültür birikimini hızlandırdı. Böylece yarattığı kültür içinde din ve bilim yerlerini aldılar.

İnsanlık yaşamında kendi akıl sınırını aşan pek çok sırla karşılaşmaktaydı. Başlangıçta bu sırları toptan anlamlandırmanın yolunu buldu. Bu çözüm din yoluydu. Dini inanç evren sırlarını anlamanın toptancı bir yolu oldu. Ancak insandaki araştırma merakı bu sırları kendi mantığı ve araştırmalarıyla da çözme yolunu önüne çıkardı. Bu yol zahmetliydi. Ancak adım adım yürünebiliyordu. Bu sabrı ve cesareti göstermekten korkmadı ve yoluna devam etti.

İnsanlığın bu yürüyüşünde doğan bilimsel düşünce felsefeyle birlikte İonya’da yoğunlaşmıştır.

Burada, Sümer, Mısır ve Hititlerdeki ampirik ve teknolojik bilgi ve buluşlar sistemleştirilmeye ve akıl yoluyla yorumlanmaya başladı. İonyalılar din, büyü ve metafizik düşünceleri aşarak doğayı akıl yoluyla incelemeye ve yorumlamaya koyuldular. Daha önceki bölümlerde belirttiğim gibi, bu bölgede tarihte iz bırakan ilk doğa bilginleri ‘’Fusiologoslar’’ ortaya çıktı.

İlk olarak önce Miletli Thales geometri ve trigonometrinin temellerini atarken bilimsel düşüncenin yaratıcısı oldu. Güneş ve ayın madde kütlelerinden meydana geldiğini ve ayın güneş ışığını yansıttığını algıladı. Güneşin hareketini inceleyerek, güneş tutulma tarihleri ile ilgili doğru tahminlerde bulundu. Öğrencileri Anaksimandros ve Parmenides dünyanın ve gökcisimlerinin durumları hakkında gerçekçi varsayımlarda bulundular. Bilimsel düşünceye yeni bir ivme veren Herakleitos’a göre ‘’Evrende her şey sürekli bir değişim ve hareket halindedir. Çatışma evrenin yasasıdır. Gerçeklik değişiklikten doğar’’. İstanköylü (Kos adası) Hippokrates ve Bergamalı Gallenos hastalıkların nedenlerini araştırarak tıbbın temellerini attılar. M.Ö. IV. yüzyılda yaşayan büyük felsefeci Aristoteles aynı zamanda büyük bir doğa bilgini idi. Çok sayıda bilgiyi sistematikleştiren ve çeşitli canlıların türlerini ayrıntılı şekilde belirleyen bu büyük bilim insanı yarattığı ansiklopedik eserle insanlığa önemli bir kaynak yarattı. M.Ö. III. Asırda Euklides daha önce bilinen Geometri bilgilerini toplayarak

sistemleştirmiş ve kendi kuramlarını ekleyerek Geometriyi Matematik biliminin önemli bir kolu haline getirmiştir. Leukippos, Demokritos ve Aneksagoras ilk çağın atom kuramcılarıydı.

Aristharkos güneşin dünya etrafında değil, dünyanın güneş etrafında döndüğünü ve gökteki yıldızların hareketlerinin dünyanın kendi etrafında dönmesinden ileri geldiği düşüncesini ileri süren ilk doğa bilginiydi, ki bu bilgiler ancak asırlar sonra Copernicus’la ve Galilei ile

kesinleşmiştir. İonya’dan etkilenen Sicilya’da da önemli bilimsel gelişmeler ortaya çıkmış, Pythagoras ve Arkhimedes matematik ve fizik konularında önemli gelişmeler sağlamışlardır.

Pythagoras sayıların, varlığın ve bütün bilgilerin ilkesi olduğunu içeren bir felsefeye sahip olup, bütün bilimlerin temelinde matematiğin bulunması gereğini ifade etti. Arkhimedes geometride ve fizikte çok önemli gelişmeler sağladı. Eğrileri ve çemberi inceledi. Pi sayısını belirledi. Optik, mekanik ve hidrostatikte önemli yasalar buldu. ’’Bir sıvıya batırılan bir cisim, taşırdığı sıvının ağırlığı kadar bir kuvvetle kaldırılır.’’ yasası bütün hidrostatik bilgilerin

temelidir. Bu görüşler bilim hayatına matematiğin girmesini sağladı. Yüzyıllar sonra gelen Galilei, Newton ve onları takip edenler, bilim dünyasında matematiği kullanarak bu çok değerli görüşlerin takipçisi olmuşlardır.

MÖ. IV asırda Büyük İskender tarafından Mısır’da kurulan İskenderiye şehri, bulunduğu konumdan yararlanarak kısa sürede büyük bir kültür merkezi haline gelmişti. Eski Mısır kültürüyle İyon ve Helen kültürünün sentezini sağlayan, büyük kütüphanesi ile ünlü olan bu kent çağının başlıca uygarlık odaklarından biri oldu. M.S. I. Yüzyılda burada yaşayan

62 matematikçi ve fizikçi Heron hidrolik ve pnömatik konularda birçok gelişmenin öncüsü oldu ve çeşitli mekanik araçları ve makineleri keşfetti. Bu makinelerin pek çoğuna ekonomik gereksinmelerle ancak asırlar sonra ihtiyaç duyuldu. M.S. II. yüzyılda Yunanistan’da Tebais’de doğan astronom, coğrafyacı ve matematikçi Ptolemaios antik çağın astronomi ve coğrafya bilgilerini bir araya getirdi. Eseri ‘’Coğrafya’’ ve tasarladığı Yer merkezli gökbilimi, Rönesans’a kadar herkesçe en doğru kaynak kabul edildi. Ayrıca hazırladığı atlas uzun yıllar coğrafyacılar ve denizciler tarafından kullanıldı.

Daha sonraları bu kültürlerden gelen bilgilerden etkilenen Orta Çağ İslam dünyasında, IX.

asırda Muhammed bin Ahmed tarafından 0 (sıfır) sayısının kullanılması ve Arap ondalık sayı sistemi Matematikte bir devrim yaratmıştır. Aynı zamanda Coğrafya ve Astronomi bilgini olan Matematikçi El Harizmi de ‘’Hisab el Cebir’’ adlı eseriyle Cebirsel Matematik biliminin

temellerini kurmuştur. Bu eser Latinceye Algebra adıyla tercüme edilerek batı dünyasında matematiğin gelişmesinde yerini almıştır. Trigonometrinin esasları Ebu’l Vefa Buzcani tarafından geliştirilmiştir.

Dönemin Halifesi Memun zamanında İslâm’da bir Rönesans yaşanmaya başladı. Eski Yunanca ve Süryanice birçok eser Arapçaya çevrildi. Bu dönemin etkisiyle İslam âleminde birçok bilim insanı ortaya çıktı. İskenderiyeli Heron’un takipçisi olan Diyarbakırlı El Cezeri birçok hidrolik ve mekanik sistemlerin yaratıcısı oldu. Arap Simyacısı Câbir ibni Heyyun tarafından ilk Kimya kitabı yazıldı. Yine IX. asırda akılcı bir felsefeyi savunan Horasanlı hekim ve farmakolog El Razi 20 ciltlik bir Tıp ansiklopedisi yazdı. Bu eser uzun yıllar Tıp eğitiminde önemli bir yer

tutmuştur. Razi çiçek ve kızamık hastalıklarının teşhisini sağladı. Veba salgınına karşı formaldehit gazını dezenfeksiyonda kullandı. Cerrahide yaraları koyun bağırsağı kullanarak dikmeyi başardı. Takipçisi El Zehravi ameliyatlarda kullanılan gereçlerin birçoğunu icat ederek

kullanmaya başladı.

İranlı El Mevsili kataraktın ne olduğunu açıklayan bilgiler ortaya koydu. X. asırda Ebu Cafer el Hazin, XI. Asırda matematikçi ve fizikçi olan İbnü’l Haytem, aynı zamanda şair ve felsefeci olan Ömer Hayyam matematikte ve astronomide çok önemli gelişmeler sağlamışlardır. İbnü’l Haytem ayrıca optikte, ışığın kendine özgü bir varlık olduğunu kabul etmiş; ışığın yayılması, yansıma ve kırılma yasalarını tespit etmiştir. XI. asırda El Biruni deney ve gözlemi ön plana alarak astronomi, coğrafya, kimya, fizik, tabiat ilimleri ve trigonometri konularında önemli gelişmeler sağlamış, dünyanın yuvarlak olduğunu ve kendi ekseni etrafında döndüğünü savunmuş ve yıldızların konumlarını belirlemiş, ayrıca dünyanın enlem ve boylamlarını hesaplamıştır.

XI. yüzyılda yaşamış olan İslam filozofu İbni Sina, felsefe yanında tıp ve fizik konularında da çok önemli gelişmeleri insanlığa kazandırmıştır. Kanun fi-t Tıbb kitabı Latinceye çevrilerek uzun yıllar Batı’da da tıp eğitiminde kullanılmıştır. İbni Sina, beyin fonksiyonları, kan dolaşımı, akciğerlerin kan dolaşımındaki rolü, şeker hastalığı, böbrek taşları, ameliyatlarda narkoz uygulaması konularında önemli buluşları belirlemiştir. Ayrıca her hastalığın sebebi olarak gözle görünmeyen canlıların olduğunu ileri sürerek hijyene önem vermiş ve koruyucu hekimliğin temelini atmıştır. Musikiyi tıp alanında tedavide kullanmıştır. Dünya tıbbının kurucularından biri olarak kabul edilen bu büyük bilim insanını bu satırlarla anlatabilmek yeterli değildir. XIII. Asırda İbni Sina’nın yolunda, İslam bilgini İbni Nefis o güne kadar kalpte

63 temizlendiği sanılan kanın akciğerlerde temizlendiğini ifade etmiştir. Böylece küçük kan dolaşımını ekleyerek, gerçek kan dolaşımını ortaya koymuştur.

Felsefi eserleri ile batı Rönesans’ında önemli rol oynayan İbni Rüşt de bilimsel alanda da tıp ve fizik konularında çalışmalar yaptı. El Külliyat fi-t Tıbb adlı eseri de felsefi eserleri gibi batı dünyasında etkili olmuştur.

Orta Çağ’da İslam dünyasındaki bilimsel gelişmelerden sonra Avrupa’da başlayan Rönesans dönemi düşüncede yarattığı devrimle pozitif bilimin doğmasına öncü oldu. Aynı dönemde insan hayatına giren matbaa, yazıyı kolay ve yaygın okunur hale getirerek düşüncenin yanında bilim hayatının da hızla ilerlemesini sağladı.

İnsanlık evrenin sırlarını adım adım bilimle çözüyor ve çözmeye devam edecek. Asrımızda ortaya çıkan elektronik bilgi teknolojisi, insanlıktaki dil, yazı, matbaa gelişmelerinin son adımıdır. İnsanlık telefon, radyo, televizyon ve bilgisayarla yeni bir kültür çağına girmiştir.

İletişim, öğretim, bilgi işleme imkânlarıyla yeni düşünsel ve bilimsel ürünler yaratılmasında çok büyük bir hızlanma sağlanmış, ayrıca bu ürünler vasıtasıyla tartışma ortamı

yaygınlaşmıştır. Elektronik kültürle insanlık adeta yeniden sözlü kültüre dönmüş ve bir meydanda toplanıp tartışan atalarımız gibi bütün insanlıkla iletişim ve fikir alışverişi sağlanmaya başlamıştır.

Bugün her anımızda bilimin hayatımıza uygulanmış binlerce çözümü ile iç içe yaşıyoruz.

Ateşin bulunmasından, taş devrini, maden devrini, tarih devirlerini aşarak günümüze kadar gelen bilimsel macerayı kitap sayfalarına sığdırmak çok zor. Bu nedenle bilimsel gelişmeyi kendi dağarcığımın içine toplayabildiğim evrenle ilgili bazı sırların bilimsel çözümleri ile sınırlamak istiyorum. Bu gelişmeleri kronolojik bir sırayla ele almak yerine bende uyandırdıkları etkilerin önemine göre sıraladım.

1-Evrenin en büyük sırrı

Evrenin en büyük sırrı; enerjinin maddeye, maddenin enerjiye dönüşebilmesi veya her

ikisinin de aynı yapıda olmasıdır. Bugün bilim çevrelerinde kabul gören varsayıma göre başlangıçta çok büyük bir enerji ve yoğunluk içeren evren bir büyük patlama (big bang) ile genişlemeye başlamış, çok büyük bir hızla madde parçacıkları olan kuarklar, elektronlar ve nötrinolar oluşarak boşluğa saçılmıştır. Bunu takip eden süreçte madde parçacıkları bulutları (nebulalar) içinde atom çekirdekleri meydana gelmiş ve çekirdeklerin elektronlarla

eşleşmeleri ile başlangıçta hidrojen ve daha sonra helyum, döteryum, lityum atomları belirmiştir. Böylece maddeleşme, yıldızlaşma başlamıştır. Netice olarak evrendeki her şey, enerjinin maddeye dönüşmesi ile meydana gelmiş, galaksiler, yıldızlar ve bu arada güneş sistemimiz de Samanyolu denilen, yüz milyon yıldızdan meydana gelen bir galaksinin içinde evrene böyle dâhil olmuştur. Bu arada Dünyamızın hayat kaynağı olan Güneşimiz, evrendeki birçok yıldız gibi, maddenin enerjiye dönüşmeyi sürdürmesi ile yapısında bulunan hidrojeni helyuma dönüştürerek artan maddeyle, enerji kaynağı olmayı sürdürmekte ve bize hayat vermektedir. Evren de büyük patlamadan beri sürdürdüğü büyümeye ve soğumaya devam etmektedir.

64 Madde ile enerjinin birbirine dönüşebilme sırrını fark eden bilim insanı Albert Einstein’dır. Bu büyük fizikçi, Max Planck’ın ortaya attığı kuantum teorisi ile ilgilenerek, Newton tarafından ifade edilen fizik kanunlarında devrim yapan izafiyet teorisini ortaya koyduğu gibi, maddenin enerjiye dönüşebilirliğini ileri sürerek bu olayı E=mc2 formülü ile ifade etmiştir. Bu formül kuramsal olarak 1 gr. maddenin yaklaşık 25.000.000 Kwh enerjiye dönüşebileceğini ifade eder. Anlaşıldığı gibi bu formül insanlığa madde üzerinden çok önemli bir güç sağlamıştır.

Bu kuramı uygulamaya dönüştüren fizikçiler maddeyi çok güçlü bir enerji kaynağı haline getirmişler, atomların çekirdeklerinde bulunan parçacıkların değişimi sonucunda büyük bir enerji kaynağı elde etmişlerdir. Bunun sonucu olarak nükleer santraller kurulmuş, nükleer yakıtla çalışan güçlü gemiler yapılmış, uzay araştırmaları hız kazanmıştır. Nükleer enerjinin elde edilmesinde başlangıçta kararsız bir madde olan Uranyum kullanılmış; Uranyumun kararlı bir maddeye dönmesi olayını hızlandıran, çekirdeğin parçalanması (fission) işlemiyle enerji elde edilmiştir. Ancak fission olayında kullanılan maddelerin parçalanması sonucunda,

doğanın atık maddelerle büyük ölçekte kirlenmesi söz konusudur.

Daha sonra nükleer fizikçiler gözlerini sonsuz enerji kaynağımız Güneş’e çevirmişler. Orada meydana gelen olayı, yani yüksek sıcaklıkta iki Hidrojen atomunun birleşerek bir Helyum atomu oluştururken, artan madde parçacıklarının enerjiye dönüşmesi olayını baz alarak enerji elde etmeyi başarmışlar. Bu işleme Termonükleer güç üretimi (fusion) denir. Ancak bu olayla başlayan dönüşümün kontrol altında tutulabilmesi tam olarak sağlanamadığından, bu işlem bugün için ancak silah denemeleri safhasında kalmıştır. Bu kontrol sağlanabildiği

takdirde nükleer santraller çok daha verimli bir şekilde enerji elde edecek ve dünyada çok bol bulunan bir element yakıt olarak kullanır hale gelecektir.

Şu anda doğrudan sudan elde edilen hidrojen gazının yakıt olarak kullanılması daha önemli bir adımdır. Örneğin otomotivde Hibrid araçlar önemli ölçekte yakıttan tasarruf

sağlayabilmektedir. Bu konuda H hücreli motorlu arabalarda ve lokomotiflerde denemeler yapılmaktadır. Bunlarda atık ürün sadece su buharıdır. Çevre ve dolayısıyla insanlık için en önemli kazancı da bu olayın radyoaktif atık bırakmamasıdır. Nükleer araştırmalarda en son araştırma konusu ‘’karşı madde’’dir. Karşı madde nükleer araştırmalar sırasında laboratuvar ortamında ortaya çıkan, çekirdeği negatif yüklü ve yörüngelerinde pozitif yüklü (pozitron) parçacıklar dönen bir maddedir. Bu madde kendi yapısı benzerinde normal bir madde çekirdeği ile karşı karşıya geldiğinde, bunların kütlelerinin tamamı kuantumlara ve ışımaya dönüşür ve büyük bir enerji ortaya çıkar. Karşı maddeyi incelemede ve işlem yapmada en büyük zorluk pozitron yüklü maddelerin çok kısa ömürlü olmasıdır. Bu sahadaki

araştırmalarda yeni hedef, bu olayı nükleer enerji üretiminde kullanabilmektir. Görünen o ki, gelecekte insanlığın birinci güç kaynağı nükleer enerji olacaktır... Bu konudaki çalışmalar Tanrıların ateşini çalarak insanlara getiren Prometheus’u hatırlatıyor.

Ancak bütün bunların yanında, Einstein’ın duyduğu sorumlulukla karşı çıkmasına rağmen, yine nükleer enerji dönüşümünden faydalanılarak yapılan atom bombaları II. Dünya Savaşı’nda yüzbinlerce insanın hayatına mal olmuştur. Nükleer enerjiden silah geliştirme çalışmaları içinde görev alması A.B.D yönetimince Einstein’a teklif edilmiş, Einstein bu teklifi reddettiği gibi, isteği dışında bomba yapımı gerçekleşince, Başkan Roosevelt’e bir mektup yazarak bunların kullanılmamasını özellikle istemiştir. Ancak bunu engelleyemeyerek binlerce

65 insanın ölümüne şahit olunca, bilimsel buluşunun kullanılış şeklinden büyük bir dehşet

duymuştur. Yaşanan bu büyük faciaya rağmen, insanlığın sorumsuzluğu bu silahları üretmeye ve geliştirmeye devam etmektedir. Tanrının sırlarına erişmek, insanlığa büyük bir sorumluluk getirmektedir. Bu gücü kötüye kullanmak, yalnız insanlığa değil, bütün dünyaya kötülük verecektir. Bu güç, dünyayı ilk oluşumundaki hale, ateşten bir topa dönüştürecek cehennemi yanında taşımaktadır. Bu sırrın sorumluluğunu taşıyoruz, yeryüzünde yaşamın devamını istiyorsak çok geç olmadan aklımızı başımıza alarak sorumlulukla davranmak zorundayız.