• Sonuç bulunamadı

Adudüddîn el-Îcî, ayetlerde geçen kelimelerin manalarını açıklamaya özen göstermektedir. Zira kelimelerin anlaşılması Allah’ın kitabının mesajının doğru anlaşılmasının temelini teşkil etmektedir. Bu nedenle müellifin kelimenin sadece doğrudan manasını vermekle yetinmediği görülmektedir. O kelimelerin kökünü, türetilme şeklini açıklama konusuna da büyük önem vermekte ve bunun yanında bu kelimenin geçtiği başka ayetleri, yine varsa hadisleri ve şiirleri de zikretmektedir.

Bakara sûresi’nin ilk ayetlerinde geçen

بير

kelimesi için yaptığı açıklama bunun örneklerinden biridir:260

بيرلا

kelimesi, içine bir kuşku düştüğünde söylediğin

ر با

ِني

شلا

ي ء

ifadesinde geçen fiilin mastarıdır ve kesin bilgiye sahip olmamanın sebep

olduğu iç huzursuzluk anlamına gelir. Bu nedenle

كشلا

şeklinde de isimlendirilmiştir. Bu kelime bir hadiste şöyle geçmektedir:

257 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 9b. 258 Âl-i İmrân 3/5-6.

259 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 72a. 260 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 6a.

نإو ٌةنينأم ط قد صلا نإف ، ك بير ي لا ام لىإ كبير ي ام عد

ٌةبيِر بذكلا

“Seni şüpheye sevk eden şeyleri bırak, şüphe duymadığın şeylere bak! Çünkü doğruluk kalbin tereddütsüz/şüphesiz bir şekilde huzura ermesidir. Yalan ise şüpheden ibarettir.”261

Bunlara ek olarak başa gelen sıkıntılar için de

“نامزلا بير”

şeklinde bu kelime kullanılmaktadır. “Yoksa onlar: O, bir şairdir; onun zamanın felaketlerine

uğramasını bekliyoruz mu diyorlar?”262 ayetindeki kullanım da bu türdendir.

Kur’an’ın ortaya koyduğu delillerin çok net/sarih, ifade ettiği anlamın çok güçlü olması sebebiyle akl-ı selime sahip her insan Kur’an’ın icazına vâkıf olunca bu kitabın ilahi bir kelam ve vahiy eseri olduğundan da asla şüphe etmez. Bu durum

“Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüphe duyarsanız, haydi onun benzeri bir sûre getirin, eğer iddianızda doğru iseniz Allah’tan gayrı şahitlerinizi de çağırın.”263 ayetiyle de çelişmez. Çünkü burada, akl-ı selim bir şekilde olaya

bakmayan ve haktan sapmış kimselerde ortaya çıkması muhtemel olan şüphe kastedilmektedir. Bunun için bu ayetin hemen ardından bütün muarızlara meydan okuyan “Bunu yapamazsanız-ki elbette yapamayacaksınız- yakıtı insan ve taş olan

cehennem ateşinden sakının. Çünkü o ateş kâfirler için hazırlanmıştır.”264 ayeti

gelmiştir. 265

Îcî, kelimenin sözlük anlamının yanında onun dini/şer’î manasını da belirtmektedir. Örneğin ‘muttakî’ kelimesinin manasını açıklarken şöyle demektedir: Muttaki, sakınan demektir. Hatta sakınmanın, korunmanın ötesinde anlam ifade eden bir kavramdır. Dini anlamda muttaki olmak, bir kimsenin ahiret hayatına zarar verecek her türlü günahtan ve şirkten kaçınması demektir.266

261 Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme 60. 262 et-Tûr 52/30.

263 el-Bakara 2/23. 264 el-Bakara 2/23.

265 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 15a. 266 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 6a.

سانلا

kelimesinin manasına dair yaptığı açıklama da, kelimenin, hangi kökten türediğini (iştikâk) açıklamasına dair bir örnektir. Îcî şöyle demektedir:267

سانلا

kelimesi,

سنلأا

ülfet-cana yakınlık kelimesinden türemiştir. Çünkü insanlar birbirlerine yakınlık ve ünsiyet fıtratında yaratılmıştır. Eğer bu kelime

سنآ

kökünden geliyorsa, insanın gören bir varlık olmasından dolayıdır. Kelimenin

نايسنلا

(unutmak) kelimesinden türediğini söyleyenler de vardır. Çünkü bezm-i elest’te insan rabbine bir söz vermiş ancak verdiği bu sözü unutmuştur.268

Adudüddîn el-Îcî, manayı belirleme noktasında önemli bir işlevi olduğu için Kur’an âyetlerini cümle yapısı yönünden inceleyen i‘rab konusuna büyük önem vermiştir. Zira kelime ve cümlenin irabını bilmek sözün sahibinin maksadını anlamayı kolaylaştırır. Örneğin, Fâtiha sûresindeki كايإ kelimesinin aslını ve i‘rabını açıklarken şöyle demektedir:269 ايإ ifadesi, mansub bir zamirdir. Buna eklenen ك, ـه ve

ي harfleri ise zamirin kime ait olduğunu gösterir ve bunların “كتيارأ” ifadesindeki ك harfi gibi i‘raptan mahalli yoktur.

Delalet açısından harflerin manalarına dair açıklamaları nahve dair örneklerdir. “İnsanlardan, inanamadıkları halde, Allah’a ve Ahiret gününe iman ettik

diyenler vardır.”270 ayetini tefsir ederken kullandığı şu ifadeler bunun bir örneğidir:271 Bu ayetteki “نم” ibtidâil-gâye; ل cins manası “نم” ise mevsufe için

kullanılmıştır. Sanki burada, “insanlardan bazı insanlar vardır ki” denmektedir. Eğer harici ahd için kullanılırsa buradaki ma’hûd, kâfirler olur. Zihni ahd olarak kullanılması yani “senin bildiğin cins” anlamında kullanılması da uzak bir görüş değildir. Birinci görüş temel alınırsa “نم” ism-i mevsûl olur.

267 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 9a. 268 el-Araf 7/172.

269 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 3b-4a. 270 el-Bakara 2/8.

Adudüddîn el-Îcî dil ve belâğat yönü çok güçlü olan bir âlim olduğundan tefsirinde bu yönüyle de ön plana çıkmaktadır. Bu bağlamda onun tefsirini tür olarak ‘beyâni tefsir’ kategorisinde değerlendirmekte mümkündür. Zira tefsirin bu yönü daha genel ve daha baskın olarak ön plana çıkmaktadır. Îcî’nin eserine temel teşkil eden kaynaklara baktığımızda bu durum açıkça kendini göstermektedir. Bu kaynakların büyük bölümü beyânî yönü ön plana çıkan eserlerdir. Kaynakları arasında yer alan Mefâtihu’l-gayb her ne kadar, akidevî tefsir başlığı altında değerlendirilen bir eser olsa da bu tefsirde de dil ve belâgata dair açıklamalara rastlamak mümkündür.

Tahkîku’t-tefsîr fî teksîri’t-tenvîr hemen her sayfası dil ve belâğata dair pek

çok örnekle doludur. Örneğin Fâtiha sûresi’nin her ayetinde en az bir tane olmak üzere belâgat konusuyla ilgili bir açıklama yapılmıştır. Bu sûrede takdim-te’hir, hasr- kasr, ta’rif-tenkir, iltifâf, te’kid gibi belağatın alt dallarından biri olan meâni ilmiyle ilgili konular ele alınmaktadır.272

Bakara, Âl-i İmrân ve Nisa sûreleri de bu tür açıklamalarla doludur. Örneğin “Şimdi ey mü’minler! Onların size inanacaklarını mı umuyorsunuz?...”273 ayetindeki

soru edatı hakkında, buradaki zahiri mananın imandan sonra kesin inkârı içeren bir soru edatı olduğunu dile getirmektedir. 274

Yine bu konunun bir örneği olarak, “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını

mühürlemiştir. Onların gözlerinde de bir çeşit perde getirilmiştir ve onlar için (dünya ve ahirette) büyük bir azap vardır.”275 ayetinde geçen

مِِبهو ل ق ٰى ل ع ه للا م ت خ

“kalbi mühürlemek” ifadesi hakkında şunları söylemektedir: “Kalbin mühürlenmesi, bir istiaredir. İstiare, aralarındaki büyük benzerlik sebebiyle bir şeyin diğerinin adıyla zikredilmesi veya birisi için geçerli olanın diğeri için de geçerli kabul edilmesidir. Bu ifadenin istiâre-i temsîliyye olması da muhtemeldir. Bu ise istiareden farklı olarak, müşebbeh ve müşebbeh bihin zikredilmesiyle oluşan teşbihtir. Aynı zamanda mecaz

272 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 3b-4a. 273 el-Bakara 2/75.

274 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 3b-4a. 275 el-Bakara 2/7.

olarak da algılanabilir. Mecaz ise, bir kelimenin konuyla olan alakası sebebiyle konulduğu mananın dışında bir manayla kullanılmasıdır.276

Bu örnekte de görüldüğü gibi müellif, mecaz, teşbih, temsil ve istiare gibi beyan ilmine ait belağata dair konuları ele almaktadır.

“İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu

bulanlarda onlardır”277 ayetini tefsir ederken bu ayette geçen

تاولص

kelimesinin

nekra olması konusunda şunları söylemektedir:278 “Şayet âyetin siyak ve sibakı

umum ifade ediyor ve bu da çokluğa daha fazla delalet ediyorsa, bu kelimenin nekra getirilmesindeki maksat nedir? diye sorulursa buna cevap olarak deriz ki, bunun sebebi nekralığın ta’zim ifade ediyor olmasıdır.”

“Size Allah’ın ayetleri okunup dururken ve Allah’ın Rasulü de aranızda iken

dönüp nasıl inkâr edersiniz! Kim Allah’a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, doğru yola iletilmiştir.”279 ayetini tefsir ederken, ayette geçen

فيك

soru edatının taaccub

anlamında kullanıldığını söylemektedir.280

“O gün bazı yüzler ağarır, bazı yüzler kararır. Yüzleri kararanlara,

“İmanınızdan sonra inkâr ettiniz, öyle mi? Öyle ise inkâr etmenize karşılık azabı tadın” denilir.”281 ayetinin tefsirinde şunları söylemektedir: “)

تمرفكأ

( ifadesindeki

hemze, tevbih (azarlama) içindir. Ehli kitap oldukları için, onlara böyle bir ifade kullanılmıştır. Daha önceki peygamberleri kabul etmelerine rağmen Hz. Muhammed geldikten sonra onu inkâr etmişlerdir.282

“Hani Allah, kendilerine kitap verilenlerden, “Onu (Kitabı) mutlaka

insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz diye sağlam söz almıştı. Fakat

276 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 30a. 277 el-Bakara 2/157.

278 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 44a. 279 Âl-i İmrân 3/101.

280 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 84a. 281 Âl-i İmrân 3/106.

onlar verdikleri sözü, arkalarına atıp onu az bir karşılığa değiştiler. Yaptıkları bu alışveriş ne kadar kötüdür!”283 ayetinin tefsirinde,

هوذبنف

“arkalarına atmak”

ifadesinin, Allah’a verdikleri sözü tutmamak anlamında bir kinaye olduğunu belirtmektedir. 284

“Verdikleri sağlam sözü bozmalarından, Allah’ın âyetlerini inkâr

etmelerinden, peygamberleri haksız yere öldürmelerinden ve “kalplerimiz kılıflıdır” demelerinden dolayı (başlarına türlü belâlar verdik. Onların kalpleri kılıflı değildir), tam aksine inkârları sebebiyle Allah onların kalplerini mühürlemiştir. Onlar, azı hariç inanmazlar.”285 ayetiyle ilgili olarak şunları söylemektedir: Bunun anlamı,

onlar sözlerini yerine getirmediler, biz de onları lanetleyerek ve gazap etmek suretiyle onlara yapacağımızı yaptık demektir.286

“Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları

sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık.”287 ayetinin tefsirinde de şunları dile getirmektedir: “Ayette geçen “ ب” harfi

ceri

انمرح

fiiline mütealliktir. Ma’mûlün öne çekilmesi ise hasr ifade eder. Dolayısıyla mana: “Biz onlara bunları ancak büyük bir zulüm sebebiyle haram kıldık” şeklindedir.

ملظ

kelimesinin nekra olması, zulmün büyük olduğunu anlatmaktadır. Bu zulüm ise, küfür ve işlenen büyük günahlardır.”288

Bu örnekler, bize Îcî’nin belâgat konularına tefsirinde çok önem verdiğini göstermektedir.

Şiir Arapların dil, düşünce, gelenek kısacası sosyal ve kültürel yaşamlarıyla ilgili sahip oldukları zenginliklerin toplandığı en önemli hazinedir.289 İbn Abbâs’ın

283 Âl-i İmrân 2/187. 284 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 93b. 285 en-Nisa 4/155. 286 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 117b. 287 en-Nisa 4/160. 288 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 118b.

289 İsmail AYDIN, “İbn Abbâs: Filolojik Tefsirin Öncüsü”, EKEV Akademi Dergisi,48, (Yaz 2011):12.

“şiir Araplar’ın dîvânıdır”290 sözün de ifade ettiği gibi şiir, Arap dilinin temel

kaynaklarından biridir. Bu nedenle Îcî tefsirinde belirgin bir şekilde şiirden alıntı yapmıştır. “Din gününün sahibi.”291 ayetinde geçen “din” kelimesinin, şairin,

اوناد امك مهاند... ناودعلا ىوس قبي لمو

şeklindeki şiirinde ifade ettiği gibi ceza (hüküm) anlamına geldiğini açıklamış ve şiiri ayette geçen bir kelimenin sözlük manasına dair bir delil olarak kullanmıştır.292

Bazen de şiiri, Kur’an’da yer alan lugavi bir üsluba dair delil olarak kullanmıştır. Örneğin, “Onları göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakır.”293

ayetini tefsir ederken şiirden delil getirmiş ve şöyle demiştir: Ayetteki

مهكرت

kelimesi, bırakmak, atmak anlamına gelir ve ريص manasını içererek kalb fiilleri gibi iki meful alabilecek hale gelmiştir. Bu iki meful,

مهكرت

kelimesindeki zamir ve تاملظ يف ifadesidir. Şairin şu beytinde bu durum söz konusudur: 294

سلا ر ز ج ه ن ك ر تف

ه ن ش ن ي ِعاب

۞

لاو ِهِنان ب ن س ح ن م ض ق ي

ِم

ِم ص ع

Müellif eserinde şiiri çoğu zaman öğüt vermek için kullanmaktadır. Bu hususta aşağıdaki gibi pek çok örneğe rastlamak mümkündür:

ه نِم ت ل ب ق ت سا ام ِر ملأا ر ي خ و

۞

ن أِب س ي ل و

ا عاب تا ه ع ب ت ت

290 Ebü’l-Fazl Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr b. Muhammed el-Hudayrî es-Süyûtî eş-Şâfiî, el- İtkân fî ulûmi’l-Kur’ân, (Kahire: el-Heyetü’l-mısriyye el-Ammeti li’l-Kitab, 1974), 2/67.

291 el-Fâtiha 1/4.

292 el-Îcî, Tahkîku’t-Tefsîr, 2115, 3b. 293 el-Bakara 2/17.

Benzer Belgeler