• Sonuç bulunamadı

değerlendirmekte ve doğal kaynakların fiyatlarını kıtlık göstergesi olarak kullanmaktadır. Bir kaynağın kıt olarak değerlendirilebilmesi için fiyatının pozitif bir değerde olması yeterlidir. Fiyatındaki artış, o kaynağın kıtlaştığını ifade etmektedir. Piyasa mekanizması ile doğal kaynak kıtlığının aşılabileceğini öngören bu yaklaşıma göre kıtlık durumunda teknolojinin önemi ön plana çıkmaktadır. Faktörlerin (işgücü, sermaye ve doğal kaynaklar) birbiri arasında ikame edilebilmeleri kaydıyla söz konusu kıtlığın aşılması teknolojik ilerleme ile mümkün olabilir (Hussen, 2004: 5, 9).

Malthus, Nüfus Artışı Hakkında Araştırmalar isimli makalesinde nüfus sorunu ile ilgili olarak literatürdeki ilk teorik çalışmayı yapmıştır. Yazar; nüfus ve doğal kaynaklar ikileminde büyüme ile ilgili üç temel önermede bulunmuştur: (a) Toplam ekilebilir arazilerin miktarı sabittir (b) Nüfus artışı mümkün olan gıda miktarı ile sınırlandırılmalıdır (c) İnsan nüfusu artmaya devam edecektir. Bu yaklaşıma göre, nüfus artışı kontrol altına alınmaz ise toplumların yaşam standartlarını, insanların sadece yaşamlarını sürdürebildikleri düşük bir seviyeye çekeceği öngörülmektedir (Malthus, 1789: 3-6). Bu yaklaşım, her ne kadar uç bir felaket senaryosu gibi görünse de, doğal kaynakların beklenmedik bir durumla aniden azalması sonucunda yerel ya da küresel seviyede ortaya çıkabilecek sorunların öngörülebilmesi adına önem taşımaktadır.

Malthus’un yaklaşımı, sağlam bir teorik temele dayanmaktadır fakat belirli miktardaki bir araziden belirli miktarda gıda elde edilebileceğini kabul ederek, kaynak kıtlığına karşı teknolojinin işlevini göz ardı etmektedir. Bunun yanı sıra Malthus, doğal kaynakları sadece arazi olarak değerlendirmesi nedeniyle eleştirilmektedir. Bir diğer eleştiri ise Malthus’un iktisadi büyümenin doğal sistemler ve üzerinde yaşayan canlılara etkisi üzerine bir fikir yürütememesi

5

bağlamında ortaya çıkmaktadır. Fakat tüm bu eleştirilere ve indirgenmiş yaklaşımlarına rağmen Malthus’un görüşleri insanlık için uzun vadede geçerli öngörüler sunabilmekte ve 200 yıl geçmesine rağmen halen geçerliliğini koruyarak bilimsel çalışmalarda yer edinebilmektedir.

Malthus’un yaklaşımını günümüz dünyasında sınayan Prof. David Pimental, Cornell Üniversitesi’nde sürdürdüğü çalışmalar neticesinde dünyadaki kaynakların sürdürülebilirliği için insan nüfusunun 2 Milyar olması gerektiğini tespit etmiştir. Günümüz dünya nüfusu bu rakamın 3 katından daha fazladır (Tietenberg ve Lewis, 2009: 564). Fakat Tablo 1’de görülebileceği gibi dünya nüfus artış hızı düşüş eğilimindedir. Nüfus Dönüşüm Teorisi’nin ortaya attığı uzun dönemde sanayileşmeye eşlik eden doğum oranlarındaki düşüş eğilimi, nüfus problemine bir çözüm olarak değerlendirilebilir.

Ekonomi biliminde doğal kaynaklar Sürekli Kaynaklar (güneş enerjisi, rüzgar, gel-git, akarsu), Potansiyel Yenilenebilir Kaynaklar (hava, su, tarımsal topraklar ve ormanlar, bitkiler ve hayvanlar) ve Yenilenemez Kaynaklar (fosil yakıtlar, metal mineraller, metal olmayan mineraller) olarak 3 grupta toplanabilmektedir. Potansiyel Yenilenebilir Kaynakların kullanımı ve yenilenmesi bir dengede ise bu kaynaklar bir doğal afet gerçekleşmedikçe sonsuza kadar kullanılabilirler. Fakat “tükenebilir kaynaklar” sonludur yani yok olmaya mahkûmdur (Karacan, 2012: 53, 56). Günümüzde teknoloji sayesinde Sürekli Kaynakların, Yenilenemez Kaynakların yerini almaya başladığı görülmektedir.

Güneş panelleri, rüzgâr tribünleri, denizlerdeki gel-git akımlarını elektrik enerjisine dönüştüren jeneratörler fosil yakıtların yerini alabilmektedir.

Eğer herhangi bir doğal kaynak diğer üretim faktörleri ile tam ikame özelliğine sahip ise bu durumda söz konusu doğal kaynağın kıtlığı sorun yaratmayacaktır. Fakat bir doğal kaynağın herhangi bir üretim faktörü ile ikame edilmesi mümkün değil ise; söz konusu doğal kaynağın kıt olması yaşam standartlarında ya da çıktı seviyesinde ciddi sorunlar yaratabilecektir. Daly (1992:

30-31) insanların üretmiş oldukları sermayenin üretkenliğinin, bu sermaye ile tamamlayıcı nitelikte olan doğal sermayenin kıtlaşması neticesinde düşüş

6

göstereceğini; yeni dünya ekonomisinde üretim kısıtlarını oluşturan ana unsurun dünya üzerinde elde kalan doğal kaynaklar olacağını ifade etmektedir.

Tablo 1: Bölgesel ve Kalkınmışlık Seviyesi Kapsamında 1950 – 2050 Dönemi Ortalama Yıllık Nüfus Artış Oranları (%)

Bölge

(Z) -0,05 ile 0,05 arasındaki değerleri ifade etmektedir.

Kaynak: Tietenberg ve Lewis, 2009: 566

Çevresel kaynakların kıt olduğu, tüm çevresel unsurların birbiri ile etkileşim içinde olduğu ve çok yönlü bağımlılık sergilediği, madde ve enerjinin sürekli bir dönüşüm gerçekleştirdiği, hiçbir şeyin sabit kalamadığı, dönüşümün kaçınılmaz olduğu ve iktisadi faaliyetlerin de içerisinde gerçekleştiği biyosferde1 doğa gün geçtikçe daha değişken, daha kırılgan ve çeşitlilikten yoksun bir hal almaktadır. 2000’li yıllara kadar iktisat ve çevre ilişkisi ile ilgili olarak, refah maksimizasyonuna vurgu yapan, yıkıcı insan davranışlarını düzeltmek için iktisadi güdüleri kullanan ve neo-klasik iktisadi yaklaşıma dayanan çevre ekonomisi ön plandaydı. Fakat bilimsel araştırmaların ışığında çeşitli yöntemlerle

1Üzerinde canlıların yaşamını sürdürdüğü yeryüzü bölgesi.

7

çevre sorunlarına çözümler arayan ekolojik ekonomi yaklaşımı hem çevre ekonomisi yaklaşımına rakip hem de tamamlayıcı niteliğiyle günümüzde daha çok gündeme gelmektedir (Tietenberg ve Lewis, 2009: 7).

Günümüzde doğa iki farklı tehdit ile karşı karşıyadır: Birincisi, aşırı insan nüfusunun temel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla doğal kaynakların tükenme tehlikesi; ikincisi ise aşırı tüketim nüfusunun artmasından dolayı – özellikle de gelişmiş ülkelerde – kişi başı tüketimin artması ile kaynakların hızla tükenmesi tehlikesidir (Karacan, 2012: 79). Çevre ekonomisine göre iki çözüm vardır:

İnsanlar ya daha az tüketecek ya da daha az üreyeceklerdir. Fakat ekolojik ekonomi insanlara herhangi bir kısıtlama getirmeden çevresel zararı en az olan büyüme modelleri üzerinde çözüm geliştirmektedir. Güneş enerjisinden elde edilen elektrik ile ulaşım ve evsel enerji ihtiyaçlarının karşılanması, tüketim malzemelerinin tamamının geri dönüştürülebilir bir zincir içerisinde üretim ve tüketimlerinin planlanması vb. gibi pek çok ufuk açıcı çözüm, ekolojik ekonominin analizleri sonucunda gündelik hayatımıza girmiştir. Çevre ekonomisi, kirliliği giderme maliyetleri üzerine odaklanırken; ekolojik ekonomi sıfır kirlilik hedefi ile yenilikçi çözümler sunmaktadır.

Fakat iktisadi faaliyetlerde girdi olarak kullanılsın ya da kullanılmasın;

doğal kaynakların tükenmesi ya da tahrip edilmesi sadece bir iktisadi girdinin yok olması nedeniyle refah seviyesindeki düşüşü ifade etmemektedir. Kaynakların kirletilmesi ya da ekosistemi tehdit edecek seviyelerde tüketilmesi insan yaşamının temel unsurları olan gıda kalitesi, yaşam alanını oluşturan hava ve su kalitesi, eko-sistemin bütünlüğü bağlamında her bir canlının varlığının tehdit altında olması neticesinde diğer canlılarında varlıklarını tehdit eden sonuçların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu bağlamda çevreyi sadece iktisadi anlamdaki doğal kaynaklar çerçevesinde ele almaktansa bir bütün olarak ekolojik iktisat çerçevesinde değerlendirerek daha makul sonuçlara ve çözüm önerilerine ulaşmak mümkün olacaktır.

1.2. MÜLKİYET HAKLARI, ÇEVRESEL DIŞSALLIKLAR VE