• Sonuç bulunamadı

2.9 Metabolik Sendromun Önlenmesi ve Tedavisi

2.9.1 Beslenme Tedavisi

Metabolik sendrom prevalansının bu kadar artmasından sorumlu tutulan üç önemli çevresel faktörün; fiziksel inaktivite, obezite ve yanlış beslenme olduğu bildirilmektedir. Araştırmalar beslenme alışkanlıklarının MetS’un gelişmesinde iki şekilde etkili olabileceğini göstermiştir. Bunlardan ilki vücut ağırlığının kontrolü diğeri ise diyetin enerji, makro ve mikro besin öğesi içeriğidir (Derici, 2004).

MetS’ un tedavisinde temel yaklaşım hastanın ideal vücut ağırlığına ulaşması için tıbbi beslenme tedavisinin planlanması ve uygulanmasıdır. Önerilen ideal ağırlık kaybının ilk altı aylık dilimde tespit edilen fazla ağırlığın % 5-10’ dur. Böylelikle yağsız vücut kütlesi korunabilir ve planlanmış doğru diyet tedavisiyle hem vücut kütlesindeki azalma sağlanır hem de yağ kaybı sağlanarak korunabilir (Baysal, 2011). Vücut ağırlığının %5-10’unun kaybedilmesi MetS’un tüm bileşenlerini kontrol altına almak ve klinik olarak bir iyileşme oluşturmak için yeterli görülmektedir. Vücut ağırlığının azaltılması ile insülin duyarlılığının %30-60 oranında iyileşebildiği görülmektedir.

Diyetin makro besin öğesi içeriği metabolik sendrom ile bağlantılıdır. Yüksek yağlı özellikle de yüksek oranda doymuş yağ asitlerini içeren diyetlerin, ağırlık artışı, insülin direnci ve hiperlipidemiye neden olduğu insanlar ve hayvanlar üzerinde yapılan bazı çalışmalarda gösterilmiştir (Onat, 2009; Baş, 2011).

Liese ve arkadaşlarının, normal ve BGT’na sahip bireyler üzerinde yaptıkları araştırmada; kepekli ekmek, kepekli tahıl ürünleri ve pişmiş tahıl tüketiminin insülin duyarlılığını belirgin şekilde arttırdığı gösterilmiştir. Buna ek olarak, randomize kontrollü bir çalışmadan elde edilen veriler, diyet ve egzersizin yüksek risk altındaki bireylerde Tip 2 diyabet riskini %40-60 oranında azalttığını işaret etmektedir (CDC, 2004). BGT’ na sahip bireyler üzerinde yapılan prospektif bir çalışmada ise (5 yıl),

37

yağ içeriği düşük (enerjinin %26’sı), karbonhidrat içeriği yüksek (enerjinin % 54’ü) diyet tüketiminin, glikoz toleransını düzelttiği ve diyabete doğru gidişatı azalttığı saptanmıştır (Swingburn, 2001). Diyetle sadece karbonhidrat alımının azaltılmasının kısa dönemde ağırlık kaybına neden olabildiği ancak, uzun dönemdeki etkileriyle ilgili yeterli veri olmadığı bildirilmektedir (Stone, 2005).

Samaha ve ark., düşük karbonhidrat içeren diyet ile düşük yağ içeren diyetleri tüketen bireylerde ağırlık kaybını karşılaştırdıkları çalışmada, düşük karbonhidrat içeren diyetin daha fazla ağırlık kaybı sağladığı, plazma TG düzeyini daha fazla düşürdüğü ve insülin duyarlılığını daha fazla geliştirdiği gözlenmişlerdir (Samaha, 2003). Foster ve ark., düşük karbonhidrat, yüksek protein, yüksek yağ (Atkins) içeren diyet veya düşük enerjili, yüksek karbonhidratlı, düşük yağlı diyet tüketiminin sonuçlarını karşılaştırmışlardır. Sonuçta, 3-6 aylık dönemde Atkins diyetinin ağırlık kaybında daha etkili olduğu ancak 12 ay sonra ağırlık kaybı açısından iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmediği saptanmıştır (Foster, 2003).

Diyetlerde yer alan diyet posası özellikle çiğneme süresinin uzumasına neden olurken mide boşalmasını da yavaşlatabilmektedir. Böylece tokluk hissi oluşmakta, bağırsak hareketlerinin artması ve nihayetinde dışkı atım miktarını arttırarak konstipasyonun önlemesi ve insülin düzeyini fazla yükseltmemesi sebebiyle sağlıklı diyetlerde önemlidir (Baş., 2011). Artiss ve ark. yaptıkları bu çalışmanın sonucunda, çözünür posanın ağırlık kazanımını engellediğini, serum TG ve leptin düzeyini azalttığını, insülin duyarlılığını ve fekal yağ atımını arttırdığını gözlemlemişlerdir. Bu sonuçlar doğrultusunda, posanın obezite ve Tip 2 diyabetin yaygınlaşmasının azaltılmasında etkili bir yardımcı olabileceğini ve böylece kronik hastalıkların prevalansının azalacağını rapor etmişlerdir (Artiss, 2006)

38

Diyette posanın artmış olması, yağ kaynakları açısından özellikle tekli ve çoklu doymamış yağ asidi içeren yağların tüketimi ile özellikle omega 3 yağ asitleri açısından zengin besinlerin tüketimi toplam lipit düzeyini düşürmeye yardımcı olmaktadır. Çözünmeyen posa kolesterol metabolizmasında etkin değilken, özellikle çözünebilen posa kolesterol düzeyini yaklaşık %3-5 oranında düşürebildiği belirtilmiştir (Samur, 2005) (Tablo 2.9).

Tablo 2.9: ATPIII’e Göre Günlük Alınması Gereken Besin Öğeleri (Samur, 2005)

Besin Öğesi Önerilen Alım

DYA Toplam enerjinin %7’ sinden az

ÇDYA Toplam enerjinin% 10’na kadar

TDYA Toplam enerjinin % 20’sine kadar

Toplam yağ Toplam enerjinin % 25-35’i

CHO+ Toplam enerjinin % 50-60’ı

Posa 20 – 30 gr/ gün

Protein Toplam enerjinin yaklaşık % 15’i

Kolesterol Günde < 200 mg

Toplam enerji Vücut ağırlığına göre dengeli alım ve

harcama / ağırlık artışının önlenmesi

Beslenme ile ilgili son dönemlerde yapılan çalışmalarda ağırlık kaybettirici diyetlerin makro besin ögeleri oranlarının değiştirildiği, örneğin protein oranı artırılan, yağ/karbonhidrat oranı azaltılan, diyetlere ilgi artmaktadır. Yaygın olarak uygulanan bir diyet yaklaşımı CHO oranı düşürülmüş veya CHO tipinin değiştirildiği diyetlerdir (Demol, 2009).

Diyetin karbonhidrat içeriğinin niceliksel ve niteliksel göstergesi olarak kullanılması önerilen glisemik indeks kavramı karşımıza çıkmaktadır.

Çalışmalarda yüksek glisemik indeksli besinlerin fazla miktarda tüketilmesinin bahsedilen MetS bileşenlerinin oluşma risklerini artırabileceğini göstermektedir (Steinberger ve ark., 2009).

39

Enerjisi orta derecede kısıtlanmış diyetlerde vitamin ve mineral yetersizliği söz konusu değildir. Bu ek olarak verilmeleri önerilmez. Çok düşük kalorili diyetlerde vitamin ve mineral yetersizlikleri (örneğin B grubu vitaminler, demir, kalsiyum) görülebilir (Arslanoğlu, 2009).

Metabolik sendrom da oksidatif stresin arttığı bilinmektedir (Keaney, 2003). Bu nedenle serbest radikal oluşumunun ve lipit peroksidasyonunun önlenebilmesi için; E, C vitamini, beta-karoten, selenyum, çinko, demir, bakır, manganezin yeterli miktarlarda alımı önerilmektedir (Steinberger, 2009).

E vitamini ve beta-karoten serbest radikallerle reaksiyona girerek biyolojik membranları lipid peroksidasyonundan korurlar. Antioksidanların hiperlipidemik çocuklarda endotelyal fonksiyonları iyileştirdiği gösterilmiştir. Ayrıca enerji metabolizmasında rol oynayan B grubu vitaminlerin de yeterli alınması gerekmektedir. Bu kapsamda hiperhomosisteinemi oluşumunun ve dolayısıyla endotel hasarın önlenmesinde rolü olduğu bilinen B6, B12 ve folik asit alımının da yeterli olması önemlidir (Aeberli, 2006). Antioksidan vitamin ve minerallerin iyi kaynakları olan sebze ve meyvelerle birlikte sert kabuklu meyvelerin de yeterli miktarda tüketilmesi inflamasyonun, kan basıncının ve kan yağlarının düzenlenmesinde etkili olduğu görülmüştür. Ancak sert kabuklu meyvelerin enerji içerikleri de yüksek olduğu için diyette et, tavuk, balık, yumurta seçeneği olarak kullanılmaları uygun olur (Alphan, 2008).

Metabolik sendromun bir bileşeni olan hipertansiyonun önlenmesinde potasyum ve magnezyum alımının arttırılması, sodyum alımının ise azaltılması gerekmektedir (Azadbakht ve ark., 2005). Uzmanlar fazla kilolu hipertansif bireylerde, tuz tüketiminin azaltılması gerekliliğini vurgulanmaktadır.

40

Hipertansiyonu Durdurmak için Diyet Yaklaşımları Araştırma Grubu (DASH) çalışmasında, sodyum kısıtlamasını, düşük yağlı süt ürünleri tüketilmesini ve sebze ve meyve tüketiminin arttırılmasının sistolik ve diyastolik kan basıncını azalttığı gösterilmiştir. DASH diyeti ile birlikte sodyum alımının azaltılması kan basıncında daha fazla düşüşe neden olmuştur (Vollmer ve ark., 2001).

Bu nedenle tuz içeriği yüksek besinler tüketilmemeli ve yemeklerde tuz kullanımı azaltılmalıdır. Beslenme uzmanları günlük tuz tüketiminin 4 gramı aşmamasını önermektedir.

Metabolik sendrom, sağlıklı beslenme ve yaşam tarzı değişikliği ile önlenebilen veya tanı konduktan sonra tıbbi beslenme tedavisi ve yaşam tarzı değişiklikleri ile iyileştirilebilen bir sağlık sorunudur. Metabolik sendrom tanısı konmuş hastalarda öncelikli tedavi; diyet ve egzersiz alışkanlıklarının değiştirilmesine yönelik olmalıdır. Tıbbi beslenme tedavisi, egzersiz modifikasyonu, ağırlık kaybı, dislipidemiye yönelik tedavi, hiperglisemi tedavisi, hipertansiyon tedavisi yaklaşımları ile birlikte yasam tarzı değişikliği yapılmalıdır.

Benzer Belgeler