• Sonuç bulunamadı

2. AFYONKARAHİSAR İLİ’NİN BAŞLICA COĞRAFÎ ÖZELLİKLERİ

3.6. Belediyelerin Günümüzdeki Fonksiyonları

Belediye Örgütlü Yerleşmelerin fonksiyonları, Türkiye’nin idari statüsü içinde belediye örgütünün kurulduğu yerleşmeye göre değişmektedir.

5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 3. maddesine göre, “Belediye: Belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisini” ifade eder. Bu ihtiyaçların ne olduğu “liste” yolu ile belirtilmiştir. 5393 Sayılı Belediye Kanunu’nun 14. Maddesi’nde belediyelerin görevleri, zorunlu ve kendilerinin belirleyecekleri görevler olarak sıralanmıştır. Fakat kanunlar çerçevesinde

belirlenen bu görevlerin yerine getirilmesinde öncelik sırası, belediyenin malî durumu ve hizmetin acilliği dikkate alınarak belirlenir. Bu durum, günümüzün toplumsal ihtiyaç kavramları ve hizmet anlayışıyla bağdaşmamaktadır.

Normal-standart (1580) 5393 Sayılı Kanuna tabi belediyelerin görevlerini; “imarla ilgili fonksiyonlar bayındırlık” , “koruyucu” , “sosyal” , “düzenleyici” ve “ulaştırma” olmak üzere 5 ana grupta toplamak mümkündür.

Bayındırlık fonksiyonu; belde çevresinin düzenlenmesi, ayrıntılı imar planlarının hazırlanması, su ve kanalizasyon, yol yapımı, içme suyu getirme ve dağıtma, park ve dinlenme alanları, garaj ve Pazaryeri gibi toplumun ortak kullandığı tesislerin yapımı, coğrafî ve kent bilgi sistemlerinin uygulanması.

Koruyucu fonksiyonu; yerleşmenin temizliği, itfaiye hizmetleri, zabıta hizmetleri, halka açık yerlerin temizliğinin üstlenilmesi ve buralarda satılan gıda maddelerinin kontrolü, halk sağlığını koruyucu tedbirlerin alınması, sosyal yardım.

Sosyal fonksiyonlar; sağlık hizmetleri, nikâh işlemleri, yardıma muhtaç, ihtiyar ve kimsesizlerin korunması, spor tesisleri, ucuz konut yapmak, kütüphane, festivaller, müzeler, turistik tesisler, meslek ve beceri kazandırma.

Belediye’nin düzenleyici fonksiyonları; beldenin yapılaşmasına yön verilmesi yönünde nazım imar planının düzenlenmesi ve bunların uygulanması işyeri açma ruhsatı vermek, inşaat kontrolü ve bina ruhsatı vermek, bazı gıda maddelerinin fiyatlarının belirlenmesi.

Ulaştırma fonksiyonu; belediyenin temel fonksiyonlarından birisidir. Belediye, bu fonksiyonu kendisi gerçekleştirilebileceği gibi, kendi gözetim ve denetimi altında özel sektöre de yaptırtabilir. Ulaştırma tarifeleri ve ücretlerinin belirlenmesi, belde sınırları içerisindeki göl, nehir, körfez ve kıyılardaki yolcu taşımacılığı yapmakta yetki ve imtiyaza sahiptir.

1984 yılına kadar nüfus miktarı dikkate alınmadan tüm belediyeler, 1930 yılında kabul edilen 1580 sayılı belediye kanunu ile yönetilmişlerdir. Fakat, Türkiye 1960’larda hız kazanan kentleşme olgusu ile karşı karşıya gelmiştir. 1970’lerde nüfusu 100 000’i aşan kent sayısının 30’a ulaşması, beledi ihtiyaçların karşılanamamasına neden olmuştur. 1984 yılında 3030 sayılı Büyükşehir yönetimine ilişkin yasa kabul edilmiştir (Yalçındağ,1992:81). 2004 yılında ise 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu çıkarılmıştır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4. Nüfus ve Nüfus Sayımları

Nüfus, sınırları belirlenmiş bir alanda, belirli bir anda yaşayan insan topluluğuna denilmektedir.

Coğrafya’nın toplum (insan) ve çevre arasındaki etkileşimi sonucu oluşan nüfus coğrafyanın araştırma konularındadır. Nüfus Coğrafyası’nın araştırma konularını; nüfusun miktarı, gelişimi, nüfusun yeryüzünde dağılışı ve nedenleri, nüfusun sosyo- ekonomik yapısı gibi konular oluşturmaktadır (Doğanay,1997:4-14). Nüfusun cinsiyet ve yaş yapısı ile ilgili özelliklerin bilinmesi, bazı sosyal ve ekonomik amaçlı sorunların belirlenmesi bakımından önem taşımaktadır (Doğanay,1991:28).

Nüfus sayımı, “bir memlekette, belli bir anda, bütün fertleri kapsayacak şekilde demografik bilgilerin toplanması ve bunların işlemeye hazır hale getirilmesi, belli gayelere uygun tarzda tertip edilmesi ve yayınlanması” olarak tanımlanmaktadır (Tandoğan,1998:9).

Nüfus sayımlarının uygulanması konusunda, ülkeler arasında tam bir standardizasyon henüz sağlanamamıştır. Her ülkenin sosyal, ekonomik ve coğrafi şartlarının farklılığı, nüfus sayımlarının uygulanmasına da yansımıştır. Birleşmiş Milletler, uluslararası mukayesenin yapılabilmesi için sonu (0) ile biten on yılda bir nüfus sayımı yapılmasını tavsiye ettiği halde, Türkiye’de de olduğu gibi bazı ülkeler, beş, bazıları on yılda bir, bir kısmı da belli bir periyodik döneme bağlı kalmaksızın ülkenin ihtiyaçlarına göre belirlenen bir tarihte de nüfus sayımını gerçekleştirebilmektedir (Tandoğan,1998:10).

Nüfus sayımlarının uygulanmasında zaman aralığındaki farklılıklar, sayım metotlarında da göze çarpmaktadır. En yaygın iki usulden birincisi, direkt kişisel görüşme usulü; diğeri ise, kendi kendine sayım’dır. Türkiye’de uygulanan direkt görüşme usulünde, sayım memurları ev ev dolaşıp aile reisine, soru kâğıdında ki çeşitli soruları sorarak cevapları kaydetmek suretiyle gerekli bilgiler temin edilir. Avrupa ülkelerinde uygulanan ikinci metodda ise, hane halkı reislerine soru kâğıtları önceden gönderilerek sayım tarihi itibariyle doldurulması ve toplanmaya hazır hale getirilmesi istenir. Doldurulan soru kağıtları, sayım memurları tarafından kontrol edilerek varsa eksikleri tamamlanır, yanlışları düzeltilir (Tandoğan,1998:9-10). Bu sayımlar esnasında

nüfus ve konut sayımı birlikte yapılabilmekte, ya da nüfus ve konut sayımları birleştirilmektedir.

Birinci usulün ülkemiz için avantajı, soru kâğıtları aracılığıyla daha fazla soru sorulabilmektedir. Böylece, toplumun yapısı hakkında daha fazla bilgiye sahip olunabilmektedir. Fakat bu yöntemde sayımı uygulayan kişilerin yöre halkından olması gibi nedenlerden dolayı sayımın doğruluk derecesine akademik çevrelerce ve kamuoyu tarafından özellikle belediye örgütlü yerleşmelerde şüpheyle bakılmaktadır. İkinci usulün Türkiye’ye uygulanması okur-yazar oranının düşük olması ve sağlıklı numarataj sisteminin olmaması nedeniyle zor görünmektedir. Şayet uygulanabilse idi çağımıza yakışmayan bir durum olan nüfus sayımı esnasında dışarı çıkma yasağı ortadan kalkar ve sayımın ekonomik yükü azaltılabilirdi.

Nüfus verilerinin incelenmesinde karşılaşılan zorluklardan büyüğü dünyanın pek çok ülkesinde nüfus verilerinin farklılık göstermesidir. Gelişmiş ülkelerde istatistiksel verilerin daha doğru ve ayrıntılı elde edilebilmesine rağmen gelişmekte olan ülkeler için daha çok tahmini değerlere başvurulmaktadır (Tümertekin ve Özgüç,1998:233). Bazı ülkelerde nüfus sayımları öncesi nüfus sayımlarının önemini vurgulayan kampanyalar düzenlenmektedir.

Dünyanın pek çok ülkesinde nüfusla ilgili verilerin toplanmasında genellikle nüfus sayımlarından yararlanılmasına rağmen gelişmiş ülkelerin bazılarında “nüfus kayıtları” aracılığıyla, doğumlar ve ölümler, evlenme ve boşanmalar gibi verilerin izlenmesi ile elde edilmektedir (Tümertekin ve Özgüç,1998:233). Bunda sağlıklı bir nüfus kayıt sisteminin olması etkendir. Günümüzde bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi ile Coğrafi Bilgi Sistemleri’nin ve Çok Kriterli Karar Verme Yöntemleri’nin de yardımıyla özellikle nüfusu fazla olmayan alanlarda ve ülkelerde nüfus verileri daha kolay takip edilebilmektedir.

Dünyanın birçok ülkesinde nüfusla ilgili verilerin toplanması için birinci derecede başvurulan yöntem nüfus sayımlarıdır. Birleşmiş Milletler nüfus sayımını şöyle tanımlamaktadır. “Belirli bir zamanda bir ülke ya da ülkenin iyi tanımlanmış bir bölgesindeki tüm kişilere ilişkin demografik, ekonomik, toplumsal verilerin toplanma, değerlendirilme, analiz edilme ve yayınlanma işlemlerinin tümü” olarak tanımlanmaktadır. Sayım aralıkları ülkeden ülkeye değişmekte, hatta bazı ülkelerde sayımlar düzensiz gerçekleştirilmektedir. Gelişmiş ülkelerde ise belli bir sayım

periyoduna ihtiyaç duyulmaksızın, doğum ve ölümler takip edilerek sayım yapılabilmektedir. Dolayısıyla sayımlarda amaç insan sayısını öğrenmenin ötesine geçmiş ve sayımlar sadece toplumun yapısını öğrenmek için gerçekleştirilir hale gelmiştir.

4.1. Türkiye’de Nüfus Sayımları

Türkiye’de bilimsel nitelikli nüfus sayımları Cumhuriyet Döneminde başlamıştır. Bu nedenle ülkemizde nüfus sayımlarını iki dönem altında inceleyebiliriz. Bu dönemler; Osmanlı Dönemi’nde gerçekleştirilen genel nüfus sayımları ve Cumhuriyet Dönemi’nde gerçekleştirilen nüfus sayımları olarak iki dönem altında inceleyebiliriz.

4.1.1. Osmanlı Dönemi’nde Nüfus Sayımları (1831–1878)

“Sayım” sözcüğünün günümüzdeki kullanımından farklı olarak, (toprak-nüfus sayımının) yer aldığı Osmanlı bağlamında mutlaka kişi sayımı demek olmadığı akılda tutulmalıdır. Osmanlılar ancak 19. y.y.’ın sonunda vatandaşlarını gerçek anlamda bir birey olarak sayım girişiminde bulunmuşlardır (Karpat,2005:56).

Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren vergi ve askerlik hizmetlerinde yükümlü tutulacak kişilerin tespitinde kullanılmak üzere arazi tahrirleri tutulmaktaydı. Bu tahrir defterleri o yerleşme yerinin hane sayısını da içerdiği için günümüz tarihi demografik araştırmalarında nüfusun tahmin edilmesinde kullanılmaktadır. Nüfus sayım amaçlı olamayan bu tahrir defterleri o yerleşim yerinin hane sayısı dışında toplumun sosyal yapısı hakkında bilgiler içermekteydi (bekâr, evli, Müslim, gayr-i Müslim gibi) (Bilgi,2000:118). Nüfusun yapısını öğrenmemizde yeterli bilgiye ulaşamıyoruz. Nüfusun dini dağılımı hakkında bilgi sahibi olmak önemliydi. Çünkü Müslümanlardan askerlik hizmeti talep edilebilecekken, Hıristiyanlardan da vergiye tabi tutulabilecekler tespit edilebilecekti.

Osmanlı Dönemi’nde 1831 nüfus sayımına kadar bir sayıma rastlanılmamaktadır. Bu sayım şimdiye kadar bilinen ilk nüfus sayımıdır. Nüfusa ilişkin değişik zamanlarda çalışmalar yapılmasına rağmen bunların hiçbirisi devlet tarafından yayınlanmamış ve çeşitli nedenlerden (şartların ve imkânların kısıtlı olması) dolayı

tamamlanamamıştır. Osmanlı nüfus sayımları 1831 sayımına kadarki dönem ve bundan sonraki dönem olarak iki dönem altında incelenebilir (Başol,1984:39).

Osmanlılar, devlet ve eyalet için nüfus sayımlarını ve yıllıkları (salname) idari ihtiyaçları karşılamak üzere geliştirdiler. Yapılan bu sayımların yöntemleri ve istatistiklerin niteliği sürekli bir değişim geçirmiştir (Karpat,2005:44).

Nüfus sayım memurları sayımları yüz yüze yapmışlardır. Müslim ve Gayr-i Müslim olarak iki kategoriye ayrılan nüfus, Müslüman nüfustan başlanarak kaydedilmiştir. (Bilgi,2000:119). Sayımların yüz yüze yapılması yöntemi günümüz modern nüfus sayımlarında da uygulanmaktadır.

Osmanlı idaresinde 15. ve 16. y.y.’da kayıt birimi vergiye tabi hane ya da avarız hanesiydi. Bu terim sayısal büyüklükten ziyade, vergiye tabi aile üyeleri potansiyeline göre tamamen ekonomik amaçlı bir terimdi (Karpat,2005:47).

Sonuçları özet olarak ilk kez yayımlandığı için modern anlamda bilinen “ilk” nüfus sayımı 1831 yılında yapılmıştır. Esas amacı askerlik yapabilecek halkın sayısı ve yeni vergi kaynaklarının saptanması olan bu sayım, Rumeli ve Anadolu’da bulunan tüm İslam ve Hıristiyan erkek nüfus kapsanmıştır (Karpat,2005:56).

1844 tarihli ikinci genel nüfus sayımıyla ordunun yeniden düzenlenmesi ve asker alma usulünün değiştirilmesi hedeflenmiştir. Bütün ülkeyi ve kadın nüfusu da kapsaması nedeniyle 1831 sayımından farklıdır (Bilgi,2000:122).

“Tahrir-i Nüfus ve Emlaka dair Nizamname”ye dayanılarak gerçekleştirilen 1859-1860 tarihli sayımda amaç nüfus ile ilgili verilerin toplanmasının yanında arazi, mekân ve akarların tespiti olmuştur (Bilgi,2000:122).

1866 yılında etnik, dini, ekonomik ve toplumsal bileşiminde meydana gelen köklü değişimler nedeniyle Tuna Vilayeti’nde (kısmen de Irak’ta) sayım yapılmıştı. Bu sayımın amaçlardan biri de Osmanlı tebaasındaki insanlara bir Osmanlı nüfus cüzdanı basmaktı. Böylece, Osmanlı idaresi ilk defa kişileri bir birey olarak kabul etmeye başlamıştı (Karpat,2005:62).

“Sicil-i Nüfus Nizamnamesi”nin yürürlüğe girmesinden sonra, sayım işlerini yürütmek, kişilere birer nüfus tezkeresi vermek, doğum, ölüm, yer değiştirme olaylarını kaydetmek üzere kazalarda nüfus komiteleri oluşturuldu (Bilgi,2000:122). Nizamname ile günümüzde olduğu gibi sayım yönteminin belirlenmesi, uygulanması kanunlar tarafından belirlenmiştir.

1893 yılında yayınlanan nüfus kayıtları nicel verilerin kesinliğinden dolayı Osmanlı nüfusuyla ilgili resmi istatistiklere ve ileride alınacak idari önlemlere bir temel oluşturdu (Karpat,2005:73). Osmanlı Devleti’nin ilk ve son kez yayınlanan 1897 tarihli istatistik yıllığı ile nüfus vilayetler veya müstakil sancaklara göre verilmiş, her vilayette nüfusun yoğunluğu gösterilmiş, modern nüfus istatistiği yöntemlerine uygun kriterler yakalanmıştır (Bilgi,2000:123).

Osmanlı Devleti’nin 1903 yılında başlattığı ve birtakım yeni düzenlemelerle gerçekleştirdiği son nüfus sayımı 1906 yılında sonuçlanmıştır. Osmanlı Devleti’nde genel nüfus tespitine ilişkin son çalışma 1914 yılı bilgilerini içermekte idi. Ancak savaş dönemine girilmesinden dolayı ülke geneline ilişkin nüfus bilgileri oluşturulamamıştır, vilayet düzeyinde nüfus istatistikleri ise yetersiz kalmıştır (Bilgi,2000:124).

Osmanlı İmparatorluğu’nda nüfus çalışmalarına bir bütün olarak baktığımızda yeterli ve tutarlı bir nüfus kayıt düzeni ve sisteminin oluşturulamadığı göze çarpmaktadır. Fakat sayım sonuçlarının birtakım imkânsızlıklar ve olumsuz şartlara rağmen gerçekleştirilen bazı genel nüfus sayımlarının yöntemine ve içerdikleri bilgilere baktığımızda günümüz modern nüfus sayımlarına benzer pek çok özelliğe sahip olduklarını görüyoruz. Gerçekleştirilen genel nüfus sayımlarının tüm Osmanlı topraklarının dâhil edilmemesi bir eksikliktir. Bu da Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarını ihtilaf devletleri tarafından paylaşılma yarışında karşımıza çıkmıştır. Çünkü, Osmanlı’nın istatistikleri yetersiz kaldığı için ihtilaf devletleri gerçek dışı nüfus istatistikleri sunmaktan çekinmemişlerdir.

4.1.2. Cumhuriyet Döneminde Nüfus Sayımları

Türkiye’de nüfus sayımları Osmanlı Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi olarak iki dönem altında incelenebilmektedir. Modern anlamda nüfus verileri, Cumhuriyet’in ilanından sonra 28 Ekim 1927’den beri düzenli olarak gerçekleştirilen genel nüfus sayımları aracılığıyla elde edilebilmektedir. 1927’de ki ilk nüfus sayımının ardından ikincisi sekiz yıl aradan sonra 1935 yılında yapılmış, bu tarihten sonra sonu 0 ve 5 ile biten yıllarda sayımlar gerçekleştirilmiştir. Fakat 23 Şubat 1990 tarih ve 203 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 5 yıllık periyod uygulamasına son verilerek, sonu 0 ile biten yıllarda sayım yapılması kararına varılmıştır. Ancak 1997 yılında bu kuralın dışına çıkılarak bir nüfus tespiti ve seçmen kütüğü yazımı yapılmıştır (Özgür,1998;8). 22 Ekim

2000 tarihinde on dördüncü nüfus sayımı gerçekleştirilmiştir. On beşinci nüfus sayımı 2007 yılında gerçekleştirilecektir.

Ülkemizde nüfus sayımları 1926 yılında Atatürk’ün direktifiyle kurulan T.C. başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü (D.İ.E.) tarafından yapılmaktadır. D.İ.E., 18 Kasım 2005 tarihi itibariyle T.C. Başbakanlık Türkiye İstatistik Kurumu (T.Ü.İ.K.) adını almıştır. D.İ.E.’nün temel görevi ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel konulardaki her türlü istatistiğin toplanması, derlenmesi, hazırlanması ve dağıtılmasıdır. D.İ.E., bu göreviyle devlet kurum ve kuruluşları, üniversiteler, özel sektör, karar verme konumundaki kişiler ve araştırmacılar tarafından rehber olarak kullanılmaktadır. Bu istatistiklerin başlıcaları; Genel Nüfus Sayımı, Genel Tarım Sayımı, Genel Sanayi ve İşyerleri Sayımı’dır (http://www.die.gov.tr/gorev.htm 23.09.2005 ziyaret edildi). Fakat çalışmada sadece “Genel Nüfus Sayımları” incelenecektir.

Ülkemizde sayımların gerçekleştirilmesi yasal olarak D.İ.E.’ne aittir. Devlet İstatistik Enstitüsü (D.İ.E.) tarafından “…sayım günü Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan, bütün nüfusun (yabancılar dâhil) sayısını, sosyal ve ekonomik niteliklerini, ülkemizin idari bölünüşüne göre tam ve doğru olarak belirlemek” amacıyla gerçekleştirilen nüfus sayımlarında (http://www.die.gov.tr/nufus_sayimi.htm. 05.07.2005 ziyaret edildi) Birleşmiş Milletler Örgütü’nün standartlarına uygun nüfus sayımları organize edilmektedir. D.İ.E., bu konuda gerekli deneyim, yetişmiş eleman ve fiziki alt yapıya sahiptir (http://www.die.gov.tr/gorev.htm 23.09.2005 ziyaret edildi). Genel nüfus sayımları detaylı ve pahalı organizasyonlardır. Genel Nüfus Sayımlarının sağlıklı yapılabilmesinde en önemli faktör insandır. Sayımın her aşamasında insan etkili olabilmektedir. Nüfus sayımlarından istenen sonucun elde edilebilmesi, sayımın uygulanmasında görevli personelin, sayımı gerçekleştirdikleri alandaki başarı düzeyi ile ilişkilidir. Bunun yanında; ülke halkının nüfus sayımının amacının gerekliliği konusunda bilinçlendirilmesi gereklidir. Ülkemizin coğrafi yönden çok engebeli olması, eğitim seviyesinin düşük olması, sağlıklı numarataj sisteminin bulunmaması, sayımın bir günde yapılması, çok soru sorulması gibi nedenlerle uygulanan De Facto (Hazır bulunuşluğa göre) sayım metodu avantajlarının yanında dezavantajlar da içermektedir. Yöntem gereği kişilerin bulundukları yerde sayıma tabi tutulmaları idari birimlerin nüfusları tam olarak tespit edilememektedir. Bunun ötesinde ülkemizde yerleşim birimlerine merkezi bütçeden ayrılan fonların ve yeni belediye kurulmasının nüfus

miktarına bağlı olması, özellikle az nüfuslu belediyelerin daha fazla pay alabilme yarışına girmelerine ve hatalı nüfus yazımına neden olmaktadır.

De Facto (Hazır bulunuşluğa göre) sayım yöntemiyle idari birimlerin (İl, İlçe, Köy) yerleşik nüfusu tam olarak tespit edilememektedir. Sayım sonuçlarının gerçeği yansıtmaması nedeni ile yapılacak olan plan ve programlar tam olarak uygulanamayacaktır.

Gelişmekte olan ülkemizde geleceğe ait plan ve programların uygulanmasında sağlıklı sonuçların alınabilmesi yerleşik nüfusun tespitine bağlıdır. Bunda da De Jure (İkametgâha Göre Sayım) yöntemi önemli rol oynamaktadır. Bu sistemin şu anda ülkemizde uygulanması zor gibi görünse bile mutlaka uygulanmalıdır. Yerleşik ikametgâha göre yapılan sayım metodu sonucunda yöresel özellikler açık olarak ortaya konabilmektedir. Nüfus sayımında göz ardı edilmeyecek tek ilke ülkenin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına (ekonomik) ters düşmeyecek bir nüfus sayım sisteminin seçilmesi ve uygulanmasıdır. Böylece; belediye örgütlerinin kurulmasında nüfus kriterini yerine getirilmesi sonucu, günlük göç ve sayım memurlarının yöre halkından olmasından kaynaklanan dolayı yanlı nüfus beyan edilmesi gibi yanlışlıkların da önüne geçilebilecektir. Bu nedenle Belediye Kanunu’na yerleşik nüfus miktarı maddesinin getirilmesi gerekmektedir.

Benzer Belgeler