• Sonuç bulunamadı

5. 1. Giriş

Osmanlı'nın son dönemlerinden itibaren devlet merkezli modernleşme çabaları görünürlük kazanmıştır. Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın başarı ile sonuçlanmasından sonra da kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nde modernleşme çabaları devam etmiştir. Devletin modernleşme projesini yürütme organı olarak da ulusal mücadelenin örgütlenmesinde kökleri bulunan CHF kurulmuştur. Türkiye'de Cumhuriyet'in kurulması ile birlikte çok partili bir siyasal yapının ortaya konulması girişimleri olmuş; ancak sonuç alınamamıştır. TPCF (1924) ve SCF (1930) deneyimleri olumsuzlukla sonuçlanmış ve 1946'ya kadar Türkiye tek parti iktidarı ile yönetilmiştir. 1946'da DP'nin kurulması ile çok partili rejime geçildiği kabul edilmektedir. 21 Temmuz 1946 seçimi de çok partili rejimin ilk seçimi olarak görülmektedir.

1950 Seçimlerinde ise CHP'nin 27 yıl süren tek parti iktidarı sona ermiş, halkın tercihi ile Türkiye'de siyasal iktidar değişmiştir. 1960 yılına kadar DP ülkeyi yönetmiş ve 1960 yılına gelindiğinde askerler iktidara müdahale ederek yönetimi ele almıştır. Kurulan ara rejim sonrasında yeniden seçimler yapılmış (15 Ekim 1961) sivil yönetime geçilmiş, yapılan seçimler sonucunda tek partinin yeterli çoğunluğu sağlayamamasına bağlı olarak Türkiye koalisyon hükümetleri ile tanışmıştır. 1971 yılına gelindiğinde ülkede "artan siyasal şiddet ve kutuplaşma" gerekçe gösterilerek siyasi iktidara silahlı kuvvetlerin verdiği bir muhtıra ile müdahale gerçekleşmiştir. 1971 müdahalesinden sonra solun yükselişe geçmesine ve CHP'de lider değişimi ile birlikte partinin yükselen sol kitlelerle ittifak kurabilmesine bağlı olarak 1973 ve 1977 seçimlerinden CHP birinci parti olmuştur. Bu dönemde yapılan seçimlerde CHP, toplumsal yapıda Batı tarzı sınıfsal yapının oluşması ve değişim, dönüşüm yolunda taleplerin artmasına bağlı olarak yeni kitleler ile ittifak kurabilmiştir. Bunun karşısında ise AP geleneksel kesimin oylarını ve statükoyu savunur bir söylem benimsemiştir (Altunışık ve Tür, 2005: 38).

1980 Darbesinden sonra siyasal partiler yasaklanmış, liderlerine siyasi yasak getirilmiştir. Tamamen siyasal alanın yeninden şekillenmesini sağlayan bu strateji, yeni

dönemde siyasal alanın daha "istikrarlı" olmasını sağlamayı amaçlamıştır. 1983'te yapılan seçimlerle de ANAP iktidara gelmiş ve tek parti yönetiminde 1990'lı yıllara kadar ekonominin istediği siyasal istikrar sağlanmıştır. 1990'lı yıllarda Türkiye tekrar koalisyon hükümetleri ile yönetilmeye başlanmıştır. Demirel liderliğindeki DYP ile Erdal İnönü liderliğindeki SHP koalisyonu 1990'lı yılların ilk koalisyonu olmuştur. Daha sonra RP ile DYP koalisyonu ve yaşanan 28 Şubat süreci ile ordunun tekrar müdahalesi gerçekleşmiştir (Çavdar, 2004: 342). Yaşanan müdahaleye bağlı olarak RP ülkede yaşanan "irtica" tehdidinin faili olarak görülerek kapatılmış ve partinin liderine siyasi yasak getirilmiştir. İktidara yapılan müdahale siyasal alanın yeniden yapılandırılmasını da beraberinde getirmiş; ANAP, DSP ve DTP'nin ortaklığında CHP'nin dışarıdan desteklediği ANASOL-D hükümeti kurulmuştur. 2002 seçimlerine kadar farklı partilerle koalisyon hükümetleri dönemi devam etmiştir.

2001 krizinin ortaya çıkması ile ANAP, DSP ve MHP'nin kurmuş olduğu koalisyon hükümeti büyük bir darbe almış ve 2002 seçimlerinde AKP'nin seçimden tek başına iktidar olma çoğunluğunu elde etmesi ile de tek parti iktidarı siyasal alanın yeni şeklini ortaya koymuştur. 2001 krizi koalisyon ortaklarına ağır bir darbe indirirken, siyasal alanın yeniden şekillenmesini de beraberinde getirmiştir. 1990'lı yıllara damgasını vuran merkez sağ partilerin çekişmesi bu süreçten sonra sona ermiştir. Merkez sağın çökmesine neden olan bu gelişme siyasal alanda ve özellikle mecliste temsil edilme şansını yeniden belirlemiştir. İki parti ile birlikte 9 bağımsız adayın meclise girebildiği 2002 seçimleri siyasal istikrarın sağlanması anlamında ekonominin öngördükleri paralellik göstermiştir. AKP 1987 seçimlerinden sonra ilk kez "tek başına" iktidara gelebilen parti olmuştur. 2007 seçimlerinde ve 2011 seçimlerinde de benzer sonuçlar ortaya çıkmış ve yaklaşık on yıldır tek partinin iktidar olabildiği bir hükümet yapısı ortaya çıkmıştır.

Siyasal yapının bu denli değişiklik göstermesi Türkiye siyasetinde de bir takım yapısal özellikler ortaya çıkarmıştır. Bu özelliklerin başında da seçmen oynaklığı gelmektedir. Siyasal partilerin ordu ve anayasal kurumların müdahaleleri ile kapatılmış olması Türkiye siyasal partilerinin kısa ömürlü olmasına neden olmuştur. Partilerin kısa ömürlü olmasına bağlı olan seçim oynaklığı da seçmenlerin tercihlerinin sürekli değişmesine neden olurken siyasal partilere aidiyeti de olumsuz yönde etkilemiştir.

Bu bölümde genel hatları ile yukarıda değinilen, Türkiye'de yaşanan siyasal dönüşümlerin ve siyasal yapının tartışmasının yapılması amaçlanmıştır. Tarihsel süreç içerisindeki gelişmelerin ve özellikle 1980 sonrası yaşanan siyasal, toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin tartışılmasının CHP'deki gelişmelerin de daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bu amaçla ülke siyasetinde tarihsel süreç içersinde ortaya çıkan önemli gelişmelere çalışmanın bu kısmında yer verilmeye çalışılmıştır. Şimdi 1946'da çok partili hayata geçişle birlikte başlayan süreçten itibaren bu tarihsel dönemler daha yakından incelenmeye çalışılacaktır.

5. 2. Çok Partili Seçimlere Geçiş ve Siyasal Sistemin Dönüşümü

Türkiye'de toplumsal yapının değişmeye başlaması ve farklılıkların yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlaması ile birlikte, toplumsal ve siyasal alanda farklılaşan çıkarlar çok partili hayata geçişi hızlandırmıştır. Cumhuriyet'ten sonra değişen dünya koşullarına bağlı olarak Türkiye'de de bir hareketlenme ortaya çıkmıştır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan siyasal ve ekonomik gelişmeler bu değişimin temel dinamikleri olarak görülebilir. Savaşın sonucu olarak demokrasinin "kazandığı görülmüş" ve dünya ülkelerinin de demokratikleşmesi yönünde siyasal modernleşme yeni bir biçim almıştır. Bununla birlikte savaş sırasında Türkiye'nin ürettiği tarım ürünlerine dünya ölçeğinde artan talep fiyat artışını da beraberinde getirmiştir. Buna bağlı olarak köylünün ürettiği ürünler para ettikçe aradaki eşraf kökenli tüccar da Türkiye'de yeni bir orta sınıf oluşturmaya başlamıştır. Yeni kentli ve kentli orta sınıf ile güçlenen eşraf kökenli tüccar sınıfı siyasal alanda da güç sahibi olma talebi ile gelişimini sürdürmüştür.

Ekonomik yapıda ortaya çıkan bu değişim, toplumsal alanda ve daha sonra da siyasal alanda kendisini hissettirmiştir. 1950'lere kadar iktidarı elinde tutan ve sınıfsal çıkara dayanmadan tüm toplumun çıkarlarını temsil ettiğini savunan bir anlayış ile siyasal erki elinde tutan yönetici elite karşı iktidar talebi olan yeni bir güç merkezi oluşturan bir kesim ortaya çıkmış ve gelişmeye başlamıştır. Savaş sonrası dönemde eşraf kökenli tüccar köylünün malını pazarla buluşturabilmiş bunu başarabildiği ölçüde de yeni bir toplumsal sınıfı şekillendirebilecek gücü elde etmeye başlamıştır. Tüccarın köylünün malını pazarla buluşturabilmesi ve köylü ile bir takım borç alıp verme

ilişkileri içersinde olması, köylü üzerindeki etkisini arttırmıştır (Güneş-Ayata, 1994: 54). DP iktidarına yönelik asker bürokrasisinin desteği de ilginç bir noktayı oluşturmaktadır. Ülkenin savaş yılları boyunca çekmiş olduğu sıkıntı karşısında askerin içinde de bir takım rahatsızlıklar uyanmaya başlamıştır. Çok partili siyasal sistemin kurulması ile birlikte de siyasal modernleşmeye bağlı olarak ordunun da modernleşeceği beklentileri askerlerin içinden DP'ye yönelimi arttırmıştır. DP listelerinden aday olan üst düzey asker ve rütbeli askerlerin sayısı CHP listelerinden aday olan askerlere göre çok daha fazla olması askeri kanadın da DP'den beklentisini göstermektedir (Güneş-Ayata, 1994: 57-58).

Ülke içinde bahsedilen sosyo-ekonomik ve siyasi gelişmelerle birlikte uluslararası alanda da ortaya çıkan gelişmeler Türkiye'de çok partili siyasal hayata geçişi hızlandırmıştır. İkinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan ülkelerin demokratik rejimlere sahip olan siyasi yapıları savaş sonrasında da demokrasinin kazandığı yönünde bir algının oluşmasına neden olmuştur. İkinci Dünya Savaşı sırasında Türkiye'nin "tarafsız" konumu savaş sonrasında devam etmemiştir. Türkiye savaştan sonra Batı bloğu içinde yer alma çabası içinde olmuştur. Tüm bu iç ve dış gelişmeler de Türkiye'de çok partili hayatın kurulmasında etkili olan faktörler arasında değerlendirilebilir.

Tek parti iktidarının 1925 TPCF ve 1930 SCF deneyimleriyle birlikte çok partili bir siyasete duyduğu istek bilinmekteydi. Ancak bu iki denemeden başarısızlık çıkılınca 1945'e kadar tekrar bu konu gündeme gelmemiştir. Tek parti içindeki muhalif unsurların yavaş yavaş etkili olmaya başlamaları ve seslerini duyurmaları muhalefet partisinin dolayısıyla çok partili siyasal yaşama geçişin ilk adımları olarak görülebilir. "Demokrasi"ye geçişe olan istekle birlikte yapılan devrimlerden geri dönülmemesi, tek parti yönetiminin sorgulanmaması gibi kaygılarda yer aldığı için, ikinci bir partinin kurulması yine devlet eliyle gerçekleştirilmiştir. Devletin politikaları ile çatışmayacak ikinci bir partinin kurulması yine devletin partisi olan CHP içinde "ruhsatlı" bir parti şeklinde gerçekleşmiştir (Bozarslan, 2008: 77; Kara-İncioğlu, 2007: 257; Zürcher, 2010: 311).

DP kuruluşu itibariyle her ne kadar CHP içinden ve "ruhsatlı" bir şekilde kurulmuşsa da kitlelerden oy desteğini kazanabilmesi için oldukça yoğun bir çalışma

yapmak zorunda kalmıştır. Nitekim Adnan Menderes de bu durumu şu şekilde ifade etmiştir: "Karşımda çok büyük bir kahraman, adeta efsanevi rakip var: İsmet Paşa!... Ama ben? Adımı birçok seçmenin yeni duyduğu bir çiftçiyim. Onun millete borcu yok, alacağı var. Bu nedenden kimseden oy istemesine de gerek yok… Ama ben istemeye mecburum" (Aras, 1997: 16). DP'nin bu arayışı ve siyasal parti olarak kendine taban arayışı partiyi ayrı bir toplumsal kesime yöneltmiştir. CHP'nin asker-bürokrat ve aydınlardan oluşan elit tabanı ve temsil ettiği kesim karşısında DP'nin yöneleceği taban bunun dışında kalan kesimler olmuştur. Bu şekilde de DP'nin taban oluşturabilmesi daha kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. CHP bürokratik merkezi temsil ederken DP de demokrat çevreyi temsil etmiştir (Sayarı, 2002; Mardin, 1986). Çevrenin iktidar talebi aslında daha önceki TPCF ve SCF deneyimlerinde görülmüştür. Özellikle 1929 buhranı ile birlikte olumsuz ekonomik koşullar çevrenin iktidardan hoşnutsuzluğunu arttırmıştır. SCF'nin Ege'nin kıyı kesimlerinde güçlü bir şekilde örgütlenebilmesi ve taban bulabilmesi bununla birlikte düşünülebilir (Ermence, 2006: 165; Turan, 1995: 311). Çevreyi temsil etme konusu, çevre olarak addedilen unsurların yaşanan toplumsal ve ekonomik değişimlerle birlikte merkezi talep etmesinin görünen yüzü olarak okunabilir.

DP'nin kurulması ülke siyasetinde günümüze kadar sürecek bir "1946 ruhu"nun ortaya çıkmasına neden olmuştur. DP ile başlayan bu süreç, CHP eliyle yürütülen modernleşme projesinin kimi dışsallıklarına karşı kültürel ve iktisadi alanda geniş toplumsal kesimlerin kitlesel seferberliği olarak değerlendirilebilir (Tosun, 2008: 3; Öğün, 2000: 25). DP milletvekilleri seçim bölgeleri ile daha köklü ilişkilere sahip ticaret ve hukuk formasyonuna sahip, bürokratik kökenli olmayan kişilerden oluşması ile dikkat çekiyordu. Bu yönüyle DP iktidarının dayandığı toplumsal tabanın önceki dönemden farklı bir kesim olduğu söylenebilir (Zürcher, 2010: 321). DP iktidarının farklı kesimlere dayanan tabanı ile birlikte, iktidarı boyunca ekonomik ve toplumsal hareketlilik kendini göstermiştir. Tarıma dayalı sanayinin gelişmeye başlaması buna bağlı olarak tarımda makineleşmenin ortaya çıkardığı kentlere yönelik göçle kentlerin etraflarında gecekondu mahalleleri oluşmaya başlamıştır. Kitlesel göçle birlikte fabrikalarda çalışan iş gücü de kent çevresindeki gecekonduları oluşturmuştur.

Türkiye siyasetinde ikinci bir partinin iktidara alternatif olarak ortaya çıkması demokrasinin gelişmesi anlamında önemli bir adım olarak görülebilir. DP'nin iktidar olabilmek için yürüttüğü seçim çalışmaları demokratik bir siyasetin kurumsallaşması açısından önemli bir yere sahiptir. DP'nin seçim çalışmalarında on binlerce insanın meydanlara çıkması demokrasinin yerleşmesi açısından ve kitlelerin siyasete ilgi duyması yönünden olumlu gelişmeler olarak görülebilir. Türkiye siyasal yaşamında bu önemli bir yeniliktir. Ayrıca DP tarafından sürekli olarak yüzyıllardır kendi yazgısından söz sahibi olamamış bir milletin, DP'nin kurulması ile birlikte kendi yöneticileri seçmek ve kendi istediklerini iktidar yapmak için siyasete yönelmesi gerektiği propagandası yapılmıştır. Halkın siyasal mücadeleye katılma süreci olarak görülen bu yaklaşım halkın siyasal anlamda bilinçlenmesini de başlatmıştır (Eroğul, 2006: 117).

DP'nin kurulması sürecinden itibaren taşradaki önde gelen ailelerin bazı üyeleri hem CHP'ye hem de DP'ye üye olmaları Türkiye'de iktidardan beklentileri ortaya koyması açısından anlamlıdır. Farklı bir partinin iktidar alternatifi olarak ortaya çıkması seçmen kesiminde iktidarın nimetlerinden uzak kalmama sonucunu doğurmuştur. Ve bunun önüne geçebilmek için de her iki parti ile bağ oluşturulmaya çalışılmıştır (Komşuoğlu, 2009: 37). Bu süreç neredeyse ülkenin tüm siyasi tarihi boyunca belirleyici olmuş ve iktidarın yanında olmak veya iktidar olabilecek bir partiyi desteklemek seçmen davranışının bir özelliği olarak ortaya çıkmıştır.39

DP'nin çevreyi iktidara taşıyan hükümeti dönemi 1950'lelerin sonlarına doğru ekonomiyi yönetemez duruma gelmiştir. DP'nin iktisadi liberalizm politikasının iflas etmesi ile birlikte DP Türkiyesi'nde ilk kez milli gelir düşmüştür. Müdahaleci iktisat politikası da bu kötü durumdan çıkmaya yetmemiştir. DP iktidarının ilk yıllarında alınan kredilerin geri dönüşünün başlaması ile birlikte ödeme dengelerinde oluşan olumsuz tablo ve ithal edilen sanayi mallarında yedek parça sıkıntıları halkta hoşnutsuzluk yaratmaya başlamıştır. Sıkıntılar alabildiğine artmış, bütçe açığını kapatmak için devletin ürettiği mallara yapılan ard arda zamlar da bu açığı kapatmaya yetmemiştir. Artan enflasyon ve borçlanma sıkıntısı ekonomik sistemin tıkanmasına

39

Bugün siyasetin kalbi olan TBMM hala büyük bekleme odalarında gerçek Türkiye’nin kültürünün seyredilebildiği ve koridorlarında ceplerinde küçük kağıtlar ile delegelerin dolaştığı bir kurum olmaya devam etmektedir; uzak yörelerin yerel yöneticileri merkez ile çevre arasında ağ örmeyi sürdürmekte, aşiret liderleri hala elde edeceklerinin karşılığında oy pazarlığı yapabilmektedir (Komşuoğlu, 2009: 31).

neden olmuştur. 1958'de TL'ye yapılan üç kattan fazla devalüasyon, ithalatın kısılması gibi IMF reçeteleri uygulanmaya başlamıştır (Eroğul, 2006: 130). Dolara yapılan % 265 oranında devalüasyon ile dolar 2,80 TL'den 9 TL'ye fırlamıştır (Yerasimos, 1992: 225). Dış borçlar 1956'da 1 milyar, 1957'de de 1,5 milyar dolara yükselmiştir. 1958 yılına gelindiğinde toplam borç GSMH'nin % 10'unu aşarken ödenmemiş borçlar ise toplam ihracata yakın bir duruma gelmiştir (Schick ve Tonak, 2006a: 365). 1950 yılında 15 milyon dolar olan dış ticaret açığı 1960 yılına gelindiğinde 147 milyon dolar olmuştu (Hershlag, 1968'den akt. Yerasimos, 1992: 283). Bu ekonomik tabloya da bağlı olarak toplumda artan hoşnutsuzluk karşısında hükümetin muhalefete yönelik baskıcı politikaları da bu dönemin önemli siyasal gelişmeleri arasında yer almıştır.

Yaşanan bu olumsuz gelişme ile birlikte CHP'nin muhalefeti iktidar partisini daha da çıkmaza sokmuştur. Yaşanan süreç sonunda ülkenin siyasi ortamı gerilirken, iktidarın muhalefete yönelik engelleyici politikalar belirlemesi siyasal şiddetin de boyutlarını arttıran bir gelişme olmuştur. Artan siyasal şiddetle birlikte kutuplaşma, sağ-sol eğilimli olmaktan ziyade DP ile HP arasında gerçekleşmiştir.40

Bununla birlikte 1960'ta Ankara ve İstanbul'da öğrenci gösterileri ve büyük sokak hareketleri başlamış ve 27 Mayıs'ta ordunun yönetime el koymasına kadar devam eden bir toplumsal muhalefet ortaya çıkmıştır. 27 Mayıs 1960 tarihinde de Türkiye siyasi tarihinde ilk olacak ve daha sonrakileri de meşrulaştıracak olan askeri müdahale gerçekleşerek on yıl süren DP iktidarına son vermiştir.

Siyasal alanı yeniden "şekillendirme" amacı ile yapılan askeri müdahale ile siyasal anlamda değişen çok fazla bir şey olmadığı seçim sonuçları ile görülmüştür. 1961 seçimlerinde DP'nin devamı olan AP ve YTP yine aynı oyları almıştır. AP % 34,8, YTP de % 13,7 oy alarak seçmen yine DP'nin devamı olan partileri iktidarda görmek istediğini belirtmiştir. CHP 173, AP 158, YTP 65, CKMP 54 milletvekili ile mecliste temsil edilmiştir. Seçimlerden sonra yönetimin sivil bir hükümete bırakılacaktı. Ancak askerin iktidara müdahalesi 1965'e kadar devam etmiştir. Çünkü askerler tekrar DP'nin

40

Bu anlamda Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın ideolojik anlamda olmaktan ziyade iki parti ve iki lider arasında gerçekleşmesi siyasi kültürde günümüze kadar etkisini sürdürmüştür. Partilerin siyasal yelpazede sağ ve ya sol olarak konumlanmalarına bağlı olarak da düşünülebilecek bu gelişme, kitlelerin izledikleri yolun liderlerle birlikte düşünülmesi ortaya çıkmıştır. O dönemde seçmenlerin halkçı-demokrat, ya da Menderesçi-İnönücü şeklinde kendilerini konumlandırmaları siyasetin ve dolayısıyla demokrasinin gelişme sürecine damgasını vurmuştur.

devamı niteliğindeki partilerin iktidar olmasına razı olmamıştır. Bu rıza ilişkisine bağlı olarak da zoraki koalisyon hükümetleri ile ülke yönetilmeye çalışılmıştır (Eroğul, 2006: 140). Bu şekilde kurulan bir koalisyonun ne derece iktidar olabileceği de önemli bir ayrıntıyı oluşturuyordu. Ancak askerler bu ayrıntıyı göz ardı ederek siyasal uzlaşının sağlandığı görüntüsünü verebilmek için bu iki partinin koalisyonun desteklemişlerdir.41

CHP-AP koalisyon hükümetinin başarı sağlayamaması üzerine İnönü Mayıs 1962'de istifa etmiş; ancak yaklaşık bir ay sonunda yine komutanların katıldığı pazarlıklar sonucunda CHP, YTP, CKMP ve bağımsızlar bir araya gelerek İnönü başkanlığında 2. koalisyon hükümetini kurmuşlardır. Bu ikinci koalisyon hükümeti de başarılı olmamakla birlikte sivil yönetimin güçlenmesi anlamında etkili olmuştur. 1965 yılında Suat Hayri Ürgüplü tarafından kurulan yeni hükümet iktidarın sivilleşmesi anlamında önemli bir gelişme olarak görülebilir. Bu süreçte etkin rol oynayan ise İsmet İnönü olmuştur. Siyasal sistemin tam anlamıyla normale dönebilmesi ise 1965 genel seçimleri ile mümkün olmuştur.

1965 seçimleri ise tek partinin güçlü bir şekilde iktidara gelmesini önlemek amacı ile milli bakiye sistemi ile yapılmıştır. Milli bakiye sistemi ile küçük partilerin (TİP, CMKP, MP gibi) ülke çapında aldıkları dağınık oyları dahi değerlendiren nispi temsil sisteminin bu uç noktasında yer alan temsil sistemi şeklinin benimsenmesi tamamen tek partinin ezici bir şekilde iktidara gelmesini önlemek için uygulanmıştır. İnönü 1950 seçimlerinde DP'nin güçlenmesini engellemek için çoğunluk sistemine dayalı seçim uyguladıysa, şimdi de AP'nin güçlenmesini bir ölçüde azaltabilmek için milli bakiye sistemini devreye sokmuştur. Bu da ülkedeki demokrasinin düzeyi açısından anlam ifade eden bir noktadır. Tek partinin ezici çoğunluğunun önlenmesi demokrasinin gelişme aşamasında olduğu bir ülkede, bu gelişime hizmet edebilirse de bu değişiklikleri fırsat olarak görmek ve ona göre düzenlemeler yapmak bu isteğin meşruluğunun sorgulanmasına neden olabilmektedir.

41

Seçim sonuçlarına bağlı olarak orduda da kaynamalar devam etmiştir. Tekrar DP’nin devamı niteliğinde partilerin iktidar olma ihtimalinin olmasının dahi ordu mensuplarını rahatsız etmesine bağlı olarak Talat Aydemir ve 14’ler olarak anılan gruplar gibi askerin içinde kaynayan bir kesim ortaya çıkmış ve seçimden sonra tekrar müdahaleye kalkışmışlardır. Silahlı kuvvetler ise sivil yönetimden yana olduklarını ancak AP ile CHP’nin koalisyonundan yana olduklarını da beyan etmişlerdir (Ahmad, 2007: 221; Eroğul, 2006: 140).

1965 seçimlerinde AP %52,9 oy ve 240 milletvekili, CHP % 28,7 oy ve 134 milletvekili elde etmişlerdir. Diğer partiler de yüzde onun altında kalmışlar; ancak milli bakiye sistemi olduğu için meclise girebilmişlerdir. MP, YTP, TİP, CKMP mecliste temsil edilmişlerdir. CHP'nin öngördüğü gerçekleşmemiştir. Milli bakiye sistemi ile AP'nin yükselişi engellenmek istenmiş; yine de AP tek başına iktidar olabilecek milletvekili sayısını elde etmiştir. Çok partili düzen bu seçimlerle daha da genişlemiş mecliste ikiden fazla parti temsil edilebilmiştir (Eroğul, 2006: 145).

1965 seçimleri ile başlayan ve 1971 muhtırasına kadar devam eden süreçte bu altı yılın özelliği "hem sağda hem solda, aşağıdan yukarıya doğru siyasal güçlerin o zamana dek görülmeyen ölçüde gelişmeleridir" (Eroğul, 2006: 146). Farklı fikirlerin siyasal temsil imkanı elde etmeleri bu dönemle birlikte ortaya çıkmaya başlamıştır. Sağ ve sol ideolojiler mecliste, sokakta kendisini gösterebilmiştir. Askeri müdahaleden sonra gerçekleşen bu ortamın temelinde farklı nedenler yer almaktadır. Bunlardan ilki