• Sonuç bulunamadı

3. SANATSAL YARATICILIĞIN MİSTİK BOYUTLARI

1.3. Batı’nın Karşı İmgesi; Doğu

Doğu ve Batı arasında bir karşıtlık ilişkisi kurulması, Doğu’ya barbarlık ve despotluk gibi nitelikler atfedilmesi, kültürel ve tarihsel önyargıların bir sonucudur. Bu karşıtlıktan hareketle geliştirilen Batı’nın ezeli üstünlüğü tezi Doğu’nun bazı tarihsel dönemlerde, özellikle de Ortaçağ’da üstünlük sağlamış olduğu gerçeğini göz ardı eder. Jack Goody’e göre, “Ortaçağ Batısı bilgiye Doğu’dan daha açık değildi.

Üstelik Ortaçağ’da Doğu ekonomik bakımdan da Batı’dan daha çok gelişmişti.”70

Antik Yunan akılcılığının ve bu akılcılığın içinde gelişen mantığın Batı’ya özgü olduğu, Rönesans ve Aydınlanma’nın antik dünyanın akılcı mirasını devralarak Ortaçağ’lardan koptuğu ve modernleşmesini ancak böylelikle gerçekleştirdiği yaygın bir görüştür. Oysa antik Helen kültürü, Doğu’nun izleri ve etkilerini taşır. Helen

68

Alan Palmer, Son Üç Yüz Yıl Osmanlı, Bir Çöküşün Tarihi, Çev: Belkıs Çorakçı (Dişbudak), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002, 86 s.

69

Bernard Lewis, İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu Medeniyeti, Çev: Ömer Faruk Birpınar, Bilge Kültür Sanat/ Tarih Dizisi, İstanbul, 2006, 74 s.

70

Jack Goody, Batı’daki Doğu, Çeviren: B.M. Angılı – İ.M. Bezgin, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2002, 236 s.

dilinde, Mısır ve Fenike dillerinden alınmış sözcüklerin sayısı hiç de az değildir ve bu sözcükler Hint-Avrupa dilleri ile Sami halklarının konuştuğu dillerin karşıtlık içinde olmadığını gösteriyor.

Doğu ile Batı arasında oluşan karşıtlık, Batı tarihinin erken dönemlerine, ilk tarih metinlerinde Yunanlılar ile Perslerin ‘buradaki’ bir dünya ile ‘oradaki’ bir başka dünyanın karşılaşmasına kadar uzanır. ‘Özgürlüğe yetenekli Batı’ ile ‘köle ruhlu Doğu’ tanımlamaları, Ortaçağ Hıristiyan kimliğinde de işlevselliğini korumuştur. Öte yandan keşif ve ticaretlerin yayılmasıyla 17. yüzyıldan itibaren Doğu hakkında edinilen bilgideki artış, Doğu-Batı karşıtlığına ilişkin yeni sorgulamaları gündeme getirmiştir.

Edward Said, 1978’de yayınlanan ‘Orientalisme’ (Şarkiyatçılık) adlı yapıtında o döneme kadar genelde akademik bir disiplin veya plastik sanatlarda bir akımı anlatan ‘zararsız’ ve ‘masum’ bir terim olan oryantalizme siyasi ve ideolojik bir içerik kazandırdı. Ona göre oryantalizm, Doğu’ya dair var olan tüm düşünme mekanizmalarını ve sessiz ihtiyatları kapsayan, üreten ve kapalı referans sistemiyle kendi kendini besleyen yaygın bir kültürel sahadır. Oryantalizmi bir söylem ve iktidar ilişkisi olarak yeniden tanımlama yoluna giden Said, “Eski Yunan’dan itibaren

Batı’nın Doğu hakkındaki tüm bilgisinin ve bu bilginin temsilinin çarpık, eksik ve yanlış algılamalara dayandığını”71 iddia etti. O’na göre;

“Böylesine kapsamlı ve uzun soluklu bir yanlışlığı mümkün kılan oryantalizm, her zaman Batı’yı yücelten, üstünlüğünü yinelen ve Doğu’yla kurulan her tür (düşünsel ve eylemsel) ilişkiyi belirleyen ve sonuçta Batı’nın Doğu üzerindeki hakimiyetini pekiştiren bir söylemdir.”72

Oryantalizm, Aydınlanma çağı sonrası Batı Avrupalı beyaz adamın, Doğu halkları ve kültürüne yönelik dışarıdan, ‘öteki’leştirici, değilleyici ve önyargı dolu yorumlarına işaret etmektedir O, tüm düşünce ve araştırma alanı tarafından ifade edilen Doğu imajıdır. Oryantalist ideolojinin temelinde yatan asıl unsur, Doğunun

Oryantalizm: Yakın ve Uzak Doğu toplum ve kültürleri, dilleri ve halklarının incelendiği Batı kökenli ve

Batı merkezli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad. 19. yüzyıl ortasında özellikle de Fransız yazar Theophile Gautier’nin yazılarıyla, bu kavram Doğu dünyasını konu alan bir resim türü için kullanılmaya başlamıştır. (Bkz. Aslı Çırakman, Oryantalizmin Doğu’su ve Oryantalist Bilgi, 77 s.)

71

Edward Said, , Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları, Çev: Berna Ünler, Metis Yayınları, İstanbul, 2001, 19 s.

72

Aslı Çırakman, Oryantalizmin Doğu’su ve Oryantalist Bilgi, Toplumsal Tarih Dergisi, Kasım 2003, İstanbul, 78 s.

keşfedilecek, zapt edilecek, betimlenecek ve çeşitli amaçlara hizmet edecek biçimde söylemleştirecek bir nesne olarak yeniden tanımlanmasıdır. Böylece Batı Doğuyu nesneleştirip, her türlü sömürüsünü meşru kılmak için gerekli zemini yaratır, kılıf ya da kılıflar hazırlar. Sonuçta “Doğu, Edward Said’in son derece inandırıcı bir şekilde

gösterdiği gibi, Batılı muhayyilenin (imgelemin) uydurmasından başka bir şey değildir”.73

“Doğu yalnızca Batı'nın coğrafi komşusu değil, aynı zamanda en büyük, en zengin, en eski sömürgesidir. Dil ve uygarlıklarının kaynağı, kültürel rakibi, `kendinden başka'nın, yani `öteki'nin en derin ve ısrarlı simgesidir. Şarkiyatçılık ya da `oryantalizm', Doğu'nun Batı tarafından, Batı'nın kültürel ve ideolojik kurumları, bu kurumların dili ve doktrinleri, kısaca Batı anlatıları yoluyla temsil edilmesidir. Bu temsilde Doğu suskundur.”74

Said’e göre oryantalist düşünürler birbirini destekleyen üçlü bir eğilimle hareket etmişlerdir. Gizil (latent) oryantalizm Batı’nın Doğu’ya üstün olduğunu varsayımsal düzeyde vurgulayıp, ırkçı ve cinsiyetçi önyargıları beslerken; açık (manifest) oryantalizm ise gizil oryantalizmin varsayımlarını bilimsel önermeler ve kuramlar olarak yeniden dolaşıma sokmuştur. Bu iki alanı kapsayan modern oryantalizm ise Batı’nın Doğu üzerinde kurduğu kültürel ve siyasal hegemonyasını ve hakimiyetini temsil eder. Emperyalizme ve sömürgeciliğe düşünsel ve ahlaki taban oluşturan oryantalizmin Doğu’su, Batılıların yarattığı karşı bir imgedir. Batı çağlar boyunca Doğu’yu en köklü ve belirgin ‘öteki’ olarak tanımlamış ve bunu destekleyen kurumlar, sözcük hazneleri, araştırmalar, doktrinler ve sömürge bürokrasileri aracılığıyla bu durumu kurumsallaştırmıştır. Said’e göre, “oryantalist

söylem, Doğu’yu anlatan metinler aracılığıyla ortaya çıkar ve bilgi-iktidar ilişkisine yön verir: çünkü bu metinler sadece Doğu hakkındaki bilgiyi değil Doğu gerçekliğini yani Doğu’nun kendisini de yaratırlar.”75

Doğu’nun bilgisi, her zaman Batı’nın egemen konumunu beslememiştir. Doğu’yla kültürel ve siyasal etkileşim Batı’nın kendini tanımasına ve yeniden tanımlamasına da katkıda bulunmuştur. Yine Doğu, Batı’nın olumsuz ötekisi olarak,

73

Richard Leppert, Sanatta Anlamın Görüntüsü, İmgelerin Toplumsal İşlevi, Ayrıntı yayınları, İstanbul, 2002, 261 s.

74

Edward Said, , Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları, Çev: Berna Ünler, Metis Yayınları, İstanbul, 2001, 13 s.

75

Edward Said, , Şarkiyatçılık, Batı’nın Şark Anlayışları, Çev: Berna Ünler, Metis Yayınları, İstanbul, 2001, 201 s.

Batı’ya göre geride ve aşağı konumda değerlendirilmişse de, aynı zamanda çeşitli Doğu imgeleri (Sufizm, Budizm, Taoizm, Hinduizm ve Konfüçyüsçülük), Batı uygarlığını kuran, özeleştiriye açan ve sorgulayan bakış açılarına da hayat vermiştir. Schopenhauer ve Nietzche gibi Batılı filozoflar Doğu düşüncesinden etkilenmiş, belli düşünsel temaları Batı felsefesine taşımışlardır.

1771’de Avesta’nın Latinceye çevrilip yayınlanmasıyla ilk defa, Hristiyan ve klasik Yunan geleneklerinden apayrı bir bakış açısıyla yazılmış olan bir Doğu kaynağı Batı’da gün yüzüne çıkabilmiştir. Raymond Schwab bu gelişmeyi, “1771’den

sonra dünya tamamen yuvarlak oldu, düşünsel haritanın yarısı artık boş değildi”76

diye niteler. Böylece ‘özgün ve biricik’ olduğuna inanan Batı uygarlığı, kendini bir uygarlıklar denizinde boğulurken görüyordu. 19. yüzyılda yaşanan kapsamlı bir zihniyet dönüşümü ve karşılaştırmalı çalışmalardan sonra ise Batı’nın mutlak ve değişmez doğruları çözülmeye ve dağılmaya başlamıştır.

1980’lerin başında Said’in kitabı üzerinde tartışmalar sürerken, Avrupa ve Amerika’daki müzeler ve sergi salonlarında oryantalist resim ekolünü konu alan bir dizi sergi düzenleniyordu. Burada ilginç olan, sergileri tasarlayan ve katalog metinlerini yazanların bu yeni eleştirel açılım ve tartışmalara kayıtsız kalarak tıpkı 19. yüzyıldaki selefleri gibi bu resimleri salt estetik ölçütlerle değerlendirmekte ısrar etmeleriydi. (Resim 5-6) Bu vahim aymazlığa ilk dikkat çeken “Muhayyel Doğu” adlı çalışmasıyla Linda Nochlin oldu:

“Doğu, tüm masalsılığı, kadınsılığı, sefahati ve davetkar şehvetiyle Avrupa burjuvazisinin sadece dışarıdan (iştahla) gözlediği, kendi medeniyet ve adabımuaşeret sınırlarının ötesinde yuvalanmış türlü bedensel arzularını yansıttığı bir karşıt dünya olarak kendi mahremiyeti içinde sunulmalıydı. Batılı roman ve seyahatnamelerde olduğu gibi oryantalist resimlerde de Doğu, ataleti, barbarlığı ve cehaletiyle düzeltilmeye ve temsil edilmeye muhtaç (zira o kendini ifade etmekten acizdir) karanlık bir bölge olarak genelleştiriliyor, bu sayede de sömürgeleştirme hareketinin meşrulaştırıcı zemini pekiştiriliyordu. Oryantalist resim müdahaleci ve yayılmacı Avrupa ideolojisinin yalnızca yansıtıldığı ve cisimleştirildiği bir sanat değil, bizzat üretildiği ve idame edildiği bir temsil alanıdır.”77

Avesta: Antik mezopotamya dini olan Zerdüştçülük’ün kutsal kitabı. (Bkz. Orhan Hançerlioğlu, Dünya

İnançlar Sözlüğü, 67 s.)

76

Raymond Schwab, The Oriental Renaissance, Columbia University Pres, New York, 1984, 6 s.

77

Resim 5: Jean Dominique İngres, “Türk Hamamı”, 108x108 cm,1862, Yağlıboya, Louvre Müzesi. Resim 6: Jean Gerome, “Esir Pazarı” , 84.8x63.5 cm., 1861, Yağlıboya.

Oryantalizm bilimden edebiyata, tiyatrodan müziğe kadar çok geniş bir olgudur. Resmin yanı sıra mimarlık ve mobilya gibi uygulamalı sanatların birçok alanında da etkili olmuş, Doğunun dekoratif motifleri ile biçimlerinin benimsenmesi olarak kendini göstermiştir.

Oryantalist resim akımı 1798’de Napolyon’un Mısır seferiyle başlayan ve 1914’de I. Dünya savaşı ile son bulan bir dönemi temsil eder. Oryantalist resimler 19. yüzyıl başlarında büyük ölçüde düş ürünüydü, ama yüzyılın ilerlemesiyle Doğu daha yakından tanınmış ve sanatçılar düş gücüne dayanan ilk Oryantalist resimlere oranla daha gerçekçi çalışmalara başlamışlardır. Bu arada gerek Doğuya giden, gerek gitmediği halde Oryantalist konulu resimler yapan sanatçıların en önemli esin ve bilgi kaynağı edebi yapıtlar olmuştur. Lord Byron’un Türk epikleri, Thomas Moore’un Hint romansı ‘Lalla Rookh’, Gustave Flaubert’im ‘Salambo’su, Victor Hugo’nun ‘Doğulular’ gibi roman türündeki yapıtları sayılabilir. Ayrıca, Chateaubriand, Gautier, Lamartin ve Gerard de Nerval gibi yazar ve şairlerin gezi anıları etkili oluştur. Oryantalist konulu resimler 19. yüzyıl boyunca Paris’teki Salon sergileri, Londra’daki Kraliyet Akademisi gibi resim kurumları ve bazı özel galeri sahipleri çabalarıyla uluslar arası sergilerin ve baskı albümlerinin yaygınlaşmasıyla bütün Avrupa ve Amerika hatta Yakındoğu ülkelerinde aranmaya başlanmıştır.

Batılı roman ve seyahatnamelerde olduğu gibi oryantalist resimlerde de Doğu, ataleti, barbarlığı ve cehaletiyle düzeltilmeye ve temsil edilmeye muhtaç (zira o kendini ifade etmekten acizdir) karanlık bir bölge olarak genelleştiriliyor, bu sayede de sömürgeleştirme hareketinin meşrulaştırıcı zemini pekiştiriliyordu. Oryantalist resim müdahaleci ve yayılmacı Avrupa ideolojisinin yalnızca yansıtıldığı ve cisimleştirildiği bir sanat değil, bizzat üretildiği ve idame edildiği bir temsil alanıdır.