• Sonuç bulunamadı

Bankacılık Sektöründeki Kadın Yöneticilerin Kariyer Sorunları

BÖLÜM 4: KADIN YÖNETİCİLERİN KARİYER SORUNLARI 4.1 Kadının Üst Yönetimdeki Mevcut Durumu

4.1.2 Bankacılık Sektöründeki Kadın Yöneticilerin Kariyer Sorunları

T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, bir büyük kamu bankası ve birer tane orta ve küçük ölçekli özel bankada, bankacılık sektöründe cinsiyete dayalı ayrımcılığın olup olmadığı; varsa hangi alan ve boyutlarda ayrımcılık yapıldığıyla ilgili bir araştırma yapmıştır. Araştırma sonucunda, KSSGM 2000 yılında “Bankacılık Sektöründe Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık” adı altında bir kitap yayınlamıştır. Bu bölümde, yapılmış olan araştırma sonucunda, bankada çalışan kadın ve yöneticilerin kariyerleri boyunca yaşamış oldukları sorunlar incelenecektir.

Bankacılık sektörü, kadınların yoğun olarak çalıştığı ve her geçen gün de oransal olarak sayılarının arttığı sektörlerin başında gelmektedir. Bankacılık sektöründe kadın çalışanın daha fazla olması, bu sektörde yerine getirilen işlerin kadın işi olarak tanımlanmasından ve erkeklerin bankada çalışmayı sadece yönetici olmak koşuluyla istemelerinden kaynaklanmaktadır. Yapılan araştırmalar sonucu, bankacılık işyerlerinde çalışan kadın sayısı arttıkça, yönetim kademelerinde yer alan kadınların oranlarının da

kadınların oranı daha yüksek görülmektedir. Bu durumu, özel bankaların çağdaşlaşmışlık düzeylerinin daha yüksek olmasıyla açıklayabiliriz.

Bankacılık sektöründe cinsiyete dayalı ayrımcılık konusunda en dikkati çeken nokta, kadın çalışanların yönetim kademelerinin üst noktalarına yükselememesidir. Bunun nedeni, kadının algılanmasından, örgüt kültüründen ve toplumun genel yapısından kaynaklanmaktadır.

Araştırma sonuçlarına göre, kadının kendine bakışı ve toplumun kadına bakışı noktasında kadınlar, genelde olduğu gibi, çalışma yaşamında da farklı bir kategori olarak algılanmaktadır. Genel olarak erkeklerin asıl olmaları gereken yer “işyeri”; kadınlarınki ise “ev ve aile” olarak kabul edilmekte ve kadının çalışması ikincil sayılmaktadır. Kadınlar iş hayatına girdiklerinde, ev hizmetlerinin uzantısı gibi görülen (eğitim, sağlık, giyim gibi) işlerde çalışmaları uygun görülmektedir. Çalışan kadınların “ev kadınlığı” kimliğini üzerlerinden atamamaları da, onların belli kalıplarla değerlendirilmelerini kolaylaştırmaktadır.

Kadınların eve ve çocuğa ilişkin sorumluluklarında erkeğe göre aşırı yük yüklenmiş olmaları ve bu sorumlulukları devredememeleri; onları işyerlerinde somut olumsuz sonuçlarla karşı karşıya getirmektedir. Kadınların “çocuk bakımı” konusunda geleneksel rol dağılımını meşru görmeleri, onların daha eşitlikçi ve paylaşmacı bir yapıya ulaşmaları önünde en önemli engeli oluşturmaktadır.

Kadınların genel anlamda çalışma yaşamında algılanmaları, kadınların eğitimlerine, buna bağlı olarak sahip oldukları niteliklere, işyerindeki pozisyonlarına ve toplumsallaşma süreçlerine bağlı olarak farklılık göstermektedir. Eğitim düzeyi yükselen kadın, toplumsallaşma süreci içinde geleneksel yapının etkilerinden belli ölçülerde kendisini kurtarma fırsatı bulmaktadır. Buna ek olarak, eğitim etmeni işgücünün niteliğini yükseltmede ve çalışanı işine güdülemede önemli bir rol oynamaktadır.

Nitelikli kadın işgücünün, örgütün taleplerine ayak uydurması göreceli olarak daha kolay olmaktayken; gerekli alt yapıya sahip olmayan niteliksiz kadın işgücü, örgütün istemlerine yanıt vermede daha zorlanmaktadır. Eşitlikçi yapıda bulunan kadın çalışanlar, diğerlerine nazaran, eğitim ve gelir düzeyleri yüksek ailelerden gelmekte ve

toplumsal arka planları itibariyle meslek rollerini ön plana çıkarabilen, eğitimli, dolayısıyla nitelikli, genç, mesleğinde ilerlemeyi düşünen kadınlar olmaktadır.

Kadın çalışanların, evi ile işi arasında sıkışıp kalmasında, kendilerinin olduğu kadar kocalarının da geleneksel veya eşitlikçi yapıda olmaları önem taşımaktadır. Erkek çalışanlar, iş dışındaki sorumlulukları kadınlarla paylaşmaya yatkın görülmemektedir. Bu durumda kadınlar, ailelerinin eğitimi ve gelir düzeyi yüksek olduğu taktirde, eve ve çocuğa ilişkin sorumluluklarını başkalarına aktarabilmekte; düşük nitelikli kadın çalışanlar ise, çocuk bakımı konusunda genelde aile büyükleri ve akrabaların desteğini almaktadır.

Bankacılık sektöründeki kadınları, çalışma yaşamında erkek çalışanlardan kategorik olarak ayıran başka bir konu da bekar, evli ve çocuklu olma durumlarıdır. Genel olarak, bekar kadın çalışanların çalışma yaşamında daha verimli ve avantajlı oldukları yolunda değerlendirmeler yapılmaktadır.

Bankalarda cinsiyet ayrımcılığının en göze batan noktası, kadınların üst kademelere kadar yükselememelerinin olgusal düzeyde saptanmış olmasıdır. Örgütte kadınların üst kademelere gelebilmelerinin önünde, “cam tavan”lar bulunmaktadır. Ayrıca kadınların uzun yıllar müfettiş olamaması, kadınların yönetim kademelerinde çok az görülmeleri sonucunu doğurmuştur. Çünkü bankacılıkta müfettişlik deneyimi, meslekte yükselmekte çok önemli bir etkiye sahiptir.

Bankacılık sektörünü incelediğimizde, yönetimde “erkek bakış açısı”nın egemen olduğu görülmektedir. Ancak bu kademelerde, şu an kadınların bulunmadığı ve bu konuda bir “model” oluşmadığı için, kadınların üst yönetim kademelerine gelmeleriyle bir “kadın bakış açısı”nın kendini ortaya koyup koyamayacağı konusunda bir fikir henüz oluşmamıştır. Kadınlarla ilgili bir başka dezavantajlı durum, özellikle kamu bankalarında olmak üzere, genel siyasi yapı içerisinde işleyen torpil mekanizmasının erkeklerin lehine sonuçlar doğuran bir yapıda olmasıdır.

Örgüt kültüründe, geleneksel yapıdan çağdaş yapıya doğru gittikçe ayrımcılık farklılaşmakta; görünüş biçimleri değişmekte; ayrımcılık açık seçik görünür olmaktan uzaklaşmaktadır. Bankacılık sektöründe kamu veya özel olmanın, daha büyük veya

çıkan işlev değişikliklerine uyumun ve aynı zamanda yeni teknolojileri kullanmanın örgüt kültüründe çağdaşlık ölçütü olarak alınmaktadır. Örgüt içinde bulunan birimlerin, özellikle yerine getirdiği işlevlerin bankacılık sektöründe eski veya yeni tanımlanmış işlevler olmasının aynı banka içindeki birimleri çağdaşlık ve geleneksellik bakımından belli ölçüde farklı kıldığı da söylenebilir.

Ayrımcılığa zemin bırakmayan çağdaş örgüt kültüründe, örgüt yapısı içinde yer alma ve meslekte ilerleme koşulları açıkça belirlenmekte ve performansa dayalı işgücü değerlendirmesi yapılmaktadır. Ancak kadın çalışanların özel yaşamlarında üstlendikleri aşırı sorumlulukların hem örgüt, hem de kadın çalışan tarafından görmezden gelinmesi; kadının rol çatışmasına girmesine, kendisini baskı altına almasına ve uzun dönemde yıpranmasına neden olmaktadır. Çağdaş örgüt kültürü, kadının çalışma yaşamında başarılı olmasını; yetiştirilme tarzı, çocuğunun olmaması ve kocasının anlayışlı olması gibi kadının kendi denetimi dışında tanımlanmış koşullara bağlamaktadır.

Erkekler başarılı kadın çalışanı istisna olarak görerek, genelde kadınları kendileri için rakip görmemektedir. Kadın çalışanlar aynı nitelikteki erkek çalışanlarla karşılaştırıldığında, erkekler örgüt içinde daha avantajlı duruma sahip olduğu görülmektedir. Yönetici konumuna gelmekte, kadınlar daha fazla çalışmak ve daha uzun süre beklemek durumunda kalmaktadır. Ayrıca erkekler kadınlar için neyin doğru, neyin yanlış olduğunu; kadınların neyi yapıp yapmayacakları konusunda rahatlıkla görüşlerini ifade etmektedir. Bunun nedeni, erkeklerin kadınları çalışma hayatında ikincil bir olgu olarak değerlendirmesi ve kadını, kendisini asıl olarak evi bağlamında tanımlaması gerektiği beklentisinde olmalarıdır (KSSGM, 2000b: 131/140).

Ayrıca yapılan başka bir araştırmada, bankacılık sektöründe çocuğu olan kadınların çalışma yaşamını düzenlemede çok önemli bir yere sahip olan kreşlerin yok denecek kadar az olduğu ortaya çıkmıştır. “İş yerinizde kreş var mı?” sorusuna, deneklerin %93,3’ü hayır cevabını vermiştir. Aynı araştırmada, banka şirket yöneticilerinin işletmelerinde çalışan kadınların hangi özelliklere sahip olması gerektiği sorusu sorulmuştur. Yöneticiler, kadınların yabancı dil biliyor olmaları, üniversite eğitimi almış olmaları, deneyim ve iyi referanslarının bulunması, sorumluluk ve insiyatif sahibi olmaları, sorunları çözebilme yeteneğine sahip ve ekip çalışmasına açık kişiler olmaları gerektiği üzerinde durmuştur (KSSGM, 2000a: 50/56).