• Sonuç bulunamadı

“İnsan, ateşte yanmak, yüksekten düşmek ve benzeri seçim yapması imkânsız olan zaruri eylemleri gerektiren temel unsurlardan/ustukuslardan oluşmuştur. İnsanın bitkilerle irtibatı da bir yönden olup, burada da kesinlikle seçim yapamadığı hissetme gibi eylemler ona yüklenir”. (s. 34)

İbn Bacce ise aslında şöyle demekte:

“Şu halde insana, (dört) unsurdan oluştuğu için, haklarında ihtiyarı olmayan –tıpkı yukarıdan düşmek, ateşle yanmak cinsinden- zorunlu fiiller ilişir. (İnsan)ın canlı (hayy) ile sadece bir cihetten ortaklığından –ki bu bitki (ile ortaklığı)dır- aynı şekilde kendisine, haklarında ihtiyarı asla olmayan –tıpkı duyumlama (ihsas)- gibi fiiller eklenir”.

Galiba mütercimler, buraya rast geldiklerinde İbn Bacce’nin “hayy” kelimesi ile “bitki” kelimesini müradif kullandığını sandılar. Bu nedenle yukarıdaki hataları işlediler. Ayrıca burada da İbn Bacce’nin özellikle yazdığı

“hayy” kelimesini, hiç acımadan ibareden söküp attılar! Oysa çok yanılmaktadırlar. Çünkü İbn Bacce, ‘insan’ın, türü olduğu “canlı” cinsi ile asgarî ortaklığının, ‘nefs’in “bitki”de bulunan özellikleriyle olduğunu söylüyor.

Bunu zaten yukarıda da söylemişti. Üstelik hayvan ile birlikte. Fakat yukarıda İbn Bacce’nin ne dediğini tam anlamayan mütercimler, ortalığı kırıp dökmeye devam ediyorlar.

İbn Bacce, ‘insanın bitkilerle irtibatı bir yöndendir’ falan demiyor. ‘İnsan’ ile ‘canlı’nın tek bir yönden ortaklığı, -doğal olarak- ‘bitki’ ile ortaklığıdır, diyor. İki yönden ortaklığı ise ‘bitki’ ve ‘hayvan’ ile ortaklığı olacaktır.

Anlamak çok mu güç? İbn Bacce’nin söylediği ile onun adına söylenenler arasındaki büyük farklar meydanda.

Çünkü yurtlandırıcı mütercimler ilm-i mantıktan, içlem-kaplam mevzuundan haberdar değil.

9. İbn Bacce şöyle diyor:

“İnsanî eylemler; gayenin sadece cismani suretin kendilerinde var olmasıdır ve yeme, içme, örtünme ve ikamet etme gibidir. Bunlardan zaruri olanları ortaktır. Zaruri olana ilave edilen, koku ve yeme sınıflarında titiz davranmak gibi şeylerdir. Özetle bundan talep edilen sadece lezzettir. Bu salt cismani bir şeydir”. (s. 68) Noktalı virgülü ben koymadım; olduğu gibi aktarıyorum sadece. Şimdi mütercimlerin ne dediğine tekrar bakalım: “İnsani eylemler; gayenin sadece cismani suretin kendilerinde var olmasıdır”. Hay maşallah! Ne anladınız? Aşağı yukarı şöyle bir şey; biz insanlara ait olan eylemler, -herhalde fiillerimizdeki- gayenin, cismani suretin kendilerinde var olmasıdır. Eğer bir işi yaparken gayeniz, cismani suretin kendilerinde varsa, o zaman yaptığınız insanî bir eylem! İyi ama cismani suret tekil, o halde cismani suretin –çoğul olarak- nasıl

‘kendilerinde’ var olabilir? O zaman ‘kendilerinde’ derken cümledeki yegâne çoğul olan fiillere müracaat gerekli; bu durumda anlam şöyle oluyor: insani eylemler, gayenin sadece cismani suretin, kendilerinde (yani insani fiilerde) var olmasıdır. Kısacası bir eylem yapıyorsanız, gayeniz, sadece cismani suretin yaptığınız eylemde bulunması ise, işte o zaman insani bir eylem yapmış oluyorsunuz. İyi de bunların yeme içmeyle nasıl bir alakası var? Hasbunallah ve ni’me’l-vekil! İbn Bacce’nin ne dediğini anlayabilen var mı? Bu arada, insani fiillerin örneklerini de unutmayalım: insani eylemler, gayenin şöyle şöyle olmasıdır ve yeme, içme, örtünme ve ikamet etme gibidir. Lakin yine unutmayın, -zaten hepsi insanın zaruri ihtiyaçları olan- bu fiillerden ‘zaruri’

olanları ‘ortak’tır. Öyleyse zaruri olmayanları herhalde ortak değildir! İyi de bunların hepsi, insan için en azından asgari bir düzeyde zaruridir! Her neyse, bu saçmalıklarla daha fazla uğraşmadan İbn Bacce’nin katledilmezden önceki ibaresini okumaya çalışalım:

“İnsanî fiiller, ya –yeme, içme, giyinme ve barınma gibi- kendilerinin (yapılmasındaki) gaye, sadece cismani suretin (beden) varlığı(nı sürdürme)dir ki, bunlardan zaruri olan, (insanlarda) ortak olanlardır. Yiyecek ve güzel

koku (rayiha) çeşitlerinde seçicilik ve -kısacası kendisinden sadece lezzetlenme istenen (iş)ler- gibi, (bu fiilerde) zaruri olandan daha ziyadesi dahi sırf cismanîdir”.

Söylenecek çok fazla şey olduğu için, “immâ” edatını görmeyen, zamirlerin neyi nasıl işaret ettiğini kavramayan mütercimlerin, tercüme diye otaya koydukları saçmalığı gramer yönünden tahlile gerek duymuyorum ve devam ediyorum.

10. İbn Bacce şöyle diyor:

ﻰﻓ لﻮﻘﻨﺳو ﺔﻘطﺎﻨﻟا ﻰﻓ لﻮﻘﻟا ﻰﻓ ﺔّﺴﺨﻟاو فﺮﺸﻟا ﻰﻓ ﺐھاﻮﻤﻟا هﺬھ ﺐﯿﺗﺮﺗ M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Bu mevhibelerin yücelik ve alçaklık bakımından sıralanmasını düşüncedeki/natıka söz olarak anlatacağız”. (86) Kıdemli profesör ve yurtlandırıcı mütercimlerin, son derece basit bir ibareyi dahi ne hale getirdiklerini açıkça gösteren bu kabil onlarca örnekten biri daha karşımızda duruyor. İbn Bacce adına söylenen cümleyi lütfen bir daha okuyun: “Düşüncedeki söz olarak anlatacağız” ne demektir?! ‘Düşünce’ iç konuşma, ‘konuşma’ ise dış düşünmedir. Zaten bu nedenle, her iki anlamı verdiği için ‘nutk’, ‘nâtıka’ ve ‘mantık’ diyoruz! Böyle bir saçmalık, nasıl İbn Bacce’ye izafe edilebilir? Bu cinayete kurban gitmezden önceki İbn Bacce’nin ibaresi ise aslında çok basit biçimde şöyle demektedir:

“Nâtıka hakkındaki bahiste (kavl), bu mevhibelerin üstünlük ve aşağılıkça tertibi hakkında konuşacağız”.

Görüldüğü gibi, yurtlandırıcı, dünyanın büyük zekâlarıyla yolda/ş mütercimler, bir türlü İbn Bacce ile yoldaş olamamaktalar. Zira kavramları anlayamıyorlar. Heyhat, heyhat!

11. İbn Bacce şöyle diyor:

ﺒﻄﻟا ﺎﻣاو ﯿ ءﺎﺑﻵا فﺮﺷ ﻞﺜﻣ ﮫﯿﻓ ﺔﯿﻧﺎﺣوﺮﻟا ىﺬﻟ رﺎﯿﺘﺧا ﻻ ىﺬﻟا ىروﺮﻀﻟا ىﺮﺠﻣ ىﺮﺠﯾو ضﺮﻌﻟﺎﺑ [ﺎﻣ] ﺎﮭﻨﻤﻓ ﺔﯿﻌ M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Tabiata gelince arazla olup zaruri mecrasında devam eden ve ataların şerefi gibi kendisinde ruhanilik olanı seçme imkânı olmayandır”. (s. 86)

Bakınız bu cümle, bir önceki cümlenin devamı. Aralarında başka bir ibare yok. İbn Bacce, mevhibelerden yani insana, kendi iradesi dışında takdir-i ilahiden verilen nimetlerden bahsediyordu. Manzara birden, değişti ve hemen ardından bu cümleyle karşılaştık.

Mütercimlerin dediğine göre, tabiata gelince, tabiat; ‘arazla olup zaruri mecrasında devam eden’ bir şey ve ayrıca ‘ataların şerefi gibi kendisinde ruhanilik olanı seçme imkânı olmayan’dır. İşte tabiat bu iki şartın mecmuudur. Bravo! Oysa biz tabiatı başka bilirdik.

Hâlbuki İbn Bacce çok basit ve açık olarak şöyle demektedir:

“Tabii olan (mevhibe)lere gelince, bunlardan bir kısmı ilineksel (bilaraz) olmasına rağmen, (kişinin) atalarının şeref(li olmas)ı gibi, ruhaniyet sahibinin, hakkında seçimi (ihtiyar) olmayan zaruri konumundadır”.

İki çeviri arasındaki fark, mütercimlerin cinayetlerini ortaya sermeye kâfi; ‘tabii’, ‘tabiat’ olarak katledilmiş;

ardından da çok yanlış anladıkları ibareyi, başlamışlar yurtlandırmaya! Mütercimler, Arapça klasik felsefe metinlerinde sıkça gördüğümüz ‘yecrî mecrâ’ terkibinin ne anlama geldiğini de bilmiyorlar. Çünkü klasik felsefe metinleriyle alakaları, maşallah, işte bu kadardır.

12. İbn Bacce şöyle diyor:

نﻮﻜﯾ ﺎﻣ ﺎﮭﻨﻣ ﺔﯿﻧﺎﺴﻧﻹا لﺎﻌﻓﻷا ﻞﻛ

ﺰﺟ ﺑ ﺎﮭﻨﻣ ء ءﺎﺸﯾ ﺚﯿﺣ ﻒﻘﯾ نأ نﺎﺴﻧﻺﻟ ﻦﻜﻤﯾ ﻚﻟﺬﻟو ،رﺎﯿﺘﺧﺎ هﺬھ ﻞﻛﺎﺷ ﺎﻣو ﺔﻓﺎﻜﺴﻟاو ،ﺔﻛﺎﯿﺤﻟﺎﻛ ؛ﻞﻌﻔﻟا ﻚﻟذ ﻦﻣ

.ﻊﺋﺎﻨﺼﻟا M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Onlardan insani fiillere gelince, bunların her bir parçası seçimle gerçekleşir. Dolayısıyla dokumacılık, ayakkabıcılık gibi fiillerden hangisini gerçekleştirmek isterse insanın onu yapması mümkün olur”. (s. 64) Şimdi, yine baştan yanlış anlaşıldığı için, anlamı Quasimodo’ya dönmüş sayfalardan bir diğerindeyiz. İyice anlamak için bir kez daha tekrar edelim: Mütercimlerin aktardığına göre, -artık her ne iseler- onlardan insani fiillere gelince, bunların her bir parçası da seçimle gerçekleşmektedir. İşte bu yüzden de insan, dokumacılık ve ayakkabıcılık gibi fiillerden hangisini gerçekleştirmek isterse, onu yapması da mümkün olmaktadır.

Maşallah! Bu cümle de İbn Bacce’ye değil, İslam felsefesinin yüce üstat akademisyenleri olan mütercimlere aittir. Zira İbn Bacce şöyle demektedir:

“İnsanî fiillerden bir kısmı, kendilerinin her bir parçası (cüz) ‘ihtiyar’ (seçme hürriyeti) ile olanlardır; işte bunun için insanın, bu (tür) –dokumacılık, ayakkabıcılık ve benzeri sanatlar gibi- fiillerde, dilediği yerde durması mümkündür”.

Şahsen benim, çevirilerinde böylesine onlarca özensiz ve ciddiyetsiz hatalar bulunan bir tercümeye de, bu çeviri skandalıyla övünen mütercimlerine de ilmî açıdan bir saygı beslemem imkânsız. Cümlede ne ‘onlardan insani fiillere’ ne de ‘gelince’ anlamını veren bir edat mevcut; bunlar, mütercimlerin katıştırmaları. Çünkü İbn Bacce, -teb’îz ifade eden ‘min’ harf-i cerrine bitişik ‘hâ’ zamirinin insani fiillere raci olduğunu idrak edemeyen- mütercimlerin zannettiğinin aksine, insanî fiillerin tamamının değil ancak bir kısmının, cüzlerinin tümü ‘ihtiyar’

ile gerçekleşen türden olduğunu söylüyor ve örneklerini veriyor. Bu arada sadece insanlarda bulunan ‘ihtiyar’ın özel anlamını kaçırmamak gerekir.

Mütercimlerin, sanki İbn Bacce meslek seçiminden bahsediyormuş gibi, insanın dokumacılık ve ayakkabıcılık gibi fiillerden hangisini gerçekleştirmek isterse, onu yapmasının mümkün olduğunu söylemeleri son derece yanlış. Zira mütercimler “haysu” edatının mekân zarfı olduğunu bilmiyorlar; belli ki, uzman editörleri tarafından da uyarılmamışlar. Mütercimler burada, ayette de geçen aynı kalıbı, “min haysu şi’tum” (dilediğinizden yerden) ibaresini de hatırlayamamışlar!

İbn Bacce, dokumacı ya da ayakkabıcının, işlediği fiili dilediği bir yerinde kesip bırakabileceğini, sonra da dilediğinde devam edebileceğini, bu durmanın fiile bir halel getirmeyeceğini söylüyor. Tabii İbn Bacce’nin ibaresinin işini daha başta resmen bitiren mütercimlerin çevirisi, İbn Bacce, insani fiilerin diğer kısımlarını saymaya başladığında, ipin ucunu baştan kaçırdıkları için resmen şirazeden çıkıyor!

13. İbn Bacce şöyle diyor:

ﺎﻣ ﺎﮭﻨﻣو أ ﺮﺜﻛأ رﺎﯿﺘﺧﻻا .ﺮﺧآ ءﻲﺸﻟ ﺎﮭﯿﻓ ﺔﯾﺎﻐﻟا نأ ﺮﯿﻏ ،ﺎﮭﺋاﺰﺟ

.ﺔﺣﻼﻔﻟاو ﺔﺣﻼﻤﻟﺎﻛ ،ﺔﻘطﺎﻧ ﺖﺴﯿﻟ ةﻮﻗ ﮫﯿﻓ ﮫﻛرﺎﺸﯾ ﺎﻣو M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Parçalarının birçoğunu seçmek bunlardandır. Ancak buradaki başka bir şey içindir. Ortak olan; gemicilik ve çiftçilikte olduğu gibi natık olmayan bir kuvvettir”. (s. 64)

Üstteki cümlenin devamı; insanın ‘durdurun bu cinayeti!’ diye haykırası geliyor. “Parçalarının birçoğunu seçmek bunlardandır” ne demek? Bunlar nedir? Ayakkabıcılık ve dokumacılık gibi fiillerden mi? Yoksa başka bir şeyden mi? “Ancak buradaki başka bir şey içindir” gibi bir cümle ne anlama gelmektedir? Mütercimlerin İbn Bacce adına söyledikleri anlaşılmaz cümleleri lütfen dikkatle okuyun ve İbn Bacce’nin söylediği ile –Allah için- bir mukayese edin. Doğru çeviri şöyle olmalı:

“(İnsanî fiiller)den bir kısmı da, çoğu parçası (cüz) ‘ihtiyar’ ile olanlardır; fakat bu (fiiller)deki gaye (kendinden) başka bir şey içindir ve bunu (yaparken) ‘natıka’ (düşünme) olmayan bir kuvvet kendisine iştirak eder; tıpkı gemicilik ve çiftçilik gibi”.

İbn Bacce’nin bahsettiği bu tür insani fiillerde, canının istediği gibi ‘parçalarının birçoğunu seçmek’ söz konusu değil; zaten ne olduğu hep belli olan parçalardan çoğunun, ihtiyar (seçme hürriyeti) ile gerçekleştiği fiiller söz konusu. Ayrıca büyük bir facia da şu: insani fiillerden bazıları, ‘parçalarının birçoğunu seçmek’ falan da değil!

Mütercimler ‘gaye’ kelimesini fark etmiyor; üst cümle geçen “bi-ihtiyârin” ifadesi sayesinde, sakıt olduğunu açıkça anladığımız ilsak “bâ”sını sezemiyorlar; neyin neye nasıl ortak olduğunu dikkate almıyorlar. Muhtemelen benim burada ne dediğimi de anlamayacak, itiraz etmeye kalkacaklar ama ne olursa olsun sonuçta anlam buhar olup uçuyor. Şu cümleye bakınız: “Ortak olan; gemicilik ve çiftçilikte olduğu gibi natık olmayan bir kuvvettir”.

Yahu iyi de “Yuşâriku” müteaddi bir fiil; mefulü nerede?! Ortak olan ‘natık olmayan bir kuvvet’ kime ortak?

Soruyorum: İbn Bacce’ye göre, tüm parçaları ihtiyar ile olan dokumacılık, ayakkabıcılık gibi fiiller ve çoğu parçası ihtiyar ile olup gayesi kendisinden başka bir şey olan, insana özgü natıkadan başka bir kuvvetin de kendi ihtiyarına iştiraki ile gerçekleşen gemicilik ve çiftçilik gibi fiiller arasındaki fark nedir? Bu soruya mütercimlerin çevirisinden bir cevap bulabilmek mümkün müdür? Mütercimlerin çevirisinden anlayan beri gelsin!

14. İbn Bacce şöyle diyor:

ﻺﻟ ﺪﺟﻮﯾ ﺎﻣ ﺎﮭﻨﻣو نأ ﮫﻟ ﺎﻣ ﻞﻌﻓ اذﺈﻓ ،هءﺪﺑ نﺎﺴﻧ

ﻞﻌﻔﯾ ﻞﻌﻔﻟا ﻰﻟﻮﺗ كﺮﺤﻣ

آ .دﻼﯾﻹﺎﻛ ،ﻞﻌﻔﻟا مﺎﻤﺗ ﻰﻟإ ﺮﺧ ﻦﻜﯾ ﻢﻟ ﻢﺣﺮﻟا ﻲﻓ ﻲﻨﻤﻟا نﺎﺴﻧﻹا ﻰﻘﻟأ اذإ ﮫﻧﺈﻓ

.ءﻲﺷ هﺮﻣأ ﻦﻣ ﻻو ﻦﯿﻨﺠﻟا نﻮﻛ هرﺎﯿﺘﺧا ﻦﻋ M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“İnsanda başlangıcından beri var olan bunlardandır. İnsan onun yapılmasıyla meşgul olursa, doğum gibi eylemin tamamlanmasına yönelik başka bir hareket ettirici eylemi üstlenir. İnsan menisini rahme bıraktığında, ne ceninin oluşması ne de ondan başka bir şeyin olması onun seçiminde değildir”. (s. 64)

Maşallah! Mütercimlerin İbn Bacce’ye atfettikleri “İnsan onun yapılmasıyla meşgul olursa, doğum gibi eylemin tamamlanmasına yönelik başka bir hareket ettirici eylemi üstlenir” ifadesine bakınız! Çeviri baştan sonra ağır hasarlı; ne dendiği tam anlaşılamıyor. Yorum yapmak bile çok zor!

İbn Bacce ise şöyle demektedir:

“(İnsani fillerden) bir kısmı ise başlangıcı kendisinden olanlardır; öyle ki, (insan) yapacağını yapınca, bu fiili, - fiil tamamlanıncaya dek- başka bir muharrik üstlenir. Tıpkı gebe bırakma (îlâd) gibi; nitekim insan, meniyi rahme attığında (artık) ne ceninin oluşması ne de ceninin işine (emr) dair herhangi bir şey, kendisinin ihtiyarından meydana gelmez”.

Mütercimler, ibareyi anlayamıyorlar ve doğrusu, anlamayı acaba ne kadar önemsiyorlar? Bu tür fiiller, insanda başlangıcından beri var olan fiiller değil! Dünyanın büyük zekâlarıyla yolda/ş mütercimlerin zekâsı, bizzat İbn Bacce’nin verdiği örneği anlayamıyor. Çok affedersiniz; ‘meniyi rahme bırakmak’ –yani cinsel aktivite- insanda başlangıcından beri var mıdır?! Siz buluğa ermek diye bir şey duymadınız mı? Tabii ki, alakası yok; İbn Bacce’nin dediği şu: Bu türden fiillerin başlangıcını, insanın yaptığı ve bitirdiği bir eylem oluşturuyor sadece.

Sonraki cümleyi anlamak zaten mümkün olmuyor. Ya da beni mazur görsünler benim anlayışımın çok ötesinde bir anlatım! İnsan kendinde –neye ait olduğunu anlayamadığımız bir şeyin- başlangıcından beri kendinde var olan bu tür bir fiille meşgul olduğunda, ‘doğum gibi’ eylemin tamamlanmasına yönelik başka bir muharrik, bu ne olduğunu anlayamadığımız ama ‘doğum gibi’ olan meçhul eylemin tamamlanmasını nasıl üstleniyor?!

İbn Bacce’nin ne dediği ortada. Bazı fiillerimiz var ki, biz bir şey yapıyoruz; ondan sonra tabii süreçte bu tür eylemlerimizin ancak başlangıcını oluşturduğu eylemler, başka muharriklerle devam ediyor, işliyor. Artık bıktım usandım; ama bu saçmalıklar karşısında yine ve ısrarla, mütercimlerin övündükleri üç yıllık zahmetli çeviri süreçlerini şiddetle kınıyorum. Bu arada “îlâd” bir kadından çocuk sahibi olmak manasına doğurtmak anlamına geliyor. Fakat İbn Bacce’nin cinsel döllemeden bahsettiği çok açık; dolayısıyla “gebe bırakmak” diye çevirdim;

başka tercihlere de itirazım yok.

Baştan sonra ağır kusurlu bu paragraftaki diğer cinayet, “ne ceninin oluşması ne de ondan başka bir şeyin olması” gibi bir çeviride de kendisini gösteriyor. Mütercimler İbn Bacce’yi de, İbn Bacce adına uydurdukları cümleleri de anlayamıyorlar. Saçmalıyorlar: Ne yani; dölleme başarıyla yapıldıktan sonra ceninden başka ne oluşabilir ki? Elma ya da armut mu?! İbn Bacce, “kevnu’l-cenîn” derken ceninin ilk meydana gelişini, ortaya çıkışı kastediyor. Oysa “min emrihî şey’un” derken ceninin devam edip ilerleyen eli, yüzü, organları vs. oluşum sürecini ifade ediyor. Zira cenin elbette bir defada olup bitmiyor, biyolojik süreç devam ediyor. Bunun için iş, olgu, şey manasına ‘emr’ kelimesini ‘iş’ diye çevirdim. Elbette bunlar, babanın hiçbir dahli olmayan biyolojik süreçlerdir. Mütercimler bunları anlıyorlar mı? Çevirilerine yansıtıyorlar mı? Tekrar edeyim; son üç örnek tek bir sayfadan; başka büyük hatalar da var ama artık ben sıkılıyorum, diğer bir sayfaya geçiyorum.

15. İbn Bacce şöyle diyor:

ﺪﺣﻮﺘﻤﻠﻟ ﺔﯾﺎﻏو ﺔﻗدﺎﺻ ﺖﻧﺎﻛ ﻮﻟ ذإ ﺎھﻮﻨظ ﻲﺘﻟا ﺔﯾﺎﻐﻟا هﺬھو .تاﺬﻟﺎﺑ ﻻ ضﺮﻌﻟﺎﺑ ﺎﮭﻛاردﺈﻓ

M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Onların zannettiği bu gaye, eğer doğrulanırsa ve mütevahhidin bir amacı olursa onun idraki bizzat değil araz yoluyla olur”. (s. 54)

Tercümenin istisnasız her sayfasında ve üstelik üçer beşer kez gördüğümüz son derece idraksiz, özensiz ve dolayısıyla yanlış çeviri örneklerinden biri daha karşımızda. Önce kendi çeviri teklifimi veriyorum:

“Onların (doğru) zannettikleri bu gaye, eğer mütevahhid için ‘doğru’ ve ‘gaye’ olsaydı, onun idraki bizzat değil, bi’l-araz/ilineksel olurdu”.

Görüldüğü gibi, müennes olan “gâye” ile uyum için müennes olarak “sâdıka” (doğru) şeklinde gelmiş olan kelime, mütercimlerin zannettiği gibi ‘doğrulanmak’ anlamına gelmiyor. Tabii mütercimler mantık terimi olan – gâye kelimesiyle uyumdan dolayı müennes gelmiş- “sâdıka” kelimesini -Allah’tan- “doğru/gerçek” diye çevirmedikleri için, ben yine de derin bir oh çekiyorum.

Bu cümle, ‘lev’ edatından kaynaklanmak üzere, tıpkı “lev kâne fîhimâ âlihetun illâ’llâhu le-fesedetâ” ayetindeki gibi “faraziye” manası ifade eder. Sayın Arapça editörleri yine ortada yok; yüce İslam felsefecilerini ikaz etmiyor. Dolayısıyla mütercimlerin yanlış anladığı gibi, söz konusu gaye –doğrulandığı takdirde- mütevahhidin bir amacı olur; ama ne var ki, onun idraki bizzat değil, araz yoluyladır, anlamına kesinlikle gelmiyor. İbn Bacce, böyle bir gayenin mütevahhid için –idraki zaten bizzat değil, bilaraz olacağından- ne ‘doğru’ ne de dolayısıyla

‘gaye’ olamayacağını söylüyor. Fakat mütercimler, İbn Bacce’nin, -tüm felasife gibi- bi’l-araz idraki çoktan eleyip kenara koyduğunun, hakikatin bilgisinin ancak bizzat olabileceğini gösterdiğinin farkında değiller!

16. İbn Bacce şöyle diyor:

ﻮھ ﺎﻣ ﻦظ ﺮﺧﻵاو عﻮﺿﻮﻤﻟا ﻚﻟذ ﻲﻓ ﺮﺜﻛﻷا ﻰﻠﻋ

عﻮﺿﻮﻤﻟا ﻲﻓ ﺎﻣإ ،ةﺮﺿﺎﺣ نﻮﻜﺗ ﻲﺘﻟا لاﻮﺣﻷا ﺐﺴﺤﺑ ،

ﻻو .ﮫﺑ ﻞﺼﺘﯾ ﺎﻤﯿﻓ ﺎﻣإو ﺎﻣإ ،ﺎﮭﺑ ﻖﻄﻨﯾ

.ﺎﮭﺗﺮﺜﻜﻟ وأ ،ﺎﮭﺿﻮﻤﻐﻟ M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Diğeri ise mevcut durumlara göre vaz edilmiş zandır. Bu ya bir konudadır ya da ona bileşik olan bir şeydedir.

Bunun hakkında ya kapalı olduğundan ya da çokluğundan dolayı konuşulamaz”. (s. 50)

Mütercimlerin ilm-i mantık müktesebatlarının ancak Arapçaya vukuflarıyla uyumlu olduğunu gösteren ve İbn Bacce’nin ibaresini mahveden bir başka örnek. Doğru çeviri şöyle olmalı:

“Diğeri ise belirli bir konuda, -ya bu konuda ya da bu konuya bitişmiş (muttasıl) olarak bulunan (hâzır) haller bakımından- çoğunluk üzere ‘zan’dır ki, (insan) bu (hal)leri -ya kapalılıkları ya da çokluklarından dolayı- düşünemez”.

Görüldüğü gibi İbn Bacce, mevcut durumlara göre vaz edilmiş bir zandan bahsetmiyor. Zaten cümlede ‘mevcut durumlar’ diye bir ifade yok; bunu çağrıştıracak bir iz de yok. Mütercimler “zâlike’l-mevzû’” (bu/belirli konu) ifadesini “mevcut durumlar” zannediyorlar; işin içinden çıkamadıkları için “alâ’l-ekser” zarf-ı mustakarrını görmezden gelip atlıyorlar. Mütercimlere soruyorum: Siz ne hakla İbn Bacce’nin ibaresinden kelimeleri atıyor, bilâ ivaz, kendi kafanızdan kelimeler sokuyorsunuz?

Ayrıca “muttasıl” bitişmiş demektir, mütercimlerin çevirdiği gibi “bileşik” (mürekkeb) değil. Şimdi burayı açıklamak için örnek de verilebilir ama ben konuya dönüp, mütercimlerin çeviri yanlışlarından örnek vermeyi tercih ediyorum. Bu arada hatırlatayım; şimdi verdiğim yanlış çeviri, Mütercimlerin Zerkâ’u’l-Yemâme ile Teebbata Şerran’ı Hıristiyan azizi yaptıkları sayfada bulunuyor. Başka büyük yanlışlar da var ama ben, daha ilginç örneklere geçiyorum.

17. İbn Bacce şöyle diyor:

.ﺎﮭﻠﻘﻌﯾ يﺬﻟا نﺎﺴﻧﻹا ﻰﻟإ ﺎﮭﺘﺒﺴﻧ ﻲھو .ﺔﺻﺎﺧ ةﺪﺣاو ﺔﺒﺴﻧ ﺎﮭﻟ ﺎﻤﻧإ ﺔﻣﺎﻌﻟا ﺔﯿﻧﺎﺣوﺮﻟا رﻮﺼﻟاو M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Genel ruhani suretler, tek bir özelliğe nispet edilir, o da akleden insana olan nispettir”. (s. 44)

İşte tüm çeviri sırasında karşımıza sık sık çıkan, mütercimlerin ne kadar özensiz, bilgisiz ve yetersiz olduğunu gösteren büyük facialardan biri daha karşımızda. Burada sadece İbn Bacce’nin ibaresi değil, mantık bilimi de cinayete kurban gidiyor. Hem de göz göre göre.

Şimdi sakince tekrar edelim ‘genel ruhani suretler’ tek bir özelliğe –metindeki kelime ile ‘hassa’ya- nispet ediliyor; bu ‘tek bir özelliğe’ nispet ise akleden insana nispettir. O halde genel ruhani suretlerin nispet edildiği o tek bir ‘özellik’ (hassa), ‘akleden insan’dır. Böylece -birinci cevher olan- insan, aklettiğinde bir özelliğe (hassa) dönüşmüş olmaktadır! Oysa hassa, gülmenin insana özgü olması gibi, sadece bir türe özgü olan arazdır. Demek ki insan da aklettiğinde böyle oluyormuş! Habbezâ min Mütercim!

Mütercimler, ne dediklerini, nasıl çevirdiklerini idrak edemiyorlar. O çok övündükleri, büyük emek verdikleri üç yıllık çeviri çalışmalarının sonucu kendilerine gösterilince de hayâ etmek yerine öfkelenip bin bir lakırdı ile tozu dumana katıyorlar. Fakat tabii ki İbn Bacce böyle dememektedir; mütercimlerin anlamadan, kavramadan aktardığından çok farklı olarak şöyle demektedir:

“Genel ruhahi suretler için tek bir özel (hassa) nispet vardır; o dahi bunları (ruhani suretleri) akleden insana nispetleridir”.

Ancak “ilgili şahıs”ların anlayacağı üzere, İbn Bacce, -mütercimlerin ne kadar aşina olduklarını gördüğümüz- mantık ilmi içinde konuşmaktadır. Dediği de şudur: Genel ruhani suretlere özel (hassa) olan tek nispet, kendilerini akleden/düşünmekte olan insana olan nispetleridir. Bu arada mütercimlerin zannettiği gibi, lalettayin bir akletme değil, genel ruhani suretlere dair akletme söz konusudur!

18. İbn Bacce şöyle diyor:

اﺬھ و.ﺔﯿھﺎﻨﺘﻣ (و) دﺪﻋ تاوذو ،ةدوﺪﺤﻣ ﺎﻀﯾأ ﻲھ ﻲﻠﻜﻟا ﻚﻟﺬﻟ ﺔﻋﻮﺿﻮﻣ ﻲھ ﻲﺘﻟاصﺎﺨﺷﻷا ﻲﻓ ﺪﺟﻮﺗ نأ ﺔﻌﻨﺘﻤﻣ ﻲھ ﻲﺘﻟا ءﺎﯿﺷﻷاو ةﺮﯿﺜﻛ ﻊﺿاﻮﻣ ﻰﻓ ﻦﯿﺒﺗ ﺪﻗ ﮫﻠﻛ M. Uyanık, A. Akyol çevirisi:

“Şahıslarda bulunması imkânsız şeyler, bu tümelde konu olanlardır, bundan dolayı tümel aynı zamanda sınırlı ve sonludur. Bunların tamamı birçok yerde açıklanmıştır”. (s. 134)

İtiraf etmeliyim ki, bu cümleyi ilk gördüğümde gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. İnanılmaz, kabul edilemez bir bilgisizlik örneği olan bu çeviri, başka birçok benzerleri gibi, sadece İbn Bâcce’nin ibaresini değil aynı zamanda mantık bilimini de imha etmektedir. Çünkü mütercimlerin haşin ellerine düşmüş İbn Bâcce aslında şöyle demektedir:

“Belirli bir tümelin konusu olan bireylerde (şahıs) var olması ‘zorunlulukla imkânsız’ (mümteni’) olan şeyler, aynı şekilde sınırlı (mahdud), sayılı ve sonludur. Bunun tamamı pek çok yerde açıklanmıştır”.

İbn Bacce bu meselenin birçok yerde açıklandığını söylüyor; haklı da. Öyleyse mütercimler bu kadar basit ve temel, birçok yerde açıklanmış bir şeyi anlatan bu ibareyi nasıl bu kadar yanlış çevirebiliyorlar?! Çünkü Arapçayı gerekli ölçüde bilmedikleri gibi, mantık da bilmiyorlar!

Dayanamayıp artık konuşacağım: Mantığın en temelinde, Kategoriler’in hemen girişinde gördüğümüz

Dayanamayıp artık konuşacağım: Mantığın en temelinde, Kategoriler’in hemen girişinde gördüğümüz

Benzer Belgeler