• Sonuç bulunamadı

Problems of Access and Practices of Resistances in Istanbul’s Food Banks

BAŞVURU SÜREÇLERİ

Gıda bankalarından yararlanmak isteyenler genelde önce gıda bankalarına gidiyorlar. Oysa yardım alabilmek için3 öncelikle kaymakamlığa bağlı sosyal yardım ve dayanışma vakfında gelir testi yaptırmaları ve haneye giren ve kişi başına yıllık geliri gösteren bir gelir belgesi almaları gerekiyor. Bu gelir belgesi, başvuru sahibinin T.C. kimlik numarasının veya yabancı kimlik numarasının Bütünleşik Sosyal Yardım Sistemi’ne (BSYS) girilerek kişinin ve resmî ikametgâhında beraber yaşadığı diğer kişilerin üzerine kayıtlı taşınabilir ve taşınamaz varlıkların listelenmesi suretiyle belirleniyor4. Eğer başvuru sahibi G0 kategorisindeyse – yani, hanedeki kişi başı gelir asgari ücretin 1/3ünün altındaysa (SGK 2019) – gıda bankalarından yardım alabiliyor. Bu süreçte, tabii kişinin başka herhangi bir sosyal yardım alıp almadığı yine kimlik veya yabancı numarasının Sosyal Yardım Bilgi Sistemi’ne (SOYBİS) girilmesi suretiyle kontrol ediliyor. Bununla amaç, mükerrer yardım alınmasını engellemektir.

Başvuru sürecinin gıda yardımını hak eden ve etmeyeni ayırmadaki başarısı başka bir yazının konusudur. Ancak, başvuru esnasında yapılan 1-2 varsayımın altını çizmekte yarar var. Bunlardan ilki, BSYS’deki kişisel varlık bilgilerinin ‘hatasız ve eksiksiz’ olduğu varsayımıdır. Başvuru yapanlar veri tabanındaki bilgilere itiraz edebilirler; ancak bu durumda itirazı desteklemek, doğru olduğunu iddia ettikleri yeni bilgiyi belgelemek ve veri tabanındaki kayıtları düzelttirmekle de yükümlüler. Tahmin edilebileceği gibi bu, bu oldukça zaman alıcı ve masraflı bir süreç; o nedenle de çoğu başvuru sahibi yeltenmiyor. İkinci varsayım, BSYS’deki bilgilerin belgelenebileceği ve doğrulanabileceğidir. Oysa nitel bilgiler her zaman bir belgeye dayanmıyor; bazen, sosyal hizmet görevlilerinin gözlemlerine, mahalle muhtarı ve başvuru sahiplerinin komşuları ve kendileriyle yaptıkları mülakatlardan oluşturdukları kanıya dayanabiliyor. Üçüncü olarak, başvuru sahiplerinin – başvuruları reddedilsin reddedilmesin – yardım almak için tekrar başvuracakları, hatta farklı kaymakamlıklara mükerrer başvurular yapabilecekleri varsayılıyor. Nitekim yukarıda da belirttiğim gibi, SOYBİS bunun için var. Yaptığım mülakatlarda, bu varsayımın, gıda bankaları yetkilileri tarafından yardım isteyenlerin açgözlülüğüyle, hak ettiklerinden fazlasına göz koymalarıyla, kaymakamlık çalışanları tarafındansa verilen yardımların yetersiz oluşuyla ilişkilendirildiğini gözlemledim. Bu yorum farkı, aslında iktidarın kimde olduğunu gösteren önemli bir ipucuydu. Bunu daha detaylı olarak aşağıda tartışacağım.

Başvuru sürecinin en önemli özelliklerinden biri, inceleme süreci. Başvuru sahibiyle ilgili yeterli bilgi yoksa ya da başvuru sahibi veri tabanındaki bilgilere başarılı bir şekilde itiraz ettiyse, başvurusuyla ilgili inceleme başlatılıyor (SYGM 2017, 34-35, 69-70). Sosyal hizmet görevlileri, başvuru sahibinin evine giderek, evin durumunu, kişi sayısını ve kişilerin demografik özelliklerini (yaş, eğitim durumu, çalışma durumu, medeni hali, vs.) kayıt altına alıyorlar; ihtiyaçlarını tespit ediyorlar. Sonra da mahallede muhtar, komşular, tanıdıklar ve akrabalarla konuşuyorlar. Bu konuşmalar ve tespitlere dayanarak da başvuru sahibinin yardım alıp almaması ile ilgili görüş bildiriyorlar. Direniş de tam bu noktada mümkün oluyor: Başvuru sahipleri, muhtar ve komşularıyla beraber sosyal hizmet görevlilerini yardımın 3 Gıda bankası, bir sivil toplum örgütü, belediye bünyesinde faaliyet gösteren vakıf ve ya kar amaçlı bir şirket olsa da yardım alabilmek için benzer başvuru süreçleri uygulanıyor. Bu yönleriyle gıda bankaları, diğer sosyal yardım derneklerinden ayrılıyorlar.

gerekliliğine ikna etmeye çalışıyorlar. Bunun için bazen başvuru sahiplerinin durumlarının olduğundan kötü gösterilmesi, evde veri tabanında görünenden daha çok kişinin yaşadığının ispatlanması, özellikle de gıda yardımın aciliyetinin savunulması gerekebiliyor. Tabii, tüm bunlar veri tabanlarını, veri tabanlarının kullandığı kategorileri ve başvuru sürecini tartışmaya açmıyor; onun yerine, tüm bunları kabul ederek, hatta kullanarak, inceleme sürecini alt etmeye odaklanıyor.

DİRENİŞ ve İKTİDAR

Bu bağlamda direniş, iktidarın kimde ve/ya nerede olduğu sorusunu da ortaya çıkarıyor. Direnişin vakayla sınırlı kalması ve veri tabanlarında kayıtları tutulan kategorileri kullanarak ilerlemesi, bu kategorilerin ve veri tabanlarının sürece dâhil her aktör tarafından kabul edilmesine ve bu aktörlerin kendilerini, ihtiyaçlarını ve sosyo-ekonomik durumlarını bu kategoriler üzerinden tanımlamasına neden oluyor. Üstelik sosyal hizmetler görevlilerinden gıda bankası personeline ve başvuru sahiplerine kadar herkes veri tabanlarının tarafsız bilgi sunduğunu, veri tabanlarının, veri tabanlarındaki kategorilerin ve veri tabanlarının içerdikleri bilgilerin politika-dışı olduğu düşünüyor. Kategorilerin ve veri tabanlarının tarafsızlık atfedilerek içselleştirilmesiyse direnişin yayılma alanlarını kısıtladığı gibi direnişin hedefine kategorilerden, veri tabanlarından ve bunların kullanımına karar veren otorite sahiplerinden ziyade başvuru sürecinin parçası olan kaymakamlık sosyal hizmetler görevlileri ile gıda bankası personelinin konmasına neden oluyor. Bu da iktidarın – yani, gıda bankalarından kimin yardım alacağına karar veren merciinin – kim(de) olduğu muğlaklaştırıyor.

Saha çalışması sırasında da mülakat yaptığım aktörlere “gıda bankalarına erişime sizce kim karar veriyor?” diye sorduğumda, her aktörün konumuna göre farklı cevap verdiğini ancak asla veri tabanlarından ve kategorilerden bahsetmediğini gözlemledim. Kaymakamlık sosyal hizmetler görevlileri, meselâ, erişim kararını tamamen kendi dışlarında gelişen bir sürecin sonucu gibi değerlendiriyorlardı. Onlar sadece, “başvuru sahiplerinin kimlik numaralarını sisteme girmek ve çıkan sonuca göre gelir kategorilerini belirlemekle görevli”ydiler5; kalan her şey “kişiye [başvuru sahibine] göre gelişen bir durum”du6. Gıda bankası personelleri de kendilerini sürecin dışında tutuyorlardı. Tek yaptıkları, gıda bankalarında “yardım dağıtmak ve yardımın doğru kişilere gittiğinden emin olmak”tı7. Oysa yardım alanlar, personelin onlar üzerindeki iktidarının gayet farkındaydılar. Nitekim gıda bankası personelleri, yardım alanları sıkı takip ediyor, yardım alanlarla ilgili kaç çocukları olduğundan, çocukların yaşlarına, evlerinde kaç kişi yaşadıklarına, eğitim durumlarına kadar birçok detayı biliyorlar ve yardım alanlarının davranışlarının bu bilgilere uygun olmasını bekliyorlardı. Meselâ, ailede bebek yoksa ve yardım alan, üst üste bebek maması almaya kalkarsa, yardım alanı sorguluyorlar, bebek olduğunu öğrenirlerse, yeni bir gelir tespiti için kaymakamlığa yönlendiriyorlardı. Benzer şekilde, çalışmadığını iddia eden bir yardım alan sadece mesai saatleri dışında gıda bankasına gelirse ve/ya kendisi yerine yakın bir akrabasını (kızı, kardeşi, vs.) yollarsa, durumdan şüpheleniyorlar ve araştırmaya girişiyorlardı. Bu araştırma genelde yardım alanın komşularına ve muhtara ya da onu tanıyan başka yardım alanlara sorma şeklinde ilerlediği için de yardım alanların üzerindeki mahalle baskını arttıran terbiye edici bir gözetlemeye dönüşüyordu.

5 Hale (Kaymakamlık sosyal hizmetler görevlisi), Kasım 2918, yazarın mülakatı 6 a.g.e.

Bu anlamda yardım alanlar, iktidarın kimde olduğunu tespit etmeye en çok yaklaşan nüfus olarak belirginleşiyordu. Veri tabanlarını ve veri tabanlarında tutulan bilgilerin ayrıldığı kategorileri tarafsız ve politika-dışı olarak algılasalar da sosyal hizmet görevlileri ve gıda bankası personellerinin bunları kullanarak iktidarlarını pekiştirdiklerinin farkındaydılar. Bu yüzden de direniş pratikleriyle gıda bankası personellerinin yaptığı gayriresmî araştırmalara ve/ya sosyal hizmet görevlilerinin yaptığı incelemelere müdahale ediyorlardı. Sosyal hizmetler görevlileri ve gıda bankası personelleri içinse bu direniş pratikleri, yardım alanların ‘kurnaz’, ‘hilekâr’ ve ‘açgözlü’ olduklarının bir kanıtıydı. Nitekim yardım alanların hükmen bu niteliklerde olacağı sistemsel olarak varsayılıyordu. Sosyal hizmet görevlilerinin inceleme süreci ve/ya gıda bankası personelinin gayri resmî araştırma süreçleri, yardım alanların, bir noktada yalan söyleyecekleri, kurnazlık yapacakları, açgözlülük ederek hak etmedikleri yardıma ulaşmaya çalışacakları beklentileri üzerine kuruluydu ve bu beklentileri yanlışlamaktan ziyade teyit etmek için kanıt toplamaya odaklanıyordu.

Bu noktada direnişin, vaka boyutunda kaldığının, vakalar arası bir sürekliliğe erişemediğinin ve/ya vakalar üstü bir tartışma başlatamadığının altını bir kere daha çizeyim Yani, eğer bir direniş başarılı olur da diğer türlü reddedilecek ve/ya reddedilme olasılığı yüksek bir başvuru sahibi yardım almaya başlarsa, bu başarı vakayla sınırlı kalıyor, herhangi bir diğer başvuru sahibine pratik olarak aktarıl(a)mıyor. Bunun nedenlerinden biri her vakanın içinde geliştiği bağlam. Bazı mahallelerde daha sıkı dayanışma ağları var ya da bir sosyal hizmetler görevlisinin söylediği gibi, “[inceleme sırasında] kimi görevliler birtakım şeyleri göz ardı edebiliyor”8. Bazı mahallelerdeyse dayanışma talep etmek bile belli maliyetlerle (sosyal, ekonomik ve diğer türlü) geliyor. Mahalleliden yardım isteyen/alan başvuru sahipleri, başvuruları başarılı olursa sistemi kendi çıkarlarına manipüle etmeyi bilen hilebazlar, başarısız olursa da beceriksizler olarak nam salıyorlar kendi cemaatlerinde. Üstelik bu desteği talep edenlerin çoğunlukla bakmak zorunda oldukları çocukları ve ebeveynleriyle yaşayan bekâr anneler olduğu göz önünde bulundurulursa, direniş için dayanışma taleplerinin muhtar gibi iktidar konumundakilerce nasıl istismar edilebileceği daha iyi anlaşılır. Hâl böyle olunca da direniş oldukça bağlamsal, başvuru sahibinin sosyal ve diğer türlü maliyetleri sırtlayıp sırtlayamayacağına kişisel olarak karar verdiği bir süreç oluyor.

Diğer – ve bence daha önemli – bir nedense, başvuru sahiplerinin direnişin hedefine veri tabanlarını değil de inceleme ve araştırma süreçlerini koymaları ve bunlara göre strateji geliştirmeleridir. Burada aslında 2 çatışma var: Bunlardan ilki, araştırma ve inceme süreçlerinin nasıl algılandığı kadar veri tabanlarının ve veri tabanlarındaki bilgileri tasnif eden kategorilerin nasıl algılanmadığıdır. Başvuru sahipleri, başvurusu reddedilenler ve yardım alanlar, araştırma ve inceleme süreçlerini kısmen keyfî değerlendirmeler olarak görmelerine rağmen, bu süreçlerden üretilen bilgiyi, özellikle de veri tabanlarındaki kategoriler uyarınca nitelden nicele dönüştükten sonra, politika-dışı ve tarafsızmış gibi düşünüyorlar. Böylece, araştırma ve inceleme süreçlerinde açığa çıkan iktidar da veri tabanlarına gelince kayboluveriyor; direniş de bu süreçlerle sınırlı kalıyor.

İkinci çatışma, daha derinde, bu süreçlerin, kategorilerin, veri tabanlarının, gıda yardımını ‘hak edenle’ ‘hak etmeyenin’ birbirinden ayrılması gerekliliği üzerinden gerçekleşiyor. Saha çalışması sırasında, başvuranlardan, yardım alanlara, sosyal hizmet görevlilerinden gıda bankası personellerine kimsenin, bu gerekliliği tartışmaya açmadığını gözlemledim. 8 Melis (Kaymakamlık sosyal hizmetler görevlisi), Kasım 2018, yazarın mülakatı

Başvurusu reddedilenler dâhil herkes, bu ayrımın gerekliliğini savunuyor, ayırıcı pratiklerin, araçların, mekanizmaların elzemliğini – ki buna veri tabanları kadar inceleme ve araştırma süreçleri de dâhildi – vurguluyordu. Başvurusu reddedilenler, kendi vakalarını “haksızlık”, “adaletsizlik”, “hâlden anlamama” olarak nitelendiriyorlar, ancak başkasının başvurusunun reddedilmesini haklı görüyorlardı. Bu haklı görmenin altında da genelde fısıltı gazetesi ile yayılan kurnazlık, sistemi kandırma, görevlileri aldatma hikâyeleri vardı. Hikâyeler, başvuru sahiplerinin açgözlülüğünü gözler önüne seriyor ve yardımı hak edenle etmeyenin birbirinden ayrılması gerekliliğini meşrulaştırıyordu. Saha çalışması sırasında konuştuğum neredeyse her yardım alandan böyle hikâyeler dinledim. Kendilerinin veya etraflarında birinin böyle bir şey yapıp yapmadığını sorduğumda hepsi yapmadıklarını, yapan birini de tanımadıklarını söylediler. Ne yardım alanlar, ne de başvurusu reddedilenler, başkalarıyla kendi vakaları arasında bir denklik aramıyorlar ve görmüyorlardı. Hal böyle olunca da farklı vakaları birbirine bağlayacak vakalar üstü ve/ya vakalar arası bir dayanışma kurulamıyordu.