• Sonuç bulunamadı

1 YİRMİNCİ ASIRDA ZEKÂ DERGİSİNE DAİR

1.11 Başka Bir “Yirminci Asır” Dergisi

Üniversitemizin kütüphanesinde bulunan Yirminci Asır dergisi, 1952-1960 tarihleri arasında 419 sayı çıkmış gibi gözüküyor. Bazı sayıları eksiktir. Edebiyat, sinema ve genç şairler hakkında bolca malzeme bulunan bir dergidir.

Zekâ isminde bir dergi çıkmamasına rağmen Yirminci Asır şeklinde böyle bir

dergi bulunmaktadır.

4

(ÖNGÜR, Fatma Güler: Piyano, Bilgi, Zekâ, Millî Tetebbular, Türk Kadını, Dergah Mecmuaları Üzerine Bibliyografik Çalışma (LT). H.Ü. SBE Ankara, 1982; SEZGİN, Seval. Servet-i Fünûn, Yirminci Asırda Zekâ ve Perde Mecmualarında 1912 Yılında Çıkan Yazılar Üzerinde Bir Araştırma (LT). İstanbul Ü. Edb. Fak.1966 (T.791)

5

II.Meşrutiyet Dönemi Dergileri Üzerinde Bir Araştırma (DT); Ülkü GÜRSOY. Gazi Üni., Ankara, 1991, 588 s. (Dan.: Doç.Dr. Bilge Ercilasun); Eski Harfli Türkçe Felsefe Süreli Yayınları Kaynakçası (1871-1928); Derleyen: M. Türker Acaroğlu

2.BÖLÜM

2 İNCELEME

Bu kısımda dil ve edebiyatı ilgilendiren yazılar konularına göre ayrı ayrı değerlendirilmiş ve diğer yazılar hakkında da genel bir bilgi verilmiştir. Konular yazıların çokluğuna göre sıralanmıştır. Dergide dil ve edebiyatla ilgili yazıların içerisinde en çok tiyatro ön plana çıkmıştır.

2.1 Tiyatro

Bu bölümde dergide yayınlanmış olan tiyatro oyunları ve yazıları hakkında genel değerlendirmeler yapmak istiyoruz. Son olarak da tiyatroyla ilgili ilanlar konusuna değineceğiz.

Oyunlar

Zekâ’da 9 adet tiyatro oyunu bulunmaktadır. Dört tanesi tercümedir. Telif

olanların ikisi imzasızdır (“Bahis Ederim ki”, “Efendi Böyle Gelir mi Hiç”). Geri kalan üç oyundan “Şadan Bey’in Alacaklıları”, Ağabey müstearına, “Münevverin Hasbihali” İbnürrefik Ahmet Nuri’ye diğer telif oyun “Ahlak Dersi” ise Mehmet Ali’ye aittir.

Tercüme oyunlardan “Telefon Başında”nın (Muharrirleri: Andre Dolerd- Şarl Foley) mütercimi yine Mehmet Ali’dir. Diğer oyunların mütercimleri ise şöyledir: “Günahtan Sonra” (Marsel Prove), Mesut Kami; “Genç Karı Koca” (J. Emarni), Ziya Behlül; “Kapatma” (Jorj Kortilen), Kemal Emin.

Oyunlardan ikisi çocuklara (“Şadan Bey’in Alacaklıları”, “Efendi Böyle Gelir mi Hiç!”), geri kalanı büyüklere yönelik olarak yazılmıştır. Yine iki oyun monolog (“Münevverin Hasbihali”, “Günahtan Sonra”), dördü (“Bahis Ederim ki”, “Ahlak

Dersi”, “Efendi Böyle Gelir mi Hiç!”, “Genç Karı Koca”) diyalog tarzındadır. Geri kalan üç oyunda ise karakterler ikiden fazladır. Üç oyun (“Münevverin Hasbihali”, “Telefon Başında”, “Günahtan Sonra”) dışındakiler mizahi içeriklidir. Yine iki oyun (“Telefon Başında”, “Kapatma”) dışında eserler tek perdedir.

Oyunların dili oldukça sadedir. Genellikle güncel ve sosyal konular işlenmiştir.

Ağabey müstearına ait “Şadan Bey’in Alacaklıları” adlı oyunda birçok yere borcu olan ve evine günde üç-beş alacaklı gelen Şadan Bey’in bu durumdan kurtulmak için zengin bir kızla evlenme serüveni mizahi bir dille anlatılır. Bu durum anlatılırken hizmetçi Tosun’un yaptıkları ön plana çıkar.

Tosun, Şadan Bey’in kayınvalide ve kayınpederi olacak kimseleri de her zamanki gibi alacaklı sanarak diğer alacaklılara uyguladığı olumsuz muameleyi bunlara da uygulamıştır. Şadan Bey, bu durumu, Tosun’un aniden delirdiği iddiasını ortaya atarak kendi lehine çevirmiştir.

Oyun; “ahmak dost, fayda vereyim derken zarar verir”, sözünü teyit eden bir fikre sahiptir. Tosun, efendisi Şadan Bey’e yaranmak, ona iyilik etmek için çalışsa da, anlayış kıtlığı nedeniyle ona zarar verebilmektedir. (Yirminci Asırda Zekâ, S.6, s.100a; S.7, s.116a; S.8, s.132a; S.9, s.148a; S.10, s.172a.)

“Bahis Ederim ki” adlı komedi diyalogunda, başka aşıkları da olan Melahat adlı şuh bir kadının Kudret’le olan kısa konuşmaları Kudret’in ağzından latifeli şekilde hikâye edilir. Melahat, “Yegâne aşk ile yuvasında yaşayan bir kırlangıç” değildir. O, başka sevenleri de olan, başka erkeklerle de gönül eğlendiren oynak bir kadındır. Eser imzasızdır. (Yirminci Asırda Zekâ, S.9, s.148)

“Münevverin Hasbihali”nde dul bir kadın olan Münevver’e, ölen kocasının arkadaşlarından Avukat Mükerrem Bey, bir aşk mektubu göndermiştir. Münevver Hanım, bu olaya o kadar kızmıştır ki, hanımı daha iki ay önce vefat etmiş ve kendisine ilanıaşk içeren bir mektup yazan avukat Mükerrem’in şahsında bütün erkekleri vefasızlıkla ve egoistlikle suçlamaktadır.

Hatta iki ay önce kaybettiği eşini unutup, kendisine aşk mektubu yazan Mükerrem Bey’in bu durumunu, kadın duygusallığıyla bağdaştıramamaktadır. Eser,

Münevver’in dilinden monolog şeklinde yazılmıştır. Yazarı İbnürrefik Ahmet Nuri’dir. (Yirminci Asırda Zekâ, S.10, s.158-162.)

Mehmet Ali’ye ait “Ahlak Dersi” adlı kısa komedide, dayı yeğen olduğu görülen iki kişinin diyalogları mevcuttur. Fransızca bilen, baloya giden ve resimli gazeteler dergiler okuyan Şefik, bu hasletleri yüzünden dayısı Pertev Efendi tarafından ahlaksızlıkla itham edilir. Hatta o anda Şefik’in cebinde bulunan ve üzerinde çıplak kadın resimlerinin olduğu bir dergi üzerine Pertev Efendi ne kadar çok hiddetlenir. Aslında mecmuadaki çıplak ve güzel kadın, ihtiyarın da hoşuna gider, ancak bunu belli etmez. Yeğeni Şefik’e kızar ve yaptığı bu hareketlerinden dolayı onu kınar. O beğendiği çıplak kadın resmine iyice bakabilmek içinse kızgınlık kisvesi altında Şefik’i uğurlar. Aslında Şefik de bunun farkındadır.

Oyun, mutaassıp insanların söyleyemeseler bile tenkit ettikleri bazı şeyler hoşlarına gidebilir, fikrini vermeye çalışır. Pertev Efendi, baloda güzel bir bayanla dans etmeyi veya dergideki o yarı çıplak kadınlara bakmayı aslında kendisi de istemektedir ama konjonktür gereği aksini söylemektedir. (Yirminci Asırda Zekâ, S.11, s.175-177)

“Efendi Böyle Gelir mi Hiç!” adlı oyun, dört tablodan oluşan bir komedidir. Eser imzasız yayınlanmıştır. Evli bir erkek ve kadının diyaloglarından oluşur. Geceleri eve gelmeyip sarhoş olan ve sürekli dışarıda yatan erkeğe, eşi olmadık eziyetler yapar ve bunun üzerine erkek ailece Hindistan’a gitmeye karar verir. Seyahate çıktıkları gemi batar, bir cankurtaran simidinde iken kadının sorması üzerine Hindistan’a gelmelerinin sebebi olarak erkek “Burada kadınların erkeklere çok iyi bakıp, hiçbir şeylerine karışmadıklarını, çünkü erkekler ölünce kadınların da onların ardından yakıldığını” söyler ve bu anda ikisini de bir balina yutar.

Oyun, bundan sonra balinanın midesinde devam eder. Çok yoruldukları için beraberce uyumaya çalışırlar. Erkek, balığın kalp seslerinden uyuyamadığı için kendisine yeni bir yer ararken balığın esnemesiyle dışarı çıkar. Kadın ise uykusunu aldıktan sonra uyanır ve yine erkeğini yanında bulamayınca aynı şikayetlerine devam eder.

Dini ve efsanevi bir motif olan “balığın karnında yaşamak” bu oyunda kullanılmıştır. Fikri planında, hangi durumda olurlarsa olsunlar, erkeklerin de

kadınların da aynı huy ve hareketlerinde devam edeceklerine dair göstergeler vardır. (Yirminci Asırda Zekâ, S.15, s.272a)

“Telefon Başında”da, şehirlerarası ticaret yapan Marekas ve ailesinin yeni keşfedilen telefon etrafındaki trajik öyküsü anlatılır. Mehmet Ali’nin tercüme ettiği eser Andre Dolerd- Şarl Foley’in ortak eseridir. Marekas, iş icabı uzak bir yere gider. Geride ise hizmetçi Belez’i ailesini korumak için bırakır. Akıllı ve cani bir haydut, Belez’in annesinin çok hasta ve ölmek üzere olduğunu belirten uydurma bir mektup getirerek ve dikkatlerden kaçan açık sandıktaki rovelveri de alarak ortadan kaybolur. Çok üzülen Belez’e, Madam Maret gitmesi için izin verir. Belez gittikten sonra ise önce Nanet’in endişeleri ve bu endişeleri doğrulayan sesler artar. Bunun üzerine Riyovarlarda misafir olan Marekas’ı telefonla ararlar. Belez’in annesinin çok hasta olması nedeniyle gittiğini, ancak dışarıdan bazı sesler duyduklarını anlatırlar. Marekas, bunların sadece hayal ürünü olduğunu söyler. Biraz sonra gelen ikinci telefonda ise iş ciddileşir, sesler ve gürültüler artar ve Marekas telefon başındayken, eşinin, çocuğunun ve hizmetçisinin haydut tarafından boğazlandığını fenalıklar geçirerek dinlemek zorunda kalır. Haydut Marekas’ın eşini ve çocuğunu öldürmüştür. Nanet’in endişeleri gerçeğe dönüşmüştür.

İki perde şeklinde sunulan oyunda tema, tedbirlerin hiçbir şekilde elden bırakılmaması ve her şeyin zamanında halledilmesidir. Oyunda trajik bir son olacağı Nanet’in endişelerinde kendini belli etmiştir. (Yirminci Asırda Zekâ, S.16, s.287-8; S.21, s.344-5; S.22, s.356-7; S.23, s.7-8; S.26, s.41-2.)

“Günahtan Sonra”, monolog tarzında bir dramdır. Dergide “küçük hikâye” olarak adlandırılmıştır. Mesut Kâmi’nin tercüme ettiği eserin yazarı Marsel Prove’dir. Oyunun kahramanı Madam dö Rubyetye, 25 yaşlarında ve henüz evleneli iki yıl olmuş genç ve güzel, biraz da tombulca bir kadındır. Kocası çalışmak için uzak bir şehre gitmiştir. Otel sahibi meşhur bir adam olan Marki dö Hermuza, antika koleksiyonlarını göstermek için davet ettiği Madam dö Rubyetye’yi “gönüllüce” baştan çıkarmıştır. Olaylar, Madam dö Rubyetye’nin ağzından anlatılır.

Vaka, akşam saatlerinde başlıyor ve sabahleyin sona eriyor. İhanetinin hemen ertesi akşamı, çok sevdiği kocasına özür, aşığına da kendisini unutmasını isteyen tembih mektubu yazmaya çalışır. Kocasına yazacağı ve onu aldattığını söyleyeceği

özür mektubundan onu çok üzeceği için vazgeçer ve ona eskisi gibi aşıkane bir mektup yazar.

Aşığına da kendisine olan güvenini suiistimal ederek iğfal ettiğini, ama bunların mutlaka unutulması gerektiğini ve ondan nefret ettiğini yazar. Sonra bu mektuptaki ifadeleri “kendisi bu işten biraz memnun olduğu ve bu ihanette kabahatin biraz da kocasında bulunduğu için” yumuşatmaya başlar. En yumuşak mektubunu yazınca uyur.

Sabahleyin uyandığında, hizmetçi Besti’nin getirdiği gül dolu sepeti alır ve gülleri gönderen aşığına, akşamki yazdığı “oldukça yumuşatılmış” mektubu yırtar ve biraz aşıkane bir mektup daha yazar.

Konu, kadınların zaaflarıdır. Uzakta çalışmak ve para kazanmak zorunda olan bir koca, yakında zengin, nazik, kibar bir aşık. Ve bunların toplamı, kadın için ihanetinin gerekçesi… (Yirminci Asırda Zekâ, S.16, s.279-283)

“Genç Karı Koca”, yeni evlenmiş ve balayına çıkmış bir çiftin, kızın ailesiyle ilgili esprili diyaloglarını içermektedir. J. Emarni’ye ait olan bu oyunu Ziya Behlül çevirmiştir. Vaka gece bir otel odasında geçer. Emilyen, sevgilisi Arlet’in güzelliği ile ilgili övgüler sıraladıktan sonra düğünde kayınvalidesinin ve kayınlarının komik durumlarından söz eder. Arlet, aslında annesinin bu durumunun düzeltilemez bir şey olduğunu, bundan dolayı hem kendisinin hem de kardeşlerinin başlarına neler geldiğini anlatır. Beraberce gülüşürler ve uykuya dalarlar.

Belirli fikir örgüsü olmayan oyun, içten içe süse ve güzelliğe düşkün, güzelleri hatta kendisinden güzel olan kızını dahi kıskanan kızın annesinin, bu olumsuz tavırları tenkit edilir. (Zekâ, S.30, s.88-9)

“Kapatma” adlı oyun, Zekâ’nın ilavesi olarak verilmiştir. Jorj Kortilen’e ait oyun, Kemal Emin tarafından çevrilmiştir. Oyunun son kısmı eksiktir. Eksik olan kısımlar maalesef hiçbir yerde bulunamamıştır.

Oyun; dul, güzel ve şuh bir kadınla, Şöhret’le dört yıldır metreslik hayatı yaşayan Zekeriya’nın, sevgilisi Şöhret tarafından nasıl aldatıldığını anlatır. İki perdeden oluşan oyunun ilk perdesi kahvede bolca vakit geçiren Zekeriya’nın kahve oyunlarını ve lakırdılarını havidir. İlk perdenin sonunda komşusu Yahya Bey, aldatıldığından haberi olmayan Zekeriya’yı uyarır. Şöhret’in kendisini aldattığı ile

ilgili gördüklerini, duyduklarını nakleder. Zekeriya inanmak istemez ama gerçek budur.

İkinci perde, Zekeriya’nın evinde geçer. Şöhret, evdeki “kapatma”sı Rıfkı ile sohbet etmektedir. Dört yıldır devam eden bu durumdan Rıfkı sıkılmıştır ve bunu dile getirmektedir. Şöhret ise bu kadar bedava hayatı ve kadını bulduğu için şükredeceğine bezginlik gösteren Rıfkı’yı tenkit eder. Bu arada Zekeriya kapıyı çalar, alelacele içeri girer, her tarafa bakar, aradığını bulamayınca Şöhret’e bağırarak “kapatma”nın nerede saklandığını sorar.

Cazibeli, cesur, iyi rol yapan Şöhret, öyle şeyler söyler ki Zekeriya, aldatıldığını söyleyen adama inandığı için kendine kızar, Şöhret’ten özür diler. Tam bu sırada elindeki lambayı düşüren Zekeriya, yüklükteki ışığı görür. Yüklük açılınca her şey açığa çıkar. Yüklükteki “kapatma” yani Rıfkı Bey ortaya çıkar.

Zekeriya köpürmüştür. Rıfkı’ya burayı çabuk ve elinden bir kaza çıkmadan terk etmesi için uyarır. Rıfkı ise aksine yavaş ve sakin davranarak tanışmak ister, kartvizit uzatır, Şöhret’e bir zarar vermemesi için Zekeriya’dan söz ister. Zekeriya daha da küplere binmiştir. Rıfkı eşyalarını toplar ve evi terk eder. Zekeriya, Şöhret’in boğazına sarılır. Bir müddet sonra ağlayarak bırakır ve “onu çok sevdiğinden” öldüremediğini, öldüremeyeceğini söyler.

Şöhret ise hiç oralı değildir. Suçu kabullenmemiştir. Sakladığı o adamın bir aile meselesi olduğunu ve kim olduğunu söyleyemeyeceğini ifade eder. Oyunun bundan sonraki kısımlarını maalesef takip edemiyoruz. (Bu eserin ek olarak verilmesi ile ilgili ilanlar Yirminci Asırda Zekâ, S.4, s.49; S.5, s.65; S.6, s.81)

Tiyatro Yazıları

Bu oyunlardan başka tiyatroyla ilgili, çoğunluğu Kemal Emin [Bara] imzalı 17 adet yazı yayınlanmıştır. Üç yazı İbnürrefik Ahmet Nuri, bir yazı Ahmet Midhat, bir yazı da Rıza Ruhi’ye aittir. İki yazı imzasız, bir yazı da N*** simgesiyle yayınlanmıştır.

Hakkında şimdiye kadar hiçbir çalışma yapılmayan Kemal Emin, ilk yazısı “Tiyatromuz: Neden Yok? Niçin Olmasın?”da, tiyatroyla uğraşanların ve ona gönül verenlerin daha çok çalışmaları, daha fazla fedakarlık yapmaları gerektiğini söyler:

“Bu gün aç kalmaya razı olmalı ve öyle çalışmalıdır ki, yarın vüsat-ı maişete nailiyet kabil olsun, meslekte hakiki bir müessese-i temaşaiye vücuda gelsin, halkta fikr-i temaşa canlansın, hükümet ita-yı tahsisat ile muavenete layık bir heyet-i mümessile bulsun. Aksi takdirde tiyatro ve müntesiplerinde bu zaruret, tiyatrolarda bu tezebzüb, halkta bu adem-i hoşnûdi, hükümette bu kayıtsızlık ta haşre kadar tevali eder gider.” (Yirminci Asırda Zekâ, S.1, s.13-4)

İbnürrefik Ahmet Nuri, ilk yazısı “Tiyatro Piyesleri- Tiyatrosuzluk”ta Kemal Emin gibi, iyi piyeslerin ortaya çıkmadığını, muharrirlerin gayret göstermeleri gerektiğini söyler. “Yeni Tiyatro Cemiyeti”nin bu konuyla ilgili açmış olduğu müsabakayı da takdir eder, ancak şimdiye kadar kimsenin müracaat etmediğinden şikayet eder. Ve sonra “… tecrübesiz heveskarlara rica ederim: Tiyatro yazmayı, oynamayı ehline bıraksınlar ki halk tiyatrodan, erbab-ı kalem yazmaktan soğumasın, hükümet de siyasi dedikodulardan kurtulmak isterse bir tiyatro yapsın” der. (Yirminci

Asırda Zekâ, S.5, s.77-8)

Kemal Emin, ikinci yazısını İbnürrefik’e (“Ahmet Nureddin Bey’e”) hitaben yazar ve yapılan müsabakaya eser gönderilmeyişini, zamanın kısa tutulmasına ve en iyi piyes yazabilecek muharrirlerin, müsabakayı yapacak cemiyetin jürisinde yer aldıklarına bağlar. (Yirminci Asırda Zekâ, S.6, s.96-7)

İbnürrefik ise ikinci yazısı “Tiyatro, Maarif”i, Maarif Nezaretinin tiyatroya olan kayıtsızlığına ayırır. Ermeni Mınakyan’ın sanatının ellinci yılı adına düzenlenen törene Padişah adına Maarif Vekilinin değil de Nafia Vekilinin katılmasına ve hatta Maarif Vekaletinin birkaç satır da olsa tebrik göndermemesine çok kızar. Son cümlelerinde ise bu kızgınlıkla Maarif Vekaletinden ümidini keser ve sadece gölge etmemesini temenni eder. (Yirminci Asırda Zekâ, S.7, s.111)

Kemal Emin üçüncü yazısını bu defa Müfit Ratib’e hitaben yazar. “Hamlet

Münasebetiyle” başlıklı yazıda Müfit Ratip’in Şekspir’le, eserleriyle, eserlerindeki

karakterleriyle ilgili küçümseyici tavırlarını tenkit eder ve cevap olarak da Hypolit Taine, Victor Hugo ve Antoine’in Şekspir’i öven sözlerine yer verir. (Yirminci

Asırda Zekâ, S.8, s.126-7)

“Anlaşılamamaklık” başlıklı, tiyatro köşesinde yazdığı ve dergideki son yazısında İbnürrefik Ahmet Nuri, daha önce kendisini ve azası bulunduğu Yeni Tiyatro Cemiyeti’nin düzenlemiş olduğu piyes yazma yarışmasını tenkit eden Kemal

Emin Bey’e cevaplar verir. Burada İbnürrefik’in dikkat çeken bir cümlesi şöyledir:

“… Ben her vakit ettiğim gibi yine tekrar ediyorum ki benim üç dört piyesim var ise bunlar tiyatro sanatının elifbasıdır”. (Yirminci Asırda Zekâ, S.9, s.139)

Kemal Emin “Cevab”ında yine bu yarışmayla ilgili bazı değerlendirmeler yapar, yanlış anlaşılan bazı şeyleri düzeltir. Kendisi hakkında olumsuz düşündürecek ifadelerden dolayı özür diler, İbnürrefik’e tazimlerini sunar. Akim kalan bu müsabakadan başka yenisi açılırsa bir piyes gönderebileceğini vaat ederek yazısına son verir. (Yirminci Asırda Zekâ, S.9, s.139,141) Bu tartışma da burada biter.

“Bizde Aktör Kimlerdir?” başlıklı yazıda Kemal Emin, önce Fransa’da aktörlerin sanayi-i nefise sahibi olduklarının yavaş yavaş kabul gördüğünü söyledikten sonra bizdeki pespaye durumlarını anlatmaya çalışır. Aktörlerimizin en büyük sıkıntılarının dil meselesi olduğunu, Osmanlıdaki tiyatro oyuncularının (küçümseme anlamı olmadan) bir papağan kadar bile değerleri bulunmadığını, çünkü onların yetişecek ortama sahip olamadıklarını ifade eder:

“Millete tiyatroyu, tiyatro öğretir, tiyatro aktörden teşekkül eder, aktörü mektep (concervatoire) vücuda getirir, bu mektebi hükümet açar, çalı çırpı yetiştiren bir tarlada güller, yaseminler aramak doğru olmaz, bilakis ısırgan ve baldıran toplamaya razı olmalıdır.” (Yirminci Asırda Zekâ, S.10, s.157-8)

“Dünyanın En Büyük Tragedyanı Mösyö Mona Solly” adlı yazısında ise Kemal Emin, emsalini vatanında da görmek emeliyle, sanatının kırkıncı yılı münasebetiyle şerefine bir tören düzenlenen Fransa’nın en büyük aktörlerinden Mona Solly’den bahsetmiştir. Onun bu işe adım atmasından başlayarak yönetmenlerin dikkatini çekmesine, meşhur olmasına kadar birçok konuya değinmiştir. Yabancı münekkitlerin Solly hakkındaki övgülerinden de bahsettikten sonra, onun bazı modern piyeslerde muvaffak olamadığını iddia eden bir zata karşı Samipaşazade Sezai’in cevabını şöyle kaydeder:

“Solly, bir kartaldır. Onun zevk-i tayaranını anlamak isteyenler geniş bir semada ne kadar ulvi bir şehametle uçtuğunu, ne levendane süzüldüğünü, gözüne ilişen sürüden intihap ettiği kuzuyu nasıl pençeleyip havalandığını görmelidirler. Yoksa daracık bir odada uçurmaya kalkışırsanız ayineleri, lambaları kırdırmaktan, bütün mobilyayı harap ettirmekten başka bir şey yapmazsınız” (Yirminci Asırda

Kemal Emin başka bir yazısı “Manzum Piyesler, Tumturak Telaffuz, Tecvit”te manzum şekilde yazılmış tiyatro eserlerimizin istenilen şekilde olmadığını, aruzun ve aruz gereği kullanılmak durumunda kalınan tumturaklı kelimelerin kafiyeleri kabalaştırdığını, heceyle yazılan birkaç tane oyunun ise aranılan tadı vermediğini ifade eder. Piyeslerin nesren yazılması, nazmen yazılacaksa en az Tevfik Fikret’in Balıkçılar’ı gibi olması gerektiğini vurgular. (Yirminci Asırda Zekâ, S.12, s.212-4)

Bu yazıdan sıra Ahmet Midhat’ın “Girive” adlı bir yazısı bulunmaktadır. Yazının başlığı da olan “Girive”, Nigar Hanım’ın 30 Temmuz Pazar günü (1328) Fındıksuyu’nda oynanan 3 perdelik dramının adıdır. Oyun, edebi bir muvaffakiyet olarak mütalaa edilir.

Oyunun vaka özetini verdikten sonra psikolojik ve teatral intikatlarından, suret-i icrasına, oyuncular hakkında yorumlara kadar değerlendirmeler yapan Ahmet Midhat Efendi, halk üzerindeki tesirinden de bahseder ve netice olarak eserin “muhallediyet şerefine nail olacak asardan” olduğunu söyler. Piyesin yazarı olan Nigar Hanım’ı ve oyunculardan Hekimyan Hanım ile Burhaneddin Bey’i de tebrik ederek yazısına son verir. (Yirminci Asırda Zekâ, S.13, s.229-230).

Bu oyunun tam metnine ulaşılamamıştır. Nigar Hanım üzerine yayınlanmış bir kitapta da oyun hakkındaki bilgiler sadece bu makaleden alınmıştır. (Bekiroğlu, 1998: 305-307)

Bundan sonra Rıza Ruhi’ye ait “Bizde Tiyatro” başlıklı bir yazı gelmektedir. Yazar yaklaşan Ramazan ayında tiyatroyla ilgili faaliyetlerin artacağını, bunun da iftarını yapan halkın bilinçsizce vakit geçirebileceği en güzel, ona göre en pis, şey olarak tiyatroyu gördüğünü ifade eder. Çünkü tiyatro bizde en adi seviyededir: “Tiyatro namına, sanat namına Türkiye’de fazihalar, pislikler saçan, adi, muhtekir bir iki kumpanyadan [başka] hiçbir şey yok… Ne bir tiyatro binası, ne bir kumpanya, ne bir sahne, ne bir aktör ve ne de bir aktris…”

Bu durumun sebeplerini başkalarına bırakıp özellikle Ramazan ayında halka hangi oyunları oynamak gerektiği ile ilgili düşünceler ortaya koyar. Hatta Varyete Tiyatrosunda icra-yı sanat edecek olan Binemaciyan Kumpanyası’nın piyeslerin seçimi için bir heyet oluşturduğundan haberi olduğunu ve heyetin eserleri seçerken çok dikkatli davranması ve kaliteli oyunları seçmesi gerektiğini belirtir. Çünkü “Bu

memlekette hakiki, ciddi temaşa tesis etmek isteniliyorsa ciddi ve hakiki piyesler oynansın.. Yoksa halk şimdiye kadar melodramlardan, tarihi piyeslerden bıkmış, usanmıştır.” (Yirminci Asırda Zekâ, S.13, s.234-5)

Bu makaleyi müteakiben, imzasız olarak “Sahne ve Musiki” başlıklı bir yazı bulunmaktadır. Oyunculuk için hüsnün mü yoksa kabiliyetin mi önemli olduğu sorulduktan sonra her iki unsurun da bazen birbirinin önüne geçebildiği ile ilgili anekdotlar verilir. Sonra da dünyanın farklı memleketlerindeki (Amerika, İngiltere, İtalya, Japonya, Almanya, Yunanistan, Rusya) meşhur kadın oyuncular kısa kısa

Benzer Belgeler