• Sonuç bulunamadı

BÜYÜK GÜNAH İŞLEYENİN DURUMU

Âlimler, kasten büyük günah işleyen fakat o günahı helal görmeyen ve şârî’ ile alay etmeyen kişinin durumu ve onun mümin olup olmadığı konusun- da ihtilaf etmişlerdir.179

Bâbertî’ye göre, büyük günah işleyen ve tevbe etmeden, muvahhid ola- rak ölen bir müslüman, cehenneme girmiş olsa bile orada ebedî olarak kalmaz. O, cehennemden çıkar ve cennete girer. Bâbertî’nin bu ifadesinde, büyük gü- nah sahibinin cehennemde ebedî olarak kalacağını ve oradan çıkamayacağını söyleyen Mu’tezile’ye bir eleştiri ve ret söz konusudur. Bu ret de, tevbe etme- miş de olsa büyük günah işleyenin iman dairesinden çıkmayacağını, mümin olduğu sürece cehennemde ebedî kalmayacağını, cennete de gireceğini iddia eden Ehl-i Sünnet üzerinden, büyük günah sahibinin imandan çıktığı, tevbe etmeden ölmesi durumunda küfre gireceği ve cehennemde ebedî kalacağı gö- rüşüne sahip olan Mu’tezile’ye yapılmıştır.180

dığını belirtir. (Bâbertî, Muhtasaru’l-Hikmeti’n-Nebeviyye, vr. 39a) Bu düşünce ile Bâbertî insanların imân ve küfür üzerine dünyaya gelmelerinin imkânsızlığını ortaya koyarak konuya muhtemelen adalet ilkesi açısından yaklaşmış, dolayısıyla Allah’ın adaletsizliğini öne sürecek bir ihtimal ve görüşü daha baştan engellemiş olmaktadır.

Küfür çeşitleri üzerinde de duran Bâbertî onları şu şekilde açıklar. Küfr-i İnkâri, kâfirin hem kalp hem dille inkâr etmesi ve tevhitten habersiz kalmasıdır. Küfr-i Cühûd, kâfirin kalbiyle bilmesi fakat diliyle ikrara yanaşmamasıdır. Bu çeşit küfür İblis ve Ümeyye b. Ebi Salt’ta görülmektedir. Küfr-i İnâdi ise, kalbiyle bilmesi ve diliyle ikrar etmesine rağmen kişinin İs- lâm’ı din olarak kabul etmemesidir. Buna genellikle Ebu Talib örnek olarak gösterilmektedir. (Bâbertî, Muhtasaru’l-Hikmeti’n-Nebeviyye, vr. 39a, 39b)

Allah, insanları terk etmek (hizlan) suretiyle onlarda küfrü yaratmıştır. Ama bu terk etme- nin meydana gelmesinin asıl sebebi kişinin bedeni olup kul onu hak ettiği için Allah Teâlâ kendisini bu şekilde yüzüstü bırakmıştır. Hizlan kavramını, kulun Allah’ın razı olduğu işleri yapması noktasında muvaffak kılınmaması veya kendisine yardım edilmemesi tarzında açık- lamak da mümkündür. Son olarak da hizlan Allah’ın adaleti gereği vuku bulan bir olay olarak da yorumlanmıştır. (Bâbertî, Muhtasaru’l-Hikmeti’n-Nebeviyye, vr. 39b)

Bâbertî, imân ve küfrün baskı ile yaratılmış olabileceği ihtimaline karşı çıkarak imân ve küf- rün oluşmasında, belirmesinde kişinin seçimiyle sevgisinin gerekliliğine dikkat çekmektedir. Bahsi geçen iki fiilin zorlama ile gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında ise onun Kur’an-ı Kerim’den esinlenerek bildirdiği görüş kayda değerdir. Kalbi mutmain olduğu halde elfaz-ı küfre zorlanan müminin kâfir olmadığı, küfre düşmediği gibi imâna zorlanan kâfirin de mü- min olmadığını vurgulamakta, ayrıca imân ve küfrü, kişinin müdahale edebileceği iki olay ola- rak değerlendirip birinin mümine diğerinin ise kâfire sevdirildiğini zikretmektedir. (Bâbertî,

Muhtasaru’l-Hikmeti’n-Nebeviyye, vr. 40b, 41a)

179 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 80. 180 Bâbertî, Şerhu ‘Akideti Ehli’s-sünne ve’l-cemâ’a, s. 112.

Hanefî-Mâtürîdî ekolüne göre, büyük günah sahibi mümin ise, cehen- nemde ebedî olarak kalmaz ve onun en son gideceği yer cennettir. Çünkü Cenâb-ı Allah, iman eden ve salih amel işleyenleri Firdevs cenneti ile müjde- lemiştir.181 Söz konusu âyete göre, büyük günah sahibi mümindir. Kendisinde

iman bulunmasının yanı sıra o, oruç ve namaz türünden salih amel de işlemiş- tir. İşlediği günahın haramlığına inanmak ve cezalandırılmaktan korkmakla birlikte nefsin arzularına yenik düşmesinden dolayı büyük günah işlemiştir. Fakat onun en son gideceği yer cennettir. Zira, Allah Teâlâ kendisine ortak koşulmasını bağışlamadığını, bundan başkasını, dilediği kimse için bağışla- yabileceğini beyan buyurmuştur.182 Görüldüğü üzere Cenâb-ı Allah bu âyet-

te şirk ve şirk dışındakileri birbirinden ayırmış, şirkin affedilmeyeceğini dile getirmiş, şirk dışındakileri bağışlayabileceğine ilişkin bir ümit vermiş ve şirk dışındakilerinin affedilmesini kendi iradesiyle ilişkilendirmiştir. Kendi irade- siyle ilişkilendirmesi, büyük günah sahibinin bağışlanmasının mümteni’ değil, caiz olduğunu gösterir. Bu durumda Allah’ın, büyük günahı bağışlaması, o fiili işleyeni cehenneme göndermemesi veya gönderip daha sonra onu ateşten ken- di rahmetiyle çıkarması imkan dahilindedir. Çünkü O, zulümlerine rağmen insanlar için bağışlayıcı olduğunu ifade etmiştir.183 İşte bu âyet, tevbe etmeden

önce bağışlamanın mümkün olduğuna yani günahın affedilebileceğine işaret etmektedir.184

Bir saatlik tevhid, yüz senelik küfrü yok ediyorsa, bir saatlik günahı ne- den yok etmesin? sorusunu soran Bâbertî, büyük günah sahiplerinin cezalan- dırılmasının nasslarla sabit olduğunu belirterek söz konusu zümrenin kendi imanları sebebiyle ilk önce cennete, günahları dolayısıyla da daha sonra cehen- neme girecekleri ihtimalini kabul etmemekte ve durumun tam tersi cereyan edeceğini yani büyük günahları hasebiyle ilk önce cehenneme daha sonra da cennete gireceklerini zikretmektedir.185

“Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah) ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah’a şirk ko- 181 Kehf 18/107.

182 Nisâ 4/48. 183 Ra’d 13/6.

184 Bâbertî, Şerhu ‘Akideti Ehli’s-sünne ve’l-cemâ’a, s. 112, 113. 185 Bâbertî, Şerhu ‘Akideti Ehli’s-sünne ve’l-cemâ’a, s. 113.

!!" !-"

şan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur”186 mealindeki

âyetten hareketle Allah’ın büyük günah sahiplerini cezalandırması ya da ödül- lendirmesine dair bir ipucu vermediğini ifade eden Bâbertî, onların tebve et- meden ölmesi durumunda Allah’ın dilemesinin devreye gireceğini vurgular.187

Ehl-i Sünnet, kendisinde tasdikin bulunması sebebiyle büyük günah iş- leyenin iman dairesinden çıkmadığını, tevbe etmeden ölen asinin durumunun Allah’ın dilemesine bağlı olduğunu, söz konusu meşietin affetme ve cezalan- dırma şeklinde cereyan ettiğini ileri sürer. Yani Allah dilerse onu affeder ya da lütfuyla, o kişide bulunan iman ve taatlerin hürmetine veya bazı seçkinlerin şefaatiyle onu cennete koyar. Dilerse de ister küçük ister büyük günah olsun, işlediği günah miktarınca azap eder ve daha sonra onu cennete gönderir, fakat cehennemde ebedî olarak bırakmaz.188

Ebû Hanîfe, büyük günah işleyenin halini Allah’a tehir ve havale ettiği için Mürciî olarak isimlendirilmiştir. İrca ise, zaten tehir anlamını taşır. Bu- nunla bağlantılı olarak Ebû Hanîfe, küçük ve büyük günah sahibi için hem ümit beslediğini, hem de korktuğunu ifade etmiştir.189 Başka bir deyişle böyle

birinin cennete gideceğine dair ümit beslediğini ve cehenneme girmesinden dolayı da korktuğunu söylemiştir.

Hâricîler, “Kim Allah ve elçisine karşı gelir ve sınırlarını çiğnerse, Allah onu, temelli kalmak üzere Cehennem’e koyar”190 âyetinden hareketle küçük

veya büyük günah işleyenin kâfir olduğunu, cehennemde sonsuza kadar ka- lacağını, ister küçük ister büyük olsun bütün günahların sonuçta isyan olarak isimlendirildiğini ve bu açıdan aralarında fark bulunmadığını iddia ederek ce- hennemin kâfirler için hazırlandığını ifade eden âyeti191 dikkate alıp nasslar-

da cehennem tehdidine muhatap olan herkesin kâfir olduğunu ve kâfir olan asinin ebedî olarak kalacağı yerin cehennem olduğunu dile getirmişlerdir.192

186 Nisâ 4/48.

187 Bâbertî, Şerhu ‘Akideti Ehli’s-sünne ve’l-cemâ’a, s. 113. 188 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 80. 189 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 80, 81. 190 Nisâ 4/14.

191 Âl-i İmran 3/131.

192 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 81.

Mu’tezile, işlenen günahın büyük olması durumunda sahibinin fasık is- mini alacağını, yani ne mümin ne de kâfir olacağını, iman dairesinden çıka- cağını, fakat küfre de girmeyeceğini, kendisi için iman ve küfür arasında bir mertebe oluşacağını (menzile beyne menzileteyn) kaydeder. Büyük günah iş- leyenin nasıl isimlendirileceği noktasında bilginlerin ihtilaf ettiklerini söyleyen bu ekol, Sünniler’e göre, kendisinde tasdikin bulunması hasebiyle büyük günah sahibinin mümin, işlediği günah sebebiyle de fasık ismini aldığını, Hâricîler’e göre, böyle bir kişinin kâfir ve fasık olduğunu, Hasan-ı Basrî’nin (ö. 110/728) büyük günah işleyeni, fiilleri sözlerine aykırı olması nedeniyle münafık ve fasık olarak değerlendirdiğini zikreder. Bütün âlimlerin fasık isminin kullanımı nok- tasında ittifak ettiklerini, manasında ise ihtilafa düştüklerini, kendileri (Mu’te- zile) tarafından sadece üzerinde ittifak edilenin alındığını, ihtilaf edilenin terk edildiğini iddia eden Mu’tezile, tevbesiz ölen büyük günah sahibinin “Kim bir mümini kasten öldürürse, onun cezası, içinde temelli kalacağı cehennemdir”193

âyeti gereğince ebedî olarak cehennemde kalacağını, işlenen günahın küçük ol- ması durumunda ve sahibinin büyüklerden kaçınması halinde küçük günahtan dolayı ceza görmesinin imkansız olduğunu öne sürer.194

Büyük günah işleyenin durumu konusunda en doğru değerlendirme- nin Hanefî-Mâtürîdî mezhebi tarafından yapıldığını söyleyen Bâbertî, ortaya attığı bu iddiayı çeşitli âyetlerle temellendirmeye çalışır. “Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas yazıldı: Özgüre özgür, köleye köle, kadına kadın. Buna karşı kimin cezası, kardeşi tarafından bir miktar bağışlanırsa, artık iyi geleneğe uymalı ve ona iyilikle ödemelidir; bu Rabb’inizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim, bundan sonra sınırları aşarsa, kesinlikle onun için can yakıcı bir ceza vardır”195 âyeti üzerinde duran Bâbertî, büyük günah olmasına

rağmen, Allah’ın kasten adam öldüreni mümin olarak isimlendirdiğini, imanla hasıl olan kardeşlik durumunun devam ettiğini bildirdiğini ve katilin cezasının hafifletilmesi ve kendisine merhamet gösterilmesini hak etmeyecek bir du- rumda olmadığına hükmettiğini açıklar.196

193 Nisâ 4/93.

194 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 81-82. 195 Bakara 2/178.

196 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 82.

!'" !("

Hanefîler’in savunduğu tezin tutarlılığını, “Ey müminler! İçten bir tev- be ile Allah’a tevbe edin. Olur ki, Rabb’iniz, kötülüklerinizi siler”,197 “Hepi-

niz Allah’a tevbe edin”198 mealindeki âyetler çerçevesinde izah eden Bâbertî,

günahsız kimseye tevbeyi emretmenin muhal olduğuna ve Mu’tezile’ye göre, büyük günahlardan kaçınma halinde küçük günahların bağışlandığına vurgu yaparak tevbenin büyük günah sahipleri hakkında olduğunu kaydeder.199

Hanefîler’in görüşü daha makuldür, çünkü iman tasdikten küfür ise ya- lanlamaktan ibarettir. Böyle olunca da büyük günah işleyen kişinin tasdik hali devam etmektedir. Tasdik ve yalanlamak birbirinin zıddı olması hasebiyle tasdik var olduğu müddetçe yalanlamadan söz edilemez. Bu durumda ortada yalan- lama yokken büyük günah sahibinin kâfir olduğunu, tasdik mevcutken imanın bulunmadığını, kalpte tasdik varken münafık olduğunu iddia etmek yanlıştır.200

Hanefîler’in fikrini destekleyen diğer bir şey, fısk ve isyan mefhumları- dır. Çünkü fısk lügatte çıkmak demektir ve Allah’ın emirleri dışına çıkan ki- şiye fasık denir. İsyana gelince, bu inkar veya yalanlama ile değil de fiilen emri yerine getirmemek demektir. Yalanlamak ise, emirleri yerine getirmemenin şartı olmadığına göre, tasdik devam etmekte ve fasık, mümin olma konumunu korumuş olmaktadır.201

Üzerinde ittifak hasıl olanı aldığını ve ihtilaf edileni terk ettiğini söyleyen Mu’tezile’nin bu fikrine eleştiri getiren Bâbertî, ittifak edileni alma- nın ve ihtilaf edileni bırakmanın, selef görüşlerinin bütününden çıkmayı ge- rektirdiğini beyan ederek söz konusu düşüncenin geçersiz olduğunu ortaya koymaya çalışır.202

Büyük günah sahibinin cennete girmesinin amili, onun mümin olması, imanın devam etmesi ve salih amel işlemesidir. “İnanan ve yararlı iş yapanlara gelince, hiç kuşkusuz, onların konakları Firdevs bahçeleridir”203 âyeti de bunu

desteklemektedir.204

197 Tahrim 66/8. 198 Nur 24/31.

199 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 82. 200 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 83. 201 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 83. 202 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 83. 203 Kehf 18/107.

204 Bâbertî, Şerhu Vasıyyeti’l-İmâm Ebî Hanîfe, s. 83.

Mu’tezile’ye cevap verme ihtiyacını hisseden müellif, âyetlerde geçen tehdidin cehennemde ebedî kalmayla bitişik zikredildiğini ve fakat bu ebedî kalmanın, büyük günahı helal görenler için geçerli olduğunu, onların bu güna- hı helal görmeleri sebebiyle küfre düştüğünü ve bu küfürleri sebebiyle tehdide muhatap olduklarını beyan eder.205

Nasslarda ahirette Müslümanlarla kâfirlere eşit bir muamelenin ya- pılmayacağının ifade edilmesi, inananların inanmayanlara olan üstünlüğünü ortaya koymak içindir. Çünkü inanan inanmayan herkes cehennemde ebedî kalmış olsa, bu durumda var olan farklılık ortadan kalkar ve bir eşitlik meyda- na gelir. Böyle imanın faydasından bahsedilemez.206

Konuyla alakalı olarak Hz. Peygamber’den nakledilen hadîsler, büyük günah işleyenin ceza göreceğinin, ardından cehennemden çıkarılıp cennete yerleştirileceğinin delilini teşkil etmektedir.207 Bahsi geçen bu rivayetleri esas

alan Ehl-i Sünnet, büyük günah sahibinin devamlı olarak cehennemde kalma- yacağını, bir gün oradan çıkıp cennete gireceğini belirtmiştir.

Büyük günah meselesi noktasında serdedilen bütün görüşlerin, fasık mefhumu etrafında düğümlendiği bir gerçektir. Fakat dikkat çeken nokta, söz konusu kavrama farklı manaların yüklendiğidir. Söz gelimi, Mu’tezile bu keli- meyi ne mümin ne de kâfir olarak yorumlarken, Hâricîler kâfir, Ehl-i Sünnet ise, günahkar mümin olarak anlamıştır.