• Sonuç bulunamadı

Bun-ların çoğu sahip olduğu gücü istismar eden; insanBun-ların hem ruh dünyasını, hem de ke sesini zarara uğratan kişilerdir. Bu tavırlarıyla, bunların önemli bir kısmı, Kuran’ın eleştirdiği Musevi ve Hıristiyan din adamlarının dini-mizdeki kar şılığıdır.

Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu halkın mallarını uydurma yollarla yerler ve Allah’ın yolun dan alıkoyarlar.

9-Tevbe Suresi 34

ŞEYHE KÖRÜ KÖRÜNE İTAAT

Tarikatların en önemli kurallarından biri; müridin kendisini şeyhine, “ölü-nün kendini ölü yıkayıcısına bıraktığı gibi” teslim etmesidir. Kuran’ın aklı-mızı çalıştırmayı emretmesine rağmen tarikatlarda körü körüne itaat esas-tır. Tarikat üyelerine, akıllarını bir kenara bı rakıp şeyhlerine tabi olmaları, bu yolda akılla gidilemeyeceği anlatı lır. Bu prensibi kabul edip şeyhe tabi olan kişiye, şeyhin Mehdiliğinin veya İsalığının inandırılması, şeyhin dün-yadaki en üstün insan olduğunun iknası, kişinin maddi açıdan sömürülmesi, dine yapılan ilave ve eksiltmelerin yutturulması gayet kolay olmaktadır. Üs-telik kişi, aklı kenara bırakma prensibini kabul ettikten sonra, üniversite bi-tiren okumuş müritle; cahil, okuma yazma bilmeyen mürit aynı mertebeye gelmektedir. Bu yüzden tarikatlardaki okumuş kişilerin tavrı bizi şaşırtma-malıdır. Çünkü bu kişiler, tarikatların yapısı ge reği aklını kenara bırakmış ve şeyhe teslim olmuşlardır. Bu tavrın neticesi ise cahil ile okumuşun, bilen ile bilmeyenin farkının kal mamasıdır. Araştırma yerine yutturma, düşünme

yerine taklit esas olunca; tarikattaki herkesin inancı, hayata bakış açısı ve dini değer lendirişi tamamen şeyhiyle aynı olmaktadır. Hatta birçok zaman “aklı bırakma prensibi” kabul ettirildiği için şeyhten çok daha bil gili ve kültürlü bir kişi bile “Ben bilmem, şeyhim bilir. Şeyhim di yorsa vardır bir hikmeti”

gibi izahlarla, şeyhin en saçma izahlarını bi le yutmaktadır. Yakın zaman-lardan trajikomik birkaç izaha yüzler ce tarikat bağlısının sırf şeyhleri dedi diye nasıl inandıklarını örnek verebiliriz: Birinci şeyhin Amerika’ya kızıp nasıl uzay mekiğini dü şürdüğünü, şeyhin müritleri büyük bir gururla anla-tıyorlardı. İkin ci şeyhin ise Kıbrıs’ta duyulan ve başta nedeni çözülemeyen gürül tüyü ejderha ilan etmesini en okumuş müritleri bile hemen kabul et-mişlerdi. Üçüncü şeyh ise “nefislerinizi terbiye edeceğim” diyerek, müritle-rine cinsel organını öptürüyordu. Elbetteki samimi Müslüman olan, kendi bağlılarına İslam’ın güzelliklerini anlatmak için çaba sarfeden ve bulunduğu konumu istismar etmeyen tarikat şeyhleri olmuştur/vardır. Fakat buradaki asıl sorunun körü körüne itaati getiren sistem olduğunu görmek ve bahse-dilen sorunların, şeyhi değiştirmekle değil, sistemi değiştirmekle çözülebi-leceğini görebilmek önemlidir.

Tarikatların yapısını ve şeyhe bağlılığın felsefesini bilmeyenlerin, eği-timli ve kültürlü müritlerin bile bu saç malıklara inanmasını anlamaları ol-dukça zordur. Fakat eğer ta rikata girenlerin, baştan akıllarını kenara bırakıp, önemli bir kısmı psikolojik sorunlu şeyhlere tabi oldukları ve düşünme ye-rine taklidi ön plana aldıkları anlaşılırsa, bu tutumların nedeni de anlaşılabi-lir. Tarikatla ra girenlere verilen tarikat terbiyesini anlamak için bir tarikatın müride, uyulmasının zorunlu olduğu yedi madde diye verdiği listeyi görelim:

1-) Mürşidine (şeyhine) tam teslim olmak ve hiç kimseyi mürşi dinden üstün bilmemek.

2-) Zeki ve idrak kabiliyeti yüksek olmak.

3-) Şeyhinin hizmetinde hareketli ve atılgan olmak.

4-) Sözünde sadık ve güvenilir olmak.

5-) Malını ve mülkünü şeyhinin hizmetine vermek.

6-) Mürşidin (şeyhin) ve tarikatın sırlarını gizli tutmak.

7-) Canını şeyhi yolunda vermeye her an hazır olmak.

SÖMÜRÜLEN MÜRİTLER

Tarikat mantığını düşündüğümüzde, ikinci maddeyi anlamakta zorluk olabilir. Hep aklı kenara bırakıp, şeyhe tabi olunmasını isteyen tarikatlar, ne-den acaba müritlerinne-den zeka ve idrak kabiliyetine sahip olmalarını istiyor-lar? Herhalde burada beşinci maddede belirtilen mal ve mül kün daha çok elde edilmesi için kullanılacak zeka kastediliyor olsa gerek. Ne de olsa mü-rit ne kadar kazanırsa, o kadar faydalı olabilir!

Muhammed İkbal bu manzaraya “şeyhperestlik” manasına ge len “pirizm”

adını takmıştır. Bununla “Allah ne istiyor? Kuran’da ne geçiyor?” mantığı yerine “Şeyh efendi nasıl buyurdu? Bizim ta rikatımızda nasıl açıklandı”yı geçiren zihniyete dikkat çekmektedir. İk bal’in diğer bir izahı ise şöyledir:

“Tekkelerde benliği yaratmak ve yetiştirmek imkanı kalmamıştır. Bu rutu-betli alev, kıvılcım saç maz.”

Muhakkak ki her tarikat ve her şeyh bir değildir. Bizim asıl kar şı oldu-ğumuz tarikatlardaki genel zihniyettir. Kuran’da, bilmediği miz bir şeyin ar-dınca gitmememiz, çünkü bundan sorumlu tutulacağımız ifade edilir (17-İsra Suresi 36). Oysa en düzgün tarikatta bile kişiler şeyh lerine tabi olurlar ve tarikatların akıbeti şeyhin kişiliğine, insafına kalır. İnsanlar bilginin de-ğil, taklidin uygulayıcıları olurlar. Yöntem, aklı bir kenara bırakmak olunca, saydığımız en kötü örneklerin or taya çıkışı hiç de sürpriz değildir.

TARİKATLARDAKİ MASALLAR

“Şeyhe kayıtsız şartsız itaat” tarikatın en önemli şartı olduğundan, bu-nun sağlanması için müritlere hikâyeler anlatılır. Örneğin; “Bir şeyh bir mü-ridine ‘Git babanın kafasını kopar bana getir’ der. Mü rit de görünürde çok garip olan bu isteği şeyhine olan güveninden dolayı ‘Bir hikmeti vardır’ di-yerek yerine getirir. Bir de bakar ki annesiyle yatarken kopardığı baş baba-sının değil. Annesiyle zina ya pan başka birine ait. Şeyh uzaktan, kerameti sonucu bu olayı görü yor ve müridini denemek için hikmetini açıklamadan böyle bir emir veriyor.” Bu örnek hikâyeyle görüldüğü gibi şeyh, müride haramı emretse bile onun emrine itaat edilmesi, çünkü bunun muhakkak

bir hikmeti olacağı telkin edilir. Oysa bir Müslüman’ın böyle bir şey iddia eden kişiye “Ben böyle bir haramı niye işleyeyim? Allah cana kıymayı ha-ram etmişken benden böyle bir şeyi nasıl istersin?” demesi gerekir. Oysa ta-rikatlarda, şeyhe bu şekilde karşı çıkışlar; normal olmanın değil, imanı zayıf bir kimse olmanın belirtisi sayı lır. Hikâyelerle müridi şeyhin robotu yapma, tarikatlarda çok sık kullanılan bir yöntem olduğu için meşhur bir hikayeyi daha örnek verelim: “Bir gün Hacı Bayram Veli’nin çok müridi olmasın-dan ra hatsız olan devrin yöneticileri Hacı Bayram’a gelip bu rahatsızlıkla-rını, müritlerinin çokluğunu hatırlatıp dile getirmişler. Hacı Bayram da

‘Rahatsız olmayın, benim sadece bir buçuk müridim var’ demiş. Gelenlere bunu ispat için içeride bir koyun kesen Hacı Bayram, ka nını da dışarı akıt-mış. Müritlerini ise dışarıda toplamış ve tüm mürit lerini kesmesi gerekti-ğini ve sırayla gelmelerini söylemiş. Bir kadın ve bir erkek dışında herkes kaçmış. Erkek bir, kadın yarım sayıldığı için gerçek müritler işte bu bir bu-çukmuş…” Özetlediğimiz bu kıssa anlatılıp, mü ritlerden bu “gerçek mürit-ler” gibi olup, şeyhleri öldürecek olsa bile ken dilerini teslim etmeleri gerek-tiği öğretilir. Aklı bir kenara bırakan, şeyhi haram olan bir şeyi istese bile

“vardır bir hikmeti” deyip boyun eğmesi gereken kişiler olarak yetiştirilen müritler, artık şeyhleri nasıl Müslü man olmalarını isterse öyle Müslüman olabilmektedirler. Bu tip durumlar sonucunda şeyhler “Rab edi nilerek”, Hı-ristiyanlık ve Musevilik’teki sapmaların bir benzeri daha İslam’a inandığını söyleyen kişiler tarafından gerçekleştirilmektedir:

Allah’ın yanında hahamlarını ve ruhbanlarını da Rabler edindiler.

9- Tevbe Suresi 31 Kuran yerine şeyhe tabi olanlar, Kuran’ı ancak ölülerin arkasından üs-telik bilme dikleri bir dilde okuyanlar, Kuran’ın manası yerine melodisine önem verenler, ne yazık ki bu ayetlerdeki uyarıyı anlamamakta, Kuran’ı rehber kitap olarak değil, ölülerin arkasından okunan bir okuma kitabı ola-rak görmektedirler.

RABITANIN SAÇMALIĞI

Tarikatlardaki en garip olaylardan bir diğeri ise şeyhle yapılan rabıta-dır. Tür kiye’mizde en yaygın tarikat olan Nakşibendiliğin de en önemli uy-gulamalarından biri olan rabıta şu şekilde yapılır: Mürit, abdestli olarak ve kıbleye dönerek yere oturur. Şeyhinin iki kaşının ortasını hayalin de canlan-dırarak Allah’ı zikreder. Rabıtayla, şeyh ile mürit arasında ki sürekli beraber-lik sağlanır. Fotoğrafın icadından sonra rabıtayı fotoğrafa bakıp yapan “mo-dern Nakşibendiler” de mevcuttur. Bu uygulama kadar acayip olan bir izah ise şöyledir: “Rabıtasız zikir ye rine, zikirsiz rabıta tercih edilir. Zikir ve ra-bıtadan birini terketmek zorunda kalırsak zikri terketmek daha uygundur.

Çünkü zikirsiz ra bıta erdirir, fakat rabıtasız zikir erdirmez.” Bu uygulama, tarikatlar konusunu niye ayrı bir başlıkla incelediğimizin sebeplerinden bi-ridir. En kibar ifadeyle “saçmalık” olarak değerlendirdiğimiz bu uygulama, Kuran’ın diniyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.

Tarikatlarda kullanılan bazı temel deyimlerin Kuran’daki kulla nılışlarına baktığımızda, aradaki büyük farkı ve alakasızlığı farkederiz. Örneğin “şeyh”

kelimesi Kuran’da “ihtiyar adam” manasında kulla nılmıştır (Bakınız 11-Hud Suresi 72, 12-Yusuf Suresi 78, 28-Kasas Suresi 23, 40-Mümin Suresi 67). Kuran’da “veli” kelimesi ise “dost, yakın” gibi manalarda kullanılır.

“Evliya” ifadesiyse, bu kelimenin çoğuludur. Kuran’a göre; her Müslüman Allah’ın velisidir, Allah da onların velisidir (Bakınız: 2-Bakara Suresi 257, 3-Ali İmran Suresi 68, 5-Maide Suresi 55, 7-Araf Suresi 196, 9-Tevbe Suresi 71). Kafirler ise şeytanın velisidir, tüm kafirler de bir birinin ve-lisidirler (Bakınız 4-Nisa Suresi 119, 4-Nisa Suresi 76, 7-Araf Suresi 27, 16-Nahl Suresi 16). Mutlak anlamda gerçek dost sadece Allah’tır. Tüm dostlar ona nispetledir. O halde ondan başka gerçek veli yoktur (Bakı-nız 2-Bakara Suresi 107, 9-Tevbe Suresi 116, 25-Furkan Suresi 18, 39-Zümer Suresi 3, 42-Şuara Suresi 9). Görüldüğü gibi Kuran’da 80’den fazla yerde geçen “veli” veya “evliya” kelimeleri, hiçbir yerde günümüzde halka tak-dim edilen süpermen insanlar manasında kullanılmamıştır. Bu evli yaların, şeyhlerin gösterdiği olağanüstü haller manasında “kera met” kelimesinin

kullanılmasına da Kuran’da rastlamıyoruz. Bu ke limeyle aynı “KRM” kö-künden birçok fiil Kuran’da geçer ve bu ke limelerle Allah’ın cömertliği, verdiği rızıkların bolluğu anlatılır ama “süper adamların süper olağanüs-tülükleri” anlatılmaz (Bakınız 27-Neml Suresi 40, 8-Enfal Suresi 4, 17-İsra Suresi 70, 36-Yasin Su resi 11).

Tarikatlardaki dönmelerin, semanın, musikinin; dinin bir parça sı ol-duğu iddia edilmediği sürece hiçbir zararı olmadığı kanaatinde yiz. Çünkü Kuran bunları ne yasaklamıştır, ne de emretmiştir. Ye ter ki bu uygulama-lar ibadet ouygulama-larak takdim edilmesin. Fakat ne ya zıktır ki birçok tarikatta bu tarz uygulamaların adeta dini bir gereklilik gibi tanıtıldığına tanık ol-maktayız. Bizim karşı olduğu muz budur. Yoksa Müslümanlar elbette ki vakıflar, dernekler gibi kurumsal yapılar kurabilir ve bunların içinde bir hiyerarşi oluşturabi lirler. Tüm bu kuruluşlarda şiir okunması, müzik din-lenmesi, sema, sanat, toplantı, gösteri yapılması da normaldir. Fakat anor-mal olan, tarikatların; insanları tartışılmaz ilan etmeleri, ister iyi ister kötü olsun kendilerini ve Kuran’da yer almayan uygulamalarını dinin bir par-çası gibi göstermeleridir.

Tarikatların diğer bir zararı ise dinimizi bir çile dini gibi tanıt maları ol-muştur. Hindu anlatımlarını ve Hindu tarikatlarını andı ran suni çilelerle, müritleri terbiye edeceğini söyleyen tarikatlar; in sanları karanlık odalarda uzun süre aç ve susuz bırakıp, onlara acı çek tirip, birçok kişinin ruh den-gesini bozmuşlardır. Ruh dengesi bo zulan bu insanların gördüğü halusi-nasyonlar ise bu kimselerin üs tünlüğüne, “evliya” olduklarına yorumlan-mıştır. Oysa Kuran’da hiç bir Peygamber’in ya da inananın, kendisine böyle suni çileler çek tirip, kendi kendine işkenceler ettiği görülmez. Kuran’a göre Allah, ge rekirse imtihan için zorluk verir ve bu zorluk her ne olursa olsun Müslüman buna sabreder. Fakat bu zorluklar hayatın doğal akışında insa-nın karşısına çıkar; yoksa çile olsun diye, zorluk olsun diye insainsa-nın kendi-sine işkence etmesinin dinimizin tek kaynağı olan Kuran’da hiçbir daya-nağı bulunmamaktadır.

EFENDİLERİN SAPTIRMASI VE TASAVVUF

Ve derler ki: “Rabbimiz biz efendilerimize, büyüklerimize itaat et-tik de, böylece onlar bizi yoldan saptırdılar.”

33- Ahzab Suresi 67 Geleneksel dinin uygulayıcıları, atalarından miras kalan mez heplerine hiçbir akılsal kritere dayanmadan uyarlar. Mezhebin bu tabile ri, mezhep bü-yüklerinin ne kadar zeki, ne kadar üstün ahlaklı ol duklarına dair hikâyeler anlatarak bağlılıklarını meşrulaştırmaya ça lışırlar. Bu şahıslara göre büyük-leri (mezhep imamları) her şeyi dü şünmüştür. Onlara uymak yeterlidir; onla-rın karar verdiği bir ko nuda düşünmek, tartışmak, sorgulamak edepsizliktir.

Geleneksel yaklaşımı benimseyenlerin dini doğrudan öğrendiği bir kaynaksa tarikattaki şeyhleri dir. Tarikattaki bu şeyhlere de çoğu zaman “efendi” ve

“efendi haz retleri” gibi ünvanlar yakıştırılır. Vefat etmiş mezhep imamlarına karşın bu efendiler yaşayan dini kaynaklardır. Bu “bü yükler”e ve “efendiler”e uymaktaki temel mantık aynıdır; düşünme den tabi olmak, sorgulamamak, aklı çalıştırmadan onların aklına güvenmek. Oysa Kuran’ın alıntıladığımız ayetinde görüldüğü üze re, birçok insanın doğru yoldan sapmasının sebebi

“büyükleri”ne, “efendileri”ne körü körüne bağlanmalarıdır. Aklı çalıştırma-nın yerine taklidi ön plana çıkartmaçalıştırma-nın, atalara uyarak ya da çoğunluğun tercihine bakarak ve efendilere, büyüklere teslim ola rak yol bulmanın hiç-birini Kuran kabul etmemektedir. Kuran dinin kaynağı olarak kendisinden başka ne bir efendiyi, ne bir mezhebi, ne bir hadisi, ne de herhangi bir tari-katı gündeme getirmemiştir. Kuran’a göre doğruya ulaşma, aklı dışlamayla değil; aklı kullanma ve düşünme faa liyetiyle gerçekleşir:

Kuran’ı okuyup düşünmüyorlar mı?

4- Nisa Suresi 82 Ayetlerini iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt al-sınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.

38- Sad Suresi 29

... Size ayetlerimizi açıkladık, belki akıl erdirirsiniz.

3-Ali İmran Suresi 118 Diğer önemli bir sorun, tarikatların birçoğunun tasavvuf düşüncesini benimsemeleri; bu düşünce adına ortaya konan birçok güzel şeyle beraber, İslam’ın ruhuyla hiç bağdaşmayacak izahları da, bu düşüncenin ünlü isimle-rinin hatırına, kabul etmeleridir. Tasavvuf düşüncesinin en ünlü ve en etkili olmuş kişisi Muhyiddin İbn Arabi’dir. Bakın İbn Arabi şöyle diyor: “Allah beni över, ben de Onu. O bana kulluk eder, ben de Ona. Bir halde ben Onu ikrar ederim, eşyadaki çokluk ve değişikliği görünce de inkar ederim” (Fu-susul Hikem). İbn Arabi, buna benzer ifadelerinin olduğu kitabının kendisine Peygamberimiz tarafından verildiğini ifade etmiştir. Birçok tarikat bağlısı, kendi anlayışları dışındakileri kolayca “kâfir” ilan eder; İslami anlayış açı-sından asla kabul edilemeyecek İbn Arabi’nin ve diğer tarikat ile tasavvuf önde gelenlerinin alıntıladığımıza benzer sözlerini ise yorumlayarak kur-tarmaya çalışırlar ve bu sözleri eleştirenleri “anlayışı kıt” olmakla ve bu şa-hısların derinliğini kavrayamamakla eleştirirler. Ne yazık ki tarikat ve ta-savvuf bağlılığı, anlayışları bu kadar köreltmiştir. Kuran adına bahsedilene benzer sözleri eleştirmesi gerekenler, bu şahısların hatırına, bu sözleri İs-lami anlayışın bir parçası gibi göstererek; Kuran’ın sunduğu berrak İslam’ı bulandırılmış bir şekilde algılamakta ve başkalarına da algılattırmaktadırlar.

ŞEYHLERİ UÇURAN MÜRİTLER

Ölen şeyhlerin kabirlerinde yapılan garip hareketler; bez bağlamalar, eğil-meler ve secdeler de başlı başına bir rezalet tablosudur. Şeyhlerin birçoğunun ölmeden tarikatın devamını oğluna, damadı na, kardeşine bırakması; genelde, manevi ve maddi sömürü çarkının aile te kelinde tutulması da sayısız garip-liklerin bir halkasıdır. Oysa dini mize göre emanet ehline verilir, kan bağı olana değil. Müritlere bi le layık görülen evliyalık mertebeleri, şeyhlere çok daha abartılı bir şekilde verilir. Şeyhlerin kerameti diye öyle hikâyeler anla-tılır ki Kuran’da anlatılan birçok Peygamber mucizesinin bile bu keramet ler kadar olağanüstü olmadığı görülür. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” deyimiyle,

halkın arasında ifadesini bulan bu olgu, ayrı tarikatın müritlerinin birbirle-rine karşı hava atma mekanizmasıdır. En çok ve en büyük kerameti göste-ren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müritler, her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak, bu yarışı karşılıklı de-vam ettirirler. Hayvanları, in sanları canlandıranlar; denizlerin, okyanusla-rın üstünde yürüyen ler; aynı anda bir sürü yerde gözükenler; neler vardır, neler... Süpermen şeyhler kalpleri bilir, uzaktan kumandalı yönlendirme-lerde bulunur, bir bakışıyla hidayete erdirir, dilediğini cin veya diğer yön-temleriyle çarpar; üfürüğü, tükürüğü, nefesi ile şifalar saçar, dokunuşuyla âlemlere nurlar yağdırırlar! Şeyhler bunları yapınca müritlerin ne haddine düşer şeyhe itiraz etmek, şeyhin lafını tartışmak, ak lını kullanmak! Müri-din en iyisi gözü kapalı itaat eden ve itaati en çok olandır.

Birçok tarikatın etki alanı içinde olanlar; ne yazık ki araştırma ve ak-letme yerine taklidi ve tabi olmayı gerektiren bu tarikatların düşünceye vur-duğu zincirlerden kurtulamamaktadırlar. Körü körüne itaat, hayatın zevk-lerinden kendini soyutla ma, az gülme, aklı az kullanma gibi özellikler;

birçok tarikatın yerleştirdiği zihniyetin sonuçlarıdır. Hatta tahminimizce bir araştır ma yapılsa, bugün İslam ülkelerindeki halkın, belli liderleri tar-tışmasız önder kabul etmelerinin kökündeki sebeplerinden biri olarak da İs-lam coğrafyasında uzun ve derin etkisi olan tarikatlara ve onların şeyhle-rine körü körüne uymayı bulu ruz. “Karı gibi gülmek” gibi hayattan gülerek zevk almayı ve neşeli olmayı hoş karşılamayan deyimlerin çıkış sebeple-rinde de yıllarca etki etmiş tarikat terbiyesini bulabiliriz. Ka naatimizce ta-rikatların verdiği bu terbiye geleneğe dönüşerek, gü nümüzde tarikatla ala-kası olmayanların bile yaşamlarında, farkında olmamalarına rağmen derin etkiler bırakmıştır. Çilede medet um mayı ve bir insanı aşırı yüceltip, körü körüne o insana bağlanmayı gerektiren tarikatlar; Kuran’ın istediği aklını çalıştıran insan mode linin önünde önemli engellerdir. Kuran’a gidip, Kuran dışında tüm dini kaynakları, hadisleri, ilmihal kitaplarını, mezheplerin dini ni Kuran’ın önünden süpürmek, nasıl Kuran’ın anlattığı dinin ortaya çık masının bir şartıysa, aynı şekilde tarikatlar da Kuran’ın anlattığı dinin or taya çıkıp, dini, şeyhlerin tekelinden kurtarmak için, süpürülmesi gerekenler listesine

dahil edilmelidirler. Böylece dinimizin bağlıla rı Peygamberimiz’in ve daha sonra dört halifenin döneminde olduğu gibi, Kuran dışında kaynak kitabı olmayan, cami dışında tekke gibi alternatif kutsal kurumları olmayan, şeyh gibi Allah’la kul arasında aracılık yapan ruhban sınıfı tanımayan, Allah dı-şında hiç bir varlığa teslim olmayan, kalple beraber aklını da çalıştıran; yal-nız Allah’a kul olan kullar olacaklardır.

Haberin olsun, halis din yalnızca Allah’ındır. O’ndan baş kalarını evliyalar edinerek “Biz bunlara yalnız bizi daha fazla Allah’a yak-laştırmaları için kulluk ediyoruz” diyenle re gelince; Allah tartışıp durdukları konuyla ilgili hükmü nü verecektir. Şu bir gerçek ki Al-lah yalancı, inkarcı kişiyi doğru yola iletmez.

39- Zümer Suresi 3 Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaların ardına düşmeyin. Siz ne kadar da az öğüt alıyorsunuz.

7- Araf Suresi 3

•••

SÜNNET KAVRAMI

“S

ünnet” kelime olarak “tarz, metot, yol ve tavır” manalarına gelir ve top-lulukların devam edegelen davranışları anlamında da kullanılır. “Sünnet”

ifadesi Kuran’da, sıkça; tek geçerli sünnetin “Allah’ın sünneti” olduğu ve

“Allah’ın sünneti”nde değişiklik olmayacağını ifade etmek için kullanılmıştır.

Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı bekliyor lar?

Allah’ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamaz sın. Allah’ın sünnetinde dönüşüm de bulamazsın.

35- Fatr Suresi 43 Daha önceden gelip geçenler hakkında Allah’ın sünnetidir. Allah’ın sünnetinde kesin olarak bir değişiklik bulamazsın.

33- Ahzab Suresi 62 Kuran’da “sünnet” kavramı bu şekilde kullanılırken, geleneksel anlayışta

“sünnet”, Peygamber’in fiillerini anlatmak için kul lanılır. Sünnetin üçe ay-rılıp incelenmiş olduğunu görüyoruz. Fiil halinde sünnet (es sünnetul fii-liye), sözlü sünnet (es sünnetul kavliye) ve sessiz kalarak gerçekleşen sün-net (es sünsün-netul takririye). Bi rincisi Peygamber’in davranışlarını, ikincisi Peygamber’in sözlerini, üçüncüsü ise Peygamber’in yapılışını görüp de ya-saklamadığı dav ranışları belirtir. Aslında sünnetle kastedilen temelde hadis-lerdir. Hadisler, Peygamber’in söylediği söz; sünnet, yaptığı fiiller manasında

kulla nıldığı için arada bir fark olduğu zannedilebilir. Oysa sünnet olduğu id-dia edilen tüm davranışları (Kuran’ın dışındakileri) bize ulaş tıran tek kay-nak hadis kitaplarıdır. Peygamber’in söylediği her ha dis de sözlü sünnet sayıldığı için hadis yerine sünnet, sünnet yerine hadis kelimelerini koydu-ğumuzda aynı şeyleri anlarız. Dr. Subhi es Salih’in “Hadis İlimleri ve Hadis İstilahları” kitabının 1. sayfasında şöyle denir: “Hadisçilerce, bilhassa müte-ahhirin hadisçilerce, hadis ve sünnetin biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu ka bul edilmiştir.” Sonuçta, kitabımızda, Peygamberimiz’e if-tiralarla dolu olan ha dislere yaptığımız her eleştiriyi okurken “hadis” keli-mesi yerine “sün net” kelikeli-mesini de koyarsanız aynı neticeyi almış olursu-nuz. Bu yüz den bundan önceki bölümlerde Kuran’ın yeterliliğini, hadisin yani sünnetin Kuran’la, mantıkla, kendi içinde çeliştiğini, Peygamber’in ve dört halifenin döneminde Kuran dışında bir dini kaynak yazdırılmadığını, Emeviler’in ve Abbasiler’in döneminde hadis, sünnet gibi başlıklarla insan-lara Arap örf ve adetlerinin, Emeviler’in ve Ab basiler’in hayata bakış açı-sının “din” diye kabul ettirildiğini bir da ha hatırlayın. Ayrıca mezhepçi bir din anlayışını benimseyenlere şu soruyu sorun: Madem Kuran’daki farz-lar, tavsiyeler, ibadetler dışında “sünnet” başlığıyla sevapların, iba detlerin olduğunu iddia ediyorsunuz, niye Kuran’da “sünnet” kelime si bu manada kullanılmıyor? 6500 civarındaki Kuran ayetin den hiç değilse bir tanesinde

“sünnet” diye sizin anlattığınız şekilde bir kavram tarif edilemez miydi?

Kuran’da 30’dan fazla kez geçen “hadis” ve defalarca geçen “sünnet” keli-melerinin nasıl geçtiğini önceki bölümlerde gördük. Bugün kullanılan ma-nasıyla hiç alakası olmayan şe kilde “hadis” ve “sünnet” kelimelerinin kul-lanılışı da mezhepçi din anlayışının, Kuran’da (dinde) olmayan kavramları uydurduğunun bir delilidir. Eğer bu kavramlar dinimizde olsaydı, hem isim-leri hem nitelikisim-leriyle Kuran’da tarifisim-leri yapılmaz mıydı? Eğer Kuran, bize, böyle en temel konuları bir tek ayetle bile açıklamayacaksa niye indi? Hiç şüphesiz Kuran, kendi ifadeleriyle de belirttiği gibi her şeyi açıklar, tüm detayları verir, Allah’ın dininin tümünü kapsar. Bu kavramla rın Kuran’da olmayan tarzda ortaya konması, bu kavramların insani ürünler olduğunun (uydu rulduğunun) delilidir.

Belgede UYDURULAN DİN VE KURAN DAKİ DİN (sayfa 174-200)

Benzer Belgeler