• Sonuç bulunamadı

•••

HADİSLERİN (SÜNNETİN) İNCELENMESİ

K

itabın ikinci bölümünde Kuran ayetlerinden hareketle Kuran’ın dini nak olarak yeterli olduğunu ve dini konularda Kuran’ın dışında başka bir kay-nağa ihtiyaç olmadı ğını gördük. Bu bölümde hadislerin toplanışında kulla-nılan yöntemleri ve Peygamberimiz’in hadisleri yazdırmadığı gibi konuları irdeleyerek; neden Kuran dışında, di nin ikinci bir kaynağı olamayacağını bir kez daha göreceğiz. Peygamberimiz’e iftira olarak nakledilen hadisle-rin Kuran’la, mantıkla ve kendi içlehadisle-rindeki çelişkisini ise 6, 7 ve 8. bölüm-lerde görerek; so nuca bakıp, Kuran dışında başka kaynak aramanın felake-tine şahit lik edeceğiz.

“Hadis” kelimesi sözlükte “söz, haber” manalarına gelmektedir. Sün-net ise “izlenen yol, alışılmış yol, adet” anlamında kullanır. Halk arasındaki yaygın kullanımına göre Peygamberimiz’in söylediği iddia edilen sözlere

“hadis”, Peygamberimiz’in davranış bi çimleri, hareket tarzları olduğu iddia edilen davranışlara ise “sün net” denir. (Kuran’daki “hadis” ifadesinin kul-lanım tarzını da bu bö lümde göreceğiz. “Sünnet” ifadesinin kulkul-lanımı için 16. bölüme bakın.) Davranış biçimleri sözlerle açıklandığı, aktarıldığı için

“hadis” ve “sünnet” terimlerinin birbirlerinin yerine kullanıldığını, “hadis”

ve “sünnet”i inceleyen kitapların çoğunda görebilirsiniz. Örneğin Lübnan Üniversitesi’nden Dr. Subhi es Salih, bunu şöyle açıklamaktadır: “Hadisçi-lerce hadis ve sünnetin, biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir. Hadis ve sünnet ifadelerinden, bir sözün, bir hareketin, bir

takrinin veya bir sıfatın Peygamberimiz’e izafesi anlaşılmaktadır.” Bu kita-bımızda da “hadis” veya “sünnet” ifadelerini kullandığımız birçok yerde, bu ikisini birbirinin yerine kullanacağız.

Hadisleri incelemeye Peygamberimiz’in dönemine giderek ve sonra vaş yavaş kendi dönemimize gelerek başlayalım. Peygamberimiz’in hadis ya-zımına izin vermediğini, kendi sözlerinin yazı mını yasakladığını hadisçiler bile kabul etmektedir. En doğru kabul edilen iki hadis kitabından biri olan Müslim’de ve Hanbeli mezhe binin kurucusu İbni Hanbel’in Müsned’inde şu hadis rivayet edile rek; Peygamber’in, kendi sözlerinin yazımını yasakladığı kabul edilir. “Benden Kuran dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Ku-ran dışında bir şey yazmışsa imha etsin.” (Müslim, Sahihi Müs lim, Kitab-ı Zühd; Hanbel, Müsned, 3/12, 21, 33) Darimi’deki hadis ise şöyledir: “Sa-habe Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.” (Darimi, es-Sünen) El Hatib’teki hadis şöyledir: “Biz hadis yazarken Hz. Peygamber yanımı za geldi ve ‘Yazdığınız şey nedir?’ dedi.

‘Senden işittiğimiz hadisler’ (sözler) dedik. Hz. Peygamber; ‘Allah’ın kita-bından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden evvelki milletler Allah’ın kitabı yanında başka kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.’ dedi” (El Hatib, Tak-yid,) Tirmizi’den de bunu öğrenebiliriz: “Allah elçisinden sözlerini yaz mak için izin istedik, bize izin vermedi.” (Tirmizi, es-Sünen, K. İlm)

Hadisleri inceleyen kitaplarda olsun, hadislerin dinin kaynağı ol duğunu iddia eden kitaplarda olsun; Peygamber’in kendi sözlerinin yazımını yasak-ladığı kabul edilir ve bunun hadislerle Kuran’ın ka rışmaması için olduğu söylenir. Oysa Ehli Sünnet mezheplerin yaklaşımını savunanlara göre ha-dislerden de aynı Kuran gibi dini hükümler çıkartılmalıdır. Yani hadisler de Kuran gibi dinin kaynağıdır. Peki dinin kaynaklarından biri de hadis ise Peygamber nasıl olur da hadis yazımını yasaklar; insanların dini eksik öğ-renmelerini, kendi sözlerine yalan katılmasını, sözlerinin bir kısmının unu-tulmasını göze alır? Kuran’da kalemle yazı yazmaya dikkat çekilir; vasiye-tin, borcun yazılması söylenir.

Eğer hadisler dinin kaynağı ise; vasiyetler ve borç bile yazılırken, Peygamber’in dinin kaynağının yazılmasını engellemesi hiç müm kün mü-dür? Eğer Peygamber dinin bir kaynağının kayda geçmiş olmasını engelle-mişse, dinin tam ve eksiksiz bir şekilde öğrenilme sini de engellemiş olmaz mı? İlerleyen sayfalarda göreceğimiz gibi birçok hadis uy durulmuştur. Eğer hadisler dinin kaynağı olsaydı, Peygamberimiz onları yazdırır ve şu anda olduğu gibi hadislerin içine onbinlerce yalan karışmasını önlemiş olurdu.

Oysa bizzat Kuran ayetleri Kuran’ın din adına yeterli ve tek geçerli kay-nak olduğunu söylemektedir. Bunu da en iyi anlayan şüphesiz Peygambe-rimiz Hz. Muhammed’dir. Görüldüğü gibi Peygamber’in sün neti (davranış tarzı); hadislerin Kuran’a ilaveler yapan kitaplar ola rak yazılması değil, hiç yazılmamasıdır. Peygamber hadis yazdırmamakla kalmamış, üstelik bunu yasaklamıştır. Yani hadis yazmak Peygamber’in tavrı olmadığı gibi üstelik bir yasağıdır. Basiret sahi bi Peygamberimiz; insanların detaysever, Peygam-berleri ilahlaştırıcı, mezheplere bölünmeye müsait karakterlerini bildiğin-den, bun lara yol açacak hadis yazımını yasaklamıştır. Bugün gelinen nokta Peygamberimiz’in basiretini bir kez daha takdir etmemizi gerektir mektedir.

HADİSLERİN SAYISAL ÇOKLUĞU

Ahmed Emin, hadis uydurmacılığının boyutlarını gösteren şu ze ki tes-piti yapar: “İlginçtir ki eğer hadisleri açıklayıcı bir şekilde ele alacak olsak piramit biçiminde olduklarını görürüz. Piramitin tepesi Allah’ın elçisinin dönemi olup aşağıya indikçe piramitin eni artmak tadır. Piramitin temeline vardığımızda Peygamber döneminden ne kadar geniş olduğunu farkederiz.

Halbuki makul olan tersidir. Çün kü Peygamber’in yanında olanlar hadisleri (Peygamber’in söyledik lerini) en çok bilenlerdi. Sonra onların ölümüyle ha-disleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde ge-lişecekti. Ama bizler Emevi dönemindeki hadislerin, bu dönemdekilerden da ha kabarık olduğunu görüyoruz.” (Ahmed Emin, Duhaul İslam) Ba zı ha-dis bilginlerinin iddiasına göre 2 milyon haha-dis vardır. “En doğ ru” haha-dis ki-tabının derleyicisi olarak gösterilen Buhari’nin kitabındaki hadisleri 600 bin

hadis arasından, Müslim’in ise 300 bin hadis arasından seçtikle ri söylenir.

Ebu Davud’un kitabındaki hadisleri 500 bin hadisten, mez hep kurucusu olan Malik’in Muvatta’sını 100 bin hadisten, İbni Hanbel’in ise Müsned’ini 750 bin hadisin arasından seçtiği söylenir. Peygamberimiz’in aşağı yukarı 23 yıl Peygamberlik yaptığını esas alır ve miladi takvime göre hesaplarsak, yak-laşık 23x365=8395 gün Peygamberlik yapmış olur. Toplam 2 milyon ha dis olduğu söylendiğinde, Peygamberimiz’in Peygamberlik yaptığı her gün ba-şına 200’den fazla hadis düşer. Herhangi bir kişiye bir yıl önce en çok bera-ber vakit geçirdiği kişinin; babasının, çocuğunun, karısının veya kocasının hadislerini (sözlerini) ve yaptıklarını yazma sını söyleyelim. Aradan bir yıl geçmesine rağmen yazılan adetleri gördüğümüzde, Peygamberimiz’in vefa-tından iki yüz yıl sonra, gün başına iki yüz adet rivayet edilen sözlerin, top-lam sayısından bile bunların içinde ne kadar çok yalan olduğunu anlayabi-liriz. Tüm bu hadis kitabı yazarlarının tüm bu hadisleri ezbere bildikleri ve kendi lerince en doğru gördükleri hadisleri seçtikleri söylenir. Hadisçilerin kaç hadis bildiklerini söyleyebilmeleri için tüm hadisleri bir yere yazıp say-maları gerekirdi, yoksa kimse ezbere 600 bin hadis bildiği ni iddia edemez.

Türkçe konuşan bir topluluğa kaç tane kelimeyle Türkçe konuştuklarını so-ralım, çoğu kimsenin tam cevap ve remediğini görürüz. Sayı 600 bin gibi rakamlara tırmandığında in sanın ezberindekini sayması ise imkansızlaşır.

HADİSLER DİNİN KAYNAĞI OLSAYDI DİNİMİZ EKSİK OLURDU

Müslim sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine var dığı her ha-disi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt). Müslim’in mantığına göre hadisler dinin kaynağıdır, fakat kendisi her doğru bildiği hadisi kitabına al-maz. Yani bu mantığa göre dini miz eksiktir. Müslim’in atladığı bir hadisi, başka birinin atlama dığının garantisi olmadığına göre; geleneksel Ehli Sün-net yaklaşım, kendi kendini eksik ilan eden bu izahı kaynaklarında taşımak-tadır. Hadisler dinin kaynağıdır diyen Buhari 600 bin hadis bilip 6000-7000 tanesini ya ni % 1’ini kitabına yazmıştır. Geriye kalan % 99’u ise bunlara

ih tiyacımız olmadığına veya bunların güvenilir olmadıklarına kanaat geti-rip kitabına almamıştır. Nitekim Buhari, kitabında, kitap uzamasın diye ki-tabına almadığı sahih hadis sayısının kiki-tabına aldıklarından çok olduğunu söylemiştir. Eğer hadisler dinin kaynağı olsalardı; biz tamamen Buhari’nin insafına ve seçme yeteneğine kalmış ola caktık. Eğer dinin eksiksiz olması için hadisler gerekli olsaydı; % 99’luk kesimde, gerekli olan hadislerin ol-maması imkansız olduğuna göre, hadisleri dinin kaynağı kabul eden zihni-yeti dikkate alırsak, dinimiz geri dönülemeyecek ve dü zeltilemeyecek şe-kilde eksik olacaktı. Buhari öldüğüne ve bize ulaş tırmadığı, yazmadığı % 99’luk kesimi bildiğini iddia edecek kimse olmadığına göre, biz eksik bir dinin üyeleri olmuş olacaktık.

Buhari’nin 600.000 hadis bildiği iddiasını ele alalım ve bu iddianın ne kadar güvenilir olduğunu da irdeleyelim. Buhari’nin hayatında hiçbir iş yap-madığını, hiç uyumadığını ve her hadisin doğruluğunu, nakil zincirinin sağ-lamlığını anlamak için her hadise 2 saat ayırdığını düşünelim. Sırf bu süre 130 yıldan fazladır. Oysa bazen sırf bir hadisin bir zincirinin bir halkasının sağlamlığının anlaşılması için günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünür-sek; Buhari’nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesi binlerce yıla bile sığmazdı. Kısacası Buhari’nin ve diğer hadisçilerin, yüz binlerce hadis bildikleri ve tüm bu hadislerin sağlamlığını test edip, içinden en sağlamla-rını seçtikleri iddiası akıl dışıdır.

Kuran, başı sonu belli olan bir kaynaktır. Oysa “Bir tane duydum”, “Bir tane de şu var…” diyerek, hadis nakilcileri hadisleri çoğaltmışlar dır. Hadis-lerin içine çok uydurma girmesinin en büyük sebepHadis-lerin den biri, hadisle-rin başı ve sonu belirsiz bir kaynak oluşudur. Allah’a şükür ki Allah bizi Kuran dışında başka kaynağa muhtaç kılmadı. Biz de Allah’ın bu lütfu sa-yesinde eksiksiz, tastamam bir dinin üye leriyiz. Farkında olarak veya ol-mayarak, bizi eksik, belirsiz ve çeliş kili bir dine mensupmuşuz gibi göste-renlerin; Peygamber’e göndermeler yaparak meşrulaştırmaya çalıştıkları ve Kuran’ın önüne koydukları bu uydurmalarla dolu hadisleri Kuran’ın önün-den kaldıralım ki, çelişkisiz ve tastamam di nimizin biricik kaynağı olan Kuran bizi aydınlatsın.

PEYGAMBERİMİZ’İN YAZILMASINI YASAKLADIĞI HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ?

Peygamberimiz’in hadis yazımını yasak etme yönündeki tavrı, Peygamberimiz’in vefatından sonra dört halife tarafından da; yani Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali tarafından da de vam ettirildi. Dört halifenin hadis yazma girişimlerini nasıl engellediklerini, yazılan hadisleri nasıl yaktıklarını kita-bımızın 11. bölümün de ayrıntılarıyla göreceğiz. Peygamber döneminde olan olaylara şa hitlik edenlerin bunları anlatması, Peygamber’le sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları gayet doğal ve sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamber’den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklama-ları; Peygamber’deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini; ileri görüş ile hadislerin dini nasıl de jenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabi lecek bir davranışın aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını tahmin ettiklerini gösterir. Dört halife, doğruluğunu kendile-rinin bildikleri birçok Peygamber sözünün yazımına Peygamber’in vefatın-dan hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken dahi izin vermediler.

İzin ve rildiğini iddia eden olursa “Hani, bu dönemde yazılı olan kitap ne-rede?” diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz.

Harevi şöyle der: “Ne sahabe (Peygamber’i görenler) ne de tabiyun (Peygamber’i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yaz mıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı bir kaç met nin dışında bunun bir istis-nası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca, Ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm’a bir mektupla hadisleri araştırıp, yaz-masını emretti.” Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise Ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm’ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra gelen Hali fe Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edi-lir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: “Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiyun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve sahabenin ha-disleri toplamaması, onları böyle bir şeye gi rişme hususunda oldukça sıkın-tıya sokuyordu. Ez Zuhri’nin şu sö zü nakil edilmiştir: Biz hadisi yazmaktan

hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar.” (Mahmut Ebu Reyye, Muham medi Sünnetin Aydınlatılması)

Oysa geleneksel Ehli Sünnet görüşü benimseyen hadisçiler, Emevi döne-mini bile dü zenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Bu dönemde, va-rolan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber’den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi son-rakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söyle diklerini nakleder. (Gazali, İhyayı Ulumiddin, 1. cilt) Ha dislerin ayrı ayrı ele alınıp, bu konuda müsta-kil eserlerin verilmesi ilk olarak Abbasiler dönemindedir. Hicri ikinci as-rın sonlaas-rında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik’in Muvatta’sıdır. (İbni Ferhun, ed dibae el Muzehheb kita-bında; Malik’in Muvatta’da onbine yakın hadis topladığını, bu hadis leri göz-den geçirip her sene içingöz-den ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhe-binin kurucusu İbni Hanbel’in Müsned’i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel’in kitabına da Muvatta’ya da; “sahih” ve “zayıf “ayrımları yapılma-dan (hadisler doğru olma ihtimaline göre kategorileştirilmeden), o günler-deki rivayet selinin içinde sürüklenen her şeyin, ciddi bir ayrım yapılmak-sızın girdiğini görüyoruz.

Buhari’den önce ise hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma ça bası dahi olmamıştır. “Sahih” ve “zayıf” şeklinde hadisleri ayırma çabası Buhari ile başlar. Hadisler incelendiğinde, bu çabanın gerekli sonucu vermediği an-laşılır. Meşhur altı tane hadis kitabının -kütübü sitte- yazarlarından Bu hari hicri 256’da, Müslim 261’de, Tirmizi 279’da, Ebu Davud 275’de, Nesei 303 yılında, İbni Mace 273’de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise fark-lıdır ve Sunniler de Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul et-mezler. Şiile rin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere denk ge-lir. Meşhur Şii hadisçilerinden Kulani hicri 329’da, Babuvay 381’de, Cafer Muhammed Tusi 411’de, El Murtaza 436’da vefat etmiş tir.

Örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut’un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme

yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güve nebilirdik? Üstelik bu sözün, sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden...

şeklinde 2. Mahmut’a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi bu söze kim inanırdı? Oysa 1839’da vefat eden 2. Mahmut’tan günümüze ka-dar geçen süre, Peygamberimiz’in vefatıyla meşhur kütübü sitte hadis ki-taplarının ilk yazılanı arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meş-hur hadis kitapla rının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz’in vefatı arasında geçen sü re ise bu sürenin 2 katından da fazladır. 5. bölümde göreceğimiz bir çok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını derlediklerinde, on-binlerce hadis ayıklanamayacak şekilde uydurulmuş bulunuyordu. Bu ha-dis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer haha-dislerle çelişen bir çok haha-disi içer-meleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadisler le kendi aralarında da çelişmeleri; Kuran dışında başka kaynak ara manın felaketini gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramit, bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile genişlemişti. Söz konusu hadisçiler ise Peygamber’in ve dört halifenin yolunu izle yip onlar gibi hadis yazımına karşı çıkacaklarına; İslam âlemine bü yük zararlar veren, Kuran’a aykırıyken sözde Pey gamber sevgisi kılığında, yalan yanlış birçok sözü “hadis” başlığı altında kitaplarına aldı-lar. Unutmayalım ki Hz. İsa’yı ilahlaştıran Hıristiyanların da maze retleri Hz.

İsa’ya sevgileridir. Fakat niyetleri ve mazeretleri aynı bizim hadisçilerin yetleri ve mazeretleri gibi kabahatlerini örtmeye yetmez. Biz kimsenin ni-yetini sorgulayamayız; bizim için önemli olan İslam adına yapılan bu yan-lışın düzeltilmesinin gerekliliğidir.

SAHABENİN HATASIZLIĞI İDDİASININ HADİS NAKLİNDEKİ ZARARLARI

“Sahabe” ifadesi; Peygamberimiz ile hiç konuşmasa bile Müslüman ola-rak -uzak tan dahi olsa- Peygamberimiz’i gören herkes için kullanılmaktadır.

Buhari’nin yaptığı bu tanım genel kabul görmüştür. Meşhur hadis kitapla-rında, cerh ve tadil adı altında hadis nakleden kişilerin doğru sözlülüğü, ha-fızası, inancı sorgulanır. Oysa Hicri 3. asra kadar “ben şundan, şu bundan,

bu ondan duydu” diye yapılan nakillerdeki, aradaki tüm “bu, şu ve o”ların binlercesinin dürüstlüğü, hafızası ve diğer özelliklerinin sınanmasına kim-senin ömrü yetmez. Ebu Şame bu hususta şöyle der: “Hadis nakil edenler hakkındaki görüşler o kadar farklılık kazanmıştır ki, tek bir nakilci bazıla-rına göre müminlerin emiri, bazılabazıla-rına göre ise insanların en yalancısı ola-rak nitelenebilmiştir.” Örneğin İkrime, Buhari ve meşhur birçok hadisçiye göre çok muteber bir nakilci iken, Müslim’e göre yalan cıdır. Bunun örnek-leri çoktur. Fakat örnekler içinde kanaatimizce en ilginç olanı geleneksel İslam’ın en meşhur hadis kitabının yazarı Buha ri’nin, geleneksel İslam’ın en büyük mezhebinin başı Ebu Hanife’yi “gayri-sika” yani “güvenilmez” ilan edip, ondan tek bir hadis dahi nakletmemesidir. En ünlü hadisçiye göre en ünlü mezhebin kurucusu güvenilmezdir, fakat geleneksel taklitçi zihniyete göre bunlar en güvenilir, en mübarek iki kişidir. Cerh ve tadildeki, yani ha-dis nakil edenlerin güvenilirliği hakkındaki tartışmalarda çeliş kili izahlar en az hadislerdeki çelişkiler kadar çoktur. Bunların ço ğunun gereksiz ve sı-kıcı olmasından dolayı daha fazla detaya gir miyoruz.

Yazının başına dönersek, tüm bu hadisler, önce nakil zincirleri nin so-nunda sahabeye atfedilir, daha sonra Peygamber’den duyul duğu söylenir. Sa-habelerden sonraki kişiler, bir sonuç alınamasa dahi, hiç olmazsa tartışma konusu olmuşlardır. Oysa sahabe isimle ri geçince, sahabeden duyulan söz;

sahabe olduğu söylenen kişinin kim olduğuna bakılmadan doğru kabul edilir.

Kuran’ın hiçbir ye rinde Peygamber’i her görene güvenileceğine dair bir izah yoktur. Bilakis Peygamberimizin etrafındaki “Müslümanım” diyenlerin bir kısmı Kuran’da eleştirilir. Münafıkların (ikiyüzlülerin), Müslümanların arasına gir diği de Kuran’da belirtilir. 9- Tevbe Suresi 101. ayette; Peygamberimiz’in dönemindeki ikiyüzlülerin hepsini Peygamber’in bile bilme diği söylenir. Peki, Peygamber’in bile bilmediği ikiyüzlüleri (müna fıkları) hadis imamları na-sıl bilmişlerdir? Hadis nakil ettikleri kişi lerin bu bahsedilen münafıklardan biri olmadığını nasıl iddia ede ceklerdir? Yoksa Kuran’da, Peygamber’in ha-yattayken bilemediği söylenilen kişileri; bu mezhep imamları, bu kişiler öl-dükten 200 yıl sonra mı bilebiliyorlar? Peygamber’in vefatından sonra sa-habelerin bir kısmının diğerleriyle savaşı, birbirlerini kafirlikle ithamları da

her sahabe olduğunu söyleyene güvenilemeyeceğini gösterir. Oysa sahabeyi tartışmasız doğru kabul eden zihniyet, sahabeyle araların daki zincirlerde bir-çok yanlış ve birbirleriyle çelişkili değerlendirme yaptıkları gibi, saha beyi toptan doğru kabul edip yine hata yapmışlardır. G.H.A. Juynboll’un dikkat çektiği gibi, eğer tüm sahabenin güvenilir olduğu id diasının yanlışlığı ka-nıtlanırsa, bütün hadis mantığı çökecektir. 12. bölümde bazı hadis uyduru-cularını incelerken, bu konuyu detaylı bir şekilde irdeleyeceğiz.

MANA İLE HADİS NAKLİNİN GETİRDİKLERİ

Hadislerin ne kadar güvenilir olduğunu anlamak için günümüz de anao-kulunda oynanan bir oyunu, bir de biz deneyelim. On veya yirmi kelimelik bir hadisi alalım ve yedi-sekiz kişinin bu hadisi kulaktan kulağa söyleme-sini sağlayalım. Acaba bu hadisler ne kadar doğru ola rak iletilecektir? Ha-dis naklinde ise bu haHa-dislerin; hem metin, hem nakil zincirleriyle ezberlenip, yüzlerce yıllık süreçte dağ, tepe ve çöl ara sında, kulaktan kulağa seyahat ettiğini unutmayalım. Daha evvel say dığımız hadislerin kasıtlı uydurulma sebeplerini, hadis nakil zinciri olmayan hadislere nakil zincirlerinin uydu-rulduğunu yok saysaydık, tüm hadis zincirlerinin doğru, tüm hadis nakil-cilerinin iyi niyetli ol duğunu varsaysaydık bile hadisler güvenilir olamazdı.

Hadisler konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan halktan bü yük bir ke-sim, hadislerin Peygamber’in ağzından çıktığı şekilde ke limesi kelimesine bize ulaştırıldığını zannederler. Hadislerin içinde doğruyla yalanın karış-mış olması bir yana, hadislerin Peygamberimiz’in ağzından çıktığı şekliyle bize ulaştırıldığını hadisçiler bile id dia etmez. Buhari başta olmak üzere birçok hadisçi, hadisin mana sının muhafaza edilmesinin yeterli olduğunu, asıl metnin ezberlen mesinin şart olmadığını kabul etmişlerdir. Bu ise ha-dislerin içine birçok kimsenin kendi görüşünü sokması, tam anlayamadığı halde anlayamadığını anlamayanların, hadis metnini bozup manayı da boz-maları gibi sonuçlar doğurmuştur. Her nakilci, hadisin metnini akılda tuta-bilecek güçte bir hafızaya sahip olmadığından aklında kaldığı şekliyle ha-disleri nakletmiş, bu da dilden dile anlam kaymalarına sebebiyet vermiştir.

Tüm bu sakıncalara rağmen Buhari ile en büyük iki Sunni mezhep olan Hanefi ve Şafii mezheplerinin başları Ebu Hanife ve Şafii de mana ile ri-vayeti yeterli görmüşlerdir.

Peygamberimiz’in en geniş topluluğa konuştuğu anın Veda Hutbesi ol-duğunu ve burada yüz binden fazla kişinin bulunol-duğunu hadisçiler kabul eder. Yüz binden fazla kişinin şahit olduğu iddia edilen bu hut benin ayrı ayrı metinlerde, nasıl farklı farklı olduğunu görmemiz, mana ile hadis nak-linin ve hadis uydurmacılığının; en sağlam hadis ol ması beklenen veda hut-besinde bile nasıl tahrifat yaptığını gösterir.

Mana ile hadis nakli olabilir denilince, hadisin başını sonunu duyma-mak da önemli mana kaymaları yapmıştır. Ebu Hureyre’den “Uğursuzluk üç şeyde olur; ev, kadın ve at” diye Peygamber’e ha dis atfettiğini duyan Hz. Aişe: “Allah’a yemin ederim ki Allah’ın elçisi bunu asla söylememiş-tir. O ancak şunu söylemişsöylememiş-tir. Cahiliye ehli şöyle derlerdi: Uğursuzluk şu üç şeyde olur; ev, kadın ve at.” Görüldüğü gibi Hz. Aişe’ye atfedilen ve Ebu Hureyre’ye yapı lan bu itiraz; “mana ile hadis nakli mümkündür” deyip ba-şını, so nunu, durum ve şartları nakletmeden yapılan hadis rivayetlerinin yol açtığı felaketlere bir örnektir.

Saydığımız tüm bu koşullardan dolayı, hadisçilerin benzer ölçü lerle dis toplayanları bile birçok hadiste ihtilaf etmişlerdir. Bu hari’nin birçok ha-disi Müslim’e göre yanlış, Müslim’in birçok hadi si de Buhari’ye göre yan-lıştır. Hele dört mezhebin kurucuları Ebu Hanife, Şafi, Malik ve Hanbel’in hadislere bakışı ve değerlendiri şinde sahih, zayıf, hasen tipinde net katego-rik ayrımlar da yoktur. Dört imam kendi akıllarına yatan hadisleri, “kü-tübü sitte”yi (altı meşhur hadis kitabı) yazan hadis imamlarının ölçülerine uymaksızın, mezhepleri ni kurmuşlardır. Bunlardan en büyük mezhebin ku-rucusu Ebu Hanife; hadis bilgisinin zayıflığı ve hadisi de bir kenara bıra-kıp kendi görüşünü, “reyi” ön plana çıkarması yüzünden, başta Buhari ol-mak üzerine hadis imamlarınca eleştirilmiş ve sözüne güvenilmez bir kişi olarak ilan edilmiştir.

HADİS NAKİL ZİNCİRLERİ

Sahabelerin hatasız ilan edilerek, hepsinin doğru söz lü olduklarının peşi-nen kabul edildiğini gördük. Hadis kitapları yazılmaya başlandığında ne bir sahabe, ne de sahabeyi gören(tabiin) bir kimse yaşıyordu. Peygamberimiz’in vefatından hadis kitaplarının yazımına kadar 6-7 nesil geçmişti ve bu ha-disleri nakle den meşhur hadis kitapları, bunları 6-7 kişinin birbirine söyle-diği iddia edilen zincirlerle nakletmektedirler. Bu yöntem Buhari ile sistemli bir şe kilde başladı. Buhari’nin hicri 200’lü yıllarda yaşadığı düşünülürse, Buhari’den önce olmayan bir metoda göre hadislerin nakil zincirle rinin akılda tutulmuş olması; ilerde konulacak bu ölçünün baştan gözetilmiş olması hiç de mantıklı değildir. Hadis nakillerini ay nı şekilde eleştiren Kasım Ahmed,

“Hadis ve İslam” kitabında şu iki zinciri örnek gösterir:

1- Peygamberimiz 2- Ömer İbni Hattab 3- İbni Vakkas

4- İbni İbrahim et Taimi 5- Yahya İbni Said el Ensari 6- Sufyan

7- Abdullah İbni Zübeyir 8- Buhari

1- Peygamberimiz 2- Aişe

3- Urvan İbni Zübeyir 4- İbni Shiab

5- Ukail 6- El Baith

7- Yahya İbni Bukheir 8- Buhari

Benzer Belgeler