• Sonuç bulunamadı

E) Hukuk Alanındaki Gelişmeler

II. BÖLÜM

Cumhuriyet Yönetiminin Anadolu’ya Açılmasının Edebiyata

Yansıması

Bu başlık altında Cumhuriyet Döneminde yapılan yenilik ve gelişmelerin Türk Edebiyatında öykü türünde nasıl bir yansıma ortaya çıkardığını ortaya koymaya çalışacağız. Bunu ortaya koyarken önce bir mekân olarak yazarların Anadolu’yu nasıl görüp, eserlerinde nasıl yansıttıklarını metinler üzerinde tahlil ederek inceleyeceğiz.Ama çalışmamızın üzerinde yoğunlaşılacak asıl bölümünü teşkil ettiği için mekân hakkında bazı teorik bilgiler vermek istiyoruz.

HİKÂYENİN UNSURLARI ARASINDA MEKÂN:

Mekân insanların yaşantılarında önemli bir yer işgal eder. Temelsiz bir binanın ayakta duramayacağı gibi mekânı olmayan bir öykü ya da romanda düşünülemez. Gerçek ya da hayali birçok edebi eserin belli bir mekânda geçtiği görülür. Mekân hem içinde yaşadığımız dış dünyada bizi çevreleyen saha olarak dış çevre, hem de içinde yaşadığımız kapalı mekânların içinde bir iç çevre olarak bizi kapsar.

Dış mekân gözümüzle görebildiğimiz, dağlar, ormanlar, ovalar ve bizi çevreleyen şehir, kasaba, köy olabilir. İç mekânsa içinde hayatımızın dış etki sınırlarını en az yaşadığımız evimizdir. Hikâye ve romanlarda mekân hem iç hem de dış yönüyle gözler önüne serilir. Romanlar hacimce hikâyeye oranla daha fazla olduklarından mekânı hikâyeye göre yüzeysel değil, detaylı bir biçimde sunarlar.

Bizim konumuz hikâye olduğu için Cumhuriyet Dönemi Hikâyelerinde mekânın nasıl ele alındığını inceleyeceğiz Tabi konumuza geçmeden önce mekânla ilgili bazı teorik bilgileri de vermenin doğru olacağı düşüncesindeyiz.

“Şerif Aktaş “Roman Sanatı ve Roman incelemesine Giriş” adlı eserinde, İtibari bir eserde mekânın itibari olması tabiidir. Vaka zincirini meydana getiren halkaların mahiyeti ve ona iştirak eden şahıs

kadrosundaki fertlerin içinde bulundukları şartlar bu itibari mekânın şekillenmesine tesir eden faktörlerdendir. Anlatıcının durumu, tanıtılan yere göre bulunduğu mevki mekânın tanıtılmasında önemli rol oynar. İtibari mekân, harici âlemi aksettirme endişesiyle tanıtılıyor ve tasvir ediliyorsa “mimesis”e bağlı yapma ve yaratma tarzına uygun bir esere vücut veriliyor demektir”Tedric” esası çevresinde kaleme alınan metinlerde ise, mekâna ait hususiyetler, bir intibayı sezdirecek tarzda

dikkatlere sunulur.”50 Mehmet Tekin “Roman Sanatı”adlı eserinde mekânın edebi bir eserdeki

vazifesini şöyle anlatır:

Mekân unsuru, bir tanıtım ve ya takdim sorununun ötesinde işlevsel bir nitelik taşır. Romancı, mekân unsurunu:

a) Olayların cereyan ettiği çevreyi tanıtmak, b) Roman kahramanlarını çizmek,

c) Toplumu yansıtmak, d) Atmosfer yaratmak

Cihetinde kullanabilir ve o olayları şekillendirirken bunlardan birini devreye soktuğu gibi birkaçını da dikkate alabilir. Aslında bunların hepsinin temelinde yatan gerçek, anlatılanlara sahihlik kazandırma endişesidir.”51

“Mekân, temel niteliği itibariyle kapsamlı bir kavramdır ve içinde, toplumsallaşmanın temel değerlerini barındırır. En geniş anlamıyla mekân, uygarlığın ve uygarlaşmanın vitrinidir. İnsanların uygarlaşma serüveninin ilk ayak izlerini mekânda gözleriz. Dolayısıyla mekân, genel ve geniş anlamda maddi ve manevi değerler manzumesini içinde barındırmaktadır. Romancı, bu değerleri tasvir ve tanım prizmasından

50 Şerif Aktaş, (2003): Roman Sanatı ve Roman İncelemesine Giriş, Akçağ Yayınevi, Ankara: s.127. 51 Mehmet Tekin, (2004):Roman Sanatı, Ötüken Neşriyat, İstanbul: s.129.

geçirerek eserine taşır. Eserin bünyesinde yer alan mekân tablosunda, bir dönemin gelenekleri, eşya zenginlikleri, mobilya ve mefruşat tarzı, giyime ve eğlenceye dönük alışkanlıklar, moda ve argo günlük konuşmalar… Yer alır ve bunlar, toplumu toplum yapan temel dinamiklerdir.”52

Necip Tosun “Flaneur’dan Irazca’ya Merkez-Taşra Görünümleri” adlı incelemesinde mekâna ait görüşlerini şöyle dile getirir:

“…Mekân, atmosfer yaratmada, bir tip karakter oluşturmada öykücünün elindeki en önemli kozu, malzemesidir. Günümüzde, modern öykünün geldiği yerle bu önem daha da arttı. Klasik dönemde “olayların geçtiği yer”olarak değerlendirilen mekân günümüzde kahramanların ruh durumunu izah eden önemli bir araca dönüştü. Artık mekân, görüntüsel bir etkinin oluşturulmasında, okurda bir inanırlık duygusunun oluşturulmasında, okurda bir inanırlık duygusunun yaratılmasında etkin bir kanıt olarak kullanılmaktadır.”53

“Mekânın öykü açısından bir sahne görevi gördüğü söylenebilir.Dolgu malzemesi olmaktan öte, zorunlu bir sahne olarak mekân, öykünün akıp gittiği yatağı temsil eder. Bundan ötürü gereklidir, vazgeçilmezdir. Mekânın öyküye iki açıdan sahne olması söz konusudur. İlki, hikâyenin gerçekleştiği, doğduğu, geliştiği, sonlandığı mekânların anlatılmasıdır. Burada mekân çoğunlukla bir dekordur, sahnedir; önemli olan kahramanların hayatı ve anlatılan olaydır. Okurun dikkati olaya doğrudur ancak mekân olayın anlaşılması için gerekli bir unsur olarak

öyküde yer bulmuştur. İkincisi, bizzat kimi mekânların

öyküleştirilmesidir. Burada dikkat doğrudan anlatılan mekâna çekilir. Olay yahut kahramandan çok mekânın kendisi öne çıkarılmıştır. Yani öykü-mekânlar oluşturulmuştur. Bu durumda öykü, bizzat mekânın

52 Tekin, 2004: 130-131.

53 Necip Tosun, (2006): “Flaneur’dan Irazca’ya Merkez-Taşra Görünümleri”, Heceöykü dergisi, Hece

anlatısıdır. Örneğin ev, çeşme, cami, mağara, bir kent, bir semt birer öykü mekân kimliği ile ortaya çıkar. Bu türlü öykülerde zaman zaman anlatılan mekân konuşur, konuşturulur. Mekan karakter haline gelir ve kişileştirilir. İnsanın halleri bir mekânda izlenir.”54

“Öykü, en geniş boyutuyla coğrafyayı, coğrafi bölgeleri, kentleri, kasabaları ve köyleri anlatmıştır. Bir betimlemenin ötesinde, betimlemeyi de içeren mekâna ait insan hallerinin anlatılmasını öne alan öykü, mekân- insan-kültür bağlantısını kurmaya çalışmıştır. Kentte yaşamanın kent mekânıyla ilişkisi yahut köylünün köy mekânı ile geliştirdiği diyalog, öykünün vazgeçilmez anlatısı olmuştur. Aynı şekilde kimi coğrafi mekânlar; dağlar, ovalar, vadiler, uçurumlar da öykü dünyasında yer almıştır.

Yaşam mekanları öykü dünyasının galerisine dahil olmuştur. En başta ev olmak üzere otel, yurt, pansiyon gibi mekânlar öykülere konu olmuştur. Öyküler sözkonusu mekânlarda gerçekleşmiş, mekân-olay bağlantısını böylece kurulmuştur. Evler ve ev halleri birçok öykücünün önemle eğildiği yaşam mekânları arasında en ön sıralarda yer almıştır. Bir mekân olarak evin yanında ev düşüncesi, evin insan için önemi, insana aşıladığı duygular, ev yaşamı da öykülerin dikkat çektiği hususlar olmuştur.”55

54 Köksal Alver, (2006): “Öyküde Mekân, Mekânda Öykü”, Heceöykü dergisi, Hece Basın Yayın, Sayı:

XVII, s.39.

55 Alver, 2006: 40.

HİKÂYELER56

1. Halit Ziya Uşaklıgil: Halit Ziya Uşaklıgil Serveti Fünün Dönemi

yazarlarının en önemlilerinden birisidir. Ancak, yazar, sadece Serveti Fünun Döneminde eser vermemiş, Cumhuriyet Döneminde de eser vermeye devam etmiştir. Bizi burada ilgilendiren bu dönemde yayımlanan eserlerinde olaya dayalı kesin bir Anadolu mekânının isminin verilip, verilmediğidir.

“Hepsinden Acı” 57 Adlı Kitaptan:

“Dilhoş Dadı”:

Konu: Dilhoş Dadı adlı hikâye, yazarın geçmiş hayatında iz bırakan bir

şahsiyetten esinlenerek kaleme alınmıştır. Hikâyede anlatıcının çocukluk yıllarında kendisi üzerinde etki eden, kendisini aileden ve çevreden gelen her türlü olumsuz durum ve baskı karşısında savunan, bir kişinin tanıtımı ve onun Afrika’dan getirildikten sonraki hayatı ele alınır.

Özet: Dilhoş Dadı, yazar-anlatıcının çocukluk yaşamına ait olan bir dönemde iz

bırakmış bir kişidir. Kendisini ailesinden ve çevresinden gelen her türlü baskı ve olumsuz durumlara karşı korumuştur. Bu da ona karşı içinde, derin bir sevgi ve saygı duymasına yol açmıştır. Zaman içerisinde Dilhoş Dadının da borulu olduğu ortaya çıkar. İçinde bulunduğu durumdan sıyrılıp, bir nevi başka bilinmeyen âlemlerle trans haline geçmesi, irtibat kurması olarak yazar-anlatıcı bu durumu açıklar. Dilhoş Dadı da bir gün böyle trans halindeyken yakalanır. Ondan sonra da herkesin ona karşı yaklaşımı değişir. Ev halkı onu evlendirme yoluyla evden uzaklaştırmak isterler. Ancak o bu teklifi kabul etmez. Bunun üzerine Bozyaka’da bir ailenin yanına gönderilir. Bir müddetten beri var olan öksürüğünün artması üzerine, Gureba Hastanesi’ne kaldırılır. Aradan geçen kısa bir süre sonra da burada vefat eder.

56 Hikayelerin alındığı kitap isimleri dipnotlarla gösterilmiştir.

Mekân: Hikâyede mekân dış çevre yönüyle detaylı bir biçimde

yansıtılmamıştır. Sadece hikâyenin içinde İzmir-Kadifekale ve Bozyaka isimlerine rastlanır. Bu saydığımız yerlerle ilgili olarak herhangi bir tasvire rastlanmaz. . Mekân yazar için ikinci planda sadece yer göstermek için verilir. Yazarın iç mekâna ait tasvirlerde bulunurken özellikle evin yanında yer alan bir bölmenin niteliklerini esrarengiz, korkutucu biçimde algılayışını şu şekilde tasvir ettiği görülür:

“Evin asıl binasından ayrı, bahçenin bir köşesinde mebni, bahçe ile aynı seviyede üç odadan mürekkep bir daire vardı ki burası onunla bana tahsis olunmuştu. Odalardan en büyüğü çalışma odasıydı. Eğer mektep kitaplariyle uçurtma takımlarını, şuradan buradan kesilerek duvarlara yapıştırılmış resimleri ve haftada bir gece bütün komşu çocuklarının gürültülü oyunlarını saklayan bu odaya şu ciddiyeti delâlet eden ünvanı vermek caiz ise... Bu odadan sonra benim ve onun yatak odalarımız; evet daha sonra? Hâlâ bugün küçük bir ürperme duymaksızın hayalimi daha sonrasına sevk edemiyorum. Odaların önünden bir camekâna müntehi dar bir dehlizden geçilirdi ve o camekândan itibaren bir taş merdiven, karanlık, uzun, dar ve dik bir taş merdiven başlardı ki daima güneşin vucüdundan bihaber havasında türlü garip gölgeler dolaşan bir bodruma inerdi.

Burada da iki oda vardı: daha sahih bir tabir ile, yokuşa küçük penceresi olan bahçıvana mahsus bir oda ile onun yanında, tamamiyle pencereden mahrum hiçbir zaman girilmeyen bir mahsen vardı. Ve bunların tavanı o kadar yüksek, o kadar yüksek idi ki... Çocukluk hatıralarını daima tefrit eden bir mübalağa hissi ile bugün onları birer derin zindan şeklinde görüyorum.’’(s.32-33)

“Aşka Dair” 58 Adlı Kitaptan:

“Raziye Kadın”:

Konu: Raziye Kadın adlı hikâyede anlatılanlar daha çok Raziye kadının

şahsiyetine dair, yaşantısına, çevreyle olan iletişimini ve davranışlarını anlatmaya yöneliktir.

Özet: Raziye Kadın adlı hikâyede yazar bize muhtemelen çevresinde bulunmuş

olan bir karakteri ya da işittiklerinden yola çıkarak tasarladığı bir tipi tanıtır. Raziye Kadın İzmir’e yakın bir muhitte yaşayan, zaman zaman şehre inen bir kişidir. Bu şehre inişlerinde ise genellikle akraba olduğu bir ailenin evine uğrayıp, misafirlik süresini mümkün mertebe uzatarak, sonra çok uzun bir süre kaldığından habersizmiş gibi davranarak, sırayla aynı aileyle akrabalık bağı bulunan diğer şahsiyetleri de ziyaret ederek, en son çevresinden de topladığı bilgilerle Hanımnine olarak tabir edilen ailenin en büyük üyesine bu dedikodu bilgilerini ileten bir şahsiyet olarak gösterilir. Yine böyle bir dedikodu toplantısından sonra evde bulunan Melekpere’ye halasının arabacısından haber getirdiğini söyleyerek, gözüyle işaret eder. Bir müddet sonra anlatıcı Raziye Hanım’ın odasına ( anlatıcı burada Raziye’yle Melekpere’nin halanın arabacısı hakkında dedikodu yaptıklarını düşünür). yaklaşınca Raziye’nin sesini duyar, başlangıçta ilahiye benzettiği bu sesin sonradan türkü söylediğini anlayarak, şaşırır. Tabi burada Raziye Hanım’ın namazında niyazında görünerek sürekli dinî vecibelerle ilgileniyor görünmesi, dinî sohbetler altında gittiği evlerde dedikoduya başlaması da anlatıcının şaşırmasının sebebini açıklar.

Mekân: Bu hikâyede de mekânın yeterince tanıtılmadığı görülür. Mekân yeri

olarak İzmir-Kadifekale civarı gösterilir. Hikâyede Raziye kadının evinden dış mekânın görüntüsü şöyle tanıtılır:

“Tamaşalıkta iki oda ile bir çatı arasından, önünde boydan boya giden bir şehnişinden mürekkeb bir evi vardı. Fakat İzmir’in

yamaçlarından akarak, Kadifekalesi’nin eteklerinden boşanarak denize kadar dökülen mahalleleri hemen tamamiyle gözaltında tutan bu evinde, evinin bir cihannüma vazifesini gören şehnişinde Raziye kadın nadiren otururdu.’’(s. 47 )

Mekân yeri olarak gösterilen ev, burada çevreye hâkim bulunan bir konumda verilir. Bunun dışında yazarın herhangibir iç ya da dış cephe tasvirine yer vermediği gözlenir.

“Fena Bir Gece”:

Konu: Fena bir gece adlı hikâyede, annesinin hastalığı sebebiyle ve doktorların

verdiği hava değişikliği dolayısıyla İzmir-Karşıyaka semtinde bir eve yerleşen anlatıcının bir gün şehre inmesi, son vapuru kaçırması sebebiyle, Kramer’de

arkadaşlarıyla sohbet ettikten sonra yağmurlu bir havada Göztepe’deki büyük babasının evine gitmesi, ancak oraya vardığında evde kimseyi bulamaması dolayısıyla içine düştüğü korku ve endişe verici durum anlatılır.

Özet: Hikâye annesinin devam eden hastalığı sebebiyle doktorların tavsiyesine

uyarak, hava değişikliği için İzmir-Karşıyaka’da bir eve yerleşen yazar-anlatıcının, bir gün işleri dolayısıyla İzmir’e inmesiyle başlar. İzmir’den Karşıyaka’ya gidecek olan son vapuru kaçırması üzerine önce Kramer’deki arkadaşlarının yanına uğrayıp, onlarla sohbet eder. Söz dönüp dolaşır, ruhlar âlemine ve ölülere gelir. Herkes bu konudaki anısını anlatır. Anlatıcı da geçmiş çocukluk yıllarındaki, bir hayalî görüntüyü gözünün önünde canlandırır. Bir süre sonra oradan büyük babasının Göztepe’de bulunan köşküne gitmek için bir araba kiralayarak yola koyulur. Konağın önüne gelince iner. Köşkün panjurlarının kapalı ve hiç kimsenin olmadığını görünce kapıları yumruklar, içine yalnızlık korkusu çöker. Hemen oradan ayrılır. Hikâyede yazarın arkadaşlarıyla ruhlar ve ölüler âlemine dair konuşmalarının zihninde yer etmesi sonucu, büyük babasının evine vardığında burasını da zihninde korkunç ve ürkütücü bir mekân olarak algılaması anlatılır.

Mekân: Hikâyede geçen başlıca mekân yerleri İzmir-Karşıyaka, Karataş,

Göztepe’dir. Hikâyenin girişinde yer alan bir evin şöyle tasvir edildiği görülür: “….İzmirin Karşıyakasında , güneşle dolu sahraların ortasında bize tutturulmuş zarif bir köşkte idik.’’(s.131)

Kişinin içinde bulunduğu psikolojiyle mekânı görmesi ve bunu yansıtmasının güzel bir örneği bu hikâyedir. Anlatıcı Büyük babasının bulunduğu köşke gidip, evde kimseyi bulamayınca kafasında yeşeren korku ve yalnızlık duygusuyla çevreye bakışı ve algılayışı şöyle tasvir edilir:

“Birden bu dağın tepesinde, iki tarafta açık sırtların boşlukları arasında, aşağıda ayaklarımın altında serilen denizin homurdayıcı, sanki bir musibet hazırlıyor zannedilen uğultulu siyahlıkları karşısında, inad ile dökülen bu yağmurla, önümde hışırdayan ağaçlarla titredim; burada bütün hayata delalet eden şeylerden uzak, uzak idim.’’(s.135)

Mekân burada yazarın gözünde içinde yaşanılan dünyadaki mekândan ayrılarak sanki farklı bir yapıya bürünmüştür.

“İzmir Hikâyeleri” 59 adlı kitaptan:

“Geriye Doğru”:

Konu: “Geriye doğru” adlı hikâye, bir hikâyeden çok hatıra-hikâye özelliği

taşıyan bir metindir. Yazar-anlatıcı ağzından aktarılan bilgilerle anlatıcı çocukluk ve ilk gençlik yıllarına döner. Önce aklında İstanbul’daki hatıraları ve yaşantısı gelir. Uzun yıllar sonra tekrar ziyaret ettiği İzmir’de geçmiş hatıralarını canlandırır, bunları yeniden yaşar.

Özet: Anlatıcı konumundaki kişi muhtemel olarak yazarın kendisidir. Geriye

doğru adlı hikâyede yazar-anlatıcı önce kendisini henüz on yaşında iken Fatih Askeri Rüştiyesi’ndeki haliyle anımsar, kendisini almaya gelen Ahmet Ağa’yı hatırlar. Sonra sandıkçı Süleyman Efendi’yi gözünün önüne getirir. Bir gün Boğaziçi vapurunda eski mektep arkadaşını görür, birbirlerini tanımalarına rağmen, aradan geçen senelerin uzunluğu dolayısıyla tanımamazlığa gelirler. Fatih Askeri Rüştiyesi’ndeki zamanlarından çocukluk arkadaşı olan bir kişinin gönderdiği mektup da anlatıcıyı duygulandırır. Ancak anlatıcıyı asıl heyecanlandıran uzun bir süreden sonra döndüğü İzmir’dir. İzmir’de çocukluk ve ilk gençlik yıllarının geçtiği mahalleyi, dedesinin köşkünü, dedesini, ninesini, amcasını, halasını hatırlar. Özellikle dedesinin hayatından, kendisine karşı olan yaklaşımından söz eder, ona karşı duyduğu korkuyla karışık saygıyı anlatır. İzmir’de Kemeraltı Caddesine gider, orada bir kahveye oturur. Burada yazarlık hayatına atıldığı ilk yılları, çıkarttıkları yazıları, kendisine karşı o devirde yapılan olumlu olumsuz tepkileri gözünün önünde canlandırır. Genç yaşındayken büyük bir ilgi duyarak gittiği operalar aklına gelir. Sonra yıllar sonra Paris’teyken gidip, izlediği oyunu hatırlar. Bu oyunla gençlik yıllarına tekrar döner. Yine diğer ilgi duyduğu bir alan olan garp musikisinden bahseder. Karşıyaka’dan Alsancak Limanı’na dönüp, orada bulunan bir kanepeye oturduğunda, genç yaşlarındaki hali sanki yanına yaklaşır ve geçmişteki haliyle şimdiki hali karşı karşıya gelir, konuşur. Genç bir delikanlı, yaşlı olan haline ideallerinden, çalışmalarından bahseder. Eskiyle yeni, geçmişle gelecek gençle yaşlı kaynaşır, bir bütün olarak anlatıcının kafasında bütünleşir.

Mekân: Hikâyede birçok mekân yerinin adı geçer. İstanbul(Beyazıd,

Şehzadebaşı, Saraçhane, Fatih),Paris, İzmir(Alsancak, Karşıyaka) başlıca mekân yerleridir. Bunların içinde İzmir ana mekân olarak gösterilmesi sebebiyle ön plândadır, ağırlık noktasını teşkil eder. Ancak dış mekânların detaylı bir tasvirine pek rastlanmaz.

Özellikle yangından önceki İzmir’le sonraki İzmir şöyle karşılaştırılır: “…..eski Frenk mahallesini,Rum mahallesini, Ermeni mahallesini, bütün yanmış yerleri dolaştım; bunların hepsi yok olmuş ve yerlerine geniş güzel caddeler açılmış, bu caddelerde müstakbel bir ümranın

mukaddimelerini teşkil eden binalar vucüde gelmeye başlamıştı.Hatıralarımın yatakları yoktu,fakat atinin va’dlerle dolu yepyeni bir asri şehri meydana çıkıyordu.’’(s.11)

Mekân görüldüğü gibi burada zamana ve yangına bağlı olarak değişikliğe uğramış, eski halinden daha farklı bir görüntüyle ortaya çıkmıştır. Böylece yazar burada eski hatıralarının eserini bulamayarak, hayal kırıklığı yaşar. Mekân bir nevi burada geçmişle içinde bulunulan zamanda değişen bir görünüm arz eder. Hikâyede iç mekâna ait detaylı bir tasvire yer verilmez.

“Uzak Hatıralar”:

Konu: Uzak Hatıralar adlı hikâyede yazar-anlatıcı ağzından anlatılan ve yazarın

çocukluk ve gençlik yıllarına dair hatıralarını içeren hikâye-hatıra özelliği taşıyan bir metindir

Özet: Hikâye, anlatıcı henüz on iki yaşındayken babasının bozulan işleri ve Rus

harbi dolayısıyla İstanbul Saraçhane başındaki evlerinden İzmir’deki dedesinin Çorakkapı konağındaki evlerine sığınmasıyla başlar. Bir müddet bu konaktaki müstakil bir odaya sığındıktan sonra, genç amcalarından Yusuf Bey’in ve yeni eşinin bulundukları daireye taşınmaları sebebiyle oradan başka bir kısma geçerler. Yokuş başındaki evleri hazırlanıncaya kadar annesinin önerisiyle annesinin yengesini ziyaret etmeye ve bir süre orada kalmaya karar verirler. Burada başta evin büyük hanımı Kevser Hanım onun eşi, ailenin diğer fertleri hizmetçi ve uşaklarla da tanışma imkânını bulurlar. Ancak anlatıcının üzerinde en fazla tesiri bulunan kişi Affan Sabit’tir. Herkesin onun hakkında söylediği garip, tuhaf huylu bir çocuk olduğu sözleri anlatıcıda merak uyandırır. Onunla tanışma fırsatına erişir ve ilk izlenimlerini edinir. Onun kendini beğenmiş, insanları küçük gören bir yapısı olduğunu ileri sürer. Affan Sabit ona sırasıyla kanun hocasından, Türkçe hocasından ve Fransızca hocasından söz eder. Bir gün sonra önce Buca’ya arabayla, ertesi gün Bozyaka’ya gezmeye giderler. Anlatıcı, Affan Sabit’in kedileri öldürdüğünü öğrenir. Bunun sebebi olarak da hikâyede Affan Sabit’in henüz küçük yaşlardayken bazı kedilerin kümese dadanıp, güvercin ve tavukları yediğini görmesi sonucu, zaman içinde onlara karşı duyduğu kin ve nefretin

tesiri olarak ortaya çıkan, bir tepki olduğunu anlatırlar. Kısa süre içerisinde buradan sıkılan anlatıcı, annesini de ikna ederek dedesinin konağına geri döner. Birkaç gün sonra da yokuş başındaki eve yerleşirler. Bir müddet sonra, Affan Sabit’in dedesi olan Kerim Behçet Bey’in öldüğü haberi gelir. Onları ziyarete giderler. Çok geçmeden evde

Benzer Belgeler