• Sonuç bulunamadı

Az Gelişmiş Ülkeleri Bölgeselleşmeye Yönelten Nedenler

2.3. KÜRESELLEŞME SÜRECİNDE BÖLGESEL EĞİLİMLERİN DİNAMİKLERİ

2.3.4. Az Gelişmiş Ülkeleri Bölgeselleşmeye Yönelten Nedenler

Gelişmekte olan ülkeleri bölgesel ekonomik birliklere katılmaya iten başlıca nedenler şöyle sıralanabilir:

a) Gelişmekte olan ülkeler, ekonomik birleşmeyi sanayileşme çabalarının hızlandırılması için bir araç olarak görürken; gelişmiş ülkeler ekonomik birleşmeyle ulaştıkları mevcut ekonomik düzeylerini korumak veya yükseltmek istemektedirler. Bu bağlamda sanayileşme politikalarında dış ticaretin önemli bir yeri vardır. Dış ticaretle olan ilişkilerine göre, ithal ikamesi ve ihracatın teşvik edilmesine yönelik olmak üzere iki tür sanayileşme politikası vardır. Bu sanayileşme politikalarının farklı dönemlerde uygulandığı görülmektedir. 1950’li ve 1960’lı yıllarda ithal ikamesi politikaları uygulanırken, 1960’lı yılların ortalarından itibaren yoğun biçimde ihracatı teşvik tedbirlerinin uygulanmasına geçilmiştir. 1960’lı yıllardan itibaren sanayi ürünlerinde dünya ticaretinin hammaddeler ve gıda maddelerine göre daha fazla artış göstermesi, gelişmekte olan ülkeleri de sanayi ürünlerini arttırmaya yöneltmiştir. Başka bir ifadeyle; gelişmiş ülkelerin pazarları, dünya sanayi ürünleri ticaretine egemen olmaları dolayısıyla, gelişmekte olan ülkeler açısından büyük önem taşımaktadır. Bu aşamada, ABD, Japonya ve AB ülkeleri birlikte ele alındığında dünya sanayi ürünleri ithalatının yaklaşık %47.4, ihracatında yaklaşık %47.3’üne sahip oldukları görülmektedir (WHO, Annual Report, 1996).

b) Ekonomik birlik içinde yer alan ülkelerin kendi aralarında yaptıkları dış ticaretin, bu ülkelerin birlik dışındaki ülkelerle olan dış ticaretine göre daha hızlı gelişmesi, birlik dışında kalan ülkeleri (üçüncü ülkeleri) bir bölgesel ekonomik birlik içinde yer almaya zorlamaktadır. Başka bir ifadeyle, üçüncü ülkeler, mevcut ekonomik birliklerin kendileri için zararlı olacağına inanamamakta ve dolayısıyla, gelişmiş ülkelerin kurdukları ekonomik birliklerden birinde yer almadıkları takdirde, kendi aralarında ekonomik birleşmeye gitmektedirler. Dış ticaret alanlarının gelişmiş ülkelerin kurdukları mevcut ekonomik birlikler tarafından daraltıldığını gören gelişmekte olan ülkeler, bir araya gelmek suretiyle hem kendi aralarında ticaretin gelişimini sağlamak hem de diğer ekonomik birlikler karşısında pazarlık güçlerini arttırmak istemektedirler. Böylece dış Pazar, kaynak dağılımı ve maliyet faktörlerinden başka ekonomik entegrasyon hareketleri, gelişmiş ülkeler tarafından oluşturulan birliklere karşı ekonomik ve siyasal güçlerini birleştirmek suretiyle karşılıklı dayanışma gibi amaçları da içermektedir. Gelişmekte olan ülkelerin kurdukları ekonomik birliklerin, genelde

bunları kuran ülkelerin kendilerine özgü sorunları nedeniyle başarısızlığa uğradığı gözlenmektedir ( Dartan Vd., 2002: 15-16).

c) Gelişmekte olan ülkelerin, gelişmiş ülkelerin ekonomik birliklerine dahil olma gayretleri ise, bu ülkelerin birlikte tam üye olarak yer almalarının ancak uzun vadede gerçekleşebileceği ve beklide coğrafi bakımdan mümkün olmayacağı için, söz konusu ekonomik birlik ile tercihli ticaret anlaşmaları düzenlemeleri yapmak suretiyle büyük bir pazardan dışlanmamak gayreti olarak görülebilir. Tercihli ticaret ve işbirliği anlaşmaları niteliğindeki AB ve ACP (Afrika, Karayip ve Pasifik) ülkeleri arasında 1976 yılında yapılan Lome Sözleşmesi, bu konuda en iyi örneklerden birini teşkil etmektedir. Sırasıyla 1979 (Lome II) ve 1990 (Lome III) yıllarında imzalanan protokollerle, AB ile bu ülkeler arasında ticaretin geliştirilmesi yönünde adımlar atılmıştır. Türkiye ise, 1963 yılında imzalanan Ortaklık Anlaşması çerçevesinde 1 Ocak 1996’dan itibaren Gümrük Birliği sürecini başlatan ve Aralık 1999’da yapılan Helsinki Zirvesi’nde “aday ülke” statüsü verilen bir ülke olarak, AB’ye üye olma sürecinde ilişkilerini en ileri düzeye taşımış ülke özelliğine sahiptir. Bu konuda bir diğer önemli örneği de, NAFTA kapsamında ABD ve Kanada ile serbest ticaret bölgesi oluşturan Meksika teşkil etmektedir ( Dartan Vd., 2002: 15-16).

NAFTA örneğinde olduğu gibi, gelişmekte olan ülkelerin gelişmiş ülkeler tarafından oluşturulan birliklere katılmak istemelerindeki amaçlar şunladır:

-Gelişmekte olan bir ülke, gelişmiş ülkeleri oluşturduğu bir birliğe dahil olmak suretiyle geniş kapsamlı piyasalara giriş güvencesini sağlamış olur.

-Gelişmekte olan bir ülke, söz konusu ekonomik birliğe dahil olmak suretiyle gelişmiş ülkelerin alacağı idari korumacılık önlemlerinin neden olacağı olumsuz etkilerden korunmuş olur. Örneğin birlik üyesi gelişmekte olan ülke, birliğin üçüncü ülkelere karşı uygulayabileceği antidamping ve koruma önlemlerinden korunmuş olur.

-Ekonomik birleşme, ekonomik reformlara kredibilite sağlamasında etkili bir araç olabilir (Küçükahmetoğlu, 2000: 16).

Tüm bu nedenler bir arada değerlendirilecek olursa; çeşitli ülkeler arasında makroekonomik politika koordinasyonu hakkında birçok tartışma yapılmıştır. Bu tartışmaların sonuçlara göre; küreselleşmenin unsurlarından biri olan daha iyi makroekonomik koordinasyon ve pazar hareketinde azalma olmuş ancak bu azalmanın yanı sıra bu nedenler bir bütün olarak değerlendirilecek olunursa; AB’nin oluşumunun, Avrupa Merkez Bankası’nın ve tek bir para biriminin ortaya çıkışının Avrupa düzeyinde etkili bir makroekonomik politikaya katkı sağlamıştır. AB modeli, küresel düzeyde, bir dünya merkez bankasının küresel makroekonomik koordinasyonu sağlamak için nasıl en iyi pozisyonda olacağının güzel örneklerinden biridir. Bölgeselciliğin mevcut süreci, Amerikan dolarının ve bir anlamda da Japon Yeni’nin dünyanın anahtar para birimleri olmalarını sağlamıştır. Ancak birlik ülkelerinin tek bir para birimi kullanma potansiyeli vardır (Moshirian, 1998: 1255-1270). Bu küresel koordinasyonun sonucu; dünya merkez bankası ile iyi bir şekilde koordine edilen uluslararası tek bir para biriminin gereksinimi ortaya çıkmıştır. Bu noktada, Dünya merkez bankası, ulusal hükümetten bağımsız olan fakat bu hükümetle işbirliği içerisinde çalışan ulusal bir merkez bankası gibi dünya hükümeti ile koordineli çalışmalıdır (IMF,2002). Tek bir para birimi ile yabancı kambiyo pazarlarının önemi ortaya çıkmaktadır. Çünkü türevsel marketleri de içeren yabancı kambiyo pazarlarındaki kuramsal ticarete şu anda dahil olan önemli miktardaki mâli kaynak da yatırımlar ve üretim için kullanılabilecektir. Aslında, ekonomik büyüme ve yatırımda güvenin, küresel bir şekilde entegre olmuş ekonomide önemli ölçüde artacağından hiç şüphe yoktur. Fakat bu durum, karşılık olarak, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerdeki işsizlik ve ekonomik servetlerde olumlu büyük bir etkiye sahip olacaktır. Genellikle nicel olarak ölçülmesi kolay olmayan bu tür entegrasyonun olumlu ve dinamik etkilerini görmek için AB, APEC, NAFTA ve benzeri kuruluşlardaki bölgesel ekonomik entegrasyonun etkilerine bakmak yeterlidir. Bu, aynı zamanda dünya insanlarına, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelere bölünmüş şimdiki dünyanın statü kapasitesini korumanın gizli bedelini gösterebilmek için de yeterlidir. Dahası, küresel bir sistem ile, Çokuluslu Şirketlerin (MNC) hareketiyle ortaya çıkan sermaye akışı, günümüzde bu şirketlerin ilgilenmek istemediği yerlere ve ülkelere doğru olacaktır. Gerçekte, küresel ekonominin önemli dinamik değişikliklerinden biri, dünyanın gelişmemiş bölgelerinde yatırım yapmaları halinde çokuluslu şirketlere verilecek olan iyi bir kazanç güvencesinin, sanayi ve gelişme gibi dünya federal bakanlığı aracılığıyla, dünya federal hükümetinin desteğinin hemen hemen garantisidir. Böyle bir şema, İrlanda Cumhuriyeti gibi, çeşitli ülkeler tarafından

kendi ulusal öncelik hedeflerine saygı çerçevesi içerisinde izlenmiştir. Bu aynı görüş Afrika’nın birçok bölümünde teknolojik değişiklikler ve işçi kuvvetinin eğitiminde büyük dinamik etkileri olan ve daha güçlü gelişim gösteren uluslararası kuruluşlar tarafından izlenebilir. Bu şema ayrıca, mevcut küreselleşme havasının Çokuluslu Şirketlerin bu bölgelerdeki belirli ülkelerde yatırım yapmayı değerlendirmek için ihtiyaç duydukları güvenlik kadar özendirici olmadığı Latin Amerika’nın, Asya’nın vs. gibi bazı bölümlerinde uygulanabilir. Dünya küresel sistem, küresel federal sistem uluslararası kural ve düzenlemelerle işbirliği içerisinde olmadan kıyıdan uzak merkezlerin varlığına izin vermeyeceği için, çokuluslu şirketlerin tüm malî ve çevresel aktivitelerini düzenleyebileceğini de belirtmeye gerek yoktur. Ancak hiç şüphe yoktur ki, tek para birimi ve tek biçimli düzenleyici sistem nedeniyle büyüme ve artan üretkenliğin tadını çıkaran Avrupalı şirketlerin gücündeki ve mücadeleciliğindeki önemli artışa benzer olarak Çokuluslu Şirketlerin kazanımları gibi birçok ulusal ve çokuluslu şirket, dünya federal sisteminin kendi çalışmalarını ve yatırımlarını desteklediği ve daha fazla tahmin edilebilir bir iş çevresi sağladığı bir ortamda daha etkili ve daha üretken olacaktır (Moshirian, 2002: 273-284).