• Sonuç bulunamadı

5.2. Đnönü Döneminde Milliyetçilik Anlayışı

5.3.2. Azınlıklar Ve Ordu

Söz konusu ettiğimiz dönem açısından tartışılması gereken ve sona bıraktığımız başka bir şey ise kamu ve ordudur. Azınlıkların her iki kurumda nasıl ele alındıkları ve karşılandıklarıdır. Orduya dâhil edilmenin temel gerekçesi her zaman ve her koşul altında devlete ve onun rejimine bağlılıktır. Bu noktada devletin dayattığı ideoloji benimsemek ve bunu ne olursa olsun her bir şeye karşı genel bir tavra dönüştürmek şarttır.

Bu gereklilik Cumhuriyet için de geçerlidir. Daha doğrusu devletin olduğu her yerde ona ve rejimine tartışmasız bağlılık özellikle orduyu var eden temel gerekçedir. Bu noktada Osmanlı’nın son döneminden başlayarak (dönem aynı zamanda uluslaşma çağının başlangıcıdır) azınlıklarla devlet arasındaki ilişkilerde güvensizlik ve ihtiyat belirleyici olmuştur.

Bu durum azınlıklarda bir yandan uluslaşmaya rağmen yaşayabilme ve konumlarını koruma konusunda ödün vermeye doğru götürürken bir yandan kendi uluslaşmasının peşine düşmeye yol açmıştır. Devletin bu konudaki tavrı ise yalnızca kendi uluslaşmasının gereklerini yerine getirmek bu uğurda radikal tedbirler dâhil her türlü önlemi almak ve sertleşmektir.

107

1939 yılında yürürlüğü giren uygulama ile Cumhuriyet azınlıklara dönük güvensizliğini bir kez daha göstermiş oldu. Buna göre azınlıkların silahlı eğitim görmeleri yasaklandığı gibi Türk subaylarının emir-eri ya da hizmetlisi olarak askerliklerini yapmalarına karar verildi. Yanı sıra on sekiz ay olan askerliğin bedeli ödenmesi mukabilinde azınlıklar için altı aya inmesi de mümkün kılınmıştı (TMBB Gizli Celse Zabıtları, 1985: 321).

Hükümetin bu kararları savaş koşulları altında aldığı düşünülürse içerde ve dışarıda, özellikle dış etkiler karşısında kendini güvencede hissetmek için buna başvurduğu söylenebilir. Yanı sıra Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana geçen sürecin de azınlık konusunda tek partiyi ikna etmediği gibi bir noktaya da varırız.

Baştan beri anlattığımız karşılıklı olumlu öğelerin ve onların belirginleştirdiği davranışların, çıkarılan yasalar ve bu yasaların azınlıklardaki karşılığının Müslüman olmayanlar ile Müslümanlar arasındaki güven meselesini hiçbir şekilde çözemediği ortaya çıkmış oluyor. Özellikle Yahudilerin kendilerini Türklerle hem de onların istediği ölçüde ve istedikleri gibi konumlandırma çabası da bu güveni eski tabirle tesis edememiş oluyor.

Aynı sürecin uluslaşmayı daha da ilerlettiği bu yönde tarih oluşturma çabalarının azımsanmayacak bir düzeye geldiği düşünülürse, uluslaşmanın ilişkileri baştaki noktaya döndürmesini normal bulabiliriz. Kaldı ki aynı dönem Türkiye’de milliyetçi hareketlenmelerin başladığı bir dönemdir. Yanı sıra buraya milliyetçiliğin Türkiye’de özellikle Cumhuriyet sonrasında azınlıklar meselesini ve Sovyetler Birliğine bakarak komünizmi tehdit olarak gördüğü bir düzlemde geliştirdiği notu düşülmelidir.

5.4. 1946-1950 Döneminde Azınlık Politikaları

Tek Parti Đktidarının 1946 sonrası demokrasiye geçiş döneminde hükümetle azınlık cemaatleri arasında başlangıçta ilişkilerin biraz olsun geliştiği söylenebilir. En azından geçmişin oluşturduğu ağır havanın biraz olsun azaldığına dair bir intiba hem Türkler hem de azınlıklar için söz konusudur. Bir bakıma çok partili hayat azınlıkların da umudu olmakta gecikmemiştir.

108

Süreç kadar 23 Ocak 1945 tarihinde Birleşmiş Milletlerin kurucu üyeleri arasında yerini alma talebinin bunda etkili olduğunu söyleyebiliriz. 1945 yılında kurulan Milli Kalkınma Partisi’nden sonra 1946 yılında Demokrat Parti’nin kurulması politik ve demokratik beklentileri arttırmıştır.

Bunda aynı zamanda azınlıkların iyi bir oy kaynağı olmasının da etkisi vardır. Özellikle Đstanbul’daki seçmenlerin nerdeyse üçte birini gayri-Müslim azınlıklar oluşturuyordu (Güven,2006: 148). Bu 21 Temmuz 1946 tarihinde yapılacak olan seçimler nedeniyle hem CHP’nin hem de DP’nin azınlıklara ilgi göstermesine yetti. Hatta Demokrat Parti Varlık Vergisi’ni eleştirmekle kalmadı bu verginin iade edileceğini belirtti (Bali,2003: 55).

Buraya kadar belirttiklerimizle daha çok partili hayatın azınlıklar açısından görece de olsa bir özgürlük ortamı sağladığına dönük bir algının gelişmesine izin verdiğini söyleyebiliriz. Mecliste ikinci bir partinin olması özellikle Đstanbul’da seçmenlerin hatırı sayılır bir bölümünün azınlıklardan oluşmasının görece özgürlük üstündeki etkisi önemlidir. Bu noktada ABD’de yaşayan Ermenilerin geçmişe dönük ve çoğunda haklı oldukları itirazlarını ve o itirazların temellendirdiği haklı taleplerini ve yanı sıra Sovyetler Birliği’nin Ermeni ilgisi ve bunun Sovyet Ermenistan’ına göçe dönüşmesi yönündeki arzusu ve Türkiye’ye dönük beklentilerini saymazsak, çok partili hayatın ilk dönemlerinin geçmişe göre azınlıklar için sayıca daha az olduklarını da unutmadan çok fazla sorunlu geçtiğini söyleyemeyiz. Ayrıca Yunanistan’la ilişkilerin düzelmiş olmasının ve Yunanistan’ın Türkiye’ye dönük taleplerinden vazgeçmesinin Rumlar üstündeki etkisi de burada ayrıca anılmalıdır. Yanı sıra Filistin’de Đsrail devletinin kurulması, kimi ekonomik beklentiler yüzünden Türkiye tarafından sorun olarak görülmesini ve Türkiye’nin Araplarla Đsrail arasında tutturmaya çalıştığı dengenin yaydığı gerilimi ve göçü saymazsak fazla bir şeye yol açmamıştır. Dönem CHP’nin geçmişteki uygulamalarını savunmasından dolayı zaafa düşmesine engel olamamışsa da hükümet olarak geçmişe göre biraz da olumlanabilir noktada durduğunu söyleyebiliriz.

Özetle çok partili hayatın ilk yılları azınlıkların geçmişten gelen ve hala halli mümkün olmamış ağır sorunlar konusunda hiçbir şey yapamamışsa da en azından 1955’teki 6-7 Eylül olaylarına kadar süren bir sakinliğin nedeni olabilmiştir. Ama uluslaşmanın azınlıklara her anlamda yapıp ettikleri önce Türkiye’nin sonra

109

azınlıkların sorunu olarak hala varlığını korumaktadır. Bunun her anlamda bir hesaplaşmaya ve hesap vermeye dönüşmesinin mümkün olup olmayacağı sorusunun yanıtını bulmak ve vermek için çok uzun bir zaman daha beklememiz gerekebilir. 5.5. Genel Değerlendirme

Đnönü Dönemi’nin 1938-1946 arasındaki ilk bölümünde Varlık Vergisi Kanunu ve uygulamalarında görülen azınlık anlayışı daha çok uluslaşma ekonomik tedbirler içinde değerlendirilmesi mümkün olan bir dönemin ağır ekonomik şartlarıyla ilgilidir. Savaş sonrası uluslaşma süreci ve ekonominin iyileştirilmesi amacıyla yapılan bu uygulama Cumhuriyetin azınlıklara dönük güvensizliğinin de etkisiyle ağır ve dışlayıcı bir tavır içermektedir. Ancak Tek Parti Đktidarının 1946 sonrası demokrasiye geçiş döneminde hükümetle azınlık cemaatleri arasında ilişkiler bu şartları değiştirerek geçmişin oluşturduğu sorunlarını biraz olsun azaltmıştır. Bu nedenle çok partili hayatın 1938-1950 arasındaki Đnönü Dönemi’nde azınlıkların tek umudu ve gerçekleştiği ölçüde de çözümü olduğu yorumu yapılabilir.

110

ALTINCI BÖLÜM

ĐNÖNÜ DÖNEMĐNDE EKONOMĐ

Ekonomi başlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren devlet ve iktidar meselelerinin en önemli noktası olarak birçok dönüşümün belirleyicisi olduğu kadar Türk siyasal yaşamındaki yapısal dönüşümlerin etkileriyle şekillenen bir husus da olmuştur. Đnönü Dönemi’nin 1946’da çok partili siyasal hayata geçişle yaşadığı kırılma da ekonomi politikası uygulamalarının 1938-1946 ve 1946-1950 dönemleri arasındaki durumunun karşılaştırılmasını ve değişimlerin takip edilmesini gerektirmektedir. Bu amaçla bu bölümde çok partili demokratik yaşama geçişle birlikte ekonomi politikalarında herhangi bir dönüşümün ne ölçüde var olduğu ve bu dönüşümün ne yönde olduğunun ortaya koyulması gereğinden hareketle Tek Partili dönemin ekonomi politiği ve demokrasiye geçişle gündeme gelen liberalizasyon süreci ele alınmıştır.

6.1. 1938-1946 Döneminin Ekonomi Politiği

Atatürk dönemini tümüyle ve Đnönü döneminin 1938 – 1946 kısmını kapsayan tek Partili dönemde ülke ekonomisine genelde “Devletçi ekonomi sistemi” hâkim olmuştur (Mutlu, 2007:32). Atatürk ilkeleri veya CHP’nin altı ilkesinden birisi de devletçilikti. Bunun ekonomiye yansımasa “Devletçi ekonomik sistem” şeklinde oldu. Devletçi ekonomik sistem uygulamanın birçok sebepleri vardı. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1923 – 1931 zaman dilimi) genelde “liberal ekonomik politikası” uygulanmış, yerli ve yabancı sermaye bu dönemde ticari faaliyetlerden olarak ihracat ve ithalatı daha kârlı gördüğü için yatırımlarını bu alanlara yapmış, bu sebepten önemli yatırımları yapmak için devlet devreye girmek zorunda kalmıştır. 1929 Dünya Ekonomik Buhranı Türkiye’yi de etkilemiş, bunun bir özelliği olarak devlet ekonomiye müdahale etmek zorunda kalmıştır. Lozan’da kabul edilen Osmanlı gümrük tarifelerinin 1929’da kaldırılması, devletin ithalatı kısıtlayarak yatırımlara yönelik imkânlarını daha da artırmıştır. Bu sebeplerin yanında Türkiye’de özel sermaye yetersizliği de Devletçi bir politika uygulamayı gerektirmişti.

Cumhurbaşkanı Đnönü’nün Milli Şeflik dönemi, II. Dünya savaşının yaşandığı ortam olduğu için ekonomide devletçilik politikaları daha da güç kazanmıştı. Harbin

111

getirdiği güçlükler ve belirsizlik ortamında yurda yabancı sermaye ve kredi zaten gelmezdi. Aynı buhran ortamında sınırlı yerli sermaye de yatırımlardan kaçınmış, daha kârlı alan olan ithalat – ihracat faaliyetini sürdürmüştür.

Harp yıllarında Türkiye’nin daha çok ihracata ihtiyacı olduğu ve özellikle harp içindeki ülkelerin gerek stratejik maden kullanımı ve gerekse besin maddesi kullanımı ihtiyacı arttığı için ticarete ve tüccara daha büyük bir önem verilmiş, tüccarlar için büyük kolaylıklar getirilmiştir.

Milli Şef döneminin harp ortamında bütün devlet kaynakları harbe hazırlık için seferber edildiğinden Atatürk döneminden gelen devlet yatırımları önemli ölçüde durmuş, ticaret – tüccar ağırlıklı ekonomik yapının ortaya çıkmasıyla özel sektör ister istemez ön plana çıkmış, bu ortamda ticari vergilerin de artırılmasıyla devlet hazinesine daha fazla para akmaya başlamıştır.

Ülkelerle ticaret hacmindeyse, Atatürk döneminde Sovyet Rusya ve Almanya ticarette en önde gelen ülkeler olurken, bu dönemin sonunda ve özelikle Đnönü döneminde Đngiltere ve Amerika ile olan ticari ilişkilerde de önemli bir artış kendisini göstermiş, Almanya ile olan ticaret hız kesmemiş, harp ortamında bu ülkelere harpte kullanılan stratejik madenlerin (krom gibi) ihracatında büyük artış olmuş, gıda maddeleri ihracatında Almanya birinci sırada yer almıştır. Amerika ile olan ticaret hacminde artma, Demokrasiye geçiş ile birlikte hız kazanmıştır.