• Sonuç bulunamadı

ATATÜRK-İNÖNÜ İLİŞKİLERİ VE ÇATIŞMALARI

Mustafa Kemal Atatürk'ün 10 Kasım 1938'de ölümü üzerine Cumhurbaşkanlığına İsmet İnönü'nün seçilmiş olması, ilk bakışta olağan ve doğal bir gelişme olarak yorumlanabilir. Nitekim yakın dönem siyasi tarihimiz ile ilgili incelemelerde bu konu nedense hiç sorgulanmaz.224

İsmet İnönü’nün, Atatürk'ün ölümünden yaklaşık bir yıl önce Başvekillik görevinden uzaklaştırılmasına (20 Eylül 1937)225, bu tarihten itibaren

Atatürk'ün ölümüne dek geçen sürede, beşinci dönem TBMM'de yalnızca Malatya mebusu olarak görev yapmasına ve aktif siyasal hayattan tamamen çekilmesine rağmen Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.

İnönü’nün, neden karşısında hiçbir aday olmaksızın Cumhurbaşkanı seçildiğini226 anlayabilmek için, önce Türk siyasal tarihinin 1931 - 1938 yılları

arasındaki dönemi ve bu dönemde Atatürk-İnönü arasındaki (kimine göre kırgınlık, kimine göre çatışma ve nefret, kimine göre ise doğal bir süreç olan) ilişkiyi ayrıntılarıyla incelemek gerekir.

Bu bölümde, Atatürk-İnönü ilişkilerini ve çatışmalarını göz önünde

224 C. Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, (1938-1945), I, s. 23.

225 “İsmet İnönü’nün -dinlenmek üzere- birbuçuk ay izin alarak Başbakanlıktan ayrılması ve Başbakanlık Vekilliğine Ekonomi Bakanı Celâl Bayar’ın tayin edilmesi (C. 21.9.1937; U. 21.9.1937; D.Y. 1944-1945) (İsmet İnönü’nün Başbakanlıktan istifası; 25 Ekim 1937)”, Utkan Kocatürk, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, 1918-1938, Ankara 1988, s. 607.

226 “11 Kasımda Meclis Genel Kurulundan önce toplanan CHP grubu: başbakan Bayar, Cumhurbaşkanı adayını belirlemek için herkesin serbestçe oy kullanmasını dilemişti. İnönü'nün katılmadığı bu toplantıda kullanılan oydan 322'sinin ona verildiği saptanmıştı. Yalnızca Hikmet Bayur'un Celal Bayar lehine oy verdiği anlaşılmıştı. Grup toplantısının ardından saat 11.00'de TBMM toplantısı başlamıştı. Buna, mevcut 387 milletvekilinden 348'i katılmıştı. Saat 11.30'da sona eren oylamada da tüm oyların İsmet İnönü'ye verildiği görülmüştü. Böylece Malatya milletvekili İsmet İnönü, Atatürk'ün ardası ve T.C.'nin İkinci Cumhurbaşkanı seçilmişti.” Ş. Turan, İsmet İnönü Yaşamı, Dönemi ve Kişiliği, s. 140-141.

bulundurarak, İnönü'nün Başvekillikten ayrılışı, Başvekilliğe Celal Bayar'ın getirilişi, iktidardan uzaklaştırılmış İnönü'nün nasıl yeniden iktidara gelebildiğini inceleyeceğiz.

7 . 1 . Hükümete Dışarıdan Müdahalelerin Yarattığı Sorunlar : Mevhibe Hanım anılarında, Atatürk ile İnönü arasındaki ilk büyük sürtüşmenin 1932 yılında Yalova'da yaşandığını belirtir. Bu olay şöyle anlatır: “ Yaz sonu iki arkadaş yine buluşmuşlardı. Bir gece Atatürk'ün sofrasında bir araya geldiler- Masada Gazi'nin bilinen arkadaşları Nuri Conker, Kılıç Ali vb., ayrıca yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve eşi Leman Hanımla, Afet Hanım ve o sırada İktisat Vekili olan Mustafa Şeref Bey de bulunuyordu. Mustafa Şeref Bey Cumhurbaşkanının yakınlarından değildi, ciddi, kibar, sorumluluk sahibi bir iktisat uzmanıydı. Osmanlı kabinesinde daha çok gençken Ticaret Nazırı olarak yer almış değerli bir insandı. Kısa bir yolculuk için Avrupa'ya gidiyordu. Gazi'ye vedaya gelmişti.

Sofrada konuşmalar sürerken birden gergin bir hava esti. Son günlerde hükümetin devletçilik politikası ile ilgili birtakım sızlanmalar özellikle İş Bankası çevresinden duyulmaya başlamıştı. Zaman zaman İsmet Paşa'nın tarafsız tutumundan rahatsız olan ve kendisini serbest atılımlarına engel olarak gören bazı kişiler şikâyet ediyorlardı. O sıralarda Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı kapsamında Selüloz-Kâğıt Sanayiinin kurulmasına geçilmişti. İş Bankası bu sanayii kendi bünyesine almak için girişimlere başlamıştı. Oysa İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey ve Sanayi Ofisi Umum Müdürü Şerif Bey devletçilik ilkesini savunarak kendilerine karşı çıkmışlardı.

Konu ile ilgili olarak, tek taraflı ve yanlış bilgilendirilen Mustafa Kemal birden sertleşmeye başladı ve kızgın bir tonla Mustafa Şeref Bey'i suçladı. Hem kendisine, hem müdürü Şerif Bey'e hakaretler etti. Sofradakiler donmuş kalmışlardı; gözler Başbakan İsmet Paşa’ya çevrildi.

İki arkadaş arasında zaman zaman fikir ayrılıkları oluyordu. Başba- kan özellikle Cumhurbaşkanının, bakanlarını yersizce, uluorta eleştirme-

sine son derece kızıyordu. İki adam kişilik olarak farklı özelliklere sahiptiler. İnönü sakin, soğukkanlı, düşünceli, temkinliydi. Kararlarını iyice ince- lemeden, ayrıntılara girmeden almazdı. Fakat bir kere karar verdikten sonra inatla uygulamayı sürdürür, engel tanımazdı. Yumuşak, hoşgörü- lüydü, sabırlıydı…

…O gece İsmet Paşa ses çıkarmadı.”227

Mevhibe Hanım, Atatürk’ün yanlış bilgilendirilmiş olduğunu ve bununla birlikte Başbakan İnönü olduğu halde, İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey’i suçlayıp kızdığını anlatmaktadır. Böyle bir olayın Atatürk’ün sofrasında, herkesin gözü önünde olması İnönü’yü üzmüş ve kırmıştır. Ancak İnönü bu olay esnasında susmayı tercih etmiştir. Sinirlerin daha fazla gerilmesini engellemek istemiştir.

İnönü, Atatürk’ün vekillere sert muamelede bulunmasından dolayı müteessir olduğunu ve kırıldığını şu sözleriyle ifade eder: “Atatürk vekillere sert muamele yapacak. Atatürk'ten bilhassa rica ettiğim, vekillerden hangisini istemiyorsa, itimadı yoksa söylesin, vekile söyleriz, hiç kimse kendi itimadına mazhar olmadığı halde vekalette kalmak arzusunda değildir, emin olsun bundan, bunu değiştirmek mümkündür. Yapmasın bunu. Bunu rica ettim kendisinden. Bu nokta üzerinde son derece kırılıyorum. Toplanıyoruz. Herhangi bir vekili istifaya mecbur etmek için, sert muamele yapmak onun için çok ağır bir muamele oluyor. Hükümet olarak, başvekil olarak benim için de çok üzüntü verici bir hadise oluyor.”228

İnönü, Atatürk’ün hükümete müdahalelerinden üzüntü duymaktaydı. Ancak bazen de bu tür müdahaleleri görmezden gelip, sakin bir tavırla hükümet işlerine devam ediyordu. 1931 yılının Eylül ayında Atatürk’ün başkanlık ettiği Bakanlar Kurulunda yaşanan gerginlik bu duruma örnek teşkil etmektedir: “Cumhuriyetin sekizinci yılı bitmek üzere. Bu süre

227 G. Bilgehan, Mevhibe, s. 238-239. 228 İ. İnönü, Hatıralar, II, s. 289.

içerisinde kurulan hükümetlerin çok ciddi ve önemli işleri olmuştur. …kalkınmaya gelmiştir, sıra… Demiryolu politikasının yanıbaşında bir karayolu politikasının izlenmesi, ticaretin geliştirilmesine, sanayinin canlanmasına emek harcamak gereklidir. Atatürk bunun için toplamış bulunuyor Bakanlar Kurulunu… Bakanların bu konularda ne düşündüklerini, ne hazırladıklarını öğrenmek istiyor. Önce, İktisad Bakanı Mustafa Şeref söz alır. O güne kadar yapılmış hazırlıkları sayıp dökmeğe başlar. …Atatürk de rakamların altına çizgiyi çizmiş, yekûnu yapmıştır: 500 MİLYON LİRA… Maliye Bakanına döner: Arkadaşlarınız memlekete gerekli işlerin yapılabilmesi için sizden 500 Milyon lira istiyorlar. Ne dersiniz?... Maliye Bakanı, önüne bakmaktadır. Hiç ses yok. Atatürk yeniden sorar: Arkadaşlarınız sizden 500 Milyon lira istiyorlar. Cevabınız nedir?... Bakan ağır, ağır konuşmağa başlar. Bütçe rakamlarını sıralar. Geliri, gideri döker ve "Değil 500 milyon, 5 milyon bile verme gücüm yok" der. Atatürk, öteki bakanlara döner: Maliye Bakanı arkadaşınızın söylediğini duydunuz… Param yok diyor… Fikriniz?... Bir süre bekler, sonra yeniden sorar? Fikriniz, beyler… Para yok diye oturacak mıyız?.. Atatürk artık iyice sinirlenmiştir. Gözlerinde öfke parıltıları dolaşmaktadır. Kabinede ölüm sessizliği vardır. Atatürk ayağa kalkar: Peki Beyefendiler!.. 500 milyonumuz yok… Çaremiz yok!.. Öyleyse iş yapmayacağız, oturacağız!.. Bunu söyler söylemez kapıya yürür ve kapı kanadını hızla çarparak dışarı çıkar… Bakanlar Kurulunda dakikalar boyu süren bir sessizlik… Neden sonra İsmet Paşa Başkanlık yerine oturur ve normal bir sesle: Şimdi, günlük işlerimize bakalım. der..”229

Bir akşam, Atatürk’ün sofrasında, İstanbul’daki Bomonti bira fabrikası ile ilgili bir konuşma esnasında, İnönü’nün, hükümete dışarıdan yapılan müdahalelere tahammül edemediği Atatürk’e söylediği şu sözlerden anlaşılmaktadır: “Ne oldu paşam size? Eskiden böyle değildiniz.

229 İsmet Bozdağ, Toprakta Bile Bitmeyen Kavga, Atatürk-İnönü, İnönü-Bayar, İstanbul 1993, s. 74-76.

Artık emirlerinizi hep sofradan mı alacağız? Aramıza Kara Tahsinler giriyor. Konuşmamıza meydan vermiyorlar…”230

İnönü, Atatürk’ün etrafında bulunan insanların onunla görüşmesini engellediğini belirtmektedir. Ayrıca bu insanların İnönü’ye karşı cephe aldığını ve Atatürk’ü İnönü ile karşı karşıya getirecek şekilde etkilediklerini ima etmektedir. Hüsrev Gerede, Ankara’nın yeniden inşası esnasında yapılan yolsuzluklarla ilgili olarak çevresinde bulunan insanların Atatürk’e doğru bilgi vermeyerek, onu etkilediğini belirtir: “Bu duruma Atatürk engel olabilirdi. Ama bazı çevreler kendisine doğru bilgi vermediler.”231

7 . 2 . Dizbağı Nişanı :

Mevhibe Hanım’ın anılarında anlattığı, Atatürk’ün İktisat Vekili Mustafa Şeref Bey’i azarladığı gecenin ertesinde Atatürk’ün sofrasında Dizbağı Nişanı232 meselesi, iki devlet adamı arasında tartışma konusu olmuştur: “Ertesi akşam gene sofra kurulmuştu ve Başbakan bekleniyordu.

230 F. R. Atay, Çankaya, s. 496; İnönü’nün buna benzer bir ifadesi Hasan Rıza Soyak’ın Atatürk’ten Hatıralar adlı kitabında bulunmaktadır: “…Başvekilin yanındakilere: "Devlet Reisi ile serbestçe görüşmemize mani oluyorlar; aramıza Kara Tahsin paşalar giriyor" demiş olduğunu da öğrenmiştim. Bilindiği gibi Kara Tahsin Paşa, istibdadı ile meşhur bulunan İkinci Sultan Abdülhamid’in Baş Kâtibi idi.”, Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, İstanbul 2005, s. 639.

231Hüsrev Gerede’nin Anıları, Kurtuluş Savaşı, Atatürk ve devrimler (19 Mayıs 1919-10

Kasım 1938), (Yayına Hazırlayan; Sami Önal), İstanbul 2002, s. 264.

232 Dizbağı Nişanı olarak anılan Blue Ribbon; en büyük nişandır, http://www.websters- online-dictionary.org/definition/english/bl/blue+ribbon.html. Dizbağı Nişanı’nın Türkler tarafından ilk kabul edilişi şöyledir: “Kırım her bakımdan Osmanlı'nın Batılılaşma sürecinde diplomaside de, örf ve âdetlerde de, Batı kavramlarının yerleşmesinde de çok önemli bir yer işgal eder. Kendini Avrupa'ya benimsetmek isteyen Osmanlı, nişanı da bu vesileyle kullanır. Ruslara karşı Büyük Avrupa devletleriyle bir ittifak hali söz konusudur; Avrupalı askerler Türkiye'ye gelip konuşlandırılmaktadır. Burada Tanzimat ricali nişan mefhumunun Avrupa toplumunda oynadığı rolün farkındadır; 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısına kadar, nişanlar devletlerin egosu için son derece önemlidir. Osmanlı da bunu abartır ve o dönemde mevcut mecidiye nişanını gayet cömertçe askerlere, siyasilere, sivillere dağıtır. Kırım madalyasından da onbinlerce adet bastırılır ve İngiliz askerlerine dağıtılmak üzere İngiltere'ye gönderilir.

Aynı şekilde Avrupalı da Osmanlı'yı nişanın önemli olduğuna ikna etmeye çalışır. O tarihe kadar yabancı nişan kabul etmemiş olan Abdülmecid, istisnai olarak Fransız Légion

d'Honneur ve İngiliz dizbağı nişanını kabul eder; oysa birkaç sene önce, dönemin Portekiz

kraliçesinin kendi nişanını verme teklifini reddetmiştir.” Osmanlı Bankası Arşiv ve Araştırma Merkezi, http://www.obarchive.com/nm_sergi_etk_eldemkuneralp.html.

Saatler geçti, İsmet Paşa ortada görünmedi. Masadaki aynı topluluk, nefe- sini kesmiş, patlayacak buhranı bekliyordu. Gazi, karşı köşke haber yol- ladı. Başbakanın arandığını bildirdi.

Saat 23.00 olmuştu. Mustafa Kemal misafirlerini oturttu. Bir tek sandalyeyi boş bıraktı. Tatsız bir havada yemek servisi yapıldı. Derken... kapıda İsmet Paşa göründü. Hafif bir baş selamından sonra, yerine geçti. Ve... cebinden yavaş hareketlerle bir akşam gazetesi çıkardı, çarşaf gibi önüne gererek, okumaya başladı.

Mustafa Kemal'in ilgisini, sorularını, iltifatlarını duymuyor gibiydi. Herkes rahatsız olmuştu. Sadece Mustafa Kemal son derece nazik ve sabırlıydı. Sonunda dayanamadı, yumuşak bir sesle sordu:

"Ne okuyorsunuz gazetede? Şu bizim Dizbağı nişanı meselesini mi?"

"Dizbağı nişanı mı? O da ne?"

"A, duymadınız mı? Bir Amerikan gazetesinden naklen, bütün dünya basını haberi verdi. İngiltere kralı bana ülkenin en büyük onuru Dizbağı nişanını verecekmiş..."

İsmet Paşa, gözünü gazeteden ayırmadan:

"İyi ama, size bu nişanı hangi nedenle vereceklermiş?"

Gazi: "Siz daha iyi bilirsiniz, İngiliz halkının bana olan sevgisinden..." O zaman İsmet Paşa başını kaldırdı ve dudaklarında alaylı bir gülümseme ile omuzlarını silkti.

Mustafa Kemal sinirlenmeye başlamıştı.

"Tabii, zaten İngiliz milleti beni sevdiğini, Başbakanları Lloyd George'ı düşürmekle de göstermiştir."

Başbakan tekrar gazetesine geri dönerken:

"O meselenin dış politika ile hiç ilgisi yoktur. Lloyd George partiler arası anlaşmazlık sonucu görevinden ayrıldı" diye karşılık verdi. Gazi'nin kaşları çatılmıştı. Devam etti:

"Ya?... Bu anlaşmazlığın tam Dumlupınar zaferi üzerine çıkışına ve Lloyd George'un mecliste en çok Türklere karşı izlediği düşmanca politika hakkında eleştirilmesine ne dersiniz?"

Ama, İsmet Paşa'da yanıt yoktu.

Cumhurbaşkanı gerginliği sürdürmek istemiyordu. Birden vazgeçti. Sofrayı dağıttı, davetlileri evlerine yolladı ve arkadaşıyla başbaşa kaldı.

Mustafa Kemal ve İsmet Paşa'nın aralarında geçen konuşmayı daha sonra kimse duymadı.”233

Salih (Bozok), o gece sofrada yaşananlar hakkında farklı bilgiler vermektedir: “Atatürk, İsmet Paşa’nın vaziyetlerini ve ifadelerini manidar bularak fena halde kızdılar. …bir vesile bularak İsmet Paşa’ya çok şiddetli bir lisan ile hükümet işlerinden bahsettiler. Ve çok acı bir surette İsmet Paşa’yı tenkit ettiler, hatta o kadar ithamlarda bulundular ki bir aralık, «Seni ben mahvederim İsmet! İsmet!» dediler. İsmet Paşa sofrayı terk ederken Atatürk’le her zamanki gibi birbirlerinin ellerini sıkmadılar. Herkes salondan çıktıktan sonra Atatürk Afet Hanımla beni ve Nuri Conker’i yanlarında alıkoydular. Ve bize şunları söylediler: «Gördünüz mü İsmet Paşa’nın bu akşamki vaziyetini? Fakat ben buna asla tahammül edemem, yarın Ankara’ya giderek kabineyi bizzat kendim teşkil edeceğim.»”234

Karaosmanoğlu, İnönü’nün sofraya gelişinden sonra yaşanması muhtemel Atatürk-İnönü tartışması öncesi hissettiklerini şöyle anlatır: “Öylesine bir sessizlik ki, ben adeta yürek çarpıntılarım işitilecek diye korkuyordum. Evet, yüreğim şiddetle çarpıyordu. Zira, o zamanlar, benim için Atatürk ile İsmet Paşa arasında bir hadise çıkması devrimin tehlikeye girmesi demekti. İşte, ben bu endişe içindeyken birdenbire

233 G. Bilgehan, Mevhibe, s. 239-240; Ayrıca bakınız; Y. K. Karaosmanoğlu, Politikada 45

Yıl, s. 114-115.

Atatürk’ün sesi imdadıma yetişmişti. Bu sesin, hepimizi tehdidi altına alan gergin havayı gevşetebilecek tatlı, okşayıcı bir tonu vardı.”235

Karaosmanoğlu’nun üzerinde durduğu nokta, Atatürk ile İnönü’nün devrimin bir bütününü oluşturduklarıdır. Yazara göre iki devlet adamı arasında çıkacak bir anlaşmazlık devrimi tehlikeye sokacaktır. Falih Rıfkı da, İnönü’nün İzmir’deki Gazi Heykelini açarken yaptığı konuşmadan sonra yazdığı yazısında, Atatürk ve İnönü’nün onarlın gözünde neyi temsil ettiğini şu sözleriyle ifade etmektedir: “İzmir’de Gazi heykeli nasıl kurtuluşun bir timsali olarak dikilmiş duruyorsa, İzmir’de İsmet Paşa Kemalizme inanmış ve bağlanmış olanların timsali gibi konuştu.”236

Atatürk ve İnönü arasında yaşanabilecek herhangi bir gerilim, çevresinde bulunan insanları tedirgin etmekteydi.

Salih (Bozok), sofrada yaşanan gerginlikten sonra ertesi günü sabah İnönü ile görüştüğünü söyler. İnönü, bu hadisede haksız olup olmadığını Bozok’a sorar. Bozok, bu soruya cevap vermekten kaçınır. Ancak hadiseden dolayı bütün arkadaşların muzdarip olduğunu belirtir ve müteakiben Atatürk’ün yanına gider: “Müsaadeleri ile yanlarına girdim ve şunları söyledim: «Paşam, İsmet Paşa bu sabah çok erken odama geldiler ve dün akşam sofrada geçen hadiseden teessürle bahsederek acaba Atatürk’ü çok rahatsız ettim mi diye sordular. Ben de kendilerine Atatürk’ün size karşı çok büyük emniyetleri ve muhabbetleri vardır ve size itimad ettikleri için her akşam sofrada içtiklerini söylüyorlar dedim. Ve bu suretle teessürlerini izaleye çalıştım. İsmet Paşa benim ifadelerim »

Bu olayın yaşandığı gecenin öncesinde yaşanan gerginliğin neticesinde İnönü, Atatürk’ün sofrasına geldikten sonra takındığı tavır ile tepkisini göstermeye çalışmıştır. Sinirler yine gerilmiştir. Sofranın

235 Y. K. Karaosmanoğlu, Politikada 45 Yıl, s. 113. 236Hakimiyeti Milliye, 2 Ağustos 1932.

erkenden dağılması, tartışmanın daha da uzamasını ve büyümesini engellemiştir.

Bu meseleden dolayı, Atatürk ile İnönü arasında oluşan soğukluk fazla uzun sürmemiştir. “İsmet (İnönü) kendisine sadık olduğunu bildiren bir mektup gönderdi ve Mustafa Kemal de aşağıdaki yanıtı verdi: İsmet büyük adamsın; hassas olduğun kadar his veren adamsın. Sen benim sözlerimi okurken, gözlerin yaşarmış; ya ben seni okurken hıçkırıklarla ağladığımı söylersem, inanır mısın? Bu duygularımı sofrada değil, kimsenin yanında değil, yatak odama çekildikten sonra mahremimle yazıyorum. Sen beni muhakkak çok seviyorsun. Ya ben seni!”237

7 . 3 . Hatay Meselesi :

İnönü, 1936 ve 1937 yıllarını Atatürk ile aralarında tartışmaların arttığı bir dönem olarak tarif eder. Bu dönemdeki en büyük problemin de Hatay meselesi olduğunu belirtir ve bu konudaki fikir ayrılığını şöyle açıklar: “36 senesi ve 37 başı, olayların gittikçe birikerek yorgunluk ve ger- ginliğin artmış olması devridir. Türlü meselelerden Atatürk ile aramızda münakaşa çıkmıştır. Bunların büyüğü Hatay meselesinde oldu. Hatay me- selesinde, Hatay'da Türklerin içinde bulunduğu hayatın tahammülsüzlüğü ve Fransızların, Suriyelilerin Hatay meselesinde gösterdikleri olumsuz siyaset Atatürk'ü daima meşgul ediyordu. Fakat bir anda patlama şeklinde günün acil meselesi oldu. Muhitinde, yakınlarında, hatta hemşiresinde bile örneğini gösteren büyük bir hassasiyet başlamıştı. Hatay'da' vaziyetin devamı artık mümkün olamayacağı kanaati yayılıyordu ve akşama sabaha bir büyük hareket olacakmış gibi bir hava yayılmıştı.

Hatay meselesindeki bu her an patlama havası ve her an büyük bir hareketin başlayacağı intibaı, Atatürk'ten geliyordu.

Suriye hududunda münasebetlerimiz daima şikâyet konusuydu. Hatay'da

Fransız idaresinden son zamanlarda şikayetler çok artmıştı. Atatürk bütün bu hadiseler bir araya gelince Hatay meselesini artık halletmek zamanı geldiğine hükmediyor ve birdenbire büyük tezahürat şeklînde bu mesele ortaya atılıyor. Dışişleri gece gündüz Hatay meselesi ile meşgul oluyor ve nihayet Fransa Hükümeti nezdinde teşebbüse geçerek bu meselenin bir an evvel halledilmesinin, iki memleket ve halk arasında huzurun tesisi için acele bir mahiyet taşıdığı bildiriliyor. Bu şartlar altında Hatay meselesinden Fransızlarla aramız açıldı. Tabiatıyla açıldığından itibaren uzun bir müzakere devri başladı. Hatay'da bir neticeye yarmak ye uzun müzakere devrini kısaltmak için Atatürk, her gün sabırsızlanıyor, hadiseyi yakından takip ediyordu. Bu esnada (36-37 seneleri), Hitler'in Avrupa'da artık tutumu tamamıyla belli olmuş bir durumdaydı. Avrupa'da herkes ittifaklar peşinde, gelecek büyük hadiselere karşı tedbirler aramakla meşgul bulunuyordu. Yine bu esnada Fransızlarla Ruslar arasında münasebetlerin çok yakınlaştığı ve evvelce olduğu gibi bir itti- faka doğru süratle ilerledikleri ve belki de tahakkuk ettirdikleri söyleniyordu. Umumi siyasi ortamın bu durumunda, biz de Hatay meselesini ele almıştık. Bir aralık Atatürk'ün halinden bir askeri müdahele ile emrivaki yapmak fikri geçtiğini fark ettim. Kendisi ile bu meseleyi görüştüğüm gibi, Erkânıharbiyeyi Umumiye Reisi Fevzi Paşa ile de görüştüm. Hatay'daki meselede haklarımızı tatbik sahasına koymak için bir netice alabilirdik, almak için çalışabilirdik, fakat her siyasi teşebbüsü bir tarafa bırakarak bir askeri hareketle emrivaki yapmak şeklini mahzurlu buluyordum. Kesin olarak vaziyet aldım. Ne yapabilir Fransızlar? Hiçbir şey yapacak halde değiller fikri ileri sürülüyordu. Evet Fransızlar Suriye'deki mevcutları itibariyle hiçbir şey yapacak halde değiller, fakat sadece harp ilan edilmesi bile, bizim memleketimizi büsbütün yeni bir siyasi ortam içine atardı. Avrupa'da gelişmekte olan büyük siyasi olaylar sebebiyle, kendi imkânlarımızı, durumumuzu birdenbire muayyen bir meseleye bağlamış oluruz ihtimalini, ciddi bir sakınca olarak görüyordum. Fevzi Paşadan rica ettim, bana yardım etmesini söyledim. Nihayet, Atatürk İstanbul'da son gösterişli hareketleri yaptıktan sonra Ankara'ya dönerken

yolda kendisi ile Eskişehir'de görüştüm. Uzun boylu tekrar anlattım. Bir askeri hareket şıkkına girmenin mahzurlu olacağına onu ikna etmeye çalıştım ve muvaffak oldum. Dinledi uzun boylu, Böyle bir hareket yapmayacağını, yaptırmayacağını söyledi.

Benzer Belgeler