• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2. ANTİK DÖNEM İNSAN VE DEĞER ANLAYIŞI IŞIĞINDA

2.6. Aristoteles’in Demokrasi Eleştirisi ve Çoğunluğun Diktası Sorunsalı

Aristoteles’e göre, ‘yasama, yürütme ve yargı gücünün (yetkisinin) kimin elinde olmalı?’ ya da ‘devletin egemen gücü kimde olmalıdır?’ sorusu önem taşımaktadır (Aristoteles, 2013, 1281a). Bir devlette “hem özgür olup hem de zengin olmayanlar çoğunluk olup yönetimi ellerine aldıkların zaman buradaki rejim demokrasi” olmaktadır (Aristoteles, 2013, 1290b). Egemen gücün halk olması durumunda, halk gücünü kalabalık olmasından alabilir ve zenginlerin mallarını kendi aralarında paylaşabilir. Halkın zenginler üzerindeki bu eylemi de adaletsizliği yaratabilir. Haliyle bu adaletsiz paylaşım, devletin yıkılmasına kadar ilerleyebilir (Aristoteles, 2013, 1281a). Aristoteles bu eşitsizliğin ortadan kalkabilmesi için, ‘halkın egemenliği hangi konularda ve nerede olmalıdır?’ sorusuna yanıt arar (Aristoteles, 2013, 1281b).

Bu insanlar özgürdürler ama zengin değildirler, aynı zamanda iyilik konusunda da bir özellikleri olmadığından toplum içindeki statüleri yüksek değildir. Bu insanlara en önemli siyasi görevleri veremezsiniz, çünkü yetenekli olmadıklarından büyük hatalar yapabilirler, yargılama kabiliyetleri de olmadığından burada da hata yapabilirler. Ancak kendilerine hiçbir hak verilmezse, o zaman da toplum içinde bir yerleri olmayacağı için bu durum da tehlikelidir. Eğer bir devlette bir zenginliği ve bir görevi olmayan çok sayıda insan olursa bunlar zamanla devlete karşı çıkmaya başlarlar. En güzeli bu insanlara en önemli yönetim görevlerini vermemek ama yine de halk meclislerinde ve mahkemelerde jüri olmalarına izin vermek olacaktır (Aristoteles, 2013, 1281b).

Halkı devlet yönetiminden tamamen dışlamadan, onlara belli başlı görevler vererek, devlet yönetiminde söz sahibi oldukları düşüncesini vermek ve son kararın her zaman yasalar uyarısınca uygulanacağını dayatmak, demokrasi ile yönetilen bir devlette halkı sınırlandırmanın ve kontrol edebilmenin koşulu olmaktadır. Çünkü demokrasilerdeki fakir halkın iktidarı, eşitlik düşüncesi altında zenginlerin mallarını ve mülklerini ellerinden alıp, tekrar herkese eşit ölçüde paylaştırılması, her ne kadar demokrasi yandaşlarının istediği bir düşünce olsa da bu eylemlerin altında eşitsizlik yatmaktadır. İnsanlar, bazı konularda eşit olma durumunu dikkate alarak her konuda eşit olduklarını savunur (Crick, 2012, s. 21). Hâlbuki yapı bakımından eşit doğmayan insanların, kendi

30

aralarında mal, mülk paylaşması ve bilgisi, tecrübesi olmaksızın devlet yönetiminde söz sahibi olmaya çalışması, yurttaşlar arası eşitlik sağlamaktan ziyade, eşitsizlik yaratmaktadır. Ancak Aristoteles’e göre, demokrasinin tanımını oligarşi ile karıştırılmaktadır. Halk egemense yönetim demokrasi, azınlık egemense yönetim oligarşidir düşüncesi sıklıkla yapılan bir hatadır (Aristoteles, 2013, 1290a). Aristoteles, demokrasi ile oligarşi arasındaki farklılığın nedenini “(…) oligarşi ile demokrasi arasında fark zenginlik üzerinden şekillenmektedir. Belirleyici olan nokta yönetimdekiler eğer zenginlerden oluşuyorsa, buna oligarşi, malı mülkü olmayanlardan oluşuyorsa buna demokrasi denmesidir” (Aristoteles, 2013, 1280a) şeklinde ifade eder.

Örneğin bin üç yüz kişiden oluşan bir kent olsun, buradaki insanların bini zengin. Zenginler geriye kalan üç yüz kişiye özgür olmalarına karşın yönetim hakkı tanımazlarsa burada demokrasinin olduğunu söyleyemeyiz. Bir başka örnekte ise fakirlerin azınlık olduklarını ama yönetime geçtiklerini düşünelim. Bu yönetim şeklinde zenginlerin payı yoksa oligarşiden söz edemeyiz. Yani fakirler iktidardaysa demokrasi, zenginler iktidardaysa oligarşi vardır diyebiliriz.” (Aristoteles, 2013, 1290b).

O halde demokrasi söz konusu olduğunda vurgu özellikle demosun, yani fakir ve özgür olan çoğunluğun iktidarda olmasıyla ilgilidir (Aristoteles, 2013, 1290b). Halkın çoğunluğunun yönettiği bir yönetimde, çoğunluk zengin ise bu durumda yönetim demokrasi değil oligarşi olur. Buradaki fark niceliksel değil, niteliksel bir farklılıktır.

Aristoteles, demokrasiyi ve demokrasinin diğer yönetimlerle arasındaki farklılıklarını açıklarken, bunları ‘doğrudan demokrasi’ye göre yapar, yani onun demokrasi anlayışı günümüz modern eşit demokrasinden oldukça yabancı olmaktadır (Toku, 2016, s. 238). Bu nedenle, Antik Yunan filozoflarının demokrasi düşünceleri ele alınırken, modern dönem demokrasi anlayışındaki farklılıkları da gözönünde bulundurulması gerekir.

Aristoteles, belirli mülkiyet koşullarına ya da anayasanın yasalarına bağlı olma oranına göre demokrasiyi dört türe ayırır (Aristoteles, 2013, 1291b). Demokrasinin ilk üç türünde, iktidar fakir çoğunluğun elinde olmasına rağmen, yasaların üstünlüğü söz konusudur (Özcan, 2013). Demokrasinin ilk türü, ılımlı demokrasi olarak da tanımlanabilinen, herkesin eşitliğine dayanan, eşitlik vurgusunun hâkim olduğu türüdür (Aristoteles, 2013, 1291b). Demokrasinin bu türünde, fakirlerle zenginlerin eşit

31

olmadıkları herhangi bir alan yoktur. İki taraf da anayasa karşısında birbirine eşit ve aynı seviyededir (Aristoteles, 2013, 1291b). Ayrıca yöneticiler halkın güvenini kazanır, kendileriyle beraber halkı da ‘özgür kamusal tartışmalara’ dahil edebildikleri ölçüde güçlü bir demokrasidir (Crick, 2012, s. 35). Bu özelliklerinden dolayı, demokrasinin ilk türü, diğer türlerine göre en iyisidir. Aristoteles’e göre demokrasinin ilk türü, eski demokrasidir. Bu demokrasi türünde, tarımsal nüfus olabilecek en iyi demosu çıkartır (Aristoteles, 2013, 1318b). Ayrıca, tarım ve hayvancılıkla uğraşan insanlar sürekli çalıştıklarından, meclise de fazla gelemezler, diğer zenginleri kıskanmazlar, kamu görevlerinde fazla kazanç sağlanmıyorsa kendi topraklarında çalışmayı tercih ederler (Aristoteles, 2013, 1318b). Demokrasinin bu ilk türüne ‘tarımsal demokrasi’ de denilebilinir (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 201). Demokrasinin ikinci türü, özgür doğan herkesin seçilebildiği türüdür. Demokrasinin bu türünde de yasaların üstünlüğü söz konusudur (Aristoteles, 2013, 1291b). Bu demokrasi türünde, demosun çoğunluğu hayvancılıkla uğtaşmaktadır (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 201). Demokrasinin üçüncü türü, ılımlı demokrasi ile sapkın demokrasi arasında kalmış olan, ancak gene de yasaların üstünlüğünün söz konusu olduğu demokrasi türüdür (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 201). Demokrasinin bu türünde, o devletin yurttaşı olma şartı dışında herhangi bir koşul olmadan seçilebilme hakkı vardır (Aristoteles, 2013, 1292a). Bu demokrasilerde “ön plana çıkanlar, işçiler ve zanaatkârlardır” (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 201). Ancak demokrasinin en son türü, yasaların değil, demosun iradesinin egemen olduğu en kötü türüdür (Aristoteles, 2013, 1292a). Demokrasinin bu türünde, yasalar yerine, demagogların yönettiği halkın iradesi her şeyin üzerinde tutulur (Özcan, 2013).

Eğer yasalar gereği devlet demokrasiyle yönetiliyorsa burada hatipler değil en iyi vatandaşlar yöneticidir. Yasalar yoksa bu kez yöneticiler hatiplerdir. Bu durumda halk bir tek yönetici gibi davranmaya başlar, aslında çok sayıda yöneticiden oluşan tek bir yönetici gibidir. (…) halk kitlesi yasalar tarafından dizginlenmediğinden dolayı mutlak güce ulaşmayı ister ve sadece kendisine dalkavuk yapanları yukarı çıkarır. Bu nedenle tiranlık tek kişi yönetimleri arasında nasıl değerlendiriliyorsa, aynı şekilde bu demokrasi türü de demokrasiler arasında öyle değerlendirilmelidir, çünkü yapısal bakımdan benzer. (Aristoteles, 2013, 1292a).

Halkın iradesinin, yasaların üzerinde tutulduğu böyle bir demokrasi yönetiminde, eşitlikten de söz etmek mümkün olmamaktadır. Bu nedenle “monarşiler arasında tiranlığın yeri ne ise, böyle bir demokrasinin de demokrasiler arasındaki yeri tam odur;

32

genel niteliği tıpkı onun gibidir” (Özcan, 2013). Demokrasinin bu en sert türünde halk, hiçbir yasaya bağlı olmadan kendi kararları ve çıkarları doğrultusunda devleti yönetmekte ve anayasayı yok saymaktadır. Anayasanın denetleyici gücü olmadan yapılan bu yönetimde, yönetim halkın iradesi üzerinden gösterilerek, tek kişinin elinde toplanması anlamına gelir (Özcan, 2013).

Aristoteles de hocası Platon gibi, demokrasinin özgürlük vurgusunda bulunduğunu söylemektedir (Özcan, 2009, s. 140). Ancak demokratların anladıkları özgürlük anlayışı ile Aristoteles’in anladığı özgürlük anlayışı aynı olmamaktadır. Demokratlar için sırayla yönetme ve yönetilme bir çeşit özgürlük sayılmaktayken, Aristoteles’e göre, bir kişinin özgür olup olmadığı, yönetimin kendisine verdiği haklarla değil, kişinin erdemlere sahip olup olmadığıyla ilgilidir. Erdemine ulaşmış akla sahip bir birey, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilir ve doğru olanı tercih eder (Özcan, 2009, s. 141).

(…) “insanlaşmasını tamamlamış kişi” özgür olabilir; çünkü sadece o düşünüp tercihte bulunur; sadece o hem kendisi hem de bütün toplum için iyi olanın ne olduğunu bilir ve ona göre eyler; bireysel çıkarına göre eylemez. Fakat hem erdeme hem akla göre eyleyen özgür insan sayısı her toplumda azınlıkta kalır. Dolayısıyla çoğunluk asıl anlamda özgür ve dolayısıyla doğru tercih yapabilen insanlardan oluşamaz (Özcan, 2009, s. 142).

Demokrasideki özgürlük anlayışı ise, köle olmayan herkesin eşit ve özgür sayılmasıyla ilgilidir (Özcan, 2009, s. 140). Bu durum demokrasilerde sayısal ve oransal eşitlik farkını ortaya çıkartmaktadır. Bunlardan oransal eşitlik, sayısal eşitliğe göre daha uygundur (Özcan, 2009, s. 140). Çünkü oransal eşitlikte, erdemler açısından eşitliği belirlemek gerekirken, sayısal eşitlikte önemli olan büyülük ve nicelik bakımından eşitliktir (Aristoteles, 2013, 1301b). Demokrasi türleri ya oransal eşitliği, yani erdemlere göre eşitliği esas almasına göre ya da sayısal eşitliğe, yani herhangi bir erdemin kıstas alınmadığı, zengin, fakir, mülkiyet sahibi ya da değil fark etmeden sadece köle olmayan, özgür halkın birbiriyle eşit sayılmasına göre ayrılır (Özcan, 2009, s. 140). Sayısal eşitliğin esas alındığı demokrasilerde, halkın çoğunluğu, herhangi bir anayasal denetlemeye tabi tutulmamaktadır. Bu tarz yönetimler, demokrasinin dördüncü ve en kötü türüne denk gelmektedir. Sayısal eşitliğin esas alındığı bu demokrasilerde, halkın çoğunluğu tiran gibi ülkeyi yönetmeye başlar. Hatta yöneticiler, aşırı demokrasilerde halk önderleri, halkın

33

daha da güçlü olabilmesi ve sayısal çoğunluğun fazlalaştırılabilmesi için hem evlilik içi hem de evlilik dışı ya da anne veya babasından birisi yurttaş olanları da devletin yurttaşı saymayı uygun görürler (Aristoteles, 2013, 1319b). Halkı daha güçlü yapmak için uğraşılan bu çabayla nüfus kalabalıklaşır. Böylece, halkın meclise gelmesi ve mecliste görev yapması için ayrılan bütçe yetmemeye başlar. Yöneticiler, bu parayı denkleştirebilmek için devletin üst sınıflarından zorla vergiler alarak ya da mallarına el koyarak devlet bütçesini yükseltmeye çalışırlar (Aristoteles, 2013, 1320a). Yöneticilerin kendi yönetimlerini rahatça sürdürebilmek ve garantiye almak için, arttırdıkları nüfus nedeniyle devlet, iç karışıklığa, isyanlara hatta yıkılmaya kadar sürüklenir. Bir demokraside herkes her şeyi eşit şekilde paylaşılmak adına zor kullanmaya başlarsa ve bu demokrasi yasalar ve ahlaki bakımından uygun durumda değilse yok olur (Aristoteles, 2013, 1319b).

İnsan dışındaki hiçbir varlık devletin birliğinin parçası olmadığından, devletin temel olarak insanı ele alan bakış açısı son derece doğaldır (Yurtsever, 2016, s. 248). Bu nedenle Antik Yunan filozoflarının, siyasi yapıyı ve devleti ele alırken, insanı temel olarak alması normaldir. Bu yüzden, devlet yönetim biçimleri ele alınırken, insanların yapıları ve yetenekleri, değer olarak neyi aldıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Platon ve Aristoteles de insanların bu farklı yapılarını göz önünde bulundurarak onlara en uygun devlet yönetimlerini bulmayı amaçlamaktadırlar. Bunu yaparlarken de tek tek bireylerin mutlulukları ve yararları değil, devletin ortak yararının ve toplum bütünlüğünün sağlayacak bir yönetim arayışına girerler (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 204). İkisine göre de demokrasi hiçbir zaman insanlar için doğru bir yönetim değildir. Demokrasi, doğru olan bir yönetimin sapmış, bozulmuş şeklidir. Aristoteles’in demokrasi anlayışı da tıpkı hocası Platon’un demokrasi anlayışı gibi, günümüz demokrasi anlayışlarından oldukça farklı olmaktadır (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 204). Hatta Ross’un da ifade ettiği gibi, “bir demokrasiyi, Aristoteles’in gözünde iyi kılan şey (bunun) hemen hemen bir demokrasi olmamasıdır” (akt: Şahin&Topakkaya, 2015, s. 204). Çünkü bütün demos yönetime katılırsa, o yönetimde adaletten ve eşitlikten söz edilemez (Şahin&Topakkaya, 2015, s. 204). Her iki filozounda devlet ile ilgili görüşleri ele alındığında, bir devleti doğru şekilde yönetebilmesi için, gerekli şartlar olduğu görülmektedir. Bunlar; erdemlere sahip olmak, devlet yönetiminin bilgisine sahip olabilmek, kendi yararı için değil ortak yararı düşünerek kararlar verebilmek gibi özelliklerdir. Hem Platon hem de Aristoteles,

34

halkın çoğunluğunun bu özelliklere sahip olamayacağını düşünmektedir. Bu özelliklere, ancak çok az sayıda insan sahiptir. Bu nedenle, her iki düşünür de demokrasiyi doğru olan bir yönetimin sapmış hali olarak ele alırlar.

Aristoteles, Platon’un ‘idealist’ yaklaştığı siyasete daha ‘realist’ bir yaklaşım sergilemektedir (Şahin & Topakkaya, 2015, s. 192). Aristoteles, demokrasiye hocası Platon kadar sert şekilde yaklaşmayıp daha ılımlı bir bakış açısı sergilese de ikisi için de demokrasi yapısal olarak farklı olan insanların eşit ve özgür olarak görmeyi amaçladığından hiçbir zaman doğru bir yönetim olmaz. Çünkü hem Platon hem de Aristoteles için ‘bütün insanlar eşittir’ gibi bir düşünce, özellikle köleliğin zorunlu bir ihtiyaç olduğu Antik Yunan’da mümkün değildir (Şahin & Topakkaya, 2015, s. 193). Herhangi bir sınıflandırılmanın ötesinde, iyi bir yönetim her zaman ortak iyiyi, yararı düşünmek zorundadır, aksi halde sadece nüfusun belli bir bölümünün yararını hesaba katarak uygulanacak herhangi bir yönetim şekli normatif açıdan uygun olmamaktadır (Finley, 2003, s. 23). Birbiriyle eşit olmayan insanların, kendilerini eşit görmesi ve özgürlüğü her istediklerini yapabilme şeklinde algılamaları sebebiyle, demokrasi eninde sonunda devletin çöküşüne ve en sonunda da yıkılmasına neden olacaktır.

35

BÖLÜM 3. MODERN DÖNEM EGEMEN İNSAN VE DEĞER