• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 4. GÜNÜMÜZ DEMOKRASİLERİNİN TEMEL DAYANAKLARI VE

4.2. Çağdaş Demokrasilerde Çoğunluğun İradesine Saygı İlkesi ve Uygulanma

Antik Yunan’dan günümüze, demokrasi hem çok tercih edilen hem de çok tartışılan yönetimlerden biri olmaktadır. Özellikle günümüz devletlerinde, insan hakları, eşit oy hakkı, seçme ve seçilme hakkı gibi hakların cinsiyet ayrımı olmadan herkes için eşit, geçerli sayılması ve hukuksal olarak tanınması günümüzde demokrasiyi cazip kılmaktadır. Demokrasilerde din, dil, ırk gibi farklılıklar gözetilmeden her yurttaş karar alma sürecinde eşit hakka sahip olması demokrasinin siyasi eşitliğe bağlılığını göstermektedir (Barrry, 2018, s. 431). Bu karar alma sürecinde, katılanların çoğunluğunun kararlarda belirleyici rol oynar.

Demokrasilerin geliştirilebilmesi için, demokrasinin dayandığı ilkelere uyulması ve bu ilkelere de uyulurken temel hakların göz ardı edilmemesi gerekmektedir (Schmitter & Karl, 1995, s. 72). Demokrasilerdeki çoğunluğun iradesine saygı ilkesi, demokrasinin hangi türü uygulanırsa uygulansın tartışmaya en açık ilkelerinden biridir. Devletin

110

bütünlüğünün ve huzurunun sağlanabilmesi, siyasal işleyişin sağlıklı bir şekilde devamlılığının olabilmesi adına, çoğunluk ve azınlık dengesinin iyi kurulması gerekmektedir. Bu dengenin doğru şekilde kurulabilmesi için çoğunluk ve azınlığın arasında bir saygı ilkesi ve hoşgörünün olmasını gereklidir. Azınlıklar çoğunluğun aldığı kararlara saygı duymalı, çoğunluk da azınlığın haklarını, istek ve ihtiyaçlarını gözardı etmemeli ve üstlerinde baskı oluşturmamalıdır.

Düşünürlerin siyasal açıdan yaptıkları değerlendirme sonucunda, demokrasilerdeki çoğunluğun iradesine saygı ilkesini haklılaştıran dört unsurun olduğu görülmektedir. Bu unsurların ilki, “doğruyu bulmada çoğunluğun, azınlığa göre daha şanslı olma ihtimalidir. Yani çoğunluk, doğru karar üretmeye herhangi bir başkasından ve azınlık kesiminden daha fazla yatkındır” (Hakyemez, 2003, s. 73). Fakat burada çoğunluğun kandıralabilme ihtimalinin göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Yine de bu ihtimal çoğu zaman gözardı edilerek demokrasilerde adaletin, gerçeğin ve sağduyunun çoğunluk sayesinde olacağına inanılır (Hakyemez, 2003, s. 73). İkinci husus, çoğunluğun yönetme hakkının oy eşitliğini de kapsayan siyasal eşitlikle doğrudan ilişkili olmasıdır (Hakyemez, 2003, s. 73). Demokrasilerde, her bir birey hukuken eşit haklara sahip olduğu için, “bir çoğunluk kesimi geriye kalanlardan daha fazla oy sahibi olacağından onun kararlarının benimsenmesi gerekir. Eğer çoğunluk karşısında azınlık görüşü kabul edilecekse o zaman eşitliğin tezahürü mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, böyle bir durumda siyasal eşitliğin bir gereği olarak çoğunluk görüşü kabul edilmelidir” (Hakyemez, 2003, s. 73). Eğer çoğunluk yerine azınlığın yönetimesi gibi bir durum söz konusu olursa, azınlığın oylarının çoğunluğun oylarından daha ağırlıklı olduğu görülür. Bu durum demokrasilerdeki eşitlik ilkesinin ikinci plana atılması anlamına gelir (Hakyemez, 2003, s. 73). Üçüncü husus, “çoğunluğun yönetimi ilkesinin kolektif kararlarda kendi kaderini tayin etme imkanını uygulayabilen insan sayısını daha yüksek tutma fırsatını sağlamasıdır” (Hakyemez, 2003, s. 74). En sadeleştirilmiş biçimiyle demokrasi halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına geliyorsa, çoğunluk ilkesi sayesinde en fazla sayıda insanın kendisini yönetmesi gerçekleşir (Hakyemez, 2003, s. 74). Dördüncü husus ise, üçüncü husus ile bağlantılı sayılabilecek şu haklılaştırmayı ortaya çıkartır; yasalar çoğunluğun kararlarıyla belirlenecekse, çoğunluğun söz sahibi olması ortalama faydayı en üst seviyeye çıkartacaktır (Hakyemez, 2013, s. 74).

111

Demokrasilerdeki karar alma süreci önemlidir. Bu karar alma sürecinin gerçekleşmesinde daha iyi bir yöntem henüz keşfedilmediğine göre çoğunluğun yönetimi zorunlu olarak benimsenmektedir (Hakyemez, 2003, s. 74). Çoğunluk yönetimini savunanlar, bireysel hak ve özgürlüklerin korunması halinde, azınlığın çoğunluğun kararına saygı duyması ve bu kararları engellemek amaçlı eylemlerde bulunmamalarının gerektiğini vurgularlar. Çoğunluk yönetimine karşı yapılan eleştirilere ve neden tercih edilmesi gerektiğine bir cevap olarak Dahl, “(…) sonuca erişmeden önce, bundan genel olarak daha üstün bir alternatifin bulunup bulunmayacağını görmemiz gereklidir” der (Dahl, 1996, s. 191). Dahl’a göre çoğunluk yönetiminin tercih edilmemesi için, alternatiflerinin çok daha iyi ve doğru işleyen yönetimler olması gerekir. Aksi halde çoğunluğun yönetimi, diğer alternatiflerine göre daha başarılı bir yönetim olarak devam etmektedir. Ayrıca daha önce vurgulandığı gibi liberaller için insan rasyoneldir. Kendisi için neyin yararlı neyin zararlı olduğunun bilincindedir. İnsanların rasyonel ve kendileri için neyin iyi olacağına dair sahip oldukları bilinçten yola çıkılarak, yönetimde belirleyici rol almaları makul gözükmektedir. Demokrasiyi, özellikle de çoğunluğun iradesine saygı ilkesini savunan düşünürlerin temelinde yatan sav budur. Rasyonel ve bilinçli olan insan, doğru kararı verebilecektir.

Daha önce de vurgulandığı gibi, günümüzde en yaygın olarak uygulanan demokrasi modeli, liberal demokrasi modelidir. Sartori liberal demokrasinin, demokrasi ve liberalizmin özelliklerinin birleşmesiyle, özgürlük yoluyla eşitlik sağladığını düşünmektedir (Eren, 2019, s.401). Liberal demokrasi, özgürlük yoluyla eşitliği sağlarken hukukun hakimiyetini kullanmaktadır (Yayla, 2017, s. 154). Hukukun hakimiyeti, bir siyasal toplumda, kişi, grup ya da iktidarın değil, son sözü hukukun ve yasaların söylemesidir (Yayla, 2017, s. 154). Hukukun üstünlüğünü tanıyan liberal demokrasiye aynı zamanda ‘anayasal demokrasi’ denir. Anayasal demokrasi, demokrasiyi sadece halkın yönetimi olarak değil özgür halkın yönetimi olarak ele almaktadır (Türköne, 2010, s. 201). Anayasal demokrasi ile yönetilen bir devletin özelliği, iktidardaki halkın özgür olması koşuluna yaptığı vurgunun yanısıra, demokratik bir hukuk devleti olarak tanımlanmasıdır (Türköne, 2010, s. 201). Burada “anayasa yargısı hem özgürlüklerin hem de hukuk devletinin güvencesi olmaktadır” (Türköne, 2010, s. 201). Ayrıca anayasal demokrasilerde, hukuk önünde herkesin eşit olduğu kabul

112

edildiğinden, azınlıkların da hak ve özgürlükleri güvence altına alınmaktadır (Türköne, 2010, s. 201).

Diğer demokrasi modelleri, liberal demokrasiyle ilkeleri ve uygulanışı bakımından ya benzerlik gösteren ya da tamamen tersi düşünceye sahip olan demokrasi modelleridir. Fakat bütün demokrasi modellerinin ortak kaygılarından bir tanesi, demokrasilerdeki çoğunluk ilkesinin çoğunluğun tiranlığına dönüşebilme ihtimalidir. Demokrasi üzerine düşünen düşünürler, bunu engelleyebilmek ve çoğunluğun iradesine saygı ilkesinin doğru bir şekilde uygulanabilmesini sağlamak adına çözümler ortaya koyar.

Mill, demokrasilerin artık çoğunluğun iradesiyle aynı anlama geldiğini söylemektedir. Mill’e göre demokrasilerde çoğunluğun iradesinin söz sahibi olması problem değildir. Mill’in problem olarak ele aldığı husus, demokrasilerdeki çoğunluk ilkesinin çoğunluğun tiranlığına dönüşebilme tehlikesidir. Tehlikenin önüne geçilebilmesi için, demokrasinin kurumlarla desteklenmesi ve temsil edecek kişilerin belli başlı özelliklerinin olması gerekir. Mill, çoğunluğun iradesinin üstün olması gerektiğini kabul etmekle birlikte, siyasetteki doğruluk ölçütünün halkın iradesinden çok halkın faydasını olması gerektiğini savunur (Bayram, 2014, s. 62). Mill’e göre gerçek demokrasi, çoğunluğun oyu sayesinde yönetime gelenlerin, azınlık- çoğunluk farketmeksizin tüm toplumun genel yarar ve menfaatinin gözetilmesiyle mümkün olmaktadır. Bireysel özgürlüğün karşı karşıya kaldığı demokratik tiranlığa ya da çoğunluğun sınırsız gücüne karşı siyasal gücün dengeli dağılımı olması gerekir (Bayram, 2014, s. 62). Mill için halkın her kesiminin temsil edildiği demokrasiler doğru, sadece çoğunluğun temsil edildiği demokrasiler ise yanlış demokrasilerdir (Bayram, 2014, s. 63). Mill, çoğunluğun iradesine bağlı olarak belirlenen iktidarda azınlıkların da temsil edilmesi gerektiğini savunur. Daha önce de vurgulandığı gibi Mill, nispi temsilin azınlıkların da temsil edilebilmesi adına gerekli olduğunu vurgular. Mill, çoğunluğun yönetiminin çoğunluğun tiranlığına dönüşmemesi adına öne sürdüğü çözümlerden bir diğeri ise temsilcilerin kimler olacağı konusudur. Mill, çoğunluk ve eşitliğin, cehaletin bilgiye üstünlüğü anlamına gelmesinden çekinmektedir (Bayram, 2014, s. 64). Ona göre eğitimsiz bir bireyle eğitimli bireyin aynı değerde oy sahibi olmasını kabul eden anayasa zararlıdır. Daha sonra değinileceği üzere Mill için her yurttaşın oy hakkı olmalıdır fakat oyların değerliliğini bireyin eğitim, kültür, ekonomik şartları belirlemelidir. Mill,

113

çoğunluğun iradesine saygı ilkesini demokrasilerde olması gereken bir ilke olarak ele alır, herkesin katıldığı ama entelektüel seçkin bir azınlığın topluma rehberlik ettiği bir temsili sistemin olması gerektiğini savunur (Bayram, 2014, s. 64). Bu sayede hem yurttaşların hepsi seçime katılır hem de belirlenen temsilciler sadece çoğunluğun değil tüm yurttaşların genel yararını düşünerek adım atarlar. Mill, bu düşünceleriyle çoğunluğun iradesinin çoğunluğun tiranlığına dönüşme tehlikesinin ortadan kalkacağını savunur.

Günümüz demokrasilerinde meşruiyetin kaynağı çoğunluğun iradesidir. Parlamento ise bu iradeyi temsil ederek yasa koruyucu görevindedir (Çelik, 2018, s. 95). Hukukun üstünlüğü ilkesi, çoğunluğun sınırlandırılmasını ve azınlığın hak ve özgürlüklerinin korunmasının amaçlamaktadır (Çelik, 2018, s. 95). Bu sayede demokrasilerde çoğunluğun üstünlüğü sınırlandırılacak ve çoğunluğun üstünlüğünün çoğunluğun tiranlığına dönüşmesinin önüne geçilecektir (Çelik, 2018, s. 95). Çoğunluğun iradesine saygı ilkesini savunanlar, liberal demokrasinin bu formülü sayesinde çoğunluğun yönetiminin herhangi bir tehlike yaratmadan uygulanabileceğini savunurlar. Bu ilkeyi savunanlara göre, anayasal düzlemde demokrasiyi çoğunluğun sınırlı iktidarı olarak tanımlamak ve insan haklarını da günümüz demokrasilerinin ortak paydası olarak görmek, demokasilerdeki en büyük tehlikelerden olan çoğunluğun tiranlığının önüne geçilmesini sağlamaktadır. Çoğunluğun iradesine saygı ilkesini savunan düşünürler, hukuksal bir sınırlanama ile demokrasinin bu ilkeyle doğru şekilde uygulanabileceğini savunurlar. Çoğunluğun iradesinin hukukla ile sınırlandırılmasının nedeni, demokrasilerde iktidarın herhangi bir zamanda çoğunluğun belirlediği kişi veya kişilerce oluşturulan ve değişkenlik gösteren bir yapıdayken, anayasanın her zaman genel geçerliğini koruyan değişmez kurallar bütünü olmasıdır. Korunması gereken evrensel haklar, “halkın güncel tercihlerine bırakılamayacak ölçüde üstün bir temele dayanmaktadırlar. Sınırlı dönemlerde oluşan ve istek ve talepleri değişken olan çoğunlukların, değişmez, evrensel, sürekliliği olan hakları belirlemesi, yani çoğunluk talebinin haklara öncelik kazanması kabul edilemez görülür. Liberal değerlerden yoksun bir demokrasi bu hak ve özgürlükleri tehdit edebilecektir” (Çelik, 2018, s. 96). Bu nedenle bireysel hak ve özgürlülerin korunabilmesi ve çoğunluk- azınlık arasındaki dengenin sağlanabilmesi adına, demokrasilerde hukukun üstünlüğü kabul edilmelidir.

Lijphart’ın da vurguladığı gibi, demokrasi 20. yüzyılın ideal yönetimlerinden biri gibi durmaktadır (Lijphart, 2014, s.74). Özellikle Dahl, günümüzdeki olması gereken

114

demokrasileri tanımlamak amacıyla kullandığı ‘poliarşi’ kavramı birden fazla kişinin yönetmesi anlamına gelmekte ve eski temsili demokrasilerden daha farklı olmaktadır.

Poliarşi kelimesi Yunanca “çok” ve “yönetmek” anlamına gelen kelimelerden oluşturulmuştur, tek kişinin yönetiminden, yani monarşiden ya da bir azınlığın yönetmesinden, yani oligarşiden ya da aristokrasiden farklı olarak, “çok kişinin yönetmesi” demektir (…) poliarşik demokrasi 19. yüzyıldaki gibi sınırlı oy kullanma hakkı olan temsili demokrasiden farklıdır. Sadece sınırlı oy kullanma hakkına sahip olan değil, aynı zamanda siyasi partilerin varlığı, varolan hükümetleri etkilemek ya da ona muhalefet etmek amacıyla politik organizasyonlar, düzenli çıkar grupları kurma hakkı vs. gibi poliarşik demokrasinin en önemli karakteristiklerinden de mahrum olan eski demokrasilerden ve cumhuriyetten de farklıdır (Dahl, 1998, s. 90).

Dahl poliarşi sayesinde, azınlık haklarının korunabileceğini ve demokrasinin doğru şekilde uygulanabileceğini vurgulamaktadır. Dahl’a göre poliarşi, ulusal devletlerin siyasal kurumlarını demokratikleştirme ve liberalleştirme çabalarını tarihsel bir ürünü olarak, en üst düzeydeki yönetici veya yöneticilerin davranışlarını diğer aday, parti ve gruplarla beraber seçimleri kazanacak şekilde değiştirmek zorunda bırakan siyasal haklar sistemi olarak ve geniş ölçekli demokrasi için gerekli olan siyasal kurumlar kümesi olarak üç şekilde anlaşılabilir (Dahl, 1996, s. 278). Dahl poliarşilerin yedi özelliği olduğunu vurgular. Bunlar, seçilmiş görevliler, özgür ve adil seçimler, kapsayıcı seçme hakkı, mevk için yarışma hakkı, ifade özgürlüğü, alternatif enformasyon, özgütsel özerkliktir (Dahl, 1996, s. 281). Poliarşinin yedi özelliği, özellikle büyük ölçekli devletlerde çoğunluğun iradesine saygı ilkesinin doğru ve adil şekilde işlemesini amaçlamaktadır. Çünkü Dahl’a göre, bu özelliklerle işleyen bir demokrasi, olası bir despot yönetimdeki bir kişinin keyfi kararlarına bağlı olarak yaşanan durumlar kadar felaketle sonuçlanmaz. Dahl, Lijphart’ın demokrasi modelleri olarak ele aldığı çoğunlukçu ve oydaşmacı modelin, poliarşinin uygulanma çeşitleri olduğunu söyler (Dahl, 1996, s. 197). Çoğunlukçu model (diğer adıyla Westminster Modeli) ikili parti sisteminin olduğu bir modeldir. Oyların çoğunluğunu alan parti hükümeti kurar ve az oyu alan parti de muhalefet olarak kalır. Günümüzde Yeni Zelanda ve Birleşik Devlet’te görülen bu modelde, dil, din, ırk ayrımı farketmeden çoğunluğun tek parti altında birleşmesi amaçlanır. İlk bakışta bu model çoğunluğun iradesine saygı ilkesinin doğru şekilde uygulanabilirliği açısından elverişli gözükse de kendi içlerinde tam anlamıyla bir bütün sağlayamayan çoğunluk uzun vadede bölünmeler ve fikir ayrılıkları yaşar (Dahl,

115

1996, s. 198). Böylece, “bir dizi farklı sorunda varlığını sürdürebilme yeteneğine sahip bir parlamento çoğunluğunu oluşturmak, önderlerin kendilerini koalisyon ve oydaşma inşa etmeye yöneltmelerini gerektirmektedir” (Dahl, 1996, s. 198). Oydaşmacı demokrasi modelinde, çoğunlukçu demokrasideki tek partili sistemin aksine, çok partili sisteme ve nispi temsil sistemine sahiptir (Lijphart, 2014, s.59). Oydaşmacı demokrasi modeli, bu özellikleri sayesinde, sadece çoğunluğun değil, azınlıkların da yönetimde söz sahibi olarak, aktif şekilde yönetime katılmasını amaçlamaktadır. Bu sayede, çoğunluğun despotizminin önüne geçilmesi sağlanarak, devlette uyum ve dengenin hâkim olması amaçlanmaktadır. Ayrıca genel bir düşünceye göre, oydaşmacı model temsil düzeyinde, çoğunlukçu demokrasiler ise, yönetim yeterliliğinde iyi olmaktadırlar (Ringen, 2010, s. 36). Ayrıca, Lijphart’ın bu modelinde, çoğunluklar ve azınlıklar yer değiştirmekte, uzun süre sadece aynı çoğunluğun iktidarda kalmaması amaçlanmaktadır (Uluşahin, 2007, s. 622).

Azınlık gruplarının yasama organından ya da hükümetten sürekli bir biçimde dışlandığı toplumlarda, çoğunlukçu sistemler grup liderlerini ileri sürdükleri taleplerle uzlaşma çabası içerisine girmek, karşı tarafı kazanmak için taktikler geliştirmek ve sonucun meşruluğunu kabullenmek için çok daha sınırlı bir biçimde yönetsel saiklerle donatabilmektedir. Diğer bir deyişle, çoğunlukçu sistemlere hâkim azınlığı dışlayıcı siyaset grup liderlerine oyunun içinde kalmak için yeterli saik sunmamaktadır. Çoğunlukçu rejimler hükümet içerisinde azınlıklara uzlaşma içerisine girebilme noktasında başarısız olduğundan, dışlanan grupları şiddet içeren protestolaradan başkaldırıya uzanacak şekilde taleplerini ifade edebilecek alternatif kanallar aramaktan alıkoymak bir yana, bu yöntemlere itmektedir (Uluşahin, 2007, s. 622).

Lijphart, oydaşmacı model sayesinde azınlıkların da söz sahibi olabileceği ve sürekli muhalefette kalmayacakları bir sistem olduğunu vurgular.

Demokrasilerdeki çoğunluğun iradesine saygı ilkesi, çoğunluğun kararlarının yönetimde belirleyici rol oynadığını göstermektedir. Fakat düşünürler bu ilkenin her zaman adil ve doğru işleyemeyeceği durumların olabileceğinin farkında oldukları için, bu ilkenin yaratabileceği tehlikelerin önünün kesilmesi adına bazı öneriler ve alternatif modeller sunarlar. Ayrıca demokrasiyi sadece çoğunluğun mutlak egemenliği olarak ele almak ve bu şekilde uygulamak bireysel hak ve özgürlüklere zarar verir.

116

Günümüze demokrasi çoğu devlet tarafından benimsenmekte ve uygulanmaktadır. Demokrasinin temel ilkelerinden olan çoğunluğun iradesine saygı ilkesi, özgürlük, eşitlik gibi demokrasiden ayrı düşünülemeyecek bir ilkedir. Demokrasilerde bu ilkeyi benimseyen ve bu ilkeden bağımsız demokrasinin olamayacağını söyleyen Hayek, Dahl gibi düşünürler, yukarıda belirtildiği gibi alternatif demokrasi modellleriyle bu ilkenin sınırlandırılmasının ve böylece demokrasinin keyfi yönetimlere mahal vermeden doğru şekilde işlemesini sağlanmasını amaçlarlar. Diğer taraftan ise Rawls, Sartori, gibi düşünürler çoğunluğun iradesine saygı ilkesinin sınırlandırılsa bile çeşitli tehlikelere neden olabileceğini, her ne kadar demokrasinin çoğunluğun yönetimi olarak tanımlansa da seçim sonucunda ortaya çıkan sonucun çoğunluğun iradesine bağlı olarak seçilen bir grup azınlık tarafından yönetilmek olduğunu savunurlar. Böylece çoğunluğun iradesinin günümüz demokrasilerinde işlevinin olmadığını söylerler. Demokrasilerdeki çoğunluk- azınlık arasındaki sürtüşme ve çoğunluğun üstünlüğünün çoğunluğun tiranlığına dönüşebilme olasılığı, çoğunluğun iradesine saygı ilkesini reddenler için demokrasinin meşruiyet krizinde olduğunu gösterir. Çoğunluğun iradesine saygı, demokrasilerin en temel ve vazgeçilmez ilkelerinden biridir, fakat demokrasiyi sadece çoğunluğun iradesi olarak ele almak da yanlıştır. Günümüz demokrasilerinde çoğunluğun iradesi ilkesinin ortaya çıktığı yer çok partili seçim sistemi olmaktadır. Çoğunluk ilkesinin işleyebilmesi için siyasal partilere ve çok partili seçim sistemine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu seçim sistemi daha sonraki bölümde tartışılacağı gibi, sürekli olarak çoğunluğun desteğini almayı amaçlar. Partilerin kazanabilmesi için ya bir ideolojiyi öne sürmeli ya dini inanca gönderme yapmalı ya da etnik köken veya benzeri bir kültürel şeyi öne sürerek halka kendisini benimsetmelidir. Bu durumun Avrupa’da kolay kolay değişmez bir çoğunluğun oluşumuna yol açıp açmadığı tartışılabilir. Fakat işçi partisi, Hristiyan demokrat parti, liberal parti gibi Avrupa’daki siyasal partilerin adları bile bu konu hakkında ipucu vermektedir.

4.3. Temsili Demokrasilerde Çok Partili Seçim Sistemi, İşleyişi ve Sakıncaları