• Sonuç bulunamadı

Arap Yazısında İki Ana Karakter: Köşeli (Kûfî) Yuvarlak (Neshî)

3. BAŞLANGICINDAN EYYÛBÎLER’E KADAR İSLÂM

3.1. Arap Yazısında İki Ana Karakter: Köşeli (Kûfî) Yuvarlak (Neshî)

Nabatî ve Ârâmî halkalarıyla Fenike yazısına bağlanan bugünkü Arap yazısı (Çetin, 1991: 276) İslâmiyet’in doğuşu sırasında, hem şekil hem de Arap dilini tesbit ve ifade edebilecek bir yazı sistemi olarak çok ibtidâî seviyede idi (Çetin, 1989a: 276). Bitişik Nabat yazısının gelişmiş bir devamı olduğu anlaşılan (Moritz, 1978: 499; Çetin, 1992: 14; Derman, 1997a: 427) bu ibtidâî yazı, Kur’ân vahyinin yazılması ve İslâm Devleti’nin çeşitli kurumlarıyla oluşumu esnasında -zaten Nabatî yazıda mevcut- “köşeli” ve “yuvarlak” (Moritz, 1978: 498, 505; el-Fârûkî, 1999: 197) iki ana karakter etrafında çeşitlenip zenginleşti.

“Terbî‘ ve “tedvîr” (Cuma, 1968: 23; el-Hüseynî, 2003: 19), “bast” ve “takvîr”, “leyyin” ve “yâbis” (Kalkaşendî, 1914: 15; el-Masrıf, 1972: 33; Afîfî, 1980: 115; el-Hüseynî, 2003: 19) gibi başka isimlerle de anılan, ilk dönemlerde “cezm” ve “meşk”, daha sonra “Kûfî” ve “Neshî” adlandırmalarıyle karşımıza çıkan “köşeli” ve “yuvarlak” bu iki kadîm Arap yazı karakteri hakkında kaynaklarda şu izahları bulmaktayız:

Harflerin şekillerinde “sert/keskin köşeler”in, “düzenli, geometrik, düz hatlar”ın hâkim olduğu, “statik” yapısıyla ayırt edilen, “yaygın (mebsût ve yâbis), köşeli ve inhinâsız dik” yazı tarzı: Cezm (Moritz, 1978: 498; Çetin, 1989a: 276; Çetin, 1991: 278-279; Çetin, 1992: 17; Burckhardt, 2005: 66; Serin, 2006: 249; Serin, 2010: 129). Sözlük anlamı “kırılıp ayrılma, kopma” olan cezm Nabatî asıllı olup, Hîre’de geometrik, düzenli, dik ve yatay çizgilerin hakim olduğu yeni bir üslup kazanmıştır. Harflerin düzenlenişi düz vuruşlar, kırılmış çubuğa benzer. Cezm

yazısına, harflerinin yaygın oluşu sebebiyle “el-kalemü’l-mebsût” ve ayrıca “el-yâbis” de denilmiştir. Kalemle yazılmasındaki güçlük nedeniyle günlük işlerde kullanılmamış, daha çok “taş, maden, ahşap ve paralar üzerine” nakşedilmiştir. Arap yazısının en eski örnekleri olup Arap yarımadasının dışında bulunan 512 tarihli Zebed kitabesi (Resim-2) ile 568 tarihli Harran kitabesi (Resim-3) cezm yazısının bilinen en eski örnekleridir (Hamidullah, 1988: 96; Serin, 1999a: 46).

“Yumuşak köşeleri”n, “kavisli hatlar”ın gâlip olduğu “yuvarlak/müstedîr” karakterli, “ortaları delikli olmaya meyilli (takvîr)” harfleriyle “akıcı” formlara sahip ikinci bir üslûp: Meşk (Çetin, 1989a: 276; Çetin, 1991: 278-279; Çetin, 1992: 17; Serin, 1999a: 46; Burckhardt, 2005: 66). İslâmiyet’ten önce Araplar arasında ticarî muâmelelerde, mektuplarda veya süratle yazılması gereken günlük işlerde yine Nabatî yazıdan kaynaklanan yuvarlak, yumuşak ve ortaları delikli olmaya meyilli (takvir) harfleriyle, Kuzey Arabistan menşeli meşk hattının kullanıldığı bilinmektedir. Bu, Nesih yazıya benzer bir hattır. 250 senesine ait Ümmü’l-Cimâl kitabesi (Resim-4) ile 328 yılına ait Nemara kitabesinde (Resim-5) meşk yazısının karakterleri görülür (Serin, 1999a: 46).

Sînâ ve Suriye’de 19. ve 20. yüzyıllarda keşfedilen eski Arap kitabeleri üzerinde yapılan araştırmalar İslâm’dan önce geometrik yazı yanında aynı köke bağlı, harfleri yuvarlak bir yazı formunun da varlığını ortaya koymuştur (Serin, 2010: 129).

Arap yazısının geometrik, dik ve köşeli olan Cezm tarzı, işlendiği bölgeye nisbetle İslâm’dan önce Enbârî ve Hîrî, İslâm’ın doğuşunda Mekkî, hicretten sonra Medenî isimleriyle anılmış olup bu yazıyla kitap haline getirilen ilk metin Kur’ân’dır (Derman, 1997a: 427-428).

İbnü’n-Nedîm’e göre Mekkî ve Medenî yazı arasında fark olmayıp bunlar, elif harflerinin alt kısmının sağa doğru kıvrık oluşu, dikey harflerin uzunluğu ve şekil bakımından sola doğru eğik oluşu gibi üç ana özelliğe sahiptir (İbnü’n-Nedîm, 1971: 9; Alparslan, 1989: 457; Çetin, 1995: 9). Medenî yazının Müdevver, Müselles ve Ti‘m adlarıyla üç tarzda yazıldığını, Müdevver’e mukavver, müstedîr veya leyyin; Müselles’e müstakîm, mebsût veya yâbis de denildiğini, daha Hz. Peygamber devrinde yuvarlak ve köşeli olmak üzere yazının iki tarzda yazılmakta olduğunu

kaydeden Ali Alparslan, Hz. Peygamber’in mektuplarındaki yazıların Müdevver’e, Sala dağı yakınlarındaki yazıların da Müselles’e örnek verilebileceğini söyler ve bu iki yazı tarzının daha da gelişerek ilerde Nesh ve Kûfî adlarını aldığını ifade eder (Alparslan, 1989: 457).

Medine yazısından zamanla Mâil ve Meşk adlarıyla anılan iki ayrı üslup gelişmiş olup bunlardan birincisi dikey harflerinin uzunluğu ve sağa doğru eğikliğiyle dikkat çekerken, Meşk, yatay harfleri fazlaca uzatılarak yazılmıştır. Herhalde sayfada fazla boş yer bırakması ve süratten dolayı bazı harflerin okunmasında güçlük bulunması sebebiyle olsa gerek Meşk yazısı Hz. Ömer tarafından “yazının kötüsü” sayılmıştır (Alparslan, 1989: 457-458). O’nun “قشملا ةباتكلا رش” “yazının kötüsü meşktir” diyerek (et-Tevhîdî, 1951: 28) beğenmemesinden, bu yazının o zaman, estetiği temin eden düzen ve nizam bakımından oldukça ibtidâî olduğu anlaşılmaktadır (Serin, 1999a: 50).

Kûfe’deki gelişme devresinden sonra Kûfî diye anılan ve çeşitli üsluplarıyla 5. (11.) yüzyıla kadar, taş üzerine kazılan kitâbelere, parşömene yazılan ciddî ve mühim vesîkalara ve bilhassa mushaflara tahsîs edilen Cezm tarzı (Serin, 1999a: 52), daha sonra başlık yazısı olarak mimarî eserlerde, muhtelif eşya üzerinde tezyin unsuru olarak dar bir sahaya çekilmiştir (Çetin, 1991: 278-279, 280). Düz ve köşeli Mushaf yazısı cezm, İslâm’ın doğuşu ile Mekkî, Medenî, daha sonra Basrî ve Şâmî adları altında ve bilhassa Kûfe’de geçirdiği tekâmül devrelerinden sonra çoğunlukla Kûfî diye isimlendirilmeye başlanmıştır (Serin, 1999a: 59, 77). Zamanla bir takım tâlî husûsiyetler kazanan, fakat aynı ana karakterde birleşen bu tarzdaki yazıların ortak adı olarak Kûfî ıstılâhı kabul görmüştür (Çetin, 1992: 20-21). Kalkaşendî’nin el- Ebhâsü’l-Cemîle fî Şerhil-Akîle’den naklettiği “Şu anda Kûfî diye bilinen Arap yazısı …” ifadesinden (Kalkaşendî 1922: 15) daha önce Arap yazısına Kûfî denilmediği, bu ıstılahın sonradan yaygınlık kazandığı anlaşılmakta olup, ortak ad olarak Kûfî’nin hicrî 5. asırdan sonraki devirlerde kullanıldığı ifade edilmiştir (Risâle fi’l-Kitâbeti’l- Mensûbe: 126’dan naklen Serin, 1999a: 77).

Önceleri sanat değeri taşımayan ve fazla itinadan ziyade sürat isteyen günlük muâmelâta ait vesikalarda görülen ikinci tarz: Meşk, Emevîler zamanından itibaren ehemmiyet ve resmiyet kazanarak cezm karakteri gösteren yazılarla rekabete

başlamıştır (Çetin, 1991: 278-279; Çetin, 1992: 20-21). Önce “mevzun” sonra da “mensûb” vasıflarını kazanan ve “istinsah vasıtası” oluşundan dolayı (Derman, 2007: 1) ya da Kûfî yazıyı zamanla “gündemden kaldırdığı” için Neshî adıyla anılan bu müstedîr yazı (Çetin, 1991: 280) yuvarlak ve yumuşak karakteri dolayısıyla zamanla sanat icrasına uygun bir hal almıştır (Derman, 1997a: 427-428). Kitap istinsah eden verrakların elinde bu yazı güzelleşerek “Verrâkî, Muhakkak, Irâkî” gibi isimlerle anılmıştır. Nesihten ayırmak için “Neshî” diye adlandırılan bu tarzdaki yuvarlak karakterler “Nesih” hattının, düz karakterler de “Reyhânî ve Muhakkak” yazılarının doğuşuna imkân sağlamıştır (Serin, 1999a: 67; Derman, 2007: 1). Zamanla mushaf yazımında Neshî yazı, Kûfînin yerini almış, bu ise Resm-i Osmânî’ye aykırı görülmemiştir (Serin, 1999a: 62).

Batılı araştırmacılar tarafından, “küçük” olsun “büyük” olsun Kûfî dışında kullanılan bütün yuvarlak yazılara Neshî ya da Nesih adı verilmiştir (Derman, 2007: 1; Mansour, 2011: 278).

Kûfî’yle Nesih tabirlerinin aynı yerde ve birbirinin mukabili kabul edebileceğimiz tarzda kullanımına, 16. yüzyılın birinci yarısında yaşamış Gelibolulu Mustafa Âlî (ö. 1008/1559)’nin Menâkıb-ı Hünerverân’ında da rastlıyoruz. Âlî, Amasyalı hattat Celâl oğlu Muhyiddîn Amâsî’den bahsederken şu beyitleri kaydetmektedir:

“Celâl oğlu ki hattât-ı cihândır Nazîri gelmemiş nesh u Celî’de Ana hatm oldu bu nesh u Celî bil

Nitekim Kûfî hatm oldu Alî’de.” (Âlî, 1926: 24-25; Alparslan, 2004: 29). Arap yazısında öteden beri mevcut iki ana karakterin tarih boyunca aldığı isimler ve bunları temsil eden yazı çeşitleri şöylece listelenebilir:

Sert/keskin köşeli, dik, düz hatlı, geometrik Yumuşak, kavisli, yuvarlak, müstedîr et-Terbî‘

el-Bast (el-Kalemü’l-Mebsût)

et-Tedvîr et-Takvîr

el-Yâbis el-Leyyin

Ma‘kılî Şâmî

Cezm Meşk Enbârî, Hîrî

Mekkî, Medenî Verrâkî, Muhakkak, Irâkî

Kûfî Neshî Nesih, Reyhânî, Muhakkak

İslam mimarisinde Nesih yazının zuhurunda en büyük pay sahibi, ilk beş hicrî asırda yaşamış usta hattatlardır ve İbnü’l-Bevvâb bunların başında gelir (Rızk, 2000: 250).

Daha çok Selçuklu, Zengî, Eyyûbî, Memluk gibi devirlere ait ortaçağ İslâm kitabelerindeki yuvarlak yazı karakterini tanımlamada geçen yüzyıl başından bu yana süregelen terminolojik tartışma “Neshî, hayır Sülüs!” şeklinde özetlenebilir. Bunu bizden iki örnekle, Halil Edhem ve İsmail Hakkı Uzunçarşılı örneğiyle açalım.

Neshî tabirini özellikle kullanan ve bu tabiri savunanlardan biri olarak Halil Edhem, Kitâbeler Nasıl Kayıt ve Zapt Olunmalıdır başlıklı yazısında, kitabe yazılarının Kûfî, Nesih ve nadiren talik olarak hakkedilmiş olduğunu ve memleketimizde hicri 500 senelerinin sonlarından itibaren genellikle hatt-ı nesh’in kullanıldığını söyler. O’na göre “hatt-ı neshin şekli de memlekete ve devre göre az çok tehallüf eder. Fakat bu tahavvülü tefrik etmek ekseriya gayet müşkil olduğundan şimdiki halde yalnız kitabelere mahsus olmak üzere Eyyûbîler ve Mısır Memlukleri zamanından kalıp Mısır ve Suriye ve tâ Anadolu’ya kadar kesretle görülen eşkâline nazaran Nesh-i Eyyûbî ve Nesh-i Memlûkî ve Anadolu’da Rum Selçukileri zamanında almış olduğu şekle göre Nesh-i Selçukî ve nihayet tekmil memâlik-i Osmâniye’de kesretle görülen Nesh-i Osmânî tabirleriyle tefrik ve temyiz edilir. Bu yazıların kâffesi de gâh düz ve sade, gâh girift ve müzeyyen olarak istimal olunmuştur. Talik ve Rik‘a hatları kitabelerde pek nâdir olarak ve yalnız ezmine-i ahîrede görülmektedir. Kitabe yazılarının zabtında mümkün olduğu kadar hurûfâtın irtifâı gösterilmek epigrafyada âdet olmuştur. Gerçi bizde hatt-ı Nesih kalınlaştıkça Sülüs ve Celî tesmiye

eylediğimiz nevileri vücuda gelir ise de bu bâbda kat‘î bir mikyas yoktur. Malum olduğu üzere Hutût-ı İslâmiye’nin envâı pek çoktur. Bunlar Fenn-i Hatt’a dâir olan kitaplarda mufassalan tarif olunur. Ancak envâ-ı mezkûre İlm-i Mahkûkât’ta

mevzû-bahis olamaz.” (Edhem, 1329: 631-634).

Talik ve Rik‘a yazılarını Nesih kategorisinde saymazken, Sülüs ve Celî’yi Nesih’in türleri olarak görüp Nesih kalınlaştıkça bu isimlerle anıldığını kabul etmek gibi Hat sanatı bakımından eleştiriye açık olan Edhem’in bu görüşünde dikkat çekilmesi gereken husus, O’nun meseleyi epigrafi disiplini açısından ele almak istemesidir. Hat sanatındaki pek çok yazı türü Edhem’e göre neshin farklı şekilleridir ve bunları tefrik edip birbirinden ayırmak son derece zor olduğundan şimdilik yalnız kitabelere mahsus olmak üzere Nesih tabiri kullanılmalı, farklı şekillerde Nesihle yazılmış kitabe yazıları Eyyûbî neshi, Memluk neshi, Selçuklu neshi ve Osmanlı neshi tabirleriyle biribirinden ayırt edilip tanımlanmalıdır.

Halil Edhem’in bu yaklaşımına mukabil, kitabeler üzerinde çalışan çağdaşlarından İsmail Hakkı Uzunçarşılı Tokat, … Merkezlerindeki Kitâbeler adlı eserinde 500-700’lü yıllara ait kitabelerdeki yuvarlak yazı karakteri için “güzel ve okunaklı”, “girift”, “fenâ”, “pek fenâ ve karışık”, “âdî” gibi vasıflarla nitelediği “Sülüs” tabirini kullanmıştır (Uzunçarşılıoğlu, 1927: 66, 83-84, 93, 102).

Max van Berchem, Adolf Grohmann gibi batılı epigrafist ve sanat tarihçileri tarafından kullanılan ve özellikle Eyyûbî yazısıyla özdeşleştirilen “Neshî” tabirinin aslında, köşeli karaktere sahip “Kûfî yazıların karşıtı” olarak “yuvarlak yazı” manasında genel bir tanımlama olduğu, ve bu tanımlamanın Halil Edhem’in de dediği gibi “epigrafi ilmine mahsus” bulunduğu anlaşılmaktadır. Yoksa Neshî ya da Eyyûbî neshi, Selçuklu neshi tabirleri ile Aklâm-ı Sitte’den olan Nesih yazısı kastedilmemektedir. Kaynaklarda birçok yazı çeşidi sayılmasına rağmen tarihin bir dönemindeki bütün yazıları köşeli karakterinden dolayı daha Ortaçağ’da “Kûfî” genel başlığı altında toplayan yaklaşım ne ise, kanaatimizce, yuvarlak karakteriyle öne çıkan bütün yazıları başka bir adla değil de “Neshî” adı altında inceleyen oryantalist yaklaşım odur. Yani burada yalnız Arap yazısına mahsus olmayan “köşeli-yuvarlak” gibi iki ana karakter altında bir genelleme, genel bir bakış yakalama kolaylığı

sözkonusudur. Yoksa Kûfî denen bir yazı aslında Mekkî, Medenî, Hicâzî, Şâmî de olabilir. Neshî denen bir yazı da aynı anlamda pekâlâ Sülüs, Nesih, Tevkî‘ olabilir.

Çoğu aynı zamanda hattat olan hat sanatı tarihçilerinin meseleye bakışlarına yoğunlaştığımızda görülmektedir ki, Neshî tabirini yanlış ve sakıncalı bulup kullanmak istemeyen Yusuf Zennûn, Fevzi Günüç, Nassar Mansour gibi simalar yanında, bunda sakınca görmeyip yazılarında rahatlıkla kullanan M. Nihad Çetin, Uğur Derman, Ali Alparslan, Muhittin Serin gibi simalar da vardır. Durum böyle olunca yuvarlak karakterli ortaçağ kitabelerinin “epigrafi disiplini bakımından” Neshî ya da Eyyubî Neshi, Memluk Neshi gibi adlarla anılmasında Aklâm-ı Sitte’den olan Nesih yazı ile karıştırılmamak kaydıyla bizce de herhangi bir sakınca bulunmamaktadır. İster Nesih ya da Neshî diyelim ister Sülüs ya da Celî Sülüs diye ifade edelim “kitabelerin yazı karakterini” ifade etmek üzere zaten kullanılmakta olan bu tabirlerle kimin neyi kastettiği anlaşıldıktan sonra kanaatimizce her iki tabir de bir yönüyle doğru kabul edilebilir.

İslâm dünyasında yuvarlak karakterdeki Neshî yazının ilk defa nerede ve ne zaman kullanıldığı meselesinin bazı yayınlarda ciddî şekilde tartışıldığı görülmektedir.

“Ornamental Nashkî Inscriptions” adlı meşhur makalesinde Kratchkovskaya, 1000 yılı dolaylarında Kûfî yazının yanı sıra, harfler arasındaki bağlantıların kesik ve diyagonal olduğu, Nesih (Neshî) denen diğer bir yazı tipinin ortaya çıktığını, Kur’ân yazmalarında olduğu kadar diğer alanlarda da yavaş yavaş Kûfî yazının yerini almaya başlayan ve daha sonra İslâm dünyasının çeşitli bölgelerine yayılan bu yazı tipinin, çiçekli Kûfî gibi, ilk olarak Samanî sikkelerinin üzerinde görüldüğünü, dolayısıyla bu yazının “Doğu İran orijinli” olduğunu iddia etmektedir (Kratchkovskaya, 1939: 1771). Kûfî gibi çeşitli aşamalardan geçen Nesih yazının da çiçekli ve yapraklı çeşitlemeleri denenmiş, 11. yüzyıldan itibaren çiçekli Nesih yazı, her çeşit malzeme üzerinde yaygın olarak kullanılmıştır (Erginsoy, 1978: 134).

“Arap Yazısı” başlıklı meşhur yazısında Moritz, kitabelerde görülen üç esaslı Kûfî yazı tipini saydıktan sonra bu sun‘î ve kullanışsız yazıya karşı aksülamelin 6. hicrî asırla başlamakla birlikte, bunun Berchem’in dediği gibi İran’da 5. asırda

Fâtımîler’e karşı zuhûr eden Sünnîlik aksülameli ile bağlantılı olarak “doğuda” değil, bilakis batıdan doğuya doğru yayıldığını, yuvarlak yazının ilk defa olarak “batıda” Murabıtlar’dan Ali b. Yusuf b. Taşfin (500-537/1106-1142)’in sikkeleri üzerinde görüldüğünü ifade etmekte ve 524/1130’da başlayan Muvahhidîn devrinde bu yuvarlak yazının tek başına kullanılmaya başladığını kaydetmektedir (Moritz, 1978: 507). Hatta kendi elinde, Halife Mustansır zamanından (427-487/1036-1094) kalma yuvarlak yazılı bir kitabe olduğunu da eklemektedir (Moritz, 1978: 507).

Benzer Belgeler