• Sonuç bulunamadı

3. BAŞLANGICINDAN EYYÛBÎLER’E KADAR İSLÂM

3.2. Aklâm-ı Sitte ve Husûsiyetleri

Bugünkü değerlendirmelerimize esas olan hususiyetlerini, Aklâm-ı Sitte arasında ilk defa kazanan yazılar Tevkî‘ ve Rikâ‘ yazı çeşitleridir (Çetin, 1986: 354). İbn Mukle kardeşlerden Ebu Abdullah’ın “Nesih”de ihtisaslaşırken, vezir Ebû Ali İbn Mukle’nin de “Derc”de, Tevkî‘ ve Rikâ‘ yazılarında ihtisaslaştığı, özellikle Tevkî‘ yazının estetik değer kazanmasında büyük çaba harcadığı, Tevkî‘ yazıyı klâsik ölçülerine kavuşturanın, İbnü’l-Hâzin diye bilinen Ebü’l-Fazl Ahmed b. Muhammed ed-Dîneverî (ö. 518/1124) olduğu kaydedilmektedir (Kalkaşendî, 1914: 17; Serin, 1999a: 65; Serin, 2012: 36). Aklâm-ı Sitte’den Muhakkak ve Reyhânî’nin mükemmelleştirilmesi Yakut Musta‘sımî sayesinde olmuş, Sülüs ve Nesih ise karakteristik özelliklerini daha sonra Osmanlı ekolüyle kazanmıştır (Çetin, 1986: 354).

Yazıların sanat ve güzellik bakımından incelenip değerlendirilmesini nümûne görmeye bağlayan Bedreddin Yazır, en sağlam yolun asıl kalemleri ve özellikle bugün üzerinde çalışılanları ele almak olduğunu söyler (Yazır, 1981: 87). Tevkî‘ ve Rikâ‘ kalemleri daha çok sür’atle yazmaya matuf olduğundan bunlar pratikte birinci, estetik yönden ikinci ve üçüncü ve hatta biraz daha geride mutalaa olunurlar. Tevkî‘, devlet büyüklerine, kadılara ve mevki sahiplerine; ferman ve berat yazılmasında, Rikâ‘ın ise haberleşme işlerinde kullanılması münasiptir. Tevkî‘ ve Rikâ‘ın yalnız ya da beraber rol aldıkları her yazıda aslından biraz fedakarlık yapılarak yazmada sür’at tercih edilmiştir (Yazır, 1981: 87-88).

Diğer yazı türleriyle karışmaya gayet elverişli olduğu için, birçok yazıda rol aldığı görülen Rikâ‘ seyyâl ve stenografik bir mahiyette olup, sür’atle yazılması

sebebiyle yazı bünyeleri birbirine takılarak veya büsbütün ayrılarak çeşitli karakterlere bürünür. Rikâ‘da yuvarlaklıkla düzlük daima değişir. (Yazır, 1981: 80, 89). Yazır buna başka sebepler de ekleyerek Rikâ‘a belirli bir misal vermenin hata olacağını, dolayısıyla kendisinin Şeyh Hamdullah’ın Rikâ‘ yazısına verdiği örneği görüp de Rikâ‘ın bundan ibaret zannedilmemesi gerektiğini belirtir (Yazır, 1981: 89).

Tevkî‘ yazı Rikâ‘ ile birlikte Fatih devrinde Dîvânî yazının belirip gelişmesine kadar Osmanlı’nın ilk üç asrında resmî yazışmalarda ve nadiren kitap istinsahında kullanılmıştır. Rikâ‘ daha cazip bir üsluba bürünerek “Hatt-ı İcâze” adıyla özellikle hattat imzaları ve icâzetnâmelerinde varlığını sürdürürken Tevkî‘, mushafın âyet sayısı ve nâzil olduğu yeri de belirten sûre başlarına munhasır kalmış, hat albümlerinde sınırlı olarak yer almıştır (Derman, 1997a: 429; Serin, 2012: 36). Dolayısıyla Hatt-ı İcâze, ayrıca meşkedilerek öğrenilmesine karşılık Tevkî‘ yazının, Muhakkak ve Reyhânî gibi terk edilmiş olması sebebiyle, öğretilmesi hususunda bilgiler azdır (Derman, 1997b: 496). Tevkî‘in 14. asırda İran’da kazandığı değişiklikle ortaya çıkan kadîm Ta‘lîk yazı, 15. yüzyılda Osmanlı Dîvân-ı Hümâyun’unda şekil bakımından büyük bir değişiklik geçirmiş ve Dîvânî yazı doğmuştur. Harekesiz yazılan Dîvânî ile bunun harekeli, süslü ve haşmetli şekli olan Celî Dîvânî’nin satır sonlarında yukarıya doğru yükselmesi hususiyeti, kadim Ta‘lîk’te de Tevkî‘ yazıda da mevcuttur (Derman, 1997a: 430; Serin, 2012: 36). Nesih ve Reyhânî gibi Rikâ‘ da satır halinde yazılır. Ağzı daha geniş kalemle yazılan Tevkî‘ ve Muhakkak yazılar, harflerinin bünyesi icabı, daha ziyade satır nizamına uygunluk gösterirken, Sülüs hattı hem satıra hem de istife son derece uyumludur (Derman, 2002b: 261).

Bugün elimizde geçmiş dönemlere ait, Tevkî‘ ve Rikâ‘ ile yazılı olduğu özellikle belirtilmiş sayılı örnek vardır. Aslında çeşitli yazım imkânlarına sahip bazı harflerin, bu örneklerde Sülüs ve Muhakkak’ta ya hiç ya da pek tercih edilmemiş belli tarzlarının bilerek tercih edildiğini tespit edebiliyoruz. Çeşitli devir ve hattatlara ait olup Tevkî‘ ve/veya Rikâ‘ ile yazılmış bazı örnekler şunlardır:

• Sincar ya da Nusaybin orijinli bir Zengî eseri olup 595-616/1199-1219 tarih aralığında Tevkî‘ hatla yazıldığı kaydedilen Kur’an nüshasının 2a ve 2b sayfaları (James, 2009: 357) (Resim-6),

• Yakut Mutsa‘sımî’nin 681/1282 tarihli bir Mushaf cüzünün ketebe sahifesinde ketebe kısmı Tevkî‘ hattıyladır (Yazır, 1981: 124) (Resim-7),

• Abdullah Sayrafî imzalı 714/1314 tarihli bir Rikâ‘ örneği (Haneş, 2008: 29) (Resim-8),

• İmam Bûsîrî’nin Kitâbü’l-Kevâkibi’d-Dürriyye adlı eserinin Muhammed et- Tebrîzî tarafından 767/1366 tarihinde istinsah edilmiş nüshasında Tevkî‘ hatlı ketebe (art.thewalters.org’dan) (Resim-9),

• Şeyh Hamdullah’ın Aklâm-ı Sitte Murakkaı’ndan Tevkî‘ ve Rikâ‘ kıtaları ile Tevkî‘ hatlı ketebe (Haneş, 2008: 11; Yazır, 1981: 83) (Resim-10-12),

• Ahmed Karahisarî’nin Tevkî‘, Rikâ‘ meşki (Yazır, 1981: 112) (Resim-13), • Tevkî‘, Rikâ‘ ile yazıldığı belirtilen bir kıta (Alparslan, 1989: 475), (Resim-

14).

Bu örnekleri inceleyerek Tevkî‘ ve Rikâ‘ hususiyetlerini toplamaya çalışalım: (1) Kaynaklarda, harflerin kaide ve biçimleriyle kalem ağız eni bakımından Sülüs

yazıya uymakla beraber Tevkî‘ yazıda harflerin, Sülüs’e göre daha yuvarlak, boyları, çanakları ve küpleri daha küçük olduğu, elif, dâl, râ, vâv gibi bitişmeyen harflerin birbirine yaklaşıp ilişerek bitiştiği, satır çizgisinde yazı bitimine doğru yazının yükseldiği, ortada yazılan ayın, fe, kaf ve mîm harflerinin düğümünün genelde açık olup bazen silindiği, Sülüs’te pek kullanılmayan mukavver ve betrâ râ ile vâv harflerinin Tevkî‘ yazıda kullanıldığı ifade edilmektedir (Kalkaşendî, 1914: III/104-105; Serin, 2012: 36).

(2) Muhakkak ve Reyhanî’de elif harflerinin alt uçları düz ve nisbeten sivri iken, Tevkî‘ ve Rikâ‘da elif’ler “muşa‘ar” tabir ettiğimiz şekilde alt uçları sola kıvrık vaziyette yazılmıştır.

(3) Özellikle Muhakkak yazıya mahsus olup Sülüs’te de zaman zaman kullanılan mürsel râ, mîm ve vâv harfleri bu örneklerde pek ender görülmekte olup bunların daima müdğame ya da mecmûa tarzları tercih edilmiştir.

(4) Muhakkak ve Reyhânî yazıda sîn harflerinin dendanlısı tercih edilmiştir. Buna mukabil Tevkî‘ ve Rikâ‘da dendanlılar da olmakla birlikte dendansız keşideli sîn’ler sık kullanılmıştır.

(5) Şeyh Hamdullah’ın Aklâm-ı Sitte murakkaındaki örneklerden anlaşılacağı üzere Muhakkak ve Reyhânî yazılara mahsus olup Sülüs’te de zaman zaman kullanılan mürekkebât sonunda kapalı şekildeki merdûfe he’ler, incelediğimiz örneklerde hep “mahtûfe” tarzında açık olarak yazılmıştır ki bu Tevkî‘ ve Rikâ‘ yazılarının alâmet-i fârikalarından bir diğeridir.

(6) Müfret lâmelif’ler kolları sağa ve sola açılmış biçimde “ y ” şeklinde yazılmıştır. Lâmelif’in bu formuna Ortaçağ kitabelerinde sık rastlanmaktadır. (7) Mürekkebât sonundaki nûn’lar ekseriyetle müdğame tarzında yazılmıştır. (8) Elif, dâl gibi bitişmeyen harflerin Tevkî‘ ve Rikâ‘da her fırsatta sonraki

harflerle bitiştirilerek yazıldığı görülmektedir.

Arap aleminde hat sanatı tarihi araştırmalarında önde gelen isimlerden olan Yusuf Zennûn da İslâm mimarisinde görülen ve Adolf Grohmann’ın “Nesih” tabir ettiği yuvarlak karakterdeki yazıların büyük çoğunluğunun aslında “Sülüs” olduğunu söyler (Grohmann 1986: 113). Hattu’s-Sülüsi’l-Kadîm ve’l-Amâiru’l-Arabiyye ve’l- İslâmiyye adlı makalesinde Zennûn “esâsü’l-hutût (yazıların temeli)” dediği Sülüs’ün, birbirinden farklı, çeşitli devrelerden geçip peşpeşe gelişmeler kaydettiğini, Kutbe el- Muharrir’in (ö. 154) mimariye özgü “Celîl-i Şâmî” kaleminden üçtebir (1/3) yani Sülüs oranında geliştirdiği şeklin Sülüs hattın ilk devresini oluşturduğunu, “mevzûn” hatlardan olan ve tarihin derinliklerine gömülen bu devredeki Sülüse -mensûb hatlardan olan Sülüs ile karıştırılmaması için- “Hattu’s-Sülüsi’l-Akdem = en eski Sülüs yazı” dediğini, ikinci devreyi temsil eden “Mensûb” Sülüs’ün “Hattu’s-Sülüsi’l- Kadîm = eski Sülüs yazı” ve mucidinin İbrahim Lakve (ö. 200) olduğunu, hicrî 8. milâdî 14. asırda Muhakkak yazıdan etkilenerek bu kadîm Sülüsün aldığı yeni şeklin “Hattu’s-Sülüsi’l-Muhakkak = Muhakkak karakterde Sülüs yazı” adıyla üçüncü devreyi oluşturduğunu, bunun da Osmanlı hattatlarının elinde 13./19. yüzyılda zirvesine ulaşarak aldığı son şeklini “Hattu’s-Sülüsi’l-Hadîs = yeni/çağdaş Sülüs yazı” diye adlandırdığını ifade etmektedir (Zennûn, 2008: 4-6).

Bu dört devreyi tekrar sıralayacak olursak:

1. Hattu’s-Sülüsi’l-Akdem: en eski Sülüs yazı (mevzûn hatlardan), 2. Hattu’s-Sülüsi’l-Kadîm: eski/kadîm Sülüs yazı (mensûb hatlardan), 3. Hattu’s-Sülüsi’l-Muhakkak: Muhakkak karakterde Sülüs yazı, 4. Hattu’s-Sülüsi’l-Hadîs: yeni/çağdaş Sülüs yazı.

Günlük muâmelâtta, kitap tedvin ve telifinde İslâm medeniyetinin altın çağı olan 4. hicrî asırda yaygınlaşmasına ve özellikle Bağdat’ta vezir İbn Mukle (ö. 328), hattat kardeşi İbn Mukle (ö. 338), Mühelhil b. Ahmed (ö. 347’den sonra), İbn Esed (ö. 410), İbnü’l-Bevvâb (ö. 413) ve daha başka usta hattatlar silsilesinin zuhuruna rağmen Kadîm Sülüs’ün, mimaride layık olduğu yeri ancak 5. hicrî asrın sonlarına doğru aldığını ifade eden Zennûn bu durumu, Mushaf’ın Kûfî yazı çeşitleriyle yazılması hususunda süregelen geleneklerin kökleşmiş olmasına bağlamaktadır (Zennûn, 2008: 6).

Bu noktada hatırımıza gelen bir meseleyi paylaşmak istiyoruz. Aklâm-ı Sitte içerisinde hususiyetlerini ve klasik ölçülerini Muhakkak ve Sülüs’ten daha önce kazandığı kaydedilen Tevkî‘ hattı (Çetin, 1986: 354; Çetin, 1992: 29; Serin, 1999a: 82) acaba, mimaride kitâbe halinde Celî olarak kullanılmış mıdır? Başka bir deyişle Tevkî‘ Celîsi’nden söz edebilir miyiz?

Öncelikle söylemek gerekir ki, Ali Alparslan Osmanlı Hat Sanatı Tarihi’nde “Celî Sülüs’ün Gelişmesi (Celî Aklâm-ı Sitte)” ve “Celî Sülüs Ekolleri (Celî Aklâm-ı Sitte Ekolleri)” şeklinde başlıklar açmışsa da (Alparslan, 2004: 103, 115) bölümün Giriş kısmındaki açıklamalarıyla bu kapıyı kapatmış bulunuyor. Aklâm-ı Sitte’yi teşkil eden her yazının Celî olarak yazılmasının gerekli olmadığını, Tevkî‘, Rikâ‘ ve Reyhânî müstesnâ, Aklâm-ı Sitte’den yalnız üçünün, Muhakkak, Sülüs ve Nesih’in (o da nadiren) Celîsinin mümkün olacağını söyleyen Alparslan “Aklâm-ı Sitte adı verilen yazılardan her birinin Celî olarak yazılacağı hatıra gelirse de … Tevkî‘ ile Rikâ‘ kullanıldıkları yerler itibariyle kabul edilmiş ölçülerin dışına çıkmadıkları için bunların da Celî şekilleri düşünülemez. Ancak Rikâ‘ Celî yazılmış olsa Tevkî‘ gibi olur.” demektedir (Alparslan, 1993: 265; Alparslan, 2004: 105).

Halbuki son asırlara kadar tekâmülünü sürdüren Sülüs yazı, mimaride kullanıldığında ona nasıl Celî Sülüs denilmişse, yine Muhakkak yazı, mimaride Muhakkak Celîsi olarak karşımıza çıkmışsa, tekâmülünü ilk defa tamamlayan Tevkî‘ yazı da kanaatimizce en azından olgunluk döneminde mimaride denenmiş olmalı, Ta‘lîk’in, Dîvânî ve Rik’a’nın, hattâ nadir de olsa kitap yazısı olan Nesih’in bile mimaride kitabe olarak Celî örnekleri görüldüğü gibi Celî Tevkî‘ örnekleri de bulunmalıdır.

Dolayısıyla mimaride gördüğümüz Kûfî karakterde olmayan Celî yazı dünyasına toptan Sülüs nazarıyla bakıp tek kalemde topladığımızda hem mantıkî hem de ilmî bakımdan çelişkiye düşmekteyiz. Bu bilhassa Osmanlı öncesi Celî yazıları için söz konusudur. Tevkî‘ veya Muhakkak yazı, hat literatüründe, ufacık bir nüans da olsa kendine has bir takım ölçü ve hususiyetlerden dolayı madem Sülüs’ten farklı müstakil bir adla anılıyor ve böylece aklâm, sitte oluyor; o halde henüz gelişmesini tamamlamamış “Sülüs” ve “Celî Sülüs” adları, gelişmesini çoktan tamamlayıp olgunluk dönemini yaşayan Tevkî‘ yazının muhtemel Celî örneklerine teşmil edilmemelidir. Kanaatimizce bu, hakkı teslim etmemek gibi bir anlama geliyor.

Nitekim Celî Tevkî‘ ya da bu anlama gelebilecek bir ifadeye rastlayabilir miyiz diye kadîm kaynaklara dönüp baktığımızda, emin olmamakla birlikte bir iki kayıt tespit etmiş bulunuyoruz.

Vaddâhatü’l-Usûl fi’l-Hat adlı eserinde Abdülkâdir Saydâvî, elif harfini anlatırken ( هيضترم ىرت نسلا نميأب / هيظش رابكلا عيقاوتلا ىفو ) beytinde “et-Tevâkîu’l-

kibâr”, he harfini anlatırken de ( هربكملا عيقاوتلاو ثلثلاب/ لاّولاا ّصخو اعاونأ هبتكاو ) beytinde “ve’t-Tevâkîu’l-mükebbera” tabirlerini kullanmıştır (Saydâvî, 1986: 166, 171) ki birinde büyük diğerinde büyütülmüş Tevkî‘ yazı anlamına gelmektedir. Bu tabirlerle Saydâvî’nin anladığımız manada bir Celî Tevkî‘ yazıyı kastettiğini rahatça söyleyebilmek için herhalde daha fazla kaynak tarama ve araştırması gerekmektedir.

Şimdi farklı bir örnekle meselenin üzerine gidelim. Çağdaş yazarlardan İbrahim Damre, el-Hattu’l-Arabî: Cüzûruh ve Tatavvüruh adlı kitabında İbnü’l- Bevvâb’ın sanat hayatını anlatırken şöyle yazmaktadır:

“Sanatsever olarak yetişen İbnü’l-Bevvâb’ın hat sanatıyla alakası aşk derecesindeydi. Dehası parladı ve İbn Mukle’nin ortaya koyduğu kâideleri eksiksiz yerine getirip taklit etti. Sonra bu kâideleri iyileştirip daha da güzelleştirdi ve harflerin vaziyet ve ebadında dehasını gösterdi. O’nun bu ibdâı (yaratıcılık, yenilik ve dehası), evleri dekore edip boyama işinde kazandığı tecrübe neticesi olarak açıklanır. Bu işi ilerletip geliştirerek daha sonra bunu kitapların tezyinatına taşımış, kitaplara itinayla yaklaşarak geçmiş ve gelecek kabiliyetleri aşmıştır. İşte O’nun rakipsiz olarak hatt’ın arşına çıkıp oturmasının sırrı budur” (Damre, 1988: 153).

İbrahim Damre’nin herhangi bir kaynak göstermeden yazdığı ve başka bir kaynakta rastlamadığımız bu açıklamanın, tarihî gerçekliği olup olmadığını bilmiyoruz ama, eğer doğruysa bu açıklamadan herhalde şunu anlayabiliriz:

Hattatlıktan önce ressamlık, nakkaşlık, ciltçilik ve müzehhiplik ve ayrıca vaizlik yaparak geçimini sağlamış olan İbnü’l-Bevvâb (Serin, 1999a: 68; Serin, 1999b: 534) kalemişi tekniğiyle uyguladığı Celî yazıda oldukça mahirdi. O halde denilebilir ki İbnü’l-Bevvâb’ın, Celî olarak evlere nakşettiği yazılar muhtemelen, daha sonra kitap ve Mushaflarda kullandığı ve dehasını gösterdiği Tevkî‘, Muhakkak ve Sülüs’den biri, ikisi ya da her üçü olmalıdır.

Meşhur Râiyye Kasîdesi’nin şu ilk beytinde kullandığı “husne’l-hattı ve’t-

tasvîr” ibaresinin O’nun bu yönüne de işaret ettiğini söylersek herhalde yanılmış

sayılmayız:

( ريوصتلاو طخلا نسح موريو ريرحتلا ةداجإ ديري نم اي ) (Damre, 1988: 155). Yani, “Ey, bir yazı ustası olmak ve güzel yazıp resmetmek (hattat ve musavvir olmak) isteyen tâlip!”

Geldiğimiz bu noktada, Tevkî‘ yazının karakteristiğine ilişkin daha evvel verdiğimiz özellikleri net olarak görebileceğimiz kitabeler var mıdır?

Alanya Kalesi Ehmedek burcu kitabesinde (624/1227) özellikle “ed-dîn Keykubâd bin” kısmı, sonraki harflere ilişerek bitişmiş durumdaki dâl ve elif harfleriyle ve genel manada harflerin yuvarlaklığıyla tam bir Tevkî‘ ve Rikâ‘ özelliği göstermektedir (Resim-15). Burada ed-dîn kelimesinin dâl harfi ye ile, Keykubâd

kelimesinin elif’i dâl ile, dâl harfi de sonraki bin kelimesinin be harfiyle bitiştirilerek yazılmıştır.

Yine aynı kaledeki diğer bazı Alaaddin Keykubad kitabelerinde “Keykubâd bin” kısmı aynı şekilde Tevkî‘ hususiyetleri taşımaktadır (Resim-16-17).

İncelediğimiz Eyyûbî kitabelerinde de genel manada Tevkî‘ yazının hususiyetlerini bulabiliyoruz. Bu durumda ilgili kitabelerdeki yazı karakteri nasıl tanımlanmalıdır?

Aslında Yusuf Zennûn’un yukarıda verdiğimiz dörtlü tasnifinde bunun çözümü var gibi görünüyor. 14. yüzyılda Muhakkak yazıdan etkilenen Kadîm Sülüs’ün, aldığı bu yeni tip için Zennûn’un kullandığı Hattu’-Sülüsi’l-Muhakkak (Muhakkak karakterde Sülüs yazı) devri, büyük perspektifte bakıldığında Memluk dönemine, Hattu’s-Sülüsi’l-Hadîs (yeni/çağdaş Sülüs yazı) devri ise Osmanlı ve sonrasına işaret etmektedir. Hal böyle olunca Hattu’s-Sülüsi’l-Kadîm (Kadîm Sülüs yazı) devrine rast gelen Eyyûbî Celî yazı karakterini biz genel manada, bu tasnife uygun olarak Sülüs kabul etmekle birlikte, Tevkî‘ yazıdan etkilendiğini gösteren hususiyetleri dikkate alarak “Hattu’s-Sülüsi’t-Tevkî‘î” yani Tevkî‘ karakterde Sülüs yazı tabiriyle tanımlamak istiyoruz.

Osmanlı üslubu perspektifinden bakan Ali Alparslan ile farklı bir çerçeveden bakan Yusuf Zennûn’un değerlendirmelerini harmanlayıp genel manada ve kaba hatlarıyla diyebiliriz ki, Celî Sülüs yazı bu müstakil adla (1800’den zamanımıza kadar olan) olgunluk devrini yaşamadan evvel Muhakkak yazı etkisinde gelişme (1453- 1800) göstermiştir. Osmanlı üslubu için sözkonusu olan bu etki 14. yüzyıla kadar çekilebilir. Muhakkak etkisinden evvel Celî Sülüs’ün, hazırlık devresini yaşadığı (1071-1453) kadîm çağında etkilendiği yazılardan biri, kesinlikle Tevkî‘ olmalıdır ki çoktan tekâmül etmiş bulunuyordu.

Dolayısıyla Celî Sülüs yazı bugünkü kemâline, cemâline ancak, kendisine göre daha yumuşak ve yuvarlak hatlara sahip Tevkî‘ yazı ile, daha sert ve dik karakterdeki Muhakkak yazıdan aldığı hususiyetleri çağlar boyu bünyesinde eritip hazmederek ulaşmıştır. Aklâm-ı Sitte’de olgunluğa eriş ve kendini buluş sıralamasında öncelik

Tevkî‘in hakkı, ikincilik Muhakkak yazınındır. Sülüs ise bunlardan çok sonra olgunluğa erişebilmiştir.

Benzer Belgeler