• Sonuç bulunamadı

İbn Arabî’nin Ahlâk Anlayışı

I. BÖLÜM

4.2. İbn Arabî’nin Felsefi Görüşlerinden Bazılarının Nihat Keklik Tarafından

4.2.2. İbn Arabî’nin Ahlâk Anlayışı

Ahlâk için, birçok şeyler söylenebilir, tarifler yapılabilir. Genel bir tarifle ve felsefeden bağımsız olarak düşündüğümüzde bir kurallar bütünüdür diyebiliriz.

Ahlâk, Türkçede kullanıldığı üzere Arapça bir kelime olup hulk'un çoğuludur. Diğer bir tanımlamada ise, mutlak iyi olduğu düşünülen ya da belli bir yaşam anlayışından kaynaklanan davranış kuralları bütünü, insanların kendilerine rehber aldıkları ilkeler ya da kurallar toplamıdır.328

Buna bağlı olarak, ahlâk; ‘insanların fiillerini ve birbirleriyle olan ilişkilerini düzenlemeye yönelik kurallar ve değerlerin sistemidir’ demek yanlış olmaz.

İnsanların sosyal bir toplum olarak yaşadığı her yerde, kurallar ve değerler oluşmuş böylece sistemleşmiştir. Değer yargıları ise; toplumdan topluma ve aynı toplum içinde zamandan zamana farklılık gösterir. Bir eylem bir toplumda iyi olarak nitelendirilirken başka bir toplumda kötü olarak nitelenendirilebilmektedir. Yine bir eylem aynı toplum içinde önce iyi olarak nitelenebilirken başka bir zamanda kötü olarak nitelenebilmektedir.

Bazı ayrılıklara rağmen Eski Yunan, Roma, Hint ve İran başta olmak üzere eski ahlâk felsefelerinin, temelde birleştikleri nokta; tevekkül, kadere rıza, dilini tutmak ve sabır gibi bazı faziletlere karşı derin bir takdir duygusudur. Bu, eski ahlâk anlayışlarında olduğu gibi, İslâm dininde de genel anlamda benzer bir ahlâk anlayışı bulunmaktadır. Bilhassa İslâm mutasavvıflarında ki anlayışa göre tarikat şeyhini

327 Cağfer Karadaş, a. g. m., s. 82.

328 Ahmet Cevizci, a. g. e. “ahlak” md., s. 28.

110

ruhlardaki ahlâki hastalıkları tedavi eden hekim olarak görme eğilimi kuvvetle savunulur. Bunun gayesi de saadete, huzura ve mutluluğa kavuşmaktır.329

Nihat Keklik, İbn Arabî’nin Ahlak ile ilgili ve buna bağlı olarak ahlâkın çeşitleri, iyi ahlâk, iyi ve kötünün rölatifliği (göreceliği/izafiliği), irade hürriyeti ve eskatoloji (ilm’ül ahire) gibi düşüncelerini, küçükbaşlıklar halinde tamamını Fütuhat’tan derleyip bir araya toplamıştır. İbn Arabî’nin düşünceleri eserlerinde dağınık şekilde bulunduğu için bunların bir araya getirilip tasnif edilmesi de ayrı maharet gerektirmektedir. Keklik, Fütuhat’la ilgili yaptığı çalışmada sadece tercüme faaliyetinde bulunmamış, felsefî olarak önemsediği düşüncelerle ilgili tasnifte yapmıştır. Ancak yaptığı çevirileri ve bunlara yönelik yorum ve görüşlerini belirtmemiş, parantez açıklamalarıyla anlaşılır olmayı hedeflemiştir. Burada İbn Arabî’nin Fütuhat’ında Keklik’in çıkardığı metinlerin genel değerlendirmesini yaparak izah etmenin gerekli olduğunu mülahaza etmekteyiz. Zira Arabî’nin ahlâk ve buna bağlı görüşlerini Nihat Keklik’in çeviri ve tasnifi ile sınırlı tutmak bu çalışmanın amacı gereğidir.

İbn Arabî, ahlak üzerine düşüncelerini kader, insanın hürriyeti, iyi/kötü insan, aşkın çeşitleri ve ilahi irade noktasından hareketle ele alır. Ancak o, kader ve insanın hürriyeti düşüncesini ahlâki temeller üzerine oturttuğu ve determisint bir kader anlayışıyla hareket ettiği için Ebul-Âlâ Afifi tarafından sert bir şekilde eleştirilir.330 Zira Afifi’ye göre; Arabî devrinin kelâmcıları, bu tarz bir problemi, bir ahlak problemi olarak, görmemişlerdir. Genellikle konuya dini bir mesele olarak bakmışlardır. İbn Arabî’nin de aynı yoldan gittiği görülmektedir. Gerçekten de onun getirdiği çözüm, daha da yetersiz ve ulaştığı paradokslar daha da göze çarpıcıdır.

Doğrusu, irade hürriyeti meselesi İbn Arabî gibi vahdet-i vücudcu bir sûfiyi hiçte rahatsız etmemesi gerekir. İbn Arabî tasavvufi bir din anlayışını kabul etmektedir.

Her şeyin kaynağı ve bütün fiillerin son faili olan bir Allah'a inanmaktadır. Böyle bir sistemde ahlaki yükümlülüğün, nasıl yeri olabilir? Ahlaken sorumlu olan kimdir?

Hâkimle hükmedilen bir iken, bir kimse, kimin önünde sorumludur? İbn Arabî tamamıyla ahlaki anlamda, ahlâki yükümlülüğün inkârını kaçınılmaz bulmaktadır.

329 Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ağaç Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2004, “Ahlâk” md.. s. 39.

330 Annamarie Schimmel, İslam’ın Mistik Boyutları, çev: Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2001, s. 262.

111

Böyle bir nazariyede hür iradenin hiçbir faaliyet sahası yoktur ve insanın tabii yerçekimi kanunlarına uyarken bir adamın üzerine düşüp, onu öldüren bir taştan daha fazla sorumlu tutulmaması gerekir. Sorumluluk veya ahlâki yükümlülüğün, irade olmadıkça, hiçbir anlamı yoktur. Arabî’nin nazariyesi Ahlak'ta “İlmi Determinizm”

olarak bilinen nazariyenin pek çok hususiyetlerini taşır. Ancak, ona göre “insanda bulunan ve Allah'ın kanunlarını belirleyen, yine insanın kendi istidadıdır ve ahlaki yükümlülüğü de burada yatmaktadır”. Fakat bu pek saçma bir delildir. Bu nazariyenin gerçekten ifade ettiği, ahlaki bir yükümlülük değil, şekli bir yükümlülüktür.331

Arabî’ye göre, İnsan kendi fiillerinden sorumludur ve kendi kaderini kendisi yapmaktadır. Buna rağmen kendisi, ahlaki anlamda yani fiillerini kendisinden başka harici ya da dâhili herhangi bir belirleyici âmilden bağımsız olarak irâde eden bir fail değildir.332 E. A. Afifi onun bu düşüncesine göre tam bir panteist (vahdet-i vücudcu) olduğunu söyler ve bunu, onun aşk kuramından yola çıkarak eleştirir.333 Dolayısıyla panteist bir düşüncede ahlaki sorumluluğun öneminin olamayacağı sonucuna ulaşır.

İbn Arabî’nin Fütuhat’ındaki düşüncelerine göre ahlâk, çeşitleri bakımından iyi ahlâk ve kötü ahlâk olmak üzere iki türlüdür. Ahlâka dair hükümlerimiz yani yargılarımız ise yerlerin değişmesi yani memleketlere göre değişir.334 Genel olarak ahlâkın üç anlamı vardır. Birincisi geçişli ahlâk (müteaddi), ikincisi geçişsiz (gayrı müteaddi), üçüncüsü de ortak (müşterek) ahlâktır. Arabî geçişli yani müteaddi ahlâkı da ikiye ayırır. Bir menfaat için müteaddi olan; cömertlik ve fütüvvet (gençlik ve dinamiklik) gibidir. Bir diğeri ise zararı defetmek için müteaddi olandır. Buda affetmeye benzer. Geçişsiz yani gayri müteaddi ahlak ise züht ve tevekküle benzer.

Müşterek ahlakın örneği ise insanlardan gelecek herşeye karşı sabretmektir.335

İyi ahlâk (mekarim el-ahlâk) üzere olan insanları ise hür ve köle diye ikiye ayırır. İyi ahlâk üzere olan bu insanlar riyazet dediğimiz yani ahlâkın temizlenmesi konusunda gayret göstermezlerse hür iken köle olan kişinin durumuna düşerler. Zira

331 A. E. Afifi, Muhiddin İbn’ul Arabî’nin Tasavvuf Felsefesi, çev: Mehmet Dağ, Ankara Üniv.

İlahiyat Fak Yay., Ankara, 1975, s. 136.

332 A. E. Afifi, a. g. e., s. 140.

333 Annamarie Schimmel, a. g. e., s. 262.

334 Nihat Keklik, İbn’ül Arabî’nin Eserleri ve Kaynakları için Misdak Olarak Fütuhat El-Mekkiyye, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 444.

335 Nihat Keklik, a. g. e., s. 446.

112

bu durum bir insan için çok kötüdür.336 İyi ve kötünün izafiliğine gelince Arabî bunu farklı bir tarzda izah etmektedir. O’na göre iyilik ve kötülük hakkındaki hükmümüz bilgimize bağlıdır. Bir şeye veya bir fiile, onda gizli olan iyiliği bilmeyişimizden dolayı, kötü deriz. İbn Arabî’ye göre her şeyin bir zâhirî ve bâtınî yönü vardır. Onun bâtıni yönünde yaratıcı olan Allah’ın gayesi bulunmaktadır. Şayet bu gayeyi bilmiyorsak, böyle bir şeye kötü dememiz ondandır. Güzel ve çirkinde böyledir.

Güzel ve çirkini biz bilemeyiz. Ancak bunu Allah bilir. Üstelik bir şey çirkin diye onun etkisinin de çirkin olması beklenemez. Bu saydıklarımız güzel olan içinde geçerlidir. Bunları tam tersinden de düşünebiliriz. Örneğin sadaka güzeldir ama etkisi bazı yerlerde güzel olmayabilir. Yalan çirkin bir fiil olmasına rağmen etkisi bazen güzel olabilir.337

İbn Arabî’nin kötülük kategorisi altına girdiği söylenen şeylere ek olarak, cehalet, yalan, uyumsuzluk, düzensizlik, çirkinlik, günah, küfür, mizaç aykırılığı gibi eylemleri yerleştirebiliriz. Bütün bunlarda eksik olan bir şey ise yani kötülediğimiz şeylere ilave edildiklerinde, onları iyi yapacak olan bir unsur veya nitelik bulunmaktadır. Aslında hiçbir şey kötü değildir. Var olan her şey iyidir. Başka deyişle, kötü dediğimiz şey, objektif değil sübjektif bir hakikattir. Fakat kötünün karşıtı olan iyi de sübjektif ve izafidir. Mutlak olan tek iyilik mutlak varlık olan Allah’tır.338 Afifi’ye göre; “Arabî’nin bu düşünceleri peşinden gideceğimiz bir ahlak sistemini değil, daha çok ahlaki bir determinizm339 düşüncesinin metafizik bir izahını vermektedir. Arabî’nin ahlak anlayışı normatif (kurallı, ilkeli) bir ahlak değildir.

Yapıp yapmamamız gerekeni gösteren değil, fiilleri nasıl yaptığımız ve failinin kim olduğunu bize bildirmektir”.340

Nihat Keklik yaptığı çalışmalarda Afifi’nin değindiği tartışmalara girmemiştir.

Ancak Keklik’e göre Afifi gibi tasavvuf sahasında otorite haline gelmiş, H. Corbın,

336 Nihat Keklik, a. g. e., s. 446.

337 Nihat Keklik, a. g. e., s. 447.

338 A. E. Afifi, a. g. e., s. 140.

339 Her olayın bir nedenin olduğu, bundan dolayı özgürlük ya da irade özgürlüğünün olamayacağı, evrende olup biten her şeyin bir nedenin olduğu dolayısıyla insanlık tarihindeki tüm olayların mutlak bir neden bağlı olduğu savunan görüştür. Buna göre dini bir determinizmden de söz etmek mümkündür Buna göre; Tanrı her şeyi yaratmış ve her şeyi bilendir. Dünyada olmuş ve olacakları da bilir. Her şey Tanrı tarafından programlandığına göre insanın söyleyecek ya da yapacak hiçbir şeyi yoktur. Ayrıca geniş bilgi için bkz.: Ahmet Cevizci, a. g. e.“determinizm” md., s. 465 ve 507.

340 A. E. Afifi, a. g. e., s. 144.

113

A. Perter gibi batılı araştırmacılar İbn Arabî’yi tüm yönleriyle inceleme yerine sadece tek bir cepheleriyle meşgul oldukları için, Arabî hakkında tam bir monografi oluşturamamışlardır.341 Yapılacak olan; Arabî’nin eserlerinin dikkatli ve sabırlı bir şekilde okunması ve hakkında esaslı bir çalışma yapılmasıdır. Bu çalışmalar tam manasıyla yapılmadığı takdirde Arabî hakkında yanlış kanaatlerin oluşması kaçınılmaz olacaktır. Nihat Keklik, İbn Arabî’ye yönelik eleştireler de ısrarlı davranmayı aşırıya gitmek olarak değerlendirir.