• Sonuç bulunamadı

Yıldız YENEN AVCI2

1 Bu çalışma, 5-7 Kasım 2015 tarihinde Kırıkkale’de gerçekleşen II. Ulusal (Uluslararası Ka-tılımlı) Değerler Eğitimi Kongresi’nde (II. National Congress On Values Education 5th-7th No-vember) sunulan bildirinin tam metin halidir.

2 Öğretmen, MEB

45 Eğitim Bilimleri Alanında Akademik Çalışmalar-II 45

Giriş

Her insan bir aile içinde dünyaya gelir, varlığını aile içinde sürdürür.

Bireyin ruh ve beden sağlığı için aile vazgeçilmez bir mekândır. Sağlıklı ailelerden sağlıklı toplum doğar. Bu bakımdan ailenin sağlamlığı toplumun en önemli güvencesidir (Yaman, 2012: 81). Türkçe Sözlük’te “çocuğu olan kadın, ana, valide; mecazi olarak da insanın kendine en yakın gördüğü varlık” (1998: 66) olarak tanımlanan “anne” kavramı ailenin önemli bir unsurudur. Edebiyat sahasında da aile kavramına dikkat çekilmek istenmiş ve dolayısıyla bu çekirdek yapının asli unsurları kurgudaki yerini almıştır.

Anne kavramının olumlu ve olumsuz taraflarıyla ele alındığı ve farklı anne tiplerinin (şehirli, köylü; tahsilli, cahil; acımasız, merhametli; güçlü, ça-resiz) olay örgüsüne yön verdiği eserlerden biri “Küçük Paşa” romanıdır.

Kudret (Tepeyran, 1984: 190) bu konuya ilişkin tespitlerini, “Orta Anado-lu’nun –belki Niğde’nin- yoksul köylerinden birinin yaşama koşulları bir ana ile oğlunun başından geçenlerin çevresinde verilmiştir. Gerek çevrenin ve olayların anlatışı, gerek kişilerin ruh hallerinin çözümlenmesi bakımla-rından, eserde yer yer gerçekten başarılı noktalar vardır.” sözleriyle belirtir.

1864 yılında Niğde’de dünyaya gelen Ebubekir Hazım Tepeyran, bu şehrin yetiştirdiği önemli yazar ve devlet adamlarından biridir. Tepeyran’ın en önemli eseri kabul Küçük Paşa‛da olaylar, Orta Anadolu’nun bir köyünde geçmektedir. Bu köyün bir Niğde köyü olduğu çeşitli araştırmacılar ta-rafından iddia edilmiştir. Hatıralar adlı eserinin bir bölümünde Niğde’ye dair çocukluk hatıralarını aktaran Tepeyran’ın, Küçük Paşa romanında da Orta Anadolu’da bir köyün ve köylülerin panoramasını gerçekçi bir bakış açısıyla çizdiği görülmektedir (Tonga, 2013: 121).

Yenen Avcı’ya (2013: 74) göre Yemen Savaşı yıllarında üvey anne bas-kısı altında ezilen bir çocuğun hazin hikâyesini anlatan bu eser, Paşa unva-nının keyfi olarak bir çocuğa verilmesinin eleştirisini yapmakta, yarını için hiç bir güvencesi olamayan insanların karşılaştıkları zorlukları, çaresizlik içinde kıvranan Anadolu halkının içler acısı durumunu çarpıcı yönleriyle anlatarak dönemin sosyal, siyasal ve ekonomik yapısına ışık tutmaktadır.

Akyüz’ün belirttiği üzere Ebubekir Hazım (1864-1947) Tanzimat devrin-de başlamış olan köy hayatı temasını eserdevrin-de genişçesine ve devrin-derinlemesine ele alan ve taşrada geçen memurluk yıllarının realist gözlemlerini eserine taşıyan yazarlardan biridir (Akyüz: 1995: 189). Sevük’e göre (Tepeyran, 1984: 192) Anadolu köylülerinin ilk defa kendi şivesiyle konuştuğu bu eser, özlü ve dokunaklı bir nitelik taşır. Bunda yazarın Niğdeli olmasının yani Anadolu’yu iyi bilmesinin payı vardır. Alangu ise 1910 yılında Ana-dolu köylerinin durumunu, tabiat şartlarının insan yaşamı üzerindeki etki-sini edebiyata başarıyla yansıttığını belirtir:

“Ebubekir Hazım’da çok güçlü bir gözlem yeteneği olduğu görülmek-tedir. Köylülerin kıyafetleri, evlerinin biçimi, içinde yaşanan hayat,

eşya-Yıldız YENEN AVCI 46

lar, yiyeceklere varıncaya kadar başarı ile tasvir edilmektedir. Köydeki gündelik işleri de. Haçça’nın Salih’e yüklediği, onun da sürükleyip götür-meye çalıştığı işler açısından vermektedir… Yazar, Anadolu’daki yolsuz-luk sorununu da köylüler arasında konuşma konusu yaparak anlatmaktadır.

Öte yandan çok uzun süren askerlik hizmetinin köy hayatında ve ailelerde uyandırdığı tesirler üzerinde durmaktadır.” (Tepeyran, 1984: 190)

Kudret’in belirttiği üzere Ebubekir Hazım Tepeyran, üretken bir yazar olmamakla beraber 1910 yılında kaleme aldığı “Küçük Paşa” romanıyla bir toplumun ve dönemin gerçeklerini edebiyata taşımayı başarmış sanat-çılardandır (Tepeyran, 1984: 190). Hem köy gerçekliğini hem de dönemin aile yapısını gözler önüne seren ve anne-çocuk ilişkisine çok yönlü bir perspektifle bakmayı sağlayan eserin Ikinci baskısı 1945‘te, üçüncü baskı-sı ise 1984 yılında gerçekleşir.

Kitabın özeti şöyledir: Suat Paşa kardeşi Dilaver Bey’in doğacak çocu-ğu için hizmetkârlarından bir sütanne bulmalarını ister. Konağın emektar ça-lışanlarından olan Kâmil’in sürekli uğradığı karakolda tanıştığı Ali isminde bir genç vardır. Ali’nin karısı yeni doğum yapmıştır. Genç adamın isteği üze-rine Selime de 40 günlük Salih’i tanına alarak konağa yerleşir. Her şey yo-lunda gitmektedir. Ayrıca Salih, Suat Paşa tarafından çok sevilmektedir. Bu sevgiden dolayı Suat Paşa onu evlatlık edinir. Bu olaydan sonra Salih “Kü-çük Paşa” olarak çağrılır. Konakta sütanneye ihtiyacı olmadığını düşünen Selime, geride bıraktığı oğlunu düşünmeden eşiyle birlikte köyüne döner.

Fakat kısa bir süre sonra iftiraya uğrar ve eşi tarafından terk edilir. Karşısına çıkan Kamber Ağa ile evlenir. Aldığı isimsiz bir mektuptan dolayı sormadan soruşturmadan eşini boşamış olan Ali ise Haçça isminde yeni bir kadınla evlenir. Küçük Salih’in konak hayatının yedinci yılında Suat Paşa ölür. Pa-şa’nın ölümünü fırsat bilen Naime Hanım, Küçük Paşa’yı (Salih’i) konakta görmek istemediğinden, onu içi oyuncak ve kıyafet dolu bir sandıkla köyüne gönderir. Salih babasının yemene asker olarak gönderilmesinden sonra üvey annesi Haçça’nın psikolojik ve fiziksel şiddetine uğrar. Oldukça zor günler geçiren kapının önüne fırlatıldığı bir gecede aç kurtların saldırısına uğrar ve ölür. Bu arada Suat Paşa’nın eşi Naime Hanım genç bir erkek ile evlenmiş ve ilk bebeğini düşürmüştür. Ikinci hamileliği de riskli olmasına rağmen çocuk sahibi olmadaki kararlılığını sürdüren genç kadın Salih’e yaptığı kötülük-lerden dolayı pişmanlık duyarken bir yandan da halüsinasyonlar görmeye başlar. Genç kadın ikinci bebeğinin parçalanarak vücudundan alınmasından sonra aklını kaçırır.

Amaç

Bu çalışmada Ebubekir Hazım Tepeyran’ın Küçük Paşa romanı aile kurumunun temel üyelerinden olan “anne” kavramı bakımından ele alın-mıştır.

47 Eğitim Bilimleri Alanında Akademik Çalışmalar-II 47

Yöntem

Çalışma, nitel araştırma yöntemlerinden olan betimsel analiz mode-lindedir. Betimsel analiz bulguların düzenlenmesini ve yorumlanmış bir şekilde okuyucuya sunulmasını amaç edinir (Yıldırım ve Şimşek, 2013:

256). Veriler 1945’te Hazım Bey ve 1984’te ise Oktay Akbal tarafından sadeleştirilen ve De Yayınevi (1984) tarafından yayımlanan basımından hareketle elde edilmiştir.

Bulgular

Suat Paşa konağına getirilen ve Paşa tarafından evlatlık edinilen Sa-lih’in ilk üvey annesi Naime Hanım’dır. Naime Hanım küçük çocuğu bir türlü benimsemez. Suat Paşa evlatlığı Salih’e her ne kadar yakın ve müşfik ise, Naime Hanım o denli uzak ve zalimane bir ruh hâli içindedir. Suat Paşa’nın ölümünden sonra Naime Hanım çocuğa karşı kin ve öfkesini gizlemekten çekinmez. Özsarı’ya (2013) göre yazar hikâyeyi anlatırken kişilerin içinden geçen olumsuz duygu ve düşünceleri romandaki kişile-rin karakterleriyle ilgili bilgileri, sinsi duyguları, olaylar karşısındaki dav-ranışları vb. hayvan imajlarıyla vererek anlaşılmasını ve somutlaşmasını sağlamıştır (Özsarı, 2013: 56). Aşağıdaki bölümde Naime Hanım’ın Sa-lih’in konaktaki varlığı için tünediği ağaç dallarını kurutan, bacasına kon-duğu ocağı söndüren “uğursuz baykuş” imajını kullandığı görülmektedir:

“Buraya 40 günlük iken gelip yedi buçuk yıldır sayenizde huzur ve rahatlıkla büyüyen, hatta anasını, babasını da tanımayan bu çocuk şimdi hiç bilmediği bir köyde, hiç alışmadığı bir sefalet içinde nasıl yaşayabi-lir? Merhamet ediniz Hanımefendiciğim, demeye cüret ettiğinde Naime Hanım:

-Onu da ben mi düşüneceğim? Hem de bana öyle akıl öğretiyor, mer-hamet dersi veriyor gibi söz söylemeye kalkışma, sonra fena olur. Böyle tünediği ağaç dallarını kurutan, bacasına konduğu ocağı söndüren baykuş gibi Paşa’nın başını yiyen bu uğursuz piç kurusunu bundan sonra görmek istemem; sinirlerime dokunuyor, bir an önce kovunuz; işte bu kadar, diye-rek Nazikter’i titretti .” (Tepeyran, 1984: 61)

Kartopu Salih’in en yakın ve tek arkadaşıdır. Paşanın ölümüyle be-raber küçük çocuk köpeğine daha da yakınlaşır. Salih’in bir nebze olsun kendisini iyi hissetmesi Naime Hanım’ın hoşuna gitmez. Küçük çocuğun saraydan ayrıldığı gün köpeğin beraberinde götürülmesine izin vermeyen Naime Hanım ne konakta çalışanların ısrarlarına ne de Salih’in yakarışla-rına aldırış eder. Bu durum Salih’i çok incitir.

“-Söyledim; fakat yürek değil ha bir taş, bir değirmen parçası: ‘A dedi, bu ne kadar şımarık piç, aklına geleni istiyor. Konakta bir tanecik

Yıldız YENEN AVCI 48

eğlencem var, o da Kartopu’dur; onu babam mezardan kalkıp gelse ona da vermem; hem de Salih kendisi için ekmek bulsun da köpeği ondan sonra istesin!’

Salih bu sözleri işiterek mükedder olduğu gibi veda için Hanım’ın ete-ği öptürüldüğü sırada ‘haydi, rabbim selamet versin, fakat ileride köyden usanıp da sakın bir daha buraya geleyim deme; bu konağı unut. Baban, anan gibi köyde kalmaya çalış’ diye pek zalimce bir uyarı ile gönlü büsbü-tün kırılmıştı.” (Tepeyran, 1984: 69)

Naime Hanım çocuk sahibi olamadığı halde sevimli ve sakin bir çocuk olan Salih’ten nefret eder. Konakta çalışanlar sevgisini çocuktan esirgeyen buna karşın kartopunu kucağından indirmeyen kadının yaptıklarına anlam veremezler. Naime Hanım’ın bu tavırlarında çocuk sahibi olamama ger-çeğinin her daim kendisine hatırlatılmasının nedeni yatmaktadır. Nitekim eşinin ölümüyle Küçük Paşa’ya daha fazla tahammül edemeyerek bir san-dık ve bir yatakla onu köyüne gönderir. Ayrıca Konaktaki çalışanlarından Istanbul’a bir daha gelmesi gerektiği konusunda Salih’i uyarmalarını ister.

“-Sakın bir müddet sonra buraya gelmeye kalkışma, Hanımefendi seni istemiyor, gelirsen sokak ortasında kalırsın; sen köye gitmeyi ben istedim diyorsun; halbuki öyle değil, sen istesen de istemesen de Hanım seni sava-cakmış. Bu sözlerimi sakın unutma e mi?” (Tepeyran: 1984: 71-72)

Paşa’nın vefatından dört ay sonra Zarif Bey ile evliliğinden hamile kalan kadın, ilk çocuğunu düşürür. Ikinci çocuğunun doğumu ile ilgili risklerin mevcudiyetine rağmen hekimi dinlemez ve annelik duygusunu tatmaktaki kararlılığını devam ettirir. Oldukça sancılı bir hamilelik süre-ci yaşayan kadın bir yandan çocuğunu kucağına alamamanın üzüntüsünü yaşarken bir yandan da küçük paşaya yaşattıklarından dolayı vicdan azabı duymaya başlar. Naime Hanım’ın pişmanlıkları halüsinasyonlar görmesine neden olur:

“Birdenbire Merhum Paşa kapının önüne dikildi. Son gündeki sima-sıyla, pek öfkelendiği zamanlardaki sesiyle kapı tarafını eliyle göstererek:

‘Melun merhametsiz! Bak, Salih’e ne yaptığını görmüyor musun? dedi ve kayboldu… Paşa’nın hali, tavrı o kadar korkunçtu ki dilim tutuldu! “Ne yaptım, ne olmuş?” diyebildim. Paşa’nın bir defa ve bir an için olsun bu kadar müthiş bir öfkesini görmemiştim,” (Tepeyran, 1984: 183)

Çocuğunun parça parça çıkan uzuvları Naime Hanım’ın derin keder ve acılar içinde aklını kaçırmasına neden olur. Başkasının çocuğuna koca konakta bir yer açamamış olan kahraman daha kucağına almadığı çocuğu-nun acısıyla yıkılır.

Salih’in ikinci üvey annesi Haçça’dır. Çocukları Güssün ve Mevlüt’e sevgi ve muhabbet besleyen Haçça; üvey evladı Salih’i bir türlü

benimse-49 Eğitim Bilimleri Alanında Akademik Çalışmalar-II 49

mez. Ayrıca çocuğun beraberinde getirdiği oyuncaklarını elinden alır, diğer eşyalarıyla birlikte satarak kendine ve çocuklarına eşyalar alır. Salih’in kıyafetlerine kendi oğluna giydirir, Salih’e ise cinsiyetine uygun olmayan desenlerden kıyafetler giydirerek köy çocuklarının onunla alay etmesine neden olur. Küçük kızının kirli donlarını yıkatır, mayıs denilen dışkıyı top-laması konusunda baskı yapar. Çeşmeden su taşımak da Salih’in görevleri arasındadır. Buna rağmen küçük çocuk her akşam psikolojik ve bedensel şiddete uğrar. Haçça Salih’e karşı acımasız tavırları çocukları söz konusu olunca sevgi ve şefkate dönüşür:

“Haçça, çocuklarını sever, öper, okşar, onlarla konuşur, Salih’e bak-ması ancak lüzum üzerine, hayır, lüzumundan ziyade eziyet vermek mak-sadıyle bir emir vermek olurdu. Çocuklarıyle öpüşür, koklaşır, şakalaşır, Salih ise düşünür, kaşınır ve ancak böyle kimsesiz, bir dereceye kadar zekâsı mahdut, hissi uyuşuk bir çocuğun tahammül edebileceği kadar gıpta acıları, her şeye tahammül mecburiyetinin yüreğe ait ince sızılarıyle azap çekerdi. Fakat ağlamayarak, inlemeyerek, gözyaşlarını sünger kâğıdı gibi pürüzlü, kirli ellerinin tersiyle silerdi.” (Tepeyran, 1984: 169)

Haçça sebepli sebepsiz yere attığı dayaklardan büyük keyif alır. Vü-cudu bereli bir kaplan postuna dönmüş olan Salih ise sessiz ve çaresiz bir bekleyiş içindedir. Salih’in yediği tokatlara, vücudundaki morluklara ve işittiği hakaretlere ses çıkarmaması Haçça’nın daha da öfkelenmesine ne-den olur. Haçça’nın “en büyük kötülüklerne-den biri de hasta çocuğu soğuk kış günü kapının önüne koymasıdır. Bu tavrı Küçük Paşa’nın kurtlar tara-fından parçalanmasıyla sonuçlanacaktır.” (Yenen Avcı; 2013) Haçça Ko-casının eski eşine duyduğu sevginin hıncını zavallı çocuktan çıkarmaya çalışan kadın onun ölümüne neden olur.

Selime ise, Salih’in öz annesidir. Konağa ilk geldiği günlerde Nüzhet Hanım’ın ve diğerlerinin gözüne girebilmek için sütünü çocuğundan esir-gemiş, daha sonraki günlerde herhangi bir söylentiye yer vermemek için öz çocuğunu şişe sütü veya birçok Anadolu kadını gibi sağlıksız yöntemlerle -kuru üzüm tanesini ağzında çiğnedikten sonra bir tülbent içine sararak bebeğin ağzına koyma- beslemiştir. Aslında bu gelenek beslenmekten zi-yade bir tür avutma, tekniğidir. Böylelikle, bebek ağzında gezdirdiğiyle oyalanıp, açlığını bastırırken anne de başka işlere zaman ayırabilecektir.

“Salih’in, anası gibi her türlü illetten masun olduğu, hekim muayenesi ve Babıâ linin muharebesi ile müspet bir kadın için de meni elzem olan bu iğrenç adet, Anadolu’da yalnız köylerde değil, kasabalarda da devam etmekte olduğu gibi, çocuğuna başka ağızlarda çiğnenmiş şeyler emdiren analar bugün de, büyük şehirlerimizde bile nadir değildir.” (Tepeyran, 1984: 42)

Sütünü, bakmakla yükümlü olduğu Haldun’a vermesine rağmen

Sa-Yıldız YENEN AVCI 50

lih gelişiminden bir şey kaybetmez. Salih’in evlatlık edinip, Küçük Paşa unvanını alması Selime’yi mutlu eder. Bundan sonra çocuğu ile arasına sosyal bir sınır koyar, çünkü o bir paşadır ve kendisi de köylü bir sütanne-dir. Sütoğlu Haldun’un ailesiyle birlikte konaktan ayrılması üzerine işinin bittiğini düşünür ve konaktan bir an önce ayrılması gerektiğine karar verir.

“Bizim yurt hastaları, Selime’nin Istanbul’a geldiğinden üç yıl sonra köye döndüler. Ayrılık Salihçe de, ana babasınca da tahmin edeceğimiz gibi tesir etmemişti. Pek kayıtsızca ayrıldılar. Ali’nin kayıtsızlığı oğul-baba bağını kuvvetlendirmemiş olmasından, Selime’ninki ise Salih’i zah-metsizce büyütmesinden ve geleceğinin güven altında olduğunu düşünme-sinden olmasından kaynaklanıyordu.” (Tepeyran, 1984: 50)

Oğlu ile memleketi arasında tercih yapmak zorunda kalan Selime, Is-tanbul’da bir iş bulup çalışmak yerine, köyünün özlemine dayanamayarak eşi ile birlikte Istanbul’dan ayrılır. Yıllar sonra üvey anne elinde kalan oğ-luna ikinci kez sahip çıkmada kayıtsız kalan Selime bu kez de fakirliğini, çaresizliğini ve yeni kocasının tahammülsüzlüğünü öne sürerek Salih’i ya-nına almaz. Onun için önemli olan annelik vasfı değil, kaba saba da olsa bir erkeğin nikâhını girip, ortada kalmamasıdır. Yani toplumun baskısından kurtulmasıdır.

Ebubekir Hazım, erkeğin kanatları altına girmeyi bir zaruret olarak gören kadının, annelik konusunda güçlü bir duruş sergileyemediğini, ka-dınlık vasfının annelik güdülerine üstün geldiğini anlatır. Nitekim Selime de dul kalmamak için önüne çıkan ilk erkekle evlenir ve çocuğunu yanına alamaz.

“– Hayır, Gamber Ağa; babalığın, senin anlayacağın benim erim, ehlim, kocam. Asıl baban Ali’dir, o beni boşadı, yoh yere kanıma girdi, na-file yere yurdunu yuvasını bozdu dağıttı, Haçça’yı aldı, seni de böyle sağ babanın, sağ ananın öksüz yavrusu etti, ne diyeyim arada sen varsın, inki-sara dilim varmaz ki, Allah akıl kursak versin, o beni boşayınca Haçça’yı aldı, başının dengini değil, belasını buldu, ben de Kamber Ağa’ya vardım, ne göreyim?” (Tepeyran, 1984: 118)

Küçük Paşa olarak anılan ve henüz çocuk yaşta olan Salih ise yaşadığı birçok sıkıntının arasına anne özlemini de dâhil etmek zorunda kalır.

Sonuç

Anadolu insanın içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu en yalın ve gerçekçi haliyle gözler önüne seren “Küçük Paşa” romanı dö-nemin aile yapısı hakkında da bilgi veren önemli bir kaynak durumunda-dır. Anne kavramının olumlu ve olumsuz taraflarıyla ele alındığı eserin olay örgüsünde farklı anne tiplerini (şehirli, köylü; tahsilli, cahil; acımasız,

51 Eğitim Bilimleri Alanında Akademik Çalışmalar-II 51

merhametli; güçlü, çaresiz) bir arada görmek mümkündür. “Ebubekir Ha-zım Küçük Paşa’da, kendi çocuklarına iyi muamele eden annelerin, üvey evlatlarına yaptıkları kötülükleri konu edinir. Salih, öz annesinin ilgi ve sevgisinden mahrum olurken analığı Naime Hanım’ın ve sonrasında üvey annesi Haçça’nın zalimlikleriyle karşı karşıya kalır. (Yenen-Avcı, 2013:

344)” Naime Hanım Salih’e psikolojik şiddet, Haçça ise üvey çocuğuna karşı hem psikolojik ve fiziksel şiddet uygular; fakat öte yandan iki kadın kahramanın kendi çocuklarına yönelik sevgi ve şefkati gözlerden kaçmaz.

Ebubekir Hazım Küçük Paşa’da, üvey annelerin öz anne gibi ola-mayacaklarını, eğitim ve ekonomik seviyesi düşük annelerin çocukları ile güçlü duygusal bağlar kuramadığını anlatır. Ebubekir Hazım, erkeğin ka-natları altına girmeyi bir zaruret olarak gören kadının, annelik konusunda güçlü bir duruş sergileyemediğini, kadınlık vasfının annelik güdülerine üs-tün geldiğini anlatır. Nitekim Salih’in öz annesi Selime de dul kalmamak için önüne çıkan ilk erkekle evlenir ve çocuğunu yanına alamaz.

Sonuç olarak, Küçük Paşa romanında anneliğin biyolojik bir miras ve bağ olarak görülmesine karşın cehaletin, çaresizliğin ve ihmalkârlığın bu kavrama yön verdiğini söylemek mümkündür.

Yıldız YENEN AVCI 52

KAYNAKÇA

Akyüz, K. (1995). Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri. Istanbul:

Inkılâp Kitabevi.

Dil Derneği (1998). Türkçe Sözlük (1. Cilt). Ankara: Dil Derneği Yayınları.

Özsarı, R. (2013). Tasvirî Anlatım ve Ebubekir Hazım Tepeyran’ın Küçük Paşa Adlı Romanında Tasvirî Anlatımının Kullanılışı. AKAD, Bahar 2013,1(1), 48-57.

Tepeyran, E. H. (1984). Küçük Paşa. De Yayınevi.

Tonga, N. (2013). Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın Küçük Paşa Romanına Yansıyan Köy Hayatı. Gazi Türkiyat. Güz 2013/13: 121-132.

Yaman, E. (2012). Değerler Eğitimi. Ankara: Akçağ Yayınları.

Yenen-Avcı, Y. (2013). Millî Edebiyat Dönemi Romanlarının Insani Değerler ve Türkçe Eğitimine Katkıları Bakımından Incelenmesi.

Yayımlanmamış doktora tezi. Fırat Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Elazığ.

Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. Ankara: Seçkin Yayıncılık.

Bölüm 23