• Sonuç bulunamadı

İki ülke arasındaki çatışma riski, bölgenin istikrarını ve güvenliğini, Avrupa- Atlantik, NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin iç dengelerini ve istikrarını tehdit etmektedir. Ülkelerin karşılıklı düşmanlığı esas alan politikaları, iki ülke arasında güvenlik, ülke sorunlarına bakışlarına ve görüşlerine saygı duymama, iki ülke arasındaki sorunların dünya kamuoyuna açıklanmasında gerçeklerin saklanması, dünya kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesi, okullarda kilisede Türkiye’ye karşı düşmanlığın öğretilmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin her zaman gergin halde bulunmasına neden olmaktadır. Bunun yanı sıra basının ülke politikası paralelinde karşılıklı düşmanlığı körüklemesi ile üçüncü dünya ülkelerin Avrupa Birliği’nin taraf tutarak ilişkilere müdahale etmeleri olayı iyice zorlaştırmaktadır.

Türkiye Yunanistan arasındaki gerginlik tarafların yararına değildir. Her iki taraf için tamiri zor yaralar açılmasına neden olabilir. Bölgede barışın sağlanabilmesi için bu

tür gerginlikler yaşanmamalıdır. Bu tür gerginlikler NATO’nun, AB’nin Avrupa Atlantik İstikrarının, dünya barışının ve gelecek nesillerin yararına değildir. İki ülke arasında yanlış anlaşılmalardan doğacak çatışma riskini ortadan kaldırmak için güven arttırıcı önlemlerin vakit geçirmeden alınması gerekir.

Taraflar, çözümlerde birbirlerinin fikirlerine saygı duymalıdır. Görüş ayrılıklarını gidermeye çalışmalıdırlar. Sorunları çözmek için zemin yaratmalıdırlar. Taraftar, toplumda karşılıklı düşmanlığı körüklemek için değil iyi komşuluk ilişkileri geliştirmek için eğitilmelidir. Tarih kitapları, tek taraflı düşmanlığı körükleyici yanlış bilgilerden arındırılmalıdır.

Politikacıların yanı sıra sivil toplum örgütleri de barışın sağlanmasına yardımcı olmalıdırlar. Sivil toplum örgütleri politikacılar üzerinde baskı kurabilirler. Üçüncü ülkeler veya iki ülke bünyesinde bulunan ulusal ya da uluslararası kuruluşlar iki ülke arasında barışın kurulabilmesi için işi kolaylaştırıcı bir tutum izlemelidir.

Türk-Yunan İş Konseyi’ne bağlı iki memleketteki iş adamları, Türkiye ve Yunanistan’ın silahlanmak için yaptıkları harcamaları ekonomileri için yaptıkların yararlı olmadıkları görüşündedirler. Bu grup, aralarında toplanıp iki memleket arasında barış köprüsü olmaya çalışmaktadırlar.

İş adamları 1997 yılı Ekim ayı sonunda Selanik’te bir toplantı düzenlemişlerdir. Ancak toplantıya katılan Rum fanatiklerin saldırısına uğramışlardır. Türk iş adamları canlarını zor kurtarmıştır. Yunan hükümet sözcüsü ise saldırıyı faşistlerin girişimi olarak nitelendirip olayı kınamıştır. Aynı şekilde yunan basını da saldırıya tepki göstermiştir. Ama sonuç cesaret kırıcı olmuştur. Örneğin Londra’daki Royal United Services Institute (RUSI), isimli kuruluş 15-16 Mayıs 1998’de Londra’da Türk Yunan ilişkilerini konu alan toplantı düzenlemişlerdir. Bu toplantı sonunda çalışmaların devam

etmesi için Yunanistan’da Kasım 1998, 1999’da da Türkiye’de toplantı yapılması kararı alınmıştır.209

Merkezi Londra’da Internarional Institute For Strategic Studies (IISS) isimli kuruluş 5-6 Haziran 1998’de Rodos’ta Türk Yunan ilişkileri ile ilgili toplantı yaptı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunlara çözüm aramak amacı ile sivil girişimciler tarafından gerçekleştirilen “Türk-Yunan Forumu” 1998’de kurulmuştur. Buna bağlı olarak iki ülkenin gazeteci, bilim adamları, resmi bir görevde bulunmayan diplomatları ve askerlerden oluşan bir heyet “ Politik Analiz Grubu’nu” oluşturmaktadır. 210Bu grubun hazırladığı bir belge kamuoyuna açıklandı ve her iki ülkenin dışişleri bakanlıklarına sunuldu. Resmi bir kuruluş olmadığından yapılan çalışmalar devrin hükümetlerini bağlayıcı özellik taşımamaktadır. Hazırladıkları belgeler her iki ülke arasındaki sorunlar tanımlanıyor ve çözüm için bir yöntem öneriliyor. Bu grup, iki ülke arasındaki sorunları belirli başlıklar altında topladı ve sıraya konuldu. Kıta sahanlığı ilk sırayı alırken, Ege Adalarının silahlandırılması son sırayı almıştır. Halbuki Türkiye’nin çıkarlarına göre adaların silahlandırılması ilk sırayı alır. Kıta sahanlığı sorununu ilk sıraya almalarının nedeni içeriğinde hava sahası ve karasuları sorununu da içermesinden kaynaklanmaktadır.

2000 yılı Mayıs ayı içerisinde “Türk Deniz araştırmaları Vakfı” (TÜDAV) tarafından düzenlenen “Ege” konulu konferansa Yunanistan’ın resmi makamları da davet edilmiştir. Kendileri gelmediği gibi yerlerine sivil toplum örgütleri de bu konferansa ne katılmış ne de katkıda bulunmuştur. Yunanistan’daki sivil toplum örgütleri dış ilişkilerde özellikle, Türkiye ile ilgili alanlarda kendi başlarına hareket etmekte özgür değillerdir. Bu örgütler de Yunan hükümetleri tarafından yönlendirilmektedir. Bütün bu gelişmelere rağmen yine de sivil toplum örgütleri, iki ülke arasında uzlaştırıcı köprü rolünü üstlenebilirler. Bu tür girişimler artarak devam etmelidir.

209 Harp Akademileri Dış Basın Bülteni, “Yunan Dış Politikasının Temel İlkeleri”, S.278, Temmuz 2001,

s.33.

210 Harp Akademileri Dış Basın Bülteni, “Yunan Dış Politikasının Temel İlkeleri”, S.278, Temmuz 2001,

Genellikle devletler aralarındaki anlaşmazlıkları ilk etapta karşılıklı yapacakları görüşmelerle çözerler. Türkiye ile Yunanistan arasında 1975-1981 yılları arasında görüşmeler yapılmış ama iki ülke uzlaşmak için ellerinden gelen çabayı göstermemişlerdir.

Uluslararası Adalet Divanı’nda sorunlar çözülmeye kalkışıldığında hukuk kuralları ile zorunlu bir çözüm göz önüne alınmaktadır. Uluslararası Adalet Divanı Hakimlerinden oluşacak “hakem mahkemesi” tarafından verilecek kararlarla uyuşmazlıkların çözülmesi mümkün olabilir. Yaklaşım hukuki olacaktır. Ve alınan kararlara uymak mecburidir. Herhangi bir uyuşmazlık taraf devletlerin dışında bir heyet tarafından çözümlenecektir. Hukuki yaklaşımda Türkiye’nin siyasi dengesi göz önünde bulundurulmayacaktır.

Taraflar aralarındaki görüşmelerde tamamen ya da kısmen bir anlaşmaya vardıktan sonra kamuoyuna aradaki siyasi güçlükler nedeni ile mahkeme kararı gibi sunulması, yani Adalet Divanı’na göstermelik olarak başvurulması, gerçekte sorunun anlaşma ile çözümlenmesiyle yukarıda belirtilen sorunun kalkmasına neden olacaktır. Nitekim Bern Deklarasyonu’nun gizli ekinin 1. Maddesi böyle bir durumu göz önüne almıştır. Böyle bir çözüm bizim içinde uygun olacaktır.

İlk zamanlarda Yunanistan Ege için iki devletin ortak başvurusu ile Adalet Divanı’na başvurulmasını isterken şimdi, çözüm istiyorsanız Adalet Divanı’na kendiniz başvurun demeye başlamıştır. Böylece Türkiye Adalet Divanı’na gidecek ,teslim olacak. Yunanistan da işine gelmeyen konularda, “bu benim egemenlik haklarımı ilgilendirir” diyerek, başvuruyu istediği şekilde sınırlayacaktır. Türkiye böyle bir durumda sanki bir savaştan yenik çıkmış gibi kendine bildirilecek koşulları kabul edecektir. Türkiye’de, “zayıf mıyız?, haksız mıyız ?, neden Uluslararası Adalet Divanı’na başvurmuyoruz” soruları sorulmaya başlandı. Ama şunu da gözden çıkarmamak gerekir; Uluslararası mahkemeler ile ulusal mahkemeler siyasi çıkar çatışmaları ile hukuki uyuşmazlıklar arasındaki farkları gözden kaçırmaktadırlar.

Uluslararası Adalet Divanı bağımsız bir mahkemeden ziyade bir çeşit siyasi divandır. Divan’ın Güvenlik Konseyi daimi üyesi beş devletin hakimleri görünüşte seçimle göreve gelseler de uygulamada otomatik olarak seçilirler . Bunlar gerçekte atanmış hakimlerdir. Bunların kendilerini aday gösteren devletlerin çıkarlarının dışına çıkmaları güçtür211.

Hukuki uyuşmazlıklar ile siyasi çıkarlar birbirinden farklıdır. Geleneksel anlamda hukuki uyuşmazlıklar mevcut bir kural veya anlaşmanın yorumundan doğan siyasi çıkarlar ise devletin güvenlik, gelişme ve gelecekteki gibi yaşamsal ulusal çıkarlarına ilişkindir. Ege’de bu bölgenin gelecekteki siyasi statüsü söz konusudur. Böyle önemli ve kapsamlı sorunların Adalet Divanı’nın takdirine iyi bir politika olmayacaktır.