• Sonuç bulunamadı

Ankara Etnografya Müzesi Merdivenleri, Ön Cephe

lalelerin kıvrık dallar ile birlikte grift olarak yerleştirildiği çini panolar ile kaplanmıştır. Köşe çıkmalarının alınlıklarında ve nişlerin içlerinde hatayi üsluplu bitki motifleri bulunmaktadır.

Yapıda bitkisel motiflerin yanında geometrik motiflerde kullanılmıştır. Ön cephede görülen saçak hizasındaki silmelerde boydan boya geometrik desenli prizmatik üçgenlerden oluşan bir kuşak sonradan eklenen salonlar hariç, diğer tüm cepheleri dolaşarak yapıyı saçak hizasında çevrelemektedir. Osmanlı süsleme motiflerinin yanında, mimari elemanlarla yapılmış dekoratif görünümlerde yapıda dikkat çekmektedir. Oyma süslü mermer alınlıklar, girişteki sivri kemerler, sütunlar, mukarnaslı ve baklavalı sütun başlıkları, rozetler, çörtenler, köşe çakmalarının ve girişin süslü tepelikleri, silmeler, köşelerde mihrabiye şeklindeki nişler gibi mimari elemanlarla oluşturulmuş bir süsleme anlayışı görülmektedir.

Etnografya Müzesi, inşasından itibaren bir müze olarak tasarlanmış Cumhuriyet döneminin ilk devlet müzesidir. Milli değerlerin yansıtılmaya çalışıldığı yapı, işlevi ve mimari özellikleriyle birlikte Cumhuriyet’in ilk dönem yapılarının en tipik örneklerinden biridir (Anonim, 1973: 129).

2.2. KUR’ AN- I KERİM’İN VAKFEDİLDİĞİ TEKİRDAĞ RÜSTEM PAŞA CAMİİ VE KÜLLİYESİ

960 (1553) de Sinan, Tekirdağ Rüstem Paşa Camii Ve Külliyesini tamamlamıştır. Burada tekrar tromplu kubbeye yer vermiştir. Kare planda tromplar üzerine tek kubbeli camiin son cemaat revakları çifttir. Beş gözlü son cemaat yeri ortada aynalı tonoz, yanlarda ikişer kubbeli, İstanbul Üsküdar Mihrimah Sultan (İskele) Camii’ ne benzer dış revak ise sütunlar ve yuvarlak kemerler üzerine ahşap çatılıdır. Ceviz ağacından kapı kanatları sedef ve fildişi kakmalarla süslüdür. Mihrabı ve geometrik şebekeli minberi mermerdendir. Külliye binalarından medrese, çifte hamam harap durumda, han tamamen yıkılmıştır. İki kalın paye üzerine altı kubbeli bedesten restore edilmiş, cephesinde duvar izleri görülen dükkânlar yerine yenileri yapılmıştır. Camide asıl kitabeden başka Abdülmecit devrinden 1257 (1841) tarihli bir tamir kitabesi vardır (Aslanapa, 1986: 208-209).

Fotoğraf 7. Kur’ an- ı Kerim’in Vakfedildiği Tekirdağ Rüstem Paşa Camii ve Külliyesi http://www.restorasyonforum.com/camii/rustem-pasa-camisi-merkez-tekirdag-

Çizim 1. Kur’ an- ı Kerim’in Vakfedildiği Tekirdağ Rüstem Paşa Camii Ve Külliyesi Planı

http://mimarsinaneserleri.com/mimari_cizimler/Tekirdag%20Rustem%20Pasa%20Cam ii/slides/Levha024_Tekirdag_Rustem_Pasa_Camii_Plani.html 

2.3. KURAN-I KERİM

Kur’ an, kıraatten; okumak, tilavet, cem ve okunmuş (Yeğin, 1975: 343), Türk Dil Kurumu Sözlüğünde Kerîm kelimesi; cömert, kerem sahibi; muktedirken affeden, cömertlik duygusunu veren, va'dini yerine getiren anlamlarına gelmektedir ve Arapça kökenli bir kelimedir. En son ve en yetkin olarak söylenmiş ve dini tamamlamış olan Tanrı sözü (Kelamullah)’dür ( Hançerlioğlu, 2000: 267).

Kur’ an-ı Kerim, İslam inancına göre Hz. Muhammed’e, 40 yaşında iken, 610 yılında Allah tarafından, ramazan ayının 27. gecesinde İslam’ın 4 büyük meleklerinden

Cebrail aracılığıyla vahiyler şeklinde gönderildiği kabul edilen kutsal kitaptır. Vahiy; ima etmek, fısıldamak, başkasına bir şeyi intikal ettirmek, ilham ve telkin etmek, seri ve gizli bir şekilde bildirmek demektir (Yıldırım, 1996: 19-20).

Kuran-ı Kerimdeki her bir cümleye ayet denir. Kur’ an-ı Kerimde 6666 ayet vardır. En kısa ayet “Velfecr”, en uzun ayet ise genellikle Mushaflarda tam sayfayı kaplayan “Müdayene” ayeti (Bakara, 282) dir. Sure, ayetlerden meydana gelen, başı ve sonu bulunan bağımsız Kur’ an parçalarıdır (Yıldırım, 1996: 52). Toplamı 114 olan surelerin 86’sı Mekke’de, 28’i Medine’de gelmiştir. En kısası 3 ayetli Kevser suresi, en uzunu ise 286 ayetli Bakara suresidir. Kuran-ı Kerim’in bölünmüş olduğu 30 parçadan her birine cüz denir. Her cüz ise 4 hizip(bölüm) tir. Hiziplerde aşırlara ayrılır, surelerin başına klişe içine ismi, ayetlerin adedi, Mekke’de ve Medine’de nazil olduğu yazılır (Keskinoğlu, 1989: 127). 13 yıl kadar süren Mekke döneminde indirilen ayet ve sureler daha çok İslâm inanç ve ahlâkı ile ilgili konuları içerir. İfade bakımından son derece derin ve güçlüdürler. Mekke döneminde Kur-an’ın, Hz. Âdem’den itibaren devam eden vahiy zincirinin aynısı olduğu yer alır. Medine’ye hicretten sonra inen ayet ve surelerde daha çok hukuk kuralları yer almıştır. Aile ve devletin yönetimi, devlet ve insan ilişkileri, anlaşmalar, barış ve savaş durumları bu ayetlerde daha kolay anlaşılır ve sade bir üslupla açıklanmıştır (Sarıkçıoğlu, 2002: 418).

Kur’ an-ı Kerim kitabeti (yazımı), Miladi VII. (Hicri I.) yüzyıldan başlayarak XX. (H. XIV.) yüzyıla kadar esaslı değişiklikler geçirmiştir. Bilinen en erken dini yazma kitaplar, İslamiyet’ in ilk üç yüz yılına ait Kur’ anlardır. Kitap sanatları; üzerine yazıldığı malzeme, kullanılan kamış kalem, mürekkep, sayfa düzeni, süsleme alanları, geliştirilen yazı karakterleriyle birlikte satır tertibi gibi birçok konuda, başlangıçtan bu yana çok büyülü enerji dolu ve hareketli bir akış izlenmiştir. İlk dönemlerin parşömen (ceylan derisi) üzerine yazılmış harekesiz ve noktasız yatay formdaki Kur’ an-ı Kerimlerinde, zaman içinde çeşitli süsleme unsurları görülmeye başlanmış, bu suretle ayet sonlarına noktalar, sure başlarına uzunca şeritler halinde başlıklar, sayfa kenarlarına muhtelif şekillerde rozetler konulmuştur. Bu anlayış diğer sahalardaki bilimsel ve edebi eserlere de yansımış ve böylece yazma kitap sanatları, hat ve tezhibin birlikteliği ile devam edip gitmiştir (Özkeçeci, 2006: 286).

Başlık denilen süsleme alanları geç dönemlere kadar varlığını sürdürmüştür. 10.yüzyıldan sonra, Kur’ anlarda sayfa düzeni dikey formda düzenlenmiş, kufi yazıya nesih yazı türü de eklenmiştir. Tezhipli alanlar ise bir önceki eserlerdeki gibidir.13. yüzyılda ise yazı çeşitliliği artmış, geometrik süslemeler sayfanın tamamını kaplayarak çift sayfa kompozisyon anlayışı gözlenmektedir (Alav, 2011: 7).

2.4. TEZHİP SANATI

Geleneksel Türk sanatlarımız, Türk güzel sanatlarının önemli bir bölümünü içine alır. Tezhip sanatı da bunlardan biri olup, uzun ve köklü bir geçmişe sahiptir. En önde gelen işlevi yazı süslemesi ve yazının giysisi olarak kabul edilir (Taşkale, 1997: 110). Eskiden el yazması kitapları ve hüsn-ü hat murakkaların kenarlarını boya ve yaldızlı süslemelerle tezyin etmek işine verilen isimdir. Tezhip, özellikle küçük ebatlarda hassas bir şekilde uygulanan bir kitap süsleme sanatıdır. Tezhip yapan kişilere “müzehhip” adı verilmektedir (Özkeçeci ve Özkeçeci, 2007: 29)

Arapçada “altınlama” anlamına geliyorsa da tezhip sözü yalnız altınla işlenen süsleme için değil, toprak boyalarla yapılan ince kitap tezyinatı içinde kullanılır. Hatta bazı müzehhibler minyatürde yapmışlardır (Özen, 1986: 71). Tezhibin yapılış tarzına göre değişen nevileri vardır. Halkar, halkari, tarirli halkar, pesend, perdah, perdaht, şikaf, şükufe, zerenderzer, zerefşan, minyatür, lake bu nevilerin aldıkları isimlerdir (Pekalın, 1946: 491).

Tezhip sanatı Orta Asya’da ortaya çıkmıştır. Türkler bu zarif sanatı gittikleri her yere götürdükleri gibi Anadolu’ya da taşımışlardır (Özönder, 2003: 200; Özcan, 2002: 300). Buna karşılık kökeni Orta Asya’ya uzanan tezhip sanatının elimizde bulunan en erken örnekleri XII. ve XIII. yy. Anadolu Selçuklu eserleridir (Ersoy, 1988: 40).

1071’de Alparslan’ın Malazgirt’te Bizans ordusunu yenmesinden sonra, XI. yy.dan itibaren Anadolu’ya akmaya başlayan Türk boyları kısa sürede Anadolu’ya egemen olmuşlardır. Yaklaşık iki yüzyıl boyunca Anadolu’da egemen olan Selçuklular sanatın her alanında görkemli eserler icra etmişlerdir. XIII. yy.ın ortalarına doğru ise giderek büyüyen siyasi ve idari problemler Anadolu Selçuklu devletinin gücünü azalttı. 1243 yılında Sivas’ın doğusunda Moğollar’ la yapılan Kösedağ Savaşı Moğollar’ ın galibiyeti ile neticelenince Anadolu Selçuklu sultanları Moğollar’ a bağımlı hale geldi.

1308 yılında ise tamamen tarih sahnesinden silindi. Burada ilginç olan bir nokta var ki o da; bu problemli yıllarda sanatta bir gerileme görülmemesi hatta yeni atılım ve yenilemelerle çok başarılı ürünler verilmesidir (Öney, 1988: 7-8).

Anadolu Selçuklu tezhip sanatının sınırlı sayıdaki örnekleri belli bir karaktere uygun eserler ortaya koymuştur. Bu karakterin oluşmasında, İslâmiyet’le beraber Orta Asya tesirlerinin olduğu gibi Anadolu’da XIII. yy.da görülen fikri ve tasavvufi akımların etkisi büyüktür. Özellikle Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî etrafında oluşan fikri akım, Mevlevilerin çok güzel eserler vermelerine sebep olmuş, sanat ve sanatkâra duyulan saygı, fikrî akımlar tarafından desteklendiği gibi Selçuklu sultanları tarafından da teşvik edilmiştir (Öztürk, 2007: 15-16).

Anadolu Selçuklu tezhip sanatı, Konya ve diğer şehirlerde kurulan atölyelerin çevresinde gelişmiştir. Atölyeler hakkında arşiv kayıtları yoktur. Ancak kitapların zahriye sayfalarında yazılmış olan kütüphane kaydı, kitabın adı, yazarı gibi yazı karakterlerinden hareketle aynı tarzda olduğunu anlıyoruz. Anadolu Selçuklu tezhip sanatının en karakteristik özelliği geometrik formlardan oluşmasıdır. Bunun yanı sıra stilize edilmiş ve Orta Asya hayvan üslubunun izlerini taşıyan hayvani kökenli motifler bol miktarda yer alır. Anadolu Selçuklu devrine ait kitaplardaki süslemeler ile aynı döneme ait mimarî eserler üzerindeki süslemeler de tam bir benzerlik gösterir (Öztürk, 2007: 16).

Anadolu Selçuklu tezhibinin yapılışı ile ilgili bilgi vermek gerekirse: El yazmalarındaki süslemeler genellikle önce ayrı bir kâğıdın üzerine yapılır daha sonra sayfaya yapıştırılırdı. Bunların yanı sıra doğrudan sayfaya tezhiplenmiş olanlar da vardır. Bu dönemde özellikle zahriye, serlevha, sûrebaşı, bölüm başı, hâtime ve güller devirlere göre üslup gelişimi içersinde tezhiplenmiştir. Mevki sahibi veya varlıklı bir kişi için hazırlanmış eserlerin dışında, serlevha, sûrebaşı, bölüm başı, hâtime sayfası gibi bölümler tezhiplenmeyip sadece zahriye sayfası tezhiplenmiştir (Öztürk, 2007: 16).

Zahriye sayfaları tek ve karşılıklı iki sayfa şeklindedir. Tam sayfa tezhip edildiği gibi sadece mekik, madalyon ve dikdörtgen çerçeve şeklinde de tezhiplenmişlerdir. Serlevha sayfaları ise tam sayfa olarak tezyin edilmiştir. Sayfanın ortasında geometrik motifler yer almıştır. Bunların etrafını genelde rûmî motifleri ve cedveller

sınırlamaktadır. Süslemeler geniş bordürler halindedir. Cetvel çekilmeden dendanlı form olarak hazırlanmış serlevha sayfası yok denecek kadar azdır. Sûrebaşı ve bölüm başı tezhipleri dikdörtgen çerçeve içersinde tezyîn edilmiştir. Hâtime sayfası ise nadiren görülmektedir. Sayfa kenarlarında kullanılan güller yer alır ve formları büyüktür (Öztürk, 2007: 16).

Anadolu Selçuklu tezhiplerinde geometrik ve bitkisel motifler görülür. Geometrik motifler çok kollu yıldız ve zencerek türündeki geçmelerden meydana gelir. Bitkisel motifler; ince kıvrık dallar, penç, hatâyî ve gonca güllerden teşekkül eder. Bunlara ilaveten rûmî motifleri sıklıkla görülür. Ancak XIII. yy.a doğru, geometrik formlar, yerini yavaş yavaş spiral dallar üzerindeki rûmî ve bitkisel kıvrımlara bırakmaya başlamıştır. Kompozisyonlarda, bitkisel motifler oldukça iri ve aralarındaki orantılara dikkat edilmeden kullanılmışlardır. Bu dönem, XV. yy.da tam manasıyla klasik formu ile görülmeye başlayan ve XVI. yy.da karakteristik formuna ulaşan rûmî motifinin başlangıç safhası olmuştur. Kompozisyonları dikkatle incelediğimizde rûmînin bünyesini ve tohumlarını, ortabağ ve tepelik formlarını fark ederiz (Öztürk, 2007: 17).

Altın, jelâtinli su ile ezilerek veya varak halinde yapıştırılarak bolca kullanılmıştır. Kullanılan boyalar arasında lacivert, bordo ve kahverengiyi görmekteyiz. Rûmî renkleri genelde altın olup üzerleri yeşil veya kırmızı ile gölgelidir. Rûmî motifi üzerinde siyah tarama çizgileri Anadolu Selçuklu tezhibine özgüdür. Bir diğer özellik ise geometrik zencereklerin arasında yeşil ve mavi ile renklendirme yapılmasıdır. Cetvellerde kurşun beyazı denilen rengi de görmek mümkündür. Altının kullanımı ise XI. yy.dan XIII. yy.a kadar ihtişamını sürdürmüştür. XII. yy.da kahverengi ve krem XIII. yy.da ise mavi ve altın revaçtadır (Öztürk, 2007: 17).

2.5. HAT SANATI

Dünya tarihinin bilinen en eski dönemlerinden itibaren kavimler, çeşitli yazılar icat ederek, iletişimde yazıyı önemli bir vasıta olarak kullanmışlardır. Yazı bulununcaya kadar geçen zamanda topluluklar, öncelikle çeşitli motifleri iletişim yazı vasıtası olarak kullanmışlardır. Bugün için tarihi değeri oldukça yüksek olan bu araçlar, çeşitli

dönemlerde değişkenlik göstermiş ve büyük gelişim sağlamış, zamana ve ihtiyaca göre ilerlemiş ya da gerilemiştir (Gülnihal, 2004: 16).

İnancımıza göre, İdris A.S. ilk defa medeniyetin müsebbibi olmuş, üç büyük buluşla bir talim kapıların açılmasını sağlamıştır. Elbiseyi bulmakla makası, iğneyi yün tarağını, şişi, gök ilmini bulmakla matematiği, gün, hafta, ay ve yılı kalemi bulmakla da yazıyı ortaya çıkaran odur diyebiliriz (Yağan, 2005: 20).

İslam medeniyeti gelişip yayıldıkça, muhtelif güzellikler ve farklı çizgiler taşıyan birçok sanatı tanımış ve bu sanatları özüne has değerleriyle yoğurarak şekillendirmiştir. Bunu yaparken, İslamiyet’in girdiği ve yayıldığı yerlerdeki sanatlarla münasebet kurduğu gibi, İslam öncesi toplum mirasından da etkilenmiştir. Hat Sanatı da bu etkilerin dışında kalmamıştır (Derman, 1992: 9 ).

Arapça bir kelime olan “hat” sözlükte; “ince, uzun, doğru yol, birçok noktanın birbirine bitişerek sıralanmasından meydana gelen çizgi, çizgiye benzeyen şeyler ve yazı” gibi anlamlara gelir.

Hat sanatı, Türk İslam kültüründe, “ yazı” ve “ güzel yazı” ( Hüsn-i Hat, Hüsnü-l Hat, El- hattı’l- hasen ) manalarında kullanılmıştır. Hüsn-i Hat, estetik kurallara bağlı kalarak, ölçülü ve güzel yazı yazma sanatıdır. Yalnızca İslam yazıları için kullanılan bir tabirdir. Sanatkârlarına verilen en eski lakap; kâtip, muharrir ve verrak kelimeleridir. Tahminen 4. ( 10.) yüzyıldan sonra Hattat denilmiştir (Serin, 2003: 17).

Hüsn-i Hat yazısı oluşturulurken, satırlar da yazılar da noktalarla tespit edilmiştir (Oğurlu, 2003: 48).

İslamiyet’ten önce, bugünkü Ürdün ve Suriye topraklarında yaşayan Nabat kavmi tarafından kullanıldığı için Nabati yazısı denilen ve aslen Fenike yazısına bağlanan Arap harfleri, ilk haliyle, ileride böylesine güçlü bir estetiğe sahip olacağının ipucunu vermez; harfleri çok basit şekillerden ibarettir. İslam’ın doğuşuyla, bilhassa 622 deki hicretten sonra Arap hattı da şeref kazanarak, bu yeni ve son semavi dinin

kitabet vasıtası olmuştur (Derman, 2000: 590). İslam yazısı, tek başına, İslam dininin, kültür ve medeniyetinin sembolü olmuştur (Boydaş, 1994: Önsöz).

Yazı sanatının İslam kaynaklarındaki en özlü tarifi, “ Hat cismani aletlerle meydana getirilen ruhani bir hendesedir” cümlesiyle yapılmıştır ve hat sanatı, bu tarife uygun bir estetik anlayış ile asırladır süregelmiştir. Genellikle renklerin yer almadığı uçuk bir zeminde estetik kavramının sadece siyah çizgiler halinde böylesine ifade edilişi, diğer yazı sistemlerinde pek görülmediği için batılı ressamlarca da inceleme ve ilham konusu olarak ele alınmıştır. Bu noktadan bakıldığında da, hattı resim seviyesine çıkarmamış basit ve iptidai (ilkel) bir çalışmanın tezahürü (ortaya çıkışı) olarak değil, resmin ötesinde ve resim kavramları ile anlatılamayacak bir estetiği ifade eden yüksek bir sanat mahsulü olarak görmek gerekir (Derman, 2000: 589).

İslam sanatları içinde güzel yazının ayrı bir yeri vardır. Arap harfleri, Hz. Muhammed’den bu yana, bilhassa Kur’ an-ı Kerim yazısı olması sebebiyle, asil çizgilerde berraklaşarak bedii bir kıymet kazanmıştır. Müslüman sanatkârların güzellik duyguları ve sanat dehaları daha ziyade hat ve süsleme sanatları alanına yönelmiştir (Serin, 1999: 9).

Arap hattı, muhtelif devrelerde en fazla işlendiği bölgeye nispetle, İslam öncesi anbari, hiri, mekki ve Hicretten sonra da medeni isimlerini alarak gelişti. İslam’ın kitap metni haline getirilen ilk metni olan Kur’ an, işte bu mekki- medeni hatla, deri üstün siyah veya kahverengi mürekkeple, noktasız ve harekesiz yazılmıştı ki, bu ilk örneklerde, elbette sanat mülahazası aranılmamıştır. Zamanla, bu yazı iki tarza ayrıldı: Sert köşeli olanı Mushaflara ve kalıcı yazışmalara tahsis edilerek, en fazla Irak’ın Kufe şehrinde işlendiği için Kufi adıyla anılmaya başlandı. Hızlı yazılabilen ve sert köşeli olmayan diğer tarz ise günlük işlerde kullanıldı. Yuvarlak ve yumuşak karakterinden dolayı sanat icrasına uygun bir hal aldı (Derman, 2000: 590).

Kur’ an-ı Kerim’i Allah sözüne yaraşır güzellikte yazma heyecanı, gayret ve titizliği “ güzel şeyler, güzel mahfazalara konulur” anlayışı, yazının sanat yazısı seviyesine yükselmesinde önemli bir faktör olmuştur (Serin, 2000: 595).

Yazının çeşitli form ve terkipler kazanarak, sanat seviyesine yükselmesinde Emevi ve Abbasiler devrinde yetişen hattatların büyük rolü vardır. Yazıya ilk defa üslup kazandıran sanatkâr, Emevi sarayında çalışan ve dört yazı geliştiren, Kubbetü’l Muharrir’dir (Bektaşoğlu, 1999: 275).

Büyük Selçuklular dönemine ait kitabe yazıları ve Kur’ an-ı Kerimler vardır. Bunlardan kitabe olanların hattatları belli değildir. Fakat kâğıt üzerine yazılı olan eserlerin bazılarında hattat isimleri bulunmaktadır. Geniş bir coğrafyaya sahip olan büyük Selçuklularda hattatların milliyeti hakkında kesin bir bilgiye rastlanılmamaktadır.

II. Tuğrul döneminde (1177-1194) sanata ve sanatçıya büyük önem verilmiş, Zeynüddin Mahmud isimli hattat ise bu hükümdara hat dersleri vermiştir. Anadolu Selçukluları döneminde Konya başkent olmuş, I.Alâeddin Keykubat bu şehri sanat merkezi haline getirmiştir. Mevlana Celalettin ve Muyyiddin Arabî gibi bilim adamları öne çıkmıştır. Konya Mevlana Müzesi bulundurduğu hat sanatı örnekleri açısından önemlidir. Kufi yazı mimaride, muhakkak ve reyhanî yazı ise Kuran-ı Kerimlerde ve edebi eserlerde sıklıkla kullanılmıştır. Hattat Kutluğ bin. Abdullah ve İzzettin Savcı dönemin önemli hattatlarıdır. Daha önceki yüzyıllarda çok tutulan kûfî yazı artık önemini kaybetmiş, onun yerine Aklam-ı sitte hâkimiyeti başlamıştır (Alav, 2011: 49- 50).

Aklam-ı Sitte ( altı kalem) denilen, Hat ve Hattat tan’da tespit edilen sıralamaya göre; Sülüs, Nesih, Muhakkak, Reyhanî, Tevkii ve Rıka kalemleri ortaya çıkmıştır. Burhan-ı Katı’da bazılarının Talik yazısını yedinci kalem olarak aldıkları ve ölçülü yazıların aslının Heft Kalem ( yedi kalem) olduğu belirlenmiştir (Otyakmaz, 2002: 59).

Türkler tarafından tarih boyunca, başlangıçtan bugüne kadar dört alfabe kullanılmıştır. Bunlar Orhun Alfabesi, Uygur Alfabesi, Arap Alfabesi ve Latin Alfabesidir. Bunlardan başka Türkler tarafından veya Türkçe için Uygur alfabesinin aslı olan Sogd Alfabesi, Mani, Brahmi, Süryani, Yunan ve İslav Alfabeleri de kullanılmıştır. Ancak bunların içerisinde gerek zaman ve gerek saha bakımından umumileşerek geniş ölçüde kullanılan, böylece milli alfabe haline gelen alfabeler Orhun, Uygur, Arap ve Latin harfli alfabelerdir. Arap harfleri Türkler arasına İslamiyet’le birlikte girmiş, X.

asırdan XX. asrın baslarına kadar bin seneye yakın bir zaman süresince kullanılmıştır (Ergin, 1993: 2).

Türk hat tarihini, Türklerin İslamiyet’i kabul etmeye başladıkları X. yüzyıl’dan başlatmak gerekir. Bu devirde hat sanatının merkezi Abbasi devletinin başkenti olan Bağdat idi. Türk hat tarihinin bu ilk devirleri, Arap şahıs isimlerinin Türk ve İranlılar tarafından müştereken kullanılmış olması sebebiyle bu devirden günümüze intikal eden eserlerin sahiplerinin milliyetini belirlemede karanlık kalmaktadır (Alparslan, 2002: 478).

Türkler Müslümanlığı kabul ettikleri çağda Kûfî yazı revaçta idi. Doğu Asya’nın iki büyük devletinden biri olan Karahanlılar ( 992-1211), 940 yılına doğru Müslüman olmaya başladılar ve saltanat sürdükleri Maveraünnehir ve Doğu Türkistan’da Kûfî ve Nesih yazıyı beraberce kullandılar. Diğer bir Türk devleti olan Gazneliler (963-1186) tarafından da Kûfî ve Nesih yazı kullanılmıştır. İran Selçukluları (1038-1194) döneminde de aynı istikamette eserler verilmiştir. Anadolu Selçukluları (1077-1307) döneminde Kûfî ve Nesih yazı yaygın olarak kullanılmış olmakla birlikte bu dönemde Kûfî yazının kullanımının biraz azaldığı onun yerini Celî Sülüs yazının aldığı görülmektedir (Alparslan, 2002: 267).

İlk Müslüman Türk devletlerinden İhsidiler (935-969), Karahanlılar (992-1211), Gazneliler (963-1186), Büyük Selçuklular (1038-1194) ve Anadolu Selçukluları (1077- 1307) devrinin ilk yüz elli yılında Aklam-ı Sitte alanında İbn Bevvab’ın yazı üslubunun benimsendiği görülmektedir. İbn Bevvab’ ın tesiri Aklam-ı Sitte’ de üçüncü reformist olarak nitelendirilen Yakut’un yaşadığı yıllara kadar (1221-1298) yaklaşık olarak üç yüz sene kadar devam etmiştir.

Yazıda İbn-i Bevvab’ ın kendinden önce düz kesilen kamış kalemin ağzını eğri keserek hat sanatına büyük bir yenilik getiren Yakud’ un geliştirdiği Aklam-ı Sitte anlayışı tüm İslam alemine yayılır. XII.- XIII. yüzyıllarda ( H. VI.) kufi hattıyla Kur’ an Kitabeti devam ederken sure başlıklarında sülüs yazı altınla birlikte kullanılır. Sayfa kenarı boşluklarında çok zengin biçimlerde tezhip edilmiş dairevi, oval, mekik v.b. şekilli rozetler (güller) yer alır. Aynı yüzyılda metnin etrafı geçme zincir veya çeşitli bordürlerle cetvellenmiş, iri kalemle yazılmış kufi Kur’ anlar hazırlanmıştır. Önceki

yüzyıl örneklerinde olduğu gibi bunlarında satır araları kâmilen (bütünüyle) tezyin edilmiştir. Bu dönemlerde Selçuklu Kur’ an ‘ ları önemli bir yer tutar (Özkeçeci, 2006: 292).

Hat sanatı bakımından Anadolu Selçukluları dönemi daha zengindir. Türklerin

Benzer Belgeler