• Sonuç bulunamadı

Haydarîzâde İbrâhim Efendi’nin şeyhülislâmlığı esnasında yaşanan kayda değer olaylardan biri de Anglikan Kilisesi tarafından yöneltilen İslâmiyet ile ilgili dört sual meselesidir. İngiltere’nin resmi dini kurumu olan Anglikan Kilisesi’ne bağlı Külliyat-ı Edyan Cemiyeti’nde bir kütüphane kurulmuş ve burada İslâm dinini anlatan bir eser bulundurulması istenmiştir. Yazı işleri müdürü Arthur Bouthwood bu amaçla İslamiyet ile ilgili dört adet soru hazırlamış ve Anglikan Kilise’si aracılığıyla Osmanlı Devleti’nden cevap talep etmiştir. Sorular cevaplandırılması için Meşihata yönlendirilmiştir.120

Soruların tam olarak hangi tarihte Meşihat makamına ulaştığı bilinmemekle beraber121 Haydarîzâde İbrâhim Efendi’nin ilk şeyhülislâmlığı’nın ortalarına tekabül eden 1919 yılının ilk aylarında olduğu tahmin edilmektedir. Şeyhülislâm Haydarîzâde İbrâhim Efendi soruları kendisinin de bu makama atanmadan evvel azaları arasında bulunduğu Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye kurumuna havale etmiştir. Sorular; “Hz. Muhammed’in dini nedir? İslâm nedir? Bu din fikir ve hayata ne veriyor? Bu din zamanımızın çeşitli sıkıntılarını nasıl tedavi ediyor? Dünyayı gerek daha iyi, gerek daha kötü biçimde çeviren siyasi ve manevi güçlere ne diyor?” şeklindedir.122

Anglikan Kilisesi tarafından gönderilen mektupta sorulan sorulara detaylı cevaplar verilmesi talep edilmiş, cevaplardan oluşacak eserin otuz bin kelimeden oluşmasını istedikleri dahi

Tarık Zafer Tunaya, Türkiyeʼde siyasal partiler C.2, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, 1988, s.192; Sinan Hakan, Türkiye Kurulurken Kürtler (1916 -1920), İstanbul: İletişim Yayınları, 2013, s.195-205; Suat Zeyrek, “Milli Mücadele Sürecinde Türk-İngiliz Rekabeti: Kürt Sorunu”, Türkiyat Mecmuası, C.23 Bahar (2013), s.111-140; Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele 1, s.537,538.

120

Zekeriya Akman, “Anglikan Kilisesi’nin Meşihat Kurumuna Soruları Ve Bunlara Verilen Cevaplar”,

Hikmet Yurdu Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, C.6, S.11 (2013), s. 358. 121

TDV İslâm Ansiklopesinde Anglikan Kilisesine Cevap isimli Mısırlı Âlim Abdülaziz Çaviş’in ilgili sorulara verdiği cevapları haiz eserini anlatan ansiklopedi maddesinde soruların 1916 yılında İngiltere’den Meşihat makamına gönderildiği yazılmıştır fakat bu tarihte olduğuna dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. (M. Süreyya Şahin, “Anglikan Kilisesine Cevap”, TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı, 1991.) Mezkûr tarihte Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye kurumunun henüz kurulmamış olması ve Haydarîzâde İbrâhim Efendi’nin henüz Şeyhülislâmlık makamında olmaması da ilgili tarihin doğru olmadığını gösteren diğer bilgilerdir.

35

belirtmiştir. Arthur Bouthwood aynı konuyla ilgili ikinci bir mektubunda cevabın elli bin kelimeye kadar da çıkabileceğini iletmiştir.123

Sorular yöneltildiği dönemde kamuoyunu fazlasıyla meşgul etmiş, nitelikli bir eser ortaya koyulabilmesi Darü’l-Hikmeti’l-İslamiye kurumu tarafından bir çalışma başlatılmıştır. Darü’l-Hikmeti’l-İslâmiye’de yapılan altı toplantının gündemini mezkûr sorular oluşturmuştur. Titiz bir çalışmanın yürütülmesi cevabın gecikmesine sebep olmuş, bu durum çeşitli yayın organlarında eleştiri konusu haline gelmiştir. Darü’l- Hikmeti’l-İslâmîye’de ilk olarak bazı üyeler tarafından ayrı ayrı risâleler sunulması kararlaştırılmıştır. Sunulan risâleler arasından İzmirli İsmail Hakkı Bey’in hazırladığı risâle kabul edilmiş, diğer azaların çalışmalarının da boşa gitmemesi için çeşitli bahislerde onlardan da faydalanılmıştır. Bu faaliyet için özel bir komisyon oluşturulmuş ve son şekli verildikten sonra eser meşihat kurumuna sunulmuştur.124

Eser, son halini aldığı sıralarda ülkenin içinde bulunduğu zor şartlar sebebiyle ne Anglikan Kilisesi’ne gönderilebilmiş ne de basılabilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti görevine getirilen Mehmet Vehbi Efendi meseleyi gündeme getirerek bu sualin cevapsız bırakılmasının İslâmiyet’in şanına yakışmadığını söylemiş, eserin son halinin İstanbul’dan Ankara’ya getirtilerek az bir değişiklikle basılmasını sağlamıştır. İzmirli İsmail Hakkı Bey tarafından hazırlanıp Darü’l Hikmeti’l-İslamiye azaları tarafından katkılar sağlanan eser el Cevabu’s-Sedid fi

Beyân-i Dini’t-Tevhid ismi altında 1339/1920 yılında Ankara Ali Şükrü Matbaası

tarafından neşredilmiştir.125

İzmirli İsmail Hakkı’nın haricinde ilgili sorulara cevap verenler; el-Ecvibe Fi’l-islâm An Es’ileti’l Ancilikiyye isimli eseriyle Abdülaziz Çaviş ve

Hakîkat-ı İslâm isimli eseriyle Milaslı İsmail Hakkı’dır.

123 Akman, Anglikan Kilisesi, s.357.

124

Mehmet Bulut, “Şer’iyye Vekâletinin Dini Yayın Hizmetleri”, Diyanet İlmi Dergi, C.30, S.1, s.3-16; Ali Birinci, “Siyaset Meydanında Bir Dersiam: Hoca Ahmed Rasim Avni Efendi’nin Serencamı”, İstanbul

Araştırmaları, Vol.3, (Güz 1997), s.178-179. 125 Akman, Anglikan Kilisesi, s.363.

36

Dönemin Darü’l Hikmeti’l-İslamiye azalarından Bediüzzaman Said Nursi’de 1926 ve 1934 yılları arasında Barla’da yazıldığı bilinen126

Mektubat ve Sözler isimli eserlerinde konuya değinmiştir. Mektubat’ta neden cevap vermediğini ve verilmemesi gerektiği anlatmış, Sözler’de ise yine aynı konudan bahsederek İngilizleri muhatap almadan gereken cevapları yıllar sonra da olsa kısaca vermiştir.127

İstanbul’un işgal altında olduğu günlerde işgalci İngiliz devletinin resmi dini dairesi olan Anglikan Kilisesi’nden altı suale128 altı yüz kelime ile cevap istenmesine şu şekilde karşılık verdiğini belirtmektedir; “Ben dedim: ‘Altı yüz kelime ile değil, altı kelime ile de değil, hatta bir kelime ile dahi değil, belki bir tükürük ile cevap veriyorum. Çünkü o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurane üstümüzde sual sormasına karşı, yüzüne tükürmek lazım. Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!’ demiştim.” 129

Said Nursi’nin Mütareke döneminde İngilizlere karşı verdiği mücadele ve devamında Anadolu hareketine olan desteği bilinmektedir. Anglikan Kilisesi’nden gelen soruları muhteva açısından değerlendirmekten ziyade sorulduğu zamanın siyasi durumu açısından değerlendirmiş ve işgalci bir devletin resmi dini otoritesinden gelen soruları mağrurane olarak nitelendirerek cevap verilmemesi gerektiğini sert bir üslupla açıklamıştır. Olayın üzerinden yaklaşık altı yıl geçtikten sonra da kısa ve öz cevaplarla meseleyi noktalamıştır.