• Sonuç bulunamadı

Anberiyye Müslüman Topluluğu (Munchere)

2.2 Gana’da İslâmî Gruplar

2.2.1 Ticâniyye Tarikatı ve Kolları

2.2.2.1. Anberiyye Müslüman Topluluğu (Munchere)

“Reddeden” manasına gelen Munchere’ler, 1950’lerde, Gana’nın kuzeyinde her ne kadar bireysel bir hareket olarak başlamışsa da Ticâniyye hareketinin İslâm dışı olarak gördükleri uygulamalarına karşı bir mücadele olarak Afa Ajura’nın desteği ile ortaya çıkmıştır.304 Hem Dagbani dilinde hem Arapça’da inkâr kelimesinin karşılığıdır.

Munchere terimi ilk kullanıldığında şu Kur’an ayetine dayandırılmıştır: “İşte bu (Kur’an) da bizim indirdiğimiz bir mübarek öğüttür. Şimdi siz bunu mu inkâr ediyorsunuz?”305 Arapça’da “bilmemek, yadırgamak” manasındaki “nükr (ركن)”

kökünden türetilen ve “kabul etmemek, reddetmek, hoş görmemek” anlamlarına gelen inkâr da küfür karşılığında kullanılmakta olup bu tavrı sergileyene “münkir” adı

303 Dumbe, Islamic Revivalism, s. 55-58. 304 Iddrisu, Contesting Islam in Africa, s. 95. 305 el-Enbiyâ 21/50.

96

verilir.306 Dolayısıyla Munchere (ركنملا) terimi, Allah’ın lütfuna nankörlük edenlerle ilişkilendirildiği için, Anberiyye Müslüman Topluluğu ve âlimleri bu terimi reddetmiştir. Onlar, Müslümanları “Vehhâbîlerden” sakındırmaları gerektiğine dair uyarıda bulunmuştur. Burada, “Vehhâbîler”le kastedilen Gana’nın kuzeyindeki sokaklarda dolaşan uzun sakallı olarak vaaz veren bir gruptur. Sakallı vaizler olarak nitelendirilen grubun, aslında Hindistan’da Mevlâna Muhammed İlyas (1885-1944) tarafından kurulan Tebliğ Cemaati olduğu söylenebilir.307

Munchereler her ne kadar kendilerini Selefî veya Vehhâbî yerine Sünnî bir topluluk olarak görseler de Selefî-Vehhâbîler ile benzerlikleri -ki bunların ileride zikredilecek olan Vehhâbiyye’nin itikadî görüşlerinin bazılarını benimdiği görülecektir- onların bu isim ile adlandırılmalarına neden olmuştur. Suudi Arabistan’dan mezun olan Vehhâbî âlimleri tarafından sürdürülen Anberiyye Müslüman Topluluğu, Vehhâbî terimini kendileri için aşağılayıcı olarak görmektedirler. Munchereler, Vehhâbîlerin, Müslüman olmayanlara veya Sünnî olmayanlara yönelik olan “tekfirci”308 yöntemi

benimsemeyerek, aksine, tehdit edici vaazlar, açık ithamlar ve Ticâniyye’nin temel doktrinine yönelik karşılıklı ve şiddetli saldırılarda bulundular. Bu, Batı Afrika’nın birçok yerinde Vehhâbîleri karakterize eden en önemli özellik olmuştu.309

Vehhâbîlik İslâm dünyasında çok yönlü ve geniş bir etkiye sahip dinî ve siyasî bir harekettir. Adını hareketin dinî yönünün temellerini atan Muhammed b. Abdülvehhâb’a (1703-1792) nisbetle almaktadır.310 Müntesipleri Vehhâbî ismini kabul

etmezler;311 aksine, Muvahhidûn (ehl-i tevhîd) veya izledikleri geleneksel dinî usule göre Ehl-i Hadîs ya da Selefiyye olarak anılmayı tercih ederler.312

Vehhâbîliğin itikadî görüşleri kurucusu Muhammed b. Abdülvevvâb’ın görüşleri etrafında şekillenmiştir. O, 18. yüzyılın Müslüman toplumunun İslâm’ı terk ettiğini ve bir Cahiliye fetreti yaşadığını iddia etmiştir. İslâm öncesi döneme benzettikleri bu cehalet dönemini, Müslümanlardaki manevî, siyasal ve sosyal düşüşün nedeni olarak

306 Mustafa Sinanoğlu, “Küfür”, DİA, XXVI, 533. 307 Iddrisu, Contesting Islam in Africa, s. 98-99.

308 Bknz. Mehmet Ali Büyükkara, “Vehhâbîlik”, DİA, XLII, 613. Muhammed b. Abdülvehhâb ve takipçileri tekfirde aceleci davranıp, tekfiri, muhalif inançlara karşı bir silâh gibi kullanmaktadırlar. 309 Iddrisu, Contesting Islam in Africa, s. 95.

310 Büyükkara, “Vehhâbîlik”, s. 611. 311 Iddrisu, Contesting Islam in Africa, s. 53. 312 Büyükkara, “Vehhâbîlik”, s. 611.

97

zikretmişlerdir.313 Muhammed b. Abdülvehhâb düşüncelerinde tevhid esasından

hareket etmişti. Âlemin yaratılışı ve idare edilişi gibi vasıfların sadece Allah’a ait bulunduğunu ifade eden “tevhîd-i rubûbiyyet”, ibadet ve dua edilecek, kendisinden korkulacak ve rahmetine ümit bağlanacak yegâne merciin Allah olduğunu belirten “tevhîd-i ulûhiyyet” tevhid inancının eksiksiz uygulanışı için gereken unsurlardır. Üçüncü bir unsur olan “tevhîd-i esmâ ve sıfât” ile alakalı ilâhî sıfatları ve müteşâbihât konularında Ehl-i hadîs ekolünün bilinen tercihlerini takip eden İbn Abdülvehhâb ağırlıklı biçimde ulûhiyyet tevhîdi üzerinde durmuştur. Bununla ilgili olarak şefaatin sadece Allah’ın izniyle ahirette gerçekleşeceğini ve Hz. Peygamber (s.a.v.) dâhil hiç kimsenin doğrudan şefaat yetkisine sahip bulunmadığını söylemiştir. Bu sebeple ona göre Hz. Peygamber (s.a.v.) ile sahâbîlerden ya da velîlerden şefaat beklemek şirke götüren bir davranıştır.314

Aynı şekilde Allah’a dua ederken isteklerin kabulü için Resûl-i Ekrem’i ve diğer bazı şahsiyetleri aracı yapma manasına gelen tevessülü de sakıncalı gören İbn Abdülvehhâb, bunu, Câhiliyye müşriklerinin putları aracı kılmasına benzeterek şirk olarak nitelemiştir. Bundan dolayı türbe ve mezar ziyaretlerinde yapılan dua ve niyazlarda ölmüş bir şahsı şefaatçi veya aracı kılma ihtimali bulunduğundan kabrin başında namaz kılmayı ve dua etmeyi de şirk kapsamı içinde değerlendirmiştir. Vehhabîler ayrıca ölmüş bir kişi ile irtibat kurma anlamında râbıta ve ondan yardım dilemek anlamındaki istimdad gibi tarikat geleneği içinde yer alan bazı hususları ulûhiyet tevhidine zarar verdiği için eleştirmiştir. Ayrıca riya, Allah’tan başkası adına kurban kesme veya yemin etme, nazarlık ve muska takma, resim ve heykel yapma türünde tutum ve davranışları şirk olarak değerlendirmiştir. Kelime-i şehâdetle ifade edilen tevhid inancı İbn Abdülvehhâb’a göre mutlaka amellerle hayata yansıtılmalıdır. İman ile amel bir bütündür. Şirke yol açan amellerden sakınmayıp tevhidi yaşamayanlar, bid’atlardan kaçınmayanlar gerçek mümin sayılmaz. Vehhâbîlik’te Kur’an ve sünnette yer almayan ve sonradan ortaya çıkan dinî inanç ve amelleri ifade eden bid’at, üzerinde çok fazla durulan geniş kapsamlı bir kavramdır. Türbe inşasının yanı sıra mescidlere kubbe ve yüksek minareler yapmak, içerini süslemek de bid’at sayılmaktadır. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) doğumunu ve diğer kandil gecelerini kutlamak,

313 Iddrisu, Contesting Islam in Africa, s. 53. 314 Büyükkara, “Vehhâbîlik”, s. 611-612.

98

Kur’an ve hadislerde bulunmayan dua ve zikirleri tekrarlamak, Kur’an’ı makam ve nağme ile okumak, mevlid okutmak, tesbih kullanmak bid’at sayılıp menedilmiştir.315

1965’te Afa Ajura’nın Anberiyye Müslüman Topluluğu adını verdiği Munchere, Sakasaka’da bir cami kurmuştu. Bu cami, Muncherelerin toplanma noktası olmuştu. Daha sonra ise orada modern öğretim yöntemleri ile eğitim veren Anberiyye İslâm Enstitüsü kurulmuştur.316

Anberiyye Müslüman Topluluğu ve hocaları, “inkâr eden, reddedendir” anlamına gelen “Men enkere [fe] hüve münkir” sözüne muhatap olmuştur. Böylece, Munchere “sürekli itiraz etmek” anlamına gelmiştir. Ancak Munchereler bu isimden memnun görünmektedir; çünkü “birisi yanlış bir şey yapıyorsa, o kimseye doğru ile meydan okuyup onunla tartışmak daha iyidir” demektedirler. Bu, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) şu hadis-i şerîfinin bir kısmından alıntı gibi görünmektedir: “Kim bir kötülük görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle önlesin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle öfke duysun. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”317 Gana’nın kuzeyindeki

Muncherelere göre, “munchere” Kur’an’da şu ayette geçmektedir: “Onlar ki, eğer biz kendilerine yeryüzünde iktidar mevkii verirsek namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emreder, kötülükten nehyederler. Bütün işlerin sonucu Allah’a âittir”.318 Bu nedenle,

Kuzey Gana Müslümanlarına göre munchere terimiyle kastedilenler, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünnetine uyanlardır, yoksa fanatik veya aşırı uygulamaları ile bilinen Vehhâbîler değildir.319

“İyiliği emredip kötülükten nehy etme” uygulamasıyla, 1950’lerden itibaren Gana’da dinler arası yaşanan gerilimleri ve açık çatışmaları öne çıkarmıştı. Anberiyye âlimleri Selefîlik/Vehhâbîlik ideolojisinin basitliğinden yararlanarak tasavvufa karşı çıkarak kendilerinin doğru yolda olduklarını iddia ettiler. Onlar, tevhid inancında yer aldığı şekliyle mutlak monoteizme ve Allah’a teslimiyete davet etmekle Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadislerinin rehberliğinde yetişmiş temiz bir Müslüman toplum oluşturulmasına çağırmaktadırlar. Kur’an ve hadiste açıklanamayan herhangi bir söylem, onlar tarafından bid’at ve dine uygunsuz bir yenilik olarak kabul edilmektedir.

315 Büyükkara, “Vehhâbîlik”, s. 611-612. 316 Iddrisu, Contesting Islam in Africa, s. 95-96. 317 Müslim, “Îmân”, 78; Ebû Dâvûd, “Salât”, 232. 318 el-Hâc 22/41.

99

Vehhâbî ideolojisinin en belirgin esaslarından biri de niyettir. Onlara göre niyet her bir ibadet için çok önemlidir. Doğru ve yeterli bir niyetle desteklenmeden Allah için yapılan ibadeti günah olarak kabul etmektedirler.320

Yukarıda daha önce belirtildiği gibi, Anberiyye Müslüman Topluluğunun Vehhâbî/Selefî gruplarıyla paylaştığı ideolojik benzerliklerin bulunduğu söylenebilir. Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerde eğitimlerini ilerletmek için gönderilen ve oralardan mezun olup hoca olarak dönen kişiler daha sonra Anberiyye Müslüman Topluluğunun bu ideolojileriden bazılarını reddedeceklerdir.

Yukarıda bahsi geçen Vehhâbi inanç ve doktrinlerinden ilham alarak Afa Ajura liderliğinde Munchere Topluluğu, toplumda yaygın olarak ve özellikle Ticanîler tarafından kutlanan mevlid, zikir ve virdleri yapmak, Ticanî velîlerinden istimdatta bulunmak, salatü’l-fâtih okumak gibi uygulamalara karşı çıkmaktadırlar. Ayrıca salatü’l-fâtih içinde geçen “nâsıru’l-hakkı bil-hakk” ibaresini Vehhabîliğin tevhîd-i esmâ ve sıfât ile alakalı tutumundan hareketle Allah’a ait olan bir sıfatı insana atfetme olduğunu söyleyerek, bunun şirk olduğunu savunmuşlardır. Dagomba geleneğinde büyüklerle selamlaşırken bir saygı göstergesi olarak aşağıya eğilmeyi, tevhîd-i ulûhiyyet prensipleri açısından değerlendirerek Allah’tan başkasına eğilmek olarak kabul edip şirk olarak nitelemişlerdir. Bu mesele, eski âlimler ile dışarıda mezun olup gelen âlimler arasında meydana gelen gerginliğin nedeni olacaktı. Şimdi bu mezun hocalar ve faaliyetlerine değinelim.