• Sonuç bulunamadı

1961 Anayasası darbe ürünü bir anayasa olmakla birlikte hak ve özgürlükler anayasası olarak bilinmektedir. 1924 Anayasasından farklı düzenlemeler içermektedir. Sosyal devlet ilkesi ilk kez bu anayasa ile getirilen ilkedir. Anayasada devletin temel organları sayılırken yasama ve yargı organları yetki sahibi olarak tanımlanırken yürütme organı görev mercii olarak tanımlanmıştır. Anayasanın uygulanma sürecinde karşılaşılan 12 Mart Muhtırası olayı üzerine 1971-1973 yılları arasında anayasa değişikliğine gidilmiştir. Değişiklerin temel konusu temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması ve kısmi özerklikler karşısında yürütmenin güçlendirilmesidir (Gözler, 2017: 186-189).

1961 Anayasası’nda yerinden yönetime ilişkin hükümler 1924 Anayasası’na nazaran daha fazla yer almaktadır. Anayasanın 116. maddesi mahalli idareleri “il, belediye veya köy halkının müşterek mahalli ihtiyaçlarını karşılayan ve genel karar organları halk tarafından seçilen kamu tüzel kişileri” olarak tanımlamıştır (Bayrakcı, 2016: 17). İdarenin kuruluş ve görevleri yönetim esası açısından merkezden yönetim ve yerinden yönetim esasına dayanmaktadır. Anayasanın düzenleme getirdiği önemli konulardan biri de mahalli idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatının güvence altına alınmasıdır. Bu hususta 116. madde “Mahalli idarelerin seçilmiş organlarının organlık sıfatını kazanma ve kaybetmeleri konusundaki

denetim, ancak yargı yolu ile olur” demektedir. Mahalli idarelerle ilgili anayasal güvence altına alınan hususlardan bir diğeri de mahalli idarelere gelirleri ile orantılı sağlanacak olan gelir kaynaklarıdır (Yaylı,

2015: 52). Yönetim anlayışında idarenin bütünlüğü ilkesi

benimsenmiştir. 1961 Anayasasının özgürlükler ve yerel yönetimlerle ilgili daha yaklaşımcı olmasının nedenlerinden biri 1953 yılında toplanan 1. Avrupa Komünler Birliği’nin toplantıda aldığı kararların etkisidir. Toplantıda yerel yönetimlerin özerkliği konusunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne konması önerilmiştir (Alodalı vd. , 2007: 2). Belediyelerin genel karar organlarının seçimle göreve geleceği hüküm altına alınırken belediye başkanlarının göreve geliş şekillerinden bahsedilmemiştir. Bu durum da belediye başkanlarının atama yoluyla göreve gelme ihtimalini doğurmaktadır. Bu husus anayasada bahsi geçen düzenlemenin olmayışının doğurduğu sonuçlardandır (Kırışık ve Sezer, 2006: 19). 1961 Anayasası’nın getirdiği farklı düzenlemeler içerisinde köylerle ilgili düzenlemeler de yer almaktadır. Köyler ilk kez anayasal bağlamda mahalli idari birim olarak düzenlenmiştir (Kozanoğlu, 2012: 57).

Belediye başkanlarının görev geliş usulleri ile ilgili anayasal boşluk 1963 yılında 1580 sayılı Belediye Kanunu’nda yapılan değişiklik ile giderilmeye çalışılmıştır. Değişiklik ile belediye başkanlarının halk tarafından seçim yoluyla göreve getirileceği düzenlenmiştir. Demokrasi anlamında yerel yönetimler adına önemli bir düzenlemedir (Koç, 2015: 102). Belediye başkanları tek kademeli çoğunluk sistemi ile seçilecektir. Genel karar organı olan belediye

meclislerinin yürütme organının başı belediye başkanları karşısında yetkileri artırılmıştır. Ayrıca belediye başkanlarının göreve başlamasında İçişleri Bakanlığı’nın onayı aranması uygulamasından vazgeçilmiştir (Selçuk, 2014: 19). Karar organlarının feshi ile ilgili yetki ise yargı organlarına verilmiştir.

1960 yılı sonrasında hem vatandaş hem yönetici kademesinde yerel yönetimlerle ilgili neler yapılabileceği düşüncesi sıklıkla gündeme gelmekteydi. Pek çok alanda başlatılan planlı kalkınma hareketi yerel yönetimler için de geçerliydi. Bu hareketin önemli dışavurumlarından biri bu konuda teşkilatlanma için Sovyetler Birliği’nin sosyalist akımından etkilenilerek Devlet Planlama Teşkilatının kurulması olmuştur. 2011 yılından itibaren Kalkınma Bakanlığı olarak faaliyet göstermiş olan DPT, şu anda Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı adıyla faaliyetini sürdürmektedir. DPT 1963 yılında yerel yönetimlerle ilgili birçok düzenleme içeren 5 yıllık kalkınma planı hazırlamıştır. Plan dâhilinde projeler gerçekleştirilmiştir (Şahin, 2014: 264-265). Projelerden biri “Merkezi Hükümet Teşkilatı Araştırma Projesi (MEHTAP)” dir. 13.02.1962 tarih 6/209 sayılı Bakanlar Kurulu kararına dayanan proje planlanan süreçte idari yapıda hızlı ve ekonomik gelişmeyi sağlayacak düzenlemeler yapmayı amaçlamaktadır (Ökmen, 2003: 123). MEHTAP doğrultusunda yapılan araştırmalar sonucunda merkezi idare ve taşra birimi ile mahalli idareler arası görev-yetki dağılımı, idari yapı ve kaynak gibi konuların her birinin tek tek önemli olduğu, bu sebeple konuların bütünlük içinde değerlendirilmesi yerine farklı

değerlendirmeye tabi tutulması gerekliliği dile getirilmiştir. Proje tavsiyesi üzerine Türk Mahalli İdarelerinin Yeniden Düzenlenmesi Üzerinde Bir Araştırma isimli çalışma yapılmış, merkezi yönetim ve yerel yönetimler arası ilişkilerde vesayet makamıyla daha uyumlu olunması, denetim yetkisinin belirlenecek bakanlık aracılığıyla belirlenmesi gibi konular ele alınmıştır (Memişoğlu, 2015: 56). “İdareyi ve İdari Metotları Yeniden Düzenleme Komisyonu”nun kurulması projenin getirdiği düzenlemelerdendir. Komisyon ile belediyelerin teşkilat yapısının büyük kent- kent- kasaba şeklinde oluşması öngörülmüş, yapılanma sürecinde şehircilik ve bölge plancılığı ilkesi büyük kentler için, imar plancılığı ilkesi kentler için, toplum kalkınması ilkesi ise kasabalar için benimsenmiştir (Urhan, 2008: 88).

MEHTAP ile öngörülen düzenlemeler uygulamaya geçirilemediğinden bu sefer yine Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan İdari Reform Danışma Kurulu ile çalışmalara devam edilmiştir. Kurul hazırladığı rapor sonucunda idarenin yeni oluşumu içerisinde il özel idarelerine ek olarak ilçe mahalli idareleri kurulması, yeni kurulacak belediyelerin taban nüfus düzenlemeleri, yerel yönetimler için oto-kontrol sistemi oluşturulması ve vesayet makamlarında azalmaya gidilmesi yönünde tespitler yer almaktadır (Memişoğlu, 2015: 56).

Bu süreçte il özel idareleri ile ilgili gelişmeler de yaşanmıştır. İçişleri Bakanlığı tarafından İÇ-DÜZEN adıyla bir proje yürütülerek 1971’de sonuçlandırılmış ve bu projenin öngörüleri üzerine 1972 yılında yeni bir yasal düzenleme için tasarı hazırlanmıştır. Yasa tasarısı ilgili dönemde yaşanan hükümet değişiklikleri, o dönemdeki

köylere ilişkin merkez idarenin hizmetler yönüyle pasif temelli bakış açısı gibi nedenler üzere meclise aktarılamadığından yasalaşma imkânı bulamamıştır (Bayrakcı, 2016: 55). 1973 yılından itibaren ise özellikle yerel yönetimler alanında demokratikleşme hareketleri başlamıştır. Bu dönem, ortaya konan çalışma ve projeler sebebiyle “demokratik belediyecilik, toplumcu belediyecilik ve yeni belediyecilik” gibi adlandırmalarla anılmıştır (Öner, 2006: 23).

Türkiye’de 42. Hükümet siyasi dönemi içerisinde hızla önem kazanmaya devam eden yerel yönetimlerin gerek idari açıdan gerek gelir kaynağı açısından mevcut çözülmeyen sorunlarının çözümü ve daha verimli bir yerel yönetim sistemi ortaya koymak amacıyla yeni bir deneyim olarak Yerel Yönetim Bakanlığı kurulmuştur. Yerel Yönetim Bakanlığının kurulması ile birlikte mevcut bakanlıklar teşkilatında yer alan İller Bankası, Mahalli İdareler Genel Müdürlüğü, İl ve Mahalli İdareler Planlama Şubesi gibi birimler yeni bakanlığın sistemine dâhil edilmiştir. Yerel Yönetim Bakanlığı, kuruluş aşamasında ihtiyaç dışı ve merkezin mali vesayetinden uzak kalmayı amaçlayan bir bakanlık olması sebebiyle siyasi partilerin eleştirilerinin odağı olmuştur (Özaslan ve Alıcı, 2015: 355-356). Söz konusu eleştirilerin altında yatan nedenlerden birinin merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasındaki mali kriz olduğu söylenebilir. Çünkü 1973 seçimleri sonrasında yerel yönetimler alanında iktidara gelen sosyal demokratlar sebebiyle merkez idare tarafından denetimler hızla artırılmaya başlamıştır. Bu durum da kaynak ihtiyacı sebebiyle merkeze

bağımlılığı artan yerel yönetimlerin merkezle olan ilişkilerini zayıflatmıştır (Ersoy, 1989: 8-9).

Yerel Yönetim Bakanlığı’nın faaliyette olduğu dönemler mümkün oldukça yerel yönetimler üzerindeki merkezi yönetim ağır vesayetinin azaltılmaya çalışıldığı, yerel yönetimler gelişimine olumlu katkıların yapıldığı dönemler olmuştur. Ancak tüm bu olumlu gelişmelere rağmen bakanlık deneyimi kısa ömürlü olmuş, 1979 yılında Yerel Yönetim Bakanlığı kaldırılmış ve görevleri İçişleri Bakanlığı’na devredilmiştir (Yaylı, 2015: 56).

1960 sonrası Türkiye’de idari yapı içerisinde büyükşehir belediyesi eklenmesi tartışmalarının da başladığı bir dönem olmuştur. Tartışmaların temel kaynağı kentlerde hızla artan göç olgusudur. Böylelikle göçün en fazla görüldüğü il merkezlerinde kapsamı büyük belediyelerle, il merkezi çevresindeki gecekondu alanlarında ise daha az nüfusa sahip olduklarından küçük belediyelerle hizmet verilmekteydi. Kaynak sıkıntısı çeken belediyeler için bu durum idari açıdan ve hizmet açısından bölünmüşlüğe ve dolayısıyla iletişimsizliğe yol açmaktaydı. Bu sebeple tartışmaların odağına çeşitli çözüm önerileri getirilmiş ancak çözüm önerilerinin geneli büyükşehir belediye yapısı yerine mecburi üyelik öngören belediyeler birliği sistemi kurulması yönünde olmuştur (Arıkboğa, 2015: 188-189). Yerel yönetim birlikleri olarak 1972 yılı başından itibaren il özel idareleri için 12, belediyeler için 21, köyler için ise 478 adet birlik bulunmaktadır. Avrupa’da da 1960-1970 dönemlerinde zorunlu olarak

belediyelerin birleştirilmesi politikası uygulanmıştır (Şengül, 2015: 229-233).

1970 yılı sonrasında yerel yönetimler adına gelişmeleri tetikleyen “Demokratik Belediye Hareketi” kısa süreli de olsa ülkede belediyecilik anlayışındaki değişikliğin uygulamada dışa vurulmasına neden olmuştur. Belediyelerden gelen yerel demokrasi içerikli istemler üzere niteliksel olarak özerk, daha katılımcı, belediyeler arası birlik ve dayanışmayı benimseyen bir belediye örgütü oluşturulmaya çalışılmıştır (Yıldız, 1996: 10). Bu hareket neticesinde seçimlerde başarıyı yakalayan belediyelerde bizzat kendi partileri tarafından parti lideri tarafından uygulanan denetim kontrolü ve parti içi demokrasi eksikliği sebebiyle belediye başkanları yeniden aday gösterilmeyerek yerel demokrasi savaşı sekteye uğramıştır (Koçak ve Ekşi, 2010: 302).