• Sonuç bulunamadı

Anadolu’da Tasavvufî Cereyanlar ve Bağlı Oldukları Merkezler

BÖLÜM 2: TASAVVUF KÜLTÜRÜNÜN ANADOLU’YA GİRİŞİ, YAYILIŞI VE

2.4. Anadolu’da Tasavvufî Cereyanlar ve Bağlı Oldukları Merkezler

Selçukluların Anadolu’da hâkimiyetlerini tesis etmeye başladıkları yıllar, daha önce ifade ettiğimiz tasavvufun altın çağı ile tarikatlar çağının kesiştiği hareketli bir döneme rastlamaktadır.260Böyle bir dönemde, İslâm memleketlerinde belli bir olgunluğa ulaşan tasavvufî akım ve oluşumlar, fethinden XIII. yüzyılın sonlarına değin Anadolu’da tasavvufun gelişip yayılmasında başlıca kaynaklar olmuştur. Çünkü Anadolu, ne tasavvufî düşünce üretme olgunluğa ne de zeminine henüz bu yüzyılın sonuna kadar sahip olamamıştır. Dolayısıyla, XIII. yüzyıl Anadolu’sunda cereyan eden tasavvufî akım ve oluşumlar çeşitli vesileler ile dışarıdan girmiştir.261 Bu itibarla, Anadolu'nun tasavvufî hayatının oluşumunu, bir diğer ifade ile kökenleri meselesini mümkün olduğunca anlamak için dış etkilere bakmak faydalı olacaktır.

Müslümanlar, Ortaçağ İslâm Dünyası’nı temelde doğu-batı yönünde iki coğrafî bölgeye ayırmıştır. Mısır hem sınır hem de doğu içinde sayılmak üzere, doğusundan Müslüman Asya’yı içine alan bölgeye “el-Meşrîk”, batısından Kuzey Afrika ve Müslüman İspanya’yı kapsayan bölgeye de “el-Mağrib” denilmiştir.262 Ancak bu ayrımda

259 Ocak, Kalenderiler, s. 61; Kara, “Anadolu Topraklarında Tasavvuf Kültürü”, s. 51; Üremiş, Türkiye

Selçuklularında Tasavvufi Hareketler, s. 297.

260 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 195; Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 135.

261 Abdurrahman Câmî, s. 484-485; Köprülü- Babinger, Anadolu’da İslamiyet, s. 48-49; Ocak, Türk

Sufiliğine Bakışlar, s. 89.

262 İbn Havkal, s. 72-73-113vd; Mukaddesî, s. 235; Mohamed Talbi, “Masharika”, The Encycloaedia of

Islam, C. 6, Leiden, 1991, s. 712; Ignace Goldziher, Klasik Arap Literatürü, çev: Azmi Yüksek-Rahmi

45

Mağrib’in tanımı tartışmalıdır. Bazı kaynaklarda Endülüs hariç, Batı İslâm’ının sadece Kuzey Afrika kısmına Mağrib denilmekte ve her ikisi birlikte “el-Endülüs ve’l-Mağrib” olarak tanımlanmaktadır.263 Günümüzde daha ziyade bu yaklaşıma uyularak Mağrib; Endülüs hariç, Mısır’dan başlayıp Atlantik Okyanusu’na kadar uzanan ve Kuzey Afrika ile Güney Sahra’yı içine alan bölge olarak adlandırılmaktadır.264

Bu bağlamda İslâm Dünyası’nın tasavvuf merkezleri, zamanla değişen coğrafî sınırlar ile neredeyse paralel şekillenmiştir. Tasavvuf tarihinin gelişimine baktığımızda, VII. yüzyıldan XIV. yüzyıla kadar ki süreçte zühd hayatından müesseseleşen tasavvufa ve teşkilatlı tarikatları yetiştiren, onlara ev sahipliği yapan belli merkezler olmuştur. Bu merkezlerde İslâm fetihlerinin kronolojik sırasıyla paralel bir tasavvufî gelişim süreci yaşandığı görülmektedir. Suriye, Irak ve Mısır’ın fethiyle Basra, Kûfe ve Bağdat; İran’ın fethiyle Horasan,265 Mâverâünnehir ve ötesi; Kuzey Afrika’ya geçilmesiyle de Mağrib ve Endülüs’te tasavvuf mektep ve ekollerin oluşmaya başladığı bilinmektedir.266

Sayılan bölgelerde İslâm fetihlerinin VIII. yüzyıl sonlarına doğru büyük oranda tamamlandığı görülür. Anadolu’nun fethi ve İslâmlaşmaya başlaması ise daha geç bir tarihe, XI. yüzyıl sonlarına rastlamaktadır.

Söz konusu tasavvuf merkezlerini ağırlıklı olarak XI. ile XIII. yüzyılları kapsayacak şekilde ele alacağız. Buna göre başlıca üç bölge öne çıkmaktadır: Horasan, Hârezm, Mâverâünnehir; Endülüs ve Mağrib (Kuzey Batı Afrika); Orta Doğu (Mısır, Suriye ve Irak)’dur.267 Bu bölgelerde bir pirin, meşrebin veya o bölgenin adıyla teşekkül eden

tasavvufî akım ve ekoller,268 Anadolu’ya daha ilk fetih hareketleriyle birlikte nüfuz etmeye başladığı görülse de, bu, ağırlıklı olarak XIII. yüzyılın başlarından itibaren girmeye başlayan tarikat temsilcileri ve yeni tarikat kurucusu olarak ortaya çıkan karizmatik şahsiyetler vasıtasıyla olmuştur.269

263 Ignace Goldziher, “İspanya Arapları ve İslâm”, İsmail Hakkı Ünal (çev.), İslami Araştırmalar, Sayı.1 (Temmuz 1986), s. 85 (Dipnotta).

264G. Yver, “Mağrib”, İslam Ansiklopedisi, C. 7, İstanbul: MEB Yay., 1988, s. 142; İsmail Harekât, “Mağrib”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 27, Ankara: TDV Yayınları, 2003. s. 314.

265 Nasır, s. 443-444.

266 Kara, “Tasavvuf Kültürünün Türkistan Macerasına Genel Bir Bakış”, s. 10; Mısır ve Mağrib’in fethi

için ayr. bkz. Belâzurî, s. 243vd.

267 Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, s. 89-90.

268 Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 63; Küçük, s. 119.

269 Sûfî göçleri özellikle Moğol İstilâsı ve sonrasında yoğunluk kazanmıştır.; Ocak, Türk Sufiliğine

46

2.4.1. Horasan ve Mâverâünnehir

VII.-VIII. yüzyıllarda belirmeye başlayan İslâm sûfîzminin ilk temsilcilerinin yetiştiği Irak ve Suriye’deki zühd merkezleriyle paralel ve etkileşimli bir gelişimi, yaklaşık iki yüzyıl bu geniş sahada, ilk olarak Horasan bölgesinde gösterdi.270 Sonraki yıllarda bağımsız bir mektep olarak ortaya çıkan Horasan, Kerrâmîlik271 ve Melâmetîlik gibi bünyesinden çıkan tasavvuf cereyanları vasıtasıyla,272 ama özellikle ikincisinin tesiriyle, kısa zamanda Hârezm ve Mâverâünnehir’e sonra da Türkistân’a nüfuz etmeye başladı.273 Öyle ki daha IX. yüzyılda Buhârâ ve Fergana'da mutasavvıflar çoğalmaya başladı. Böylece Horasan tasavvuf ekolü274 çerçevesinde oluşan sûfîlik cereyânı geniş bir sahada yayılmaya başladı. Zamanla Belhî, Buhârî, Nesâî, Nişâbûrî, Hemedânî, Tirmizî, Horasânî vb. nispet isimleri ile anılan mühim tasavvufî şahsiyetler ortaya çıktı.275

Yine bu bölgede İslâm sûfîzmine damgasını vuran, vahdetci akidenin şathiyatlı söylemleriyle öne çıkan iki büyük siması Bâyezîd-i Bistâmî ve Hallâc-ı Mansûr;276 XII. yüzyılda İşrâkî felsefe akımını kuran filozof Şihâbüddîn es-Sühreverdî el-Maktûl;277

kelâm âlimi İmam Muhammed Gazâlî ve daha pek çok âlim, filozof ve şair nitelikleri de olan mutasavvıflar yetişti.

Bu geniş saha, farklı nitelikler arz etmekle birlikte Horasan tasavvuf ekolü çerçevesinde şekillenen ve ağırlıklı olarak Melâmî prensipler noktasında birleşen Kâzerûniyye, Melâmetiyye, Yeseviyye, Kübreviyye, Çiştiyye,278Haydariyye ve daha sonra kurulacak olan Nakşibendiyye ile Halvetiyye gibi tasavvufî oluşumların çıkış yeri olmuştur.279

Diğer yandan Vefaiyye, Sühreverdiyye ve Cavlakî Kalenderliği gibi tarikatlara da Irak ve Suriye mıntıkasında kurulmakla birlikte anlayış olarak kaynaklık etmiştir.280 Adı

270 Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 17; Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 103-107; Nasır, s. 444-446.

271 Bosworth, “Kerramiyya”, s. 667-668; Kutlu, s. 294-295.

272 Çetin, s. 239; Mustafa Altunkaya, “Horasân Tasavvuf Ekolü ve Özellikleri”, Turkish Studies-

International Periodical For The Languages, Vol. 11, No.2 (Winter 2016), s. 146.

273 Barthold, s. 125-126; Eraydın, s. 62; Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, s. 112. 274 Çetin, s. 240; Güner, s. 216.

275 Altunkaya, s.133; Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 110-112vd.

276 Schimmel, s. 92; Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 19; Eraydın, s. 114-118; Küçük, s. 99. 277 Trimingham, s. 189 (Dipnotta); Bausani, s. 462-463; Bilgin, s. 65.

278 Hucvirî, s. 292; Bausani, s. 457; Türer, s. 202.

279 Kara, “Tasavvuf Kültürünün Türkistan Macerasına Genel Bir Bakış”, s. 12; Ocak,” Selçuklular ve Beylikler Devrinde Düşünce”, s. 430; Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, s. 90.

280 Güner, s. 216; Ahmet T. Karamustafa, Tanrının Kural Tanımaz Kulları-İslam Dünyasında Derviş

47

geçen tüm bu tasavvufî zümrelerden Çiştiyye hariç, hemen hepsinin Anadolu’da temsil edildiği bilinmektedir. Diğer yandan, yukarıda zikredilen zümrelerden herhangi birine bağlı olsun ya da olmasın, Horasan Melâmetî anlayışına sahip oldukları için “Horasan Erenleri” de denilen abdal, baba veya dede unvanlarını taşıyan zümreler de Anadolu’ya gelmiştir.281

2.4.2. Endülüs ve Mağrib

VIII. yüzyılın başlarında Müslüman fatihlerle birlikte gelip Endülüs’ün fethinde aktif rol oynayan ilk zâhidler, bu topraklara Doğu’nun zühd ve takva anlayışını taşıdı. Sonraki yıllarda hacca gitmek, ticaret yapmak gibi çeşitli nedenler ile doğu-batı arasındaki geliş-gidişler devam etti. Gerek zühd döneminde gerekse tasavvuf döneminde fikrî anlamda bir etkileşim köprüsü kuruldu.282

Endülüs tasavvuf hayatı, başta Muaz b. Osman eş-Şa’banî (ö.848) ve İbn Meserre (ö.931) olmak üzere İbnü’l-Arîf (ö.1141), İbn Berrecân (ö.1141), Ebü’l Kāsım İbn Kasî (ö.1151), Ebu’l-Abbas es-Sebtî (ö.1204) gibi sûfîler çevresinde şekillendi.283 XIII. yüzyıla gelindiğinde Endülüs, Vahdet-i vücûd anlayışını kendi nazariyesiyle sistemli bir şekle sokan Muhyiddin-i İbnü’l-Arabî’yi bünyesinden çıkardı.284

Vahdet-i vücûd telakkisinin İslâm memleketlerinde IX. yüzyıldan itibaren sistemsiz bir şekilde Bâyezîd-i Bistâmî, Cüneyd-i Bağdadî, Hallâc-ı Mansûr, Ebû Saîd Ebu’l-Hayr ve Şihâbüddîn es-Sühreverdî el-Maktûl gibi mutasavvıfların düşünce ve ifadelerinde belirmeye başladığını daha önce ifade etmiştik.285 Bu anlayış, XIII. yüzyılda Endülüs’te canlı bir felsefî ortamda yetişen286 İbnü’l-Arabî tarafından ilk defa tasavvufî düşünce içerisinde sistemli bir yapıya kavuştu ve müridlerinin de katkısıyla en yüksek

281 Köprülü- Babinger, Anadolu’da İslamiyet, s. 89-90 (30. dipnotta); Melikoff, Uyur İdik Uyardılar, s. 155-159-160; Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, s. 44; Çetin, s. 240; İlk Melâmilere, Horasan bölgesinden yayıldıklarından, Horasânîler, Horasan erenleri, Horasan erleri de denmiştir; Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, s. 252.

282Mehmet Necmettin Bardakçı, “İbnü’l-Arabî Öncesi Endülüs’te Tasavvuf”, İlmî ve Akademik Araştırma

Dergisi (İbnü’l-Arabî Özel Sayısı-2), Sayı. 23 (2009), s. 327-328.

283 Mustafa Çağrıcı, “İbn Meserre”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 20, İstanbul: TDV Yayınları, 1999, s. 188; Endülüslü zâhidler için ayr. bkz. Bardakçı, s. 327-354.

284 Mehmet Özdemir, “Endülüs”, TDV İslâm Ansiklopedisi, C. 11, İstanbul: TDV Yayınları, 1995. s. 221. 285 Zerrinkub, s.46; Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 125; Bilgin, s. 65; Yılmaz,

Geçmişten Günümüze Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 73.

286 Ebu’l-Hasan el-Bağdâdî, Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin Menkibeleri, A. Şener-M. R. Ayas (çev.), Ankara: AÜ Basımevi,1972, s. 21; Hayrani Altıntaş, Tasavvuf Tarihi, Ankara: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, 1986, s. 95; Erol Kılıç, “İbnü’l-Arab’î”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 20, İstanbul. TDV Yayınları, 1999, s. 493; Özdemir, s. 222; Endülüs’ün felsefe tarihindeki önemli kişiler için bkz. Fahri, s. 127-137.

48

mertebesine ulaştı.287 Aynı dönemde Vahdet-i vücûd anlayışı Mısır’da İbnü’l-Farid, Kuzey Afrika’da İbnü’l-Arabî’nin öğrencisi Abdülhak b. Seb’i gibi mutasavvıflarca da temsil edilmekteydi.288

Endülüs ve Mağrib’den Anadolu'ya pek çok sûfînin geldiği bilinmektedir.289 Bunların içinde kuşkusuz İbnü’l-Arabî’nin yeri ayrıdır. İbnü’l-Arabî, ilk kez 1202 yılında Hac maksadıyla uzun mesafeli seyahatine çıkmıştır. Bu vesile ile de Medine, Bağdat ve Halep gibi çeşitli Ortadoğu memleketlerini dolaşan İbnü’l-Arabî, Anadolu’ya da uğramıştır.290 İbnü’l-Arabî’nin “Şeyhü’l-Ekber” unvanına atfen “Ekberîlik” diye isimlendirilen hareketi, hem müridi hem de evlatlığı olan Sadreddin-i Konevî (ö.1274) başta olmak üzere, Afifeddin Tilemsânî (ö.1291), Sadeddin-i Fergânî (ö.1299), Müeyyedüddin-i Cendî (ö.1291), Fahreddin Irâkî (ö.1289) gibi önde gelen temsilcilerinin faaliyetleri sayesinde bir mektep şeklini alarak Anadolu’da yayılmıştır.291

Yönümüzü Kuzey Afrika’ya çevirdiğimizde ise bu sahada yayılan ilk tarikatın Kadirîlik olduğu görülür. Ancak burada neşet eden ilk tarikatlar ise Abu Medyen Şuayb Mağribi’nin (ö.1198) kurduğu Şuaybiyye/Medyeniyye ile Ebu’l-Hasen Şâzeli’nin (ö.1258) piri olduğu Şâzeliyye’dir.292 Aynı zamanda İbnü’l-Arabî’nin şeyhi olan Abu Medyen Şuayb’ın tarikatı Afrika ile Ortadoğu’ya kadar yayılarak, başta Şâzeliyye olmak üzere ulaştığı bölgelerdeki diğer tarikatları etkilemiştir.293 Mısır, Kuzey Afrika ve Arabistan’a kadar yayılan Şâzeliyye ise Anadolu’ya geç gelmiş ancak pek varlık gösterememiştir.294

287 Abdurrahman Câmî, s.757; Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 195; Sunar, s. 61; Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar s.132; Altıntaş, s. 97; İbnü’l-Arabî ve diğer Vahdet-i vücûd temsilcileri hakkında bilginlerin görüşleri için ayr. bkz. İbn Teymiyye, Vahdet-i Vücûd Risalesi, 2. Baskı, Heyet (çev.), İstanbul: Tevhid Yayınları, 1998, s. 252vd.

288 Abdurrahman Câmî, s. 31; Yılmaz, Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 132.

289 Mikail Bayram, “ Türkiye Selçukluları Döneminde Anadolu’da Endülüslüler”, İstem, Cilt. 9, Sayı. 17 (2011), s. 48; Hatta gelenler arasında Şeyh Mecdüddin İshak’ın da olduğu düşünülmektedir. Ayr. bkz. M. Ali Hacıgökmen, “Türkiye Selçukluları Şehzade ve Sultanlar Muallimi Mecdüddin İshak”, Belleten, Cilt. 76, Sayı. 276 (Ağustos 2012), s. 419-420.

290 İbn Arabi, s. 31-34-35; el-Bağdâdî, s. 20-21.

291 Abdurrahman Câmî, s. 768-769-770-772; Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, s. 202-203; Köprülü, Türk Edebiyat Tarihi, s. 24-246; Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu, s. 223-224; Ocak, Türk

Sufiliğine Bakışlar, s. 89-91-92; Bayram, “Anadolu’da Endülüslüler”, s. 48; Öngören, “Tasavvuf”, s. 123.

292 Tekeli, s. 127; Kadir Özköse, “Başlangıçtan Günümüze Kadar Afrika’da İslam ve Tasavvuf”,

Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Cilt. 3, Sayı. 7 (Eylül-Aralık 2001), s. 160.

293 Lapidus, s. 248; Dilaver Gürer, “Medyeniyye”, TDV İslam Ansiklopedisi, C. 28, Ankara: TDV Yayınları, 2003, s. 348.

49

2.4.3. Orta Doğu (Irak, Suriye ve Mısır)

Bu bölge; Medine, Basra, Bağdat, Kûfe ve Dimaşk (Şam) gibi zühd ve tasavvuf merkezlerinde; Ebu Hâşim Sûfî (ö.767), Râbia el-Adeviyye (ö.801/?), Zünnûn-ı Mısrî (ö.859), Hasan-ı Basrî ve Cüneyd-i Bağdadî gibi tasavvufî düşüncenin oluşumunda müstesna yerleri olan şahsiyetleri ortaya çıkartmıştır. Ayrıca hariçten gelen âlim ve mutasavvıfların yetişmesinde de önemli rol oynamıştır.295 VIII. yüzyıldan itibaren Horasan ve Hârezm’den; Mağrib, Endülüs ve Anadolu’dan (XII. yy’dan sonra) pek çok mutasavvıf başta Bağdat olmak üzere bu bölgenin zühd ve tasavvuf merkezlerinde buluşarak, hem benzer hem de birbirinden farklı tasavvufî akımların oluşmasına zemin hazırlamışlardır.

Söz konusu bölgede teşekkül eden Kadiriyye, Sühreverdiyye, Vefâiyye, Rıfâiyye ve Cavlakiyye gibi birbirinden farklı tasavvufî zümreler, XIII. yüzyıl Anadolu'sunda temsil edilmekteydi.296 Yine aynı bölgede Fas doğumlu Ahmed Bedeviyye’nin (ö.1276) kurduğu Ahmediyye/Bedeviyye,297 İbrahim Desûki’nin (ö.1277) kurduğu Desûkiyye,298

Sa‘deddin el-Cebavi’ye (ö.1180) nispetle anılan Sa‘diyye299 tarikatları da faaliyette bulunuyorlardı. Bu tarikatlardan Sa‘diyye hariç diğer ikisi Anadolu’da varlık gösterememişlerdi.

2.4.4. Tasavvuf Mekteplerinin Anadolu’da Karşılaşması

Buraya kadar ele aldığımız söz konusu bölgelerdeki tasavvufî anlayışlar, manevi ilerleme yöntemi bakımından genel olarak iki büyük yola ayrılmaktadır.300 İlk yol;

zikrin temel alındığı, bilginin keşf ve keramet merkezli edinimi yoluyla sağlandığı, zâhidliği ve farz ibadetlerinden başka nafile ibadetleri de yapmayı, riyaziyatı, halveti, zühd ve takvayı esas tutmuştur ki buna “esma” yolu denir. İkincisi ise halvet, riyazet,

295 Bölgedeki zühd ve tasavvuf ekolleriyle önemli şahsiyetler hakkında geniş bilgi için bkz. Yılmaz,

Anahatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar; Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar.

296 Eyüboğlu, s. 264; Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, s. 90; Ocak, “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Düşünce”, s. 430-431; Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, s. 313-314; Karamustafa, “Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler”, s. 82; Haşim Şahin, “Selçuklu ve Erken Osmanlı Döneminde Vefâiyye Tarikatı”,

Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Sayı. 70 (2014), s. 45-52.

297 DİA, “Tarikat”, s. 103. 298 Tekeli, s. 127.

299 Öngören, “Tasavvuf”, s. 100-101.

300 Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, s. 43; Tatlılıoğlu, s. 113; Bu ayrım esas itibariyle Necmüddîn-i Kübrâ’nın “Tarîk-ı ahyâr, Tarîk-i ebrâr ve Tarîk-i şettâr” şeklindeki üçlü tasnifine dayanmaktadır. Tarîk-ı ahyâr ve Tarîk-i ebrâr yolları farklı sayılmakla birlikte, temelde çok köklü bir metot farklılıkları yoktur. Asıl farklılığın aşk ve cezbe yolu olan ve Tarîk-i şettâr adı verilen akımda olduğu görülmektedir: Öztürk, Velilik ile Delilik Arasında, s. 64-65 (Dipnotta).

50

zikir gibi metotları reddeder ve özel giyimi riya sayar; Allah’a ulaşmanın şuttar olarak adlandırılan aşk ve cezbeyle olacağını, bu amaca ulaşmada müzik ve raksı bir araç olarak görür ve bunu adeta ibadet noktasına taşır. Bu yola da “müsemmâ” yolu denilmektedir.301

Bahsedilen bu tasavvufî anlayışlar istisnai durumlar bulunmakla birlikte; Orta Doğu’da zühd ve takva; Horasan’da estetikçi bir anlayış olmakla birlikte aşk ve cezbe ağır basmaktadır. Mağrib ve Endülüs’te her iki anlayış görülmekle birlikte daha ziyade ahlakçı ve teşkilatçı yaklaşımlar öne çıkmaktadır. Ayrıca XIII. yüzyılda Muhyiddîn-i İbnü’l-Arabî ile özdeşleşen Vahdet-i vücûd telakkisi, anılan tüm bölgelerde müşterek inanç olduğu bilinmektedir.302

XIII. yüzyılın ortalarına doğru tüm bu tasavvufî zümreler, Ehl-i sünnet veya daha serbest bir çizgide faaliyet göstererek, yüksek ve popüler olmak üzere iki cepheli tasavvuf cereyanının gelişmesine de yardımcı olmuşlardır ki tasavvuf bu iki cephesi ile Anadolu’ya intikal etmiştir.303 Bu zümrelerin XIII. yüzyıl Anadolu’sunda karşılaşması, tasavvufî çeşitlilik bakımından renkli bir tablo ortaya çıkartmıştır; Kâzerûniyye, Yeseviyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Rıfâiyye, Kadiriyye, Vefâiyye, Haydariyye ve Kalenderiyye gibi akım ve tarikatlar, yukarıda verdiğimiz merkezlerden -çoğunluğu Moğol istilâsı sonrasında gelmek üzere- Anadolu’ya nüfuz etmiştir.304 Sünni ve Sünnilik dışında kalmış bu grupların Anadolu’daki faaliyetlerinin sonuncunda Ekberiyye, Evhadiyye, Mevleviyye, Bektaşiyye ve Bayramiyye305 gibi tasavvufî oluşumlar teşekkül etmiştir. Yine aynı gruplar, tasavvufun yanında iktisadî-siyasî kimliği de olan Ahilik teşkilatının;306 dinî-politik bir çerçevede değerlendirilen Babaîlik akımının oluşum ve gelişiminde önemli rol oynamışlardır.307

301 Gölpınarlı, Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler, s. 187-189; Öztürk, Velilik ile Delilik Arasında, s.64-65; Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan, s. 43-44.

302 Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, s. 248; Ocak, Türk Sufiliğine Bakışlar, s. 90-129-130; Ocak, Babailer

İsyanı, s. 62; Ocak, “Selçuklular ve Beylikler Devrinde Düşünce”, s. 431; Ay, Anadolu’da Derviş ve Toplum, s. 28; Öztürk, Velilik ile Delilik Arasında, s. 65; Öztürk, Anadolu Erenlerinin Kaynağı Horasan,

s. 43.

303 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s. 164; Ocak, Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası, s. 147; Ocak,

Türk Sufiliğine Bakışlar, s. 90-128; Karamustafa, Tanrının Kural Tanımaz Kulları, s. 77; Çamuroğlu, s.

159.

304 Abdurrahman Câmî, s. 607; Ahmet Yaşar Ocak, Türkiye Sosyal Tarihinde İslam’ın Macerası, s. 147.

305 Hucvirî, s. 148 (Dipnotta).

306 Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, s. 298-299-310.

307 Köprülü, Türk Edebiyat Tarihi, s. 249; Gölpınarlı, Melâmilik ve Melâmiler, s. 14; Türer, s. 154; Ocak,

51

BÖLÜM 3: ANADOLU TASAVVUF HAYATININ