• Sonuç bulunamadı

*Her an sıkabilirim

• 230.

gunu söyleyen Rakoczy değildi, Kont'tu. Ama bu arada du£jaIclanm bile oynatmamıştı.

Gözlerim şaşkınlıkla dudaklarından eline kaydı. Benden en 32 dört metre uzaktaydı. Aynı anda nasıl ohıp da elini boğazıma

^ayabiliyordu? Hem hiç konuşmadığı halde sesini kafamın içinde uasjl duyabiliyordum?

*Bu işte ne tür bir rolün olduğunu ya da önemli olup olmadığım I

0

ıiyorum, genç hanım Ama kurallarımın çiğnenmesine katlana-

0

BTI Bu bir uyan Anladın mı?"

Parmakların baskısı artmıştı.

Korkudan felce uğramıştım. Zorlukla soluyarak ona baktım.

Kimse şu anda olanları fark etmiyor muydu?

Anlayıp anlamadığını sordum?

“Evet,” diye fısıldadım.

Boğazımı sıkan el hemen gevşedi ve uzaklaştı. Ciğerlerime giden havanın yolu açıldı.

Kont dudaklarım acıyla büzerek bileğini silkeledi

“Tekrar görüşeceğiz,” dedi.

Gideon eğildi. Üç adam ona karşılık verdiler. Yalnızca ben, olduğum yerde dimdik kaldım. Kıpırdayacak durumda değildim Gideon elimden tutup beni odadan dışarı çekti.

Tekrar faytona bindiğimizde gerginliğim hâlâ geçmemişti Kendimi donuk, güçsüz ve bir anlamda kirlenmiş hissediyordum Kont diğerleri duymadan benimle konuşabilmeyi nasıl başa­

rabilmişti? Aynca benden dört metre uzakta durduğu halde nasıl

°lup da bana dokunabilmişti? Annem haklıydı, onun hakkında denenler doğruydu: Bir insanın ruhuna girip duygularını kontrol altlna alabiliyordu. Kibirli davranışlarına, tutarsız gevezeliklerine,

.231.

mobildepo.com

hastalıklı dış görünüşüne aldanmıştım. Onu umutsuzca hafife almıştım.

Ne aptalcaydı.

îçıne bulaştığım bütün bu hikâyeyi hafife almıştım.

Fayton harekete geçti ve yine buraya gelirken olduğu gibi şiddetle sarsılmaya başladık. Gideon sarı fraklı muhafıza acele etmesini tembihlemişti. Sanki gerekliymiş gibi. Zaten buraya gelirken de arabayı canına susamış gibi sürmüştü.

"Her şey yolunda mı? Hayalet görmüş gibisin.” Gideon pal­

tosunu katlayıp yanma koydu. “Eylül için oldukça sıcak.”

' ■ "Hayalet görmedim,” dedim gözlerine bakmaya çekinerek.

Sesim hafifçe titremişti. "Gördüğüm, yalnızca Saint Germain Kontu ve onun

hüner

lerinden biriydi.”

"Sana karşı pek de nazik değildi," diye itiraf etti Gideon “Zaten bu beklenen bir şeydi. Anlaşılan seni başka türlü hayal etmişti.”

Karşılık vermeyince devam etti: “Kehanetlerde on ikinci zaman yolcusu hep biraz farklı tanımlanmıştı.

Karganın büyü yeteneğini alan.

Her ne demekse. Kont sıradan bir öğrenci olduğun konusunda bana inanmak istemedi.”

Bu söz kontun hayali dokunuşunun içimde uyandırdığı güçsüz ve kötü duyguyu ansızın gidermişti. Bitkinlik ve korku yerine şimdi anlaşılmaz bir kırgınlık hissediyordum. Ve öfke.

Dudaklanmı ısırdım.

"Gvvendolyn?”

“Ne?"

“Bu bir hakaret değil. Sıradan sözcüğünü

basit

anlamında kullanmadım, daha çok ortalama demek istedim, anladın mı?”

Gittikçe daha iyileşiyordu.

«

232

.

«Tamam,” dedim öfkeyle ona bakarak. “Hakkımda ne dü- jSodügün umrumda değil.”

Bakışlarıma soğukkanlılıkla karşılık verdi. “Bunun için ya-

^ileceğin bir şey yok."

«Beni hiç tanımıyorsun!” diye homurdandım.

"Olabilir,” dedi Gideon. “Ama senin gibi yığınla kız tanıyorum, hepiniz aynısınız."

"Yığınla kız mı? Hah!”

“Senin gibi kızlar, yalnızca saç modelleri, giysiler, filmler ve popstarlarla ilgilenir. Sürekli kıkırdaşıp gruplar halinde tuvalete gidersiniz. Bir de

Marks and Spencer’dzn

beş

pound

’luk tişört aldığı için Lisa’nın dedikodusunu yaparsınız.”

Fena öfkelendiğim halde tiz bir kahkaha atmadan dura­

madım. ‘Tanıdığın tüm kızların

Marks and Spencef

dan tişört alan Lisa'nın dedikodusunu mu yaptığını söylemek istiyorsun?”

“Ne demek istediğimi pekâlâ anladın.”

“Evet, biliyorum.” Aslında bu sohbete devam etmek iste miyordum ama öylece ağzımdan çıkıvermişti: “Charlotte gibi olmayan kızların hepsinin yüzeysel ve aptal olduğunu sanıyorsun Sürekli gizem ve eskrim dersleri almak yerine yalnızca normal bir çocukluk geçirdiğimiz için. Gerçekte normal bir kızla tanışmaya zamanın olmamış. Bu yüzden kendine bu acınacak önyargıları hazırlamışsın.”

"Hey, baksana! Ben de senin gibi liseye gittim.”

“Evet, elbette!" Sözler âdeta ağzımdan fışkırıyordu. “Öm­

rünün yansını bile Charlotte gibi zaman yolcusu olmak üzere dırlanmakla geçirmişsen, o zaman ne erkek ne de kız arkadaşın olmuştur ve ortalama kızlarla ilgili düşüncelerin okul avlusunda Akbaşına dururken edindiğin gözlemlere dayalı demektir. Peki

.

2 3 3

.

mobildepo.com

bana yatılı okuldaki arkadaşlarının hobilerini, yani Latince, Gavot dansı ve at arabası sürmeyi harika bulduklarım mı anlatacaksın?"

Gideon hakarete uğramış gibi görünmüyordu, aksine eğle- niyormuş gibiydi. “Keman çalmayı unuttun." Arkasına yaslanıp kollarını göğsünün üzerinde kavuşturdu.

“Keman mı? Gerçekten mi?” Öfkem geldiği gibi ansızın uçup gitmişti. Keman...

pes

doğrusu!

“En azından şimdi yüzüne biraz renk geldi. Biraz önce Miro Rakoczy gibi solgundun.”

Doğru. Rakoczy. “Nasıl yazılıyor?”

I “R-a-k-o-c-z-y,” dedi Gideon. “Neden sordun?" 1 î

“Onu Google'da araştırmak istiyorum.”

“Ah, o kadar mı hoşuna gitti?”

“Hoşa gitmek mi? O bir vampir,” dedim. "Transilvanya'dan geliyor.”

‘Transilvanya'dan geliyor. Ama o bir vampir değil." :

“Bunu nereden biliyorsun?"

“Çünkü vampir diye bir şey yoktur, Gwendolyn."

“Ah, öyle mi? Zaman makineleri varsa..." ve insanlar birt sini dokunmadan boğabiliyorsa “...Neden vampirler de olmasın?

Gözlerine hiç baktın mı? Kara deliklere benziyorlardı."

“Deney yaptığı güzelavrat otu suyundandır," dedi Gideon.

“Bilinci artırmaya yarayan bir bitki zehri"

“Bunu nereden biliyorsun?”

“Muhafızların güncelerinde var. Rakoczy orada

Siyah Leopar

olarak tanımlanıyor. Kontu iki kez suikasttan kurtarmış. Çok güçlü ve silah kullanmakta oldukça becerikli.”

“Kontu kim öldürmek istedi?"

Gideon omuzlarını silkti “Onun gibi birisinin düşmanı çoktur”

«Buna inanırım," dedim. “Ama bana kendine dikkat edebilen birisi gib» geldL”

“Kuşkusuz," diyerek bana katıldı Gideon.

Kont'un ne yaptığım ona anlatıp anlatmamayı düşündüm.

Sonra bunu yapmamaya karar verdim. Gideon ona karşı yalnızca nazik olmakla kalmamıştı, bana göre Kontla ikisi çok iyi iki dost gibiydiler.

Kimseye güvenme.

Bunun yerine, “Gerçekten de geçmişe gidip tüm o insanların kanını mı aldın?" diye sordum.

Gideon başım salladı. “Şimdi seninle ve benimle birlikte on iki zaman yolcusundan sekizi kronografa geçti. Geri kalan dördünü daha bulacağım."

Kont'un sözlerini hatırlayınca sordum: “Londra'dan Paris'e ve Brüksel'e nasıl gittin? Yani geçmişte geçireceğin zaman dilimi birkaç saatle kısıtlı değil mi?"

“Tam söylemek gerekirse, dört saat,” dedi Gideon.

“Bu zamanda bile dört saat içinde kesinlikle Londra'dan Paris’e gidilmez ayrıca Gavot dansı yapıp birinin kanını almaktan söz bile etmiyorum.”

“Bu doğru. Bu nedenle

daha önceden

kronografla birlikte Paris’e gittik, aptal şey,” dedi Gideon. ‘Aynısını Brüksel'de, Milano’da ve Bath’ta da yaptık. Diğerlerini Londra'da bulabilirdim.”

“Anlıyorum.”

“Gerçekten mi?” Gideon'un gülümsemesi yine alaycıydı Bu kez görmezden geldim.

mobildepo.com

“Evet, ama anlamadığım bir şey daha var." Pencereden bak tim. “Giderken bu çayırlardan geçmemiştik, değil mi?”

“Burası Hyde Park,” dedi Gideon, ansızın heyecanla yerinde doğrulup dışan sarktı. “Hey, Wilbour ya da adınız her neyse Neden bu yoldan gidiyoruz? En kısa yoldan mabede varmamız gerek!”

Sürücü yerindeki adamın ne dediğini duymamıştım. '

"Olduğunuz yerde durun," diye emretti Gideon. Bana dön 1 düğünde yüzü bembeyaz kesilmişti.

“Neler oluyor?”

“Bilmiyorum,” dedi. “Adam bizi parkın güneyindeki bir bu- p; hışma noktasına götürmek üzere emir aldığını söylüyor"

Atlar durunca Gideon arabanın kapısını açtı. “Burada ters giden bir şeyler var. Zaman sıçramamız için acele etmeliyiz.

Mabede varmak için atlan ben süreceğim.” Arabadan inip kapıyı tekrar kapadı. “Ne olursa olsun, sen arabanın içinde kal ” .

O anda bir patlama oldu. İçgüdüsel bir hareketle eğildim. Bu sesi filmlerden tanıyor olsam da bir silaha ait olduğunu hemen anlamıştım. Hafif bir çığlık duyuldu. Atlar kişnediler, fayton öne doğru sarsıldı ama sonra sallanarak olduğu yerde durdu.

“Başım eğ!” diye bağırdı Gideon. Kendimi arabanın koltu­

ğuna attım.

ikinci bir silah sesi duyuldu. Gürültüyü izleyen! sessizlik dayanılır gibi değildi

f"

"Gideon?” Doğrulup dışarı baktım.

Gideon çayıra bakan pencerenin önündeydi ve kılıcım çek­

mişti "Yat aşağı dedim!”

Tanrıya şükür, hâlâ yaşıyordu. Ama bu herhalde pek uzun sürmeyecekti Ortaya ansızın siyahlar giymiş iki adam

çıkmıştı-.2 3 6.

Ûçüncüsü ise bir ağacın gölgesinde duruyordu, ata binmişti ve .İI)de parlak bir tabanca tutuyordu.

Gideon aynı anda iki adama karşı kılıç sallamaya başlamıştı Hiçbiri konuşmuyordu. Birbirine vuran kılıçlann şakırtısı ve solumalar dışında duyulan hiçbir şey yoktu. Gideon'un ustaca savunmasını birkaç saniye hayranlıkla izledim. Tıpkı bir film sahnesi gibiydi; her hareket, her atak, her sıçrayış mükemmel bir yyum içindeydi. Sanki hepsi günlerce koreografilerine çalışmış gibiydiler. Ama adamlardan birisi haykınp boğazından fıskiye gibi kan fışkırarak diz üstü çökünce, tekrar kendime geldim. Bu film değildi, bu gerçekti. Hem kılıçlar ölümcül silahlar olsalar da (bu arada kılıç isabet eden adam, korkunç sesler çıkararak yerde kıvranıyordu) tabancaya karşı yapabilecekleri pek fazla şey yoktu.

Gideon neden bir tabanca taşımıyordu? Evden pratik bir tabanca getirmek daha kolay olurdu. Ya arabacı nerede kalmıştı? Neden Gideon'un yamnda savaşmıyordu? ,

Bu arada, ağacm ardındaki atlı onlara yaklaşarak atından inmişti. Onun da bir kılıç çekerek Gideon'un üzerine hücum et­

tiğini şaşkınlıkla gördüm. Tabancayı neden kullanmamıştı? Onu kimsenin kullanamayacağı biçimde çimenlerin üzerine fırlatmıştı

“Kimsiniz? Ne istiyorsunuz?” diye sordu Gideon. > ;

“Canınızdan başka bir şey istemiyoruz,” dedi son gelen adam

“Ama onları alamayacaksınız!” f;

“Alacağız. Buna inanın!"

Diğerleri artık cansız bir şekilde yerde yatan adamı çiğne­

yerek kılıç sallarken pencerenin önündeki dövüş yine provası yapılmış baleye dönüşmüştü.

Gideon onların niyetlerini önceden sezercesine her atağı savuşturuyordu ama diğerleri de hiç kuşkusuz çocukluklarından