• Sonuç bulunamadı

GAZELĠN ġEKĠL ÖZELLĠKLERĠ

TERKĠPLER ĠÇĠNDE

1.4.5. Altılı Terkipler

Farsça terkiplerin bu grubu, Ģairler tarafından en az tercih edilen tamlama çeĢidi olmuĢtur. NeĢâtî, Vecdî, Fehim-i Kadim, Nev‟î- zâde Atâyî, Nef‟î, Kâmî, ġeyhülislam Yahyâ, Nâbî ve Sâbit gazellerinde altılı terkiplere hiç yer vermezken Mezâkî 5, ġehrî 1, Nâ‟ilî 1 kez altılı terkip kullanmıĢlardır. Bu Ģairlerimizin birer beyitlerini örnek teĢkil etmesi bakımından burada veriyoruz.

Ö.B.78.

Hırz-ı emân-ı âfet-i terk-i tarîk-i ‘ışk

Bâzû-yı Ģevk-ı „âĢık-ı ser-bâza bestedür

(Mezâkî – G.147/ 4) Ö.B.79.

Ârzû-yı feth-i bâb-ı genc-i vasl-ı yâr ile

Yok yire ma‟mûre-i ümmîdi vîrân eyledük

(Mezâkî – G.254/ 4) Ö.B.80.

Eyledi murg-ı dil-i Nâ‟ilî-i zârı hevâ

Beste-i dâm-ı şikenc-i ham-ı gîsû-yı taleb

(Nâ‟ilî – G.12/ 5) Ö.B.81.

Olur refûgerî-i Mesîhâya hande-zen Her çâk-ı sîne-i dil-i vîrân-ı ehl-i derd

(ġehrî – G.21/ 2) 1.4.6. Âtıf Vavıyla Kurulan Terkipler

“Bu harf, Arapça veya Farsça iki kelimeyi birbirine bağlarken ilk kelimenin son harfi konsonla bitmiĢ ise bu harfi ü gibi okutur: ilim ve irfan (= ilim ü irfân); vokal ile bitmiĢ ise iki kelimeyi birbirine bağlayan “vav” harfi ortada- Farsça kaidesine göre- vü okunur: kazâ ve kader (=kaza vü kader)… gibi” (Devellioğlu, 2005:1140). Farsça kaideye göre kurulan terkiplerde tamlayan ya da tamlanan birden fazla kelimeden oluĢtuğunda âtıf vavıyla bu kelimelerin birbirlerine bağlandıklarını görüyoruz. Bu farklılık nedeniyle bu tip tamlamaları ayrı bir baĢlık altına almayı uygun bulduk. Ġncelediğimiz her Ģairin gazellerinde vâv-ı âtıfa ile kurulan tamlamalara yer verdiklerini söyleyebiliriz. Mezâkî 291, Nâbî 242, Nâ‟ilî 122, Fehim-i Kadim 114, Sâbit 77, Kâmî 63, ġeyhülislam Yahyâ 56, Nev‟î-zâde Atâyî 56,

Vecdî 34, ġehrî 28, Nef‟î 21, NeĢâtî 18 kez gazellerinde bu tip tamlamaya yer vermiĢtir.

Grafik VI. Âtıf Vâvıyla Kurulan Tamlamaların ġairlere Göre Dağılımı

Ö.B.82.

Gamzenle gönül kiĢveri pür-Ģûr u Ģer ancak

Mahrûsa-i derbend-i kazâ vü kader ancak

(Nâ‟ilî - G.195/1) Ö.B.83.

„Ûdun da düĢdi hissesine sûz u tâb-ı reşk Bûs-ı „izâr hisse-i baht-ı kilâb ile

(Nâbî – G.726/ 8) Ö.B.84.

Gârib-i yâr ü diyâram sabâh ü Ģâm müdâm

Vatan hayâli ile fikr-i râhdur kârum

(Fehim-i Kadim – G.216/ 4) Ö.B.85.

Çok geldi kârbân-ı mahabbet sıgıĢmıyor

K’âlâ-yı nâz u şîveye târ oldı hânemüz

(Sâbit – G.139/ 3) Mezâkî Nâbî Nâ'ilî Fehim-i Kadim Sâbit Kâmî Ş. Yahyâ Nev'î-zâde Atâyî Vecdî

Ö.B.86.

Ser-â- pâ katre katre kanlu yaĢıyla gören çeĢmüm

Nihâl-i erguvân-ı gülsitân-ı derd ü mihnet der

(ġeyhülislam Yahyâ – G.45/ 4) Ö.B.87.

Virmez keder bana hatar-ı reh-güzâr-ı „ıĢk Ser-bâz-ı gussâ ‘âşık-ı bî-vehm ü bâkünem

(NeĢâtî – G.84/ 5) Ö.B.88.

Zerredir ammâ ki tâb-ı âfitâb-ı aĢk ile Rûzigârın şemse-i tâk u revâkıdır gönül

(Nef‟î- G.74/ 4) Ö.B.89.

Deşt ü sahrâ-yı cünûnı geĢt iderdi ser-be-ser

Urmasaydı pây-ı akla kayd-ı zülf-i ham-be-ham (Vecdî – G.43/ 3) Ö.B.90.

Mecnûnlaruz ki baĢ açup itmekdeyüz du„â

Bed-hâh-ı cünd-i sabr u sükûn u selâmetüz

(Nev‟î-zâde „Atâyî – G.98/ 3) Ö.B.91.

Tâ kim ola nümâyân bu pîç ü tâb-ı ebrû Dilden olur mı hâlî hiç ıztırâb-ı ebrû

(Mezâkî – G.365/ 1) Ö.B.92.

Tavaf ider dem-i Ģîvende rûh-ı bismil-i „aĢk

Fahar-künân-ı leb-i nâle vü figânumuzı

(ġehrî – G.123/ 4) Ö.B.93.

Rûze-i hecr ü firâkun Ģebidür sabr-güdâz

Tâkat-efsürde olur savm-ı visâl olsa dahi

(Kâmî – G.211/ 5) 1.4.7. Arapça Terkipler

Farsça terkipler kadar fazla tercih edilmese de Arapça tamlamalara da gazellerde rastlıyoruz. Nitekim Mezâkî 85, Nâbî 83, Fehim-i Kadim 44, Sâbit 31, Nâ‟ilî 28, Kâmî 26, ġehrî 15, ġeyhülislam Yahyâ 14, Nev‟î-zâde Atâyî 14, Nef‟î 6, NeĢâtî 5, Vecdî 1 kez gazellerinde Arapça terkip kullanmıĢtır.

Grafik VII. Arapça Terkiplerin ġairlerce Kullanım Sayıları

Ö.B.94.

Devlet ü ikbâl-i zâtun kim cihânda çün sadef Yâdgârı bir dür-i yek-tâ kala hayrü’l-halef

(Kâmî – G.107/ 1) Ö.B.95.

Katre katre nem düĢüp tonmıĢ giyâh-ı huĢkda

Fi’l-mesel Ģol riĢte-i bârîke benzer dürdedür

(Nev‟î-zâde Atâyî – G.59/ 2) Ö.B.96.

Dilden âgâh oluruz cilve-i hüsn-i yâra

Büt-i hoĢ-peykeri beytü’s-saneminden bilürüz

(Mezâkî – G.156/ 3) Ö.B.97.

Milket-i sabrı harab eyledi ahir gamzen

Bü’l- aceb fitne garîb âfet-i dünyâsın sen

(NeĢâtî – G.88/ 4) Ö.B.98.

Bu nâle ki mülk-i dili dârü’l- hazan eyler Havfum bu hayâlünde cilâ-yı vatan eyler

(ġehrî – G.37/ 1) Mezâkî; 85 Nâbî; 83 Fehim-i Kadim; 44 Sâbit; 31 Nâ'ilî; 28 Kâmî; 26 Şehrî; 15 Ş. Yahyâ; 14 N. Atâyî; 14 Nef'î; 6 Neşâtî; 5 Vecdî; 1 Diğer; 26

Ö.B.99.

Cânı cânânun ile müttehidü’l-eczâ kıl Dem-i vasla Ģegaf u hicre te‟essüf ne belâ

(Fehîm-i Kadim – G.4/ 5) Ö.B.100.

Cigerden germî-i hicrânı bi’l-hâsiyye def„ eyler Girüp Ģekl-i enâra dilde hûn-âlûde peykânlar

(Nâbî – G.90/ 2) Ö.B.101.

Bizi unutdu mu yohsa peyâm-ı sıhhat-ı yâr Bu memleketde garîbü’d-diyâra değmez mi

(Nâ‟ilî – G.368/ 2) Ö.B.102.

Vücûdum mülkinün aĢk oldı sultân-ı cihânbânı Derûn-ı sîne dârü’s-saltana dil taht-ı sultânî

(ġeyhülislam Yahyâ – G.440/ 1)

Bazı örneklerde Arapça terkibin Farsça bir tamlamanın tamlayanı ya da tamlananı olduğunu görmekteyiz.

Ö.B.103.

Olmakla sahnı hâbgeh-i hâtemü’r-rüsül Fass-ı nigîn-i ravza-i cennet Medîne‟dür

(Nâbî – G.101/ 3) Ö.B.104.

Merd ise ger zuhûr ide fitne-i âhirü’z- zamân LeĢker-i hattı der-kemîn „iĢve kiriĢme çekti saf

(Fehim-i Kadim – G.156/ 3) Ö.B.105.

Hazret-i Sultân Murâd Hân-ı kerîmü’ş-şân kim

ġevk-i medhiyle garîb efkâra düĢdü gönlümüz (Nef‟î – G.46/ 7) Ö.B.106.

N‟eylesin bü’l-heves-i ‘aşk olunca derkâr Nigeh-i çeĢm-i emel gûĢe-i ebrû-yı taleb

1.5. KAFĠYE

“Eskilere göre Ģiir „mevzûn u mukaffâ söz‟dür. Yani eskiden vezinli (ölçülü) ve kafiyeli (uyaklı) sözlere Ģiir denirdi. (…) ġiir, tılsımlı bir sözdür. (…) ġiirde bir âhenk gerekir. Çoğu zaman bu âhengi de vezin ve kafiye sağlar” ( Pala, 2004:249).

Arap Ģiirinde kafiye, Ġslâmiyeti kabul eden milletlerden Ġranlıların ve bilhassa Türklerin eski Ģiirlerinde olduğu kadar geliĢmiĢ bir nazım unsuru değildi (Banarlı, 1987:182). “Kafiye kelimesi Arapça‟da önceleri „beyitler halinde söylemiĢ hikmetli veya hicivli söz‟ mânasına geliyordu. Daha sonraları sırasıyla bu manzum sözün yapısı olan beyit, Ģiir ve bugünkü mânasını kazandı” (TDEA, 1977: V/ 88).

Banarlı, kafiyenin Arap Ģiirindeki tarihî geliĢimini Ģöyle ifade eder: “Arap Ģiirinde bu son mânâdaki kafiye, önceleri basit bir ses benzeyiĢinden ibâretti. Beyit‟lerin son kelimelerindeki son harflerin aynı harfler olması, kafiye için kâfi geliyordu. (…) Arap Ģiirinde bu basit kafiye sistemini; kendisinden evvel bâzı ehemmiyetsiz teĢebbüslerden sonra; bilerek; ve kesin olarak; Ģâir Ebü’l- ‘Alâ Maarrî’ (973-1057)‟nin değiĢtirdiği söylenir. Maarrî, kafiye sanatında beyitlerin sondan iki harfinin de aynı harf olmasını sağlayan bir ses zenginliğine yürümüĢtü. Bununla berâber kafiye ilmi Ġslâm‟ın hemen ikinci asrından itibâren Arap edebiyâtında arûz ilmi‟yle birlikte geliĢmiĢ ve ilk arûz âlimi Ġmâm Halîl b. Ahmed (711?- 786?) zamânından baĢlayarak kafiyenin türlü inceliklerine dikkat eden eserler yazılmıĢtır” (1987:182).

“Kâfiya, arûzdan ayrı bir ilim sayılmaktadır; gâyesi ünsüz ve ünlü vb. bakımından, beyitin son „harflerinin‟ kaidelerini bildirmektir. Daha dar bir mânada, kâfiya, Halîl b. Ahmed‟e göre, beyitin son sâkin iki ünsüzünden hemen evvel bulunan harekeli ünsüzden itibâren baĢlayan ünsüzlerin bütünüdür; mâlûmdur ki, bir beyit dâima zâhir veya mefrûz bir sâkin „harf‟ ile nihâyet bulur” (Cheneb, 1988:65).

ġiirde vezinle birlikte olmazsa olmaz ritm unsuru sayılan kafiye; “Son harf ve harekeleri birbirine uygun olan ve mısrâ yâhut beyt sonunda bulunan kelimelerdir” (Tâhir-ül Mevlevî, 1994:77), “Nazımda Ģiirlerin sonlarında tekerrür eden ve aynı sesi veren harflerin hareke ve sükûn hallerindeki birleĢmeleri” (Devellioğlu, 2005:480), “En az iki dizenin sonunda tekrarlan, yazılıĢları aynı, ama anlamları farklı olan ses benzerliğidir” (Pala, 2005:29), “En az iki mısra sonundaki ses tekrarıdır. Bu ses tekrarının bulunduğu kelimelerin ya kendilerinin ya da anlamlarının farklı olması gerekir” (Saraç, 2010:257).

Sınırları kalın çizgilerle çizilmiĢ olan klasik edebiyat geleneğimizde Ģairler, hem gelenek içerisinde kalmak hem de farklılık yakalamak gayretindedirler. ġairler bir taraftan semantik özgünlük diğer taraftan söyleyiĢ mükemmeliyeti oluĢturma arzusundadırlar ki bu yüzden kafiye ve redifin imkânlarından bol bol faydalanırlar (Aydemir vd., 2009:115). “Divan Ģiirinde kafiye, bir Ģairin nazımda kudret ve kabiliyeti hususunda bir ölçü sayılır. ġair kafiyelenmesi güç kelimeleri seçerek hüner ve nazma hâkimiyetini göstermek ister” (Akün, 1994:402).

“Klâsik edebiyat bilgisinde kafiye konusunun ortaya konuluĢ Ģekli doğrudan o dönemde kullanılan Arap alfabesi ile iliĢkilidir” (Saraç, 2010:262). Divân Ģiiri kafiyesi, göze hitap ettiği için, seslerin yazılıĢ biçimini esas alırdı. Arap harfleriyle yazılan Ģiirlerde yazı benzerliği ön planda tutulurken söyleyiĢ farkı önemsenmezdi. Bu nedenle seslerin kulağa hitap Ģekillerinde farklılıklar olabilmektedir (Pala, 2005:29).

Biz de bu çalıĢmamıza konu olan gazellerin kafiyelerini divan Ģiirinde esas alınan kafiyeye göre inceledik. Böylece mücerred, mürdef, mukayyed, müesses ve cinaslı gibi baĢlıklar altında incelediğimiz gazellerin; Latin harfleriyle düzenlemiĢ nüshalarıyla çalıĢtığımızı, kafiye ve redif konusunu bu metinler üzerinden incelediğimizi belirtmekte fayda görüyoruz.

Tablo VII. Kafiye ÇeĢitlerinin Kullanıldığı Gazel Sayıları ve Oranları

KAFĠYE ÇEġĠDĠ KULLANILAN GAZEL

SAYISI