• Sonuç bulunamadı

Gürsel’in dinlerin öne çıktığı bu dönemde, bir anlamda yeni ayrınç, biçem ve bir roman söylemi oluşturduğu Allah’ın Kızları eserinin, kutsalı sorguladığı görülür. Böylece, 2000’de yayınladığı Resimli Dünya’dan sonra romana tartışmalı ve büyük bir dönüş yaptığını söylemek mümkündür. Allah’ın Kızları romanına başlarken bakışımlı konu başlık çizelgesine yer verilir. Romanın ilk baskısı 2008 yılında Doğan Yayıncılık tarafından basılmıştır. Ardından Mart/2008 de 1. ve Mayıs/2013 de 17. baskı yine Doğan Yayıncılıktan yayımlanmıştır. Eser 27 bölüm ve 287 sayfadan oluşur. Dış kapakta Kabe’nin eğretilemeli bir resmi bulunur.

Hz. Muhammed’in hayatıyla Kuran’dan hareket ederek İslam dininde şiddet ve inancın bir anlamda sorgulandığı bu romanın çoksesli bir destan olduğu görülür. Allah’ı kendine “şahdamarından daha yakın” hissederek hayal dünyası zengin olan bir çocukla Harbi Umumi’de Medine’yi savunan dedesinin hem mutlu hem de hüzünlü öyküsü aktarılır. Gürsel’in bu romanı Fransa, Almanya, Lübnan, İspanya, Sırbistan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya’da da yayımlanır. Yazarın Allah’ın Kızları adını verdiği romanıyla Türkiye Yayıncılar Birliği’nin verdiği 2009 yılı Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödülünü alır.

2.4.1. Zihniyet

Allah’ın Kızları romanı “kutsal olanı sorgulayan ama incitmeyen bir metin” şeklinde okura sunulur. Yazar romanıyla ilgili aşağıdaki cümleleri kurar:

Allah’ın Kızları, aslında Kuran’ı, İslam’ı eleştiren bir roman değil. Anlatımın odak noktasında Hz. Muhammed’in olduğu, çok sesli bir roman. Ve eleştirel bir bakış değil, o inançla gelen Müslüman duyarlılığını kavramaya çalışan bir bakış” Bir Roman?” (Arpa, 2008).

Gerçek anlamda mistik ayrım, 1985’de yayımlanan Boğazkesen’de, Resimli Dünya ve özelikle 2007 yılında yayımlandığı görülen, Hacı Bektaş, Mevlâna ve Abdal Musa gibi ermişlerin Yedi Dervişler’de yoğunlukla kullanıldığı görülür. Allah’ın Kızları’nın başında bakışımlı konu başlığı çizelgesi bulunur. Roman, yirmi beş bölümden oluşur. Dış kapakta İsra Suresi’nin 40. ayeti olan “Rabbiniz size oğullar verdi de kendisi meleklerden kızlar mı edindi?” yazılıdır. Romanın isminin ilgi çekici olduğu görülür. Gürsel’in bu isimlendirmeyi Kuran’daki Necm Suresi’nde isimleri bulunan Uzza, Lat ve Manat adlarındaki üç dişi puttan esinlenerek yaptığı belirtilir (Tilbe, 2008). O dönemlerde Kureyşliler’in bu putları Allah’ın Kızları olarak ifade etmeleri bunun en önemli nedenidir. Gürsel, ismi geçen putları konuşturur. Tarihsel seslerin öne çıktığı romanlara göndergesel bir isim verdiği görülür (Tilbe, 2008: 62).

2.4.2. Yapı

2.4.2.1. Olay ve Olay Örgüsü

Allah’ın Kızları, tarihî bir konuyu aktarır. Eserde, İslam dini dindar dedesinden çocukluk zamanlarında öğrendiği şekliyle aktarılır. Romanın karışık bir yapısının olduğu görülür. Bir taraftan Allah’ın Kızları olarak bilinen, daha sonra Kabe’den atıldığı görülen “Lat, Uzza ve Manat” isimli üç put ve İslam öyküsü, Hz. Muhammed’in hayatındaki vahiy ve savaşlar aktarılır. Diğer taraftan yazarın, Allah’ın Kızları romanıyla iki yaşam öyküsel öyküyü anlattığı görülür. Dede karakteri ve onun etkisindeki, İslam kültürünün mirasçısı olan torununun öyküleridir. Eserin bütün kilit noktalarında tarih, kişisel ve öznel yaşamla kesişir. Bu durum kısmen de olsa öz yaşam öyküsel bir romana sürükler. Gürsel, kişisel imgelemi kapsamında, Türk ulusunun imgeleminde yeri olan İslam söylencelerini anımsatır. Özellikle inancın kökeni ve

tarihin çalkantılı dönemleri esnasında yaşadığı görülen inanç bunalımını sorgulamaya başlar. Böylelikle temelde din, şiddet ve savaş sorgulanır.

Roman farklı dönemlerde geçtiği görülen ve kutsal kitaplarda bahsi geçen öykülerden oluşur. Öyküler birbirlerine bağlanarak bugüne kadar gelir. Romanın en başlarında Hz. Muhammed’in doğumundan önce, babasıyla dedesinin yaşamları anlatılır. Peygamberin dedesinin anlatıldığı bölümlerde, anlatıcının kendi çocukluğuna ve dedesine de göndermeler yapılır. Ayrıca, öyküler arasında benzetmeler vardır. Öncelikle, İbrahim peygamberin kendi oğlunun boğazını kesmek amacıyla dağa çıkışını anlatır. Daha sonra çocuk yaşlarda dedesinin evinde bulunan kömürlüğün yanına bağlandığı görülen, kurban bayramında kesilmek için bekleyen koçtan bahsedilir. Kesilen kurbanlar, çocukların yaşamalarının bedeli olarak görülür. Çocuklar bir şekilde kendi yerlerine kurban edilen hayvanlara karşı suçluluk duyarlar. Ancak, kendisinin yaşaması için bunun zorunlu olduğu söylenir. Çocuğun zihninde kurbanın, kendi hayatının ne kadar değersiz ve kolay kaybedilebilen hatta kendisini sevdiğini zannettikleri tarafından harcanabilen biri olduğunu gösterir.

Kurban edilme durumu, bir defa daha Muhammed’in babasının henüz küçük bir çocukken kurban edilmekten nasıl kurtulduğunun öyküsü anlatılır. Farklı çocukların hayatlarında bu durumun tekrarlanışı ile geçmiş inancın içerisine işleyen şiddet sorgulanır. Bunun yanında, peygamberin babasının kurban edilmekten son anda kurtulması da hayatın rastlantısallığını yansıtması açısından önemlidir.

Bir başka öyküde de Kays gibi, keyif ve şehvet adına yolculuk yapanlar vardır. Ancak, yaşamı yollarda bir arayış içerisinde geçen dervişlerin öyküleri verilir. Özellikle Yunus Emre’nin cennete giden yolda iz süren dervişin öyküsü de anlatılır.

2.4.2.2. Kişiler

2.4.2.2.1. Olayın Meydana Gelişinde Rol Alan Kişi / Kişiler

Allah’ın Kızları romanı nesillerdir anlatılan öyküleri masal gibi şiirsel bir dille aktarır. Gürsel, eserde ikinci tekil şahsı kullanmayı tercih eder. Romanın anlatıcısına, sen şeklinde hitap eder. Okurları, masal dinleyen çocuklar gibi görür. Örneğin, romanın bir bölümü: “Dedenle Cuma namazına giderken…”(ALHK, 77) şeklinde başlar.

İkinci kişiye anlatılması zor bir durum olmasına rağmen, bu öyküler yazarın amacına uygun olarak hizmet ederler. Yazar, öykülerini anlatırken masal dilinden uzaklaşmaz, okur ile çocuğu bir bütün olarak düşünür. Belki de uzak diyarların, geçmiş zamanların öykülerini, bir çocuğa anlatırken yapılan cinsten abartılarla, efsanelerle öykülerini süsler. Ayrıca, anlatımın dağılmaması, öykülerin hep aynı sesten dinlenmesi ve romanın formuyla ilgili bir başka özelliği de, her bölümün farklı karakterlerin dilinden anlatılmış olmasıdır. Bu sayede yazar, çok sesli bir anlatı kurmuş olur. Her dört bölümde bir Uzza, Manat ya da Lat’ın başlığını taşıyan, onlardan birinin ağzından dile getirilen anlatılar yer alır. Böylece okurlar, bölümlerin nasıl romanın dokusunu oluşturduğunu da görme fırsatına erişmiş olurlar. Üst üste gelen simetrik anlatılar da roman yapısının oluşmasına katkı sağlar niteliktedir.

Romanda kişiler gerçek dünyanın eyleyenleri değildir ancak, anlatıda anlamlıdırlar. Bir dizi göndergelerle kurmaca olandan gerçek olana bağlanırlar. Yazarın gerçek olarak: “anlatının gerçek kişisidir, çünkü yaşadığımız dünyaya aittir” (Kıran ve Kıran, 2003: 95) dediği açıkça görülür. Anlatı kişisinin öyküde varlık kazandığı ve dış dünya ile ilişki kurduğu görülür. Romanda anlatıcı, betimleyen ve iç öyküsel dinleyici konumundadır. Bunun yanında dış öyküsel bir anlatıcının, dış öyküsel bir alıcıya seslendiği görülür. Romanda anlatıcının iç öyküsel ve dış öyküsel şeklinde konumlandığı görülür. Romanın gerçek yazarı, sadece onu anlatan değil, genellikle onu dinleyenlerdir. Zorunlu olarak kendine başvurulan kişinin de olmadığı görülür. Yanda seslenilen birileri her zaman mevcut olur.

Hazreti İbrahim: Eserde Hz. İbrahim’e ayrılan bir bölüm bulunur. Hz. İbrahim’in hayatı uzunca aktarılır. Bu bölümün dışında da eserin içinde yer yer Hz. İbrahim’e yer verildiği de görülür:

“İbrahim Peygamber putlara tapmamış, kendini Tanrı yerine koyan Nemrud'un ateşinden kurtulduktan sonra farklı bir inancın peşine düşmüş, sonunda İsmail sayesinde Tanrı'ya ulaşabilmişti” (ALHK, 83).

Hacırahmanlı'dan Hacı Rahmi Ram: Anlatıcının dedesine ayrılan bölümde ifade edilen cümlelerle Rahmi Ram tanıtılır:

Deden Rahmi Bey Manisa'nın Hacırahmanlı köyündendi; hacı değildi ama Hicaz cephesinden dönüşte evlenip çoluk çocuğa karıştığında büyükannen "gazi" lakabını yeterli bulmayarak hacı demeye başlamıştı ona” (ALHK, 38).

Muhammed Mustafa: Muhammed Mustafa “Fil Yılında”ismini taşıyan bölümde anlatılır.Bunun yanında Ebabil kuşlarının da öyküsü aktarılır.

Huveylid kızı Hatice: Huveylid kızı Hatice, Kureyş'in en güçlü kadınlarından biridir.

2.4.2.2.2. Yazarın Sözünü Emanet Ettiği Kişi / Kişiler

Romanın başında, yazarın eserini, dedesi olan Ahmet Nedim Tüzün’e adadığı yazılıdır. Balıkesir’de yaşarken tatillerde dedesinin yanına giden yazar: “ve çocukluğunun yeşil cennetine dönebilmek için her şeyi, şu satırları yazdığın sağ elini bile vermeye razısın (…) Yeter ki, seni bırakıp gidenler, gidip de gelmeyenler geri dönsün: Dağ dağa kavuşmaz, ama insan insana kavuşur, sen de yeter ki kavuş yitirdiklerine(ALHK, 94) şeklinde kendi çocukluk döneminde alt konuşma uygulayımı ile seslenir. Ayrıca romanı yazma sebebi de kesin olarak belirtilir. Bu romanda yitik cennetin peşinde olan kişi, geri döndürülemeyecek, fakat ileride ulaşılacak olan düşlemin öz kurgusal ürünü olarak görülebilir (Tilbe, 2008: 70).

Anlatıcının, ikinci tekil kişiyi kullandığı görülse de romandaki anlatıcının seslendiği dinleyici, kişinin kendisinin beş yaşındaki imgesi olduğu anlaşılır. Gerçekte, kurmacada dinleyen de konuşan da yazarın kendinden başkası değildir. Romanın sürekli bir alt konuşma uygulamasıyla çocuğa ve/veya çocukluğuna seslendiği ve geçmişten geleceğe gelen olayları onunla paylaştığı görülür. Romana kurgusal bir kendi yerleşir ve okura göndermeler yapılır. Okura, sizler şeklinde hitap edilir. Böylelikle okur uyarılır ve kendisine suç ortağı yapılmak istenir: “Ben-Sen-O-Biz-Siz-Onlar” (ALHK, 65) adıllarının devamlı yer değiştirdiği ve bu şekilde, özgün yeni bir öyküleme uygulandığı görülür. Ayrıca, roman evreni içerisinde, üçüncü kişi, yazar ve okurdan farklı biridir. Bu da roman evrenini ifade ederken, birinci kişi yazarı, ikinci kişi ise okuru simgeler. Bütün bunların, roman içinde birbirleri ile ilişkide olduğunu ve sözün devamlı olarak birinden diğerine geçtiği görülürken, bu durum da çok sesliliği gündeme getirir.

2.4.3. Zaman

2.4.3.1. Vaka Zamanı

Hz. Muhammed’in doğumu: “Fil Yılında” (ALHK,74) isimli bölümde, Fil Suresi’nde geçen Habeşliler ile Kureyşliler’in savaşının anlatıldığı kısımda aktarılır:

“Muhammed Mustafa doğduğunda gökyüzünde bir yıldız kaydı. Sonra bir tane, bir tane daha kaydı.

Derken yıldız yağmuruyla aydınlandı çöl gecesi, dişi develerin memeleri sütle doldu” (ALHK, 87). Dünyanın dört bir yanında yaşanan olağanüstü olaylar, İslam Peygamberinin gelişini müjdelediğini aktarır.

Bunun yanında ezanın Türkçeleştirilmesine değinildiği de görülür. Zamansal olarak ezanın Türkiye’de Türkçeleştirilmesi ile ilk İslam müezzini Bilal’in ilk ezanı okuması öykülerinin üst üste anlatıldığı görülür (ALHK, 254). Eserin genel olarak başvurduğu geçmişten şimdiye sapmalar ile aynı başlıkta öyküleme uygulayışını bu kesitte de sürdürür. Alfabenin değişimi, yeni harflerle laik cumhuriyeti halkın algılama durumları irdelenir. Dedesi ve Hafız Abi’nin anlattıklarıyla yakın tarihe gittiği görülen yazarın: “öyleyse o sözcüklerin

bağlamını, tarihsel karşılığını araştır ve onun üzerine kur anlatını” (ALHK, 277) şeklindeki söylemiyle öykülemede nesnel bir tutum takındığı kanıtlanır. Yakın tarihte Yunanların Anadolu’ya saldırması: “(…) kıyımlar, ırza geçmeler, Yunan mezaliminden kaçmak için dağa sığınmalar ve karınlarındaki bebeleriyle süngülenen hamile kadınlar, (…) şehit kanıyla sulanmış bu topraklarda yaşanan o vahşet ve yıkım günleri” (ALHK, 266) eserin düşündürdüğü konular arasındadır. Diğer taraftan anlatıcı, güncel öykülemelerde 50’li yıllardaki Türkiye’nin siyasal görünümlerinden de kesitler sunar. Bu dönemlerde, Menderes’in Demokrat Parti yönetiminde olduğu da verilen bilgiler arasındadır (ALHK, 159). Manisa’nın bakımsız bir kent olduğu, bu dönem içinde küçük çocukken radyodan dinlediği hükümetin Kore’ye asker göndermesi, şehitleri, NATO ve Amerika’dan gelen haberler, “Tuna Nehri akmam diyor” marşlarının (ALHK, 214-215) belleğinde canlandığı görülür. 2.4.3.2. Anlatma Zamanı

Yazar, yakın tarihsel olayları aktarırken nesnel bir tutum sergiler. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı esnasında Almanlarla beraber savaşa girmesi ve Balkanlarda Yunan ve Sırplar, Ortadoğu’daki cephelerde İngiliz ve Araplara, Kafkasya’da Ruslara karşı savaşır. Eserde, Rahmi Beyin, Darülfünun’u tamamlayıp yargıç olduğu 1914 yılında Birinci Dünya savaşı başlar. Osmanlı Devleti’nin üç kıtaya yayılması, Almanya’yla beraber Rumeli’de, Kafkaslar ve Ortadoğu’da savaşa girdiği aktarılır. Onun: “Cemal Paşa’nın Dördüncü Ordusu’nu takviye amacıyla Şam’a, oradan da Filistin’e”

(ALHK, 40) genç bir zabit olarak gönderilenler arasında yer alır. Mekke Şerifi Hüseyin’in oğlu olan Emir Faysal İngilizlerle beraber Bedevileri Osmanlılara karşı ayaklandırdığı

zaman, Rahmi Bey onların karşısında Mekke savunmasında yerini alır. Burada yaralanır, tutsak düşer ve en sonunda tek kolunu kaybeden biri olarak geri döner.

“Yıldız Yağmuru” (ALHK, 175) başlıklı bölüme bakıldığında anlatıcı, dedesi olan Rahmi Bey’in dilinden Osmanlı Devleti’nin yıkılma dönemini öyküleştirir. İslam’ın doğuşunun tarafsız bir şekilde aktarıldığı bölümlerdeki gibi burada da bu tutumun sergilendiği görülür. Yazar, üçüncü tekil kişi öykülemesi ile yakın tarihe gider.

2.4.4. Mekân

2.4.4.1. Somut Mekânlar

2.4.4.1.1. Açık Mekân

Suudi Arabistan: “Bahtiyar ve bahtsız Arabistan” başlığının kullanıldığı romanda, V. ve VI. yüzyıl coğrafyası önemli bir öğe olarak yer alır. Yazar: “hatta o coğrafya romanın önemli kahramanlarından biri diyebilirim” (Arpa, 2008) şeklindeki ifadesi ile, bu durumun romandaki önemini vurgular. Gerçek bir etki yaratma kaygısı taşıdığı görülen yazarın, romanın neredeyse her yerinde gerçeklerle birebir örtüşebilen bir betimlemeyle gerçekliğe bağlı kaldığı görülür. Bu noktada önemli mekânlardan olan Suudi Arabistan romanda bu şekilde betimlenir:

“Göreceksin. Kuzey Yarıküre’de, iki dar denizin arasında yukarıdaki üçüncü denize bir çamaşır gibi asılmış, kurudukça kurumuş, suyu çekildikçe katılaşıp sertleşmiş, …, Arabistan’ı, göreceksin. Bahtiyar ve bahtsız Arabistan’ı, altında Yemen ile üstündeki Sina’yı, sağındaki körfez ile solundaki Kızıldeniz’i. (…) O dağların gizlediği bir vadinin koynundaki kenti, Mekke’yi”(ALHK, 16).

Mekke: Bunun yanında El Kays’ın öyküsü, Mekke’den Bizans’ın başkenti İstanbul’a uzanır. Arapların Mekke ile Suriye arasında uçsuz bucaksız olan çöllere yaptığı yolculuklar da aktarılır. Genel olarak develerle çöllerde geçen yolculuklar çok güneşli, boğucu ve kumlu betimlemeleri ile verilir:

“Çöl geceleyin soğuk, gündüz yakıcıydı. Kum tepeleri ile seraplardan ibaret değildi yalnızca. Dağlar, granit kayalar, boy ve biçimleriyle insana benzeyen taşlar vardı. Sonra günbatımında derin vadilere gölgesi düşen kırmızı, külrengi, mor yamaçlar. Ve sessizlik. Gece ya da gündüz derin bir sessizliğe gömülüyordu doğa” (ALHK, 184).

İstanbul: Tarihsel öykülerin aktarıldığı bölümlerde Rahmi Bey’in düşsel yolculuklar ile İstanbul’a gittiği görülür. Öyle ki: “vatan görevi denilen sonu belirsiz bu

tehlikeli yolculuk orada” (ALHK, 202) başlar. Güncel tarihle ilgili diğer mekânlar ise, Yemen’den İstanbul’a, Sudan/Habeşistan ve Mısır’dan Manisa/Balıkesir’e, Medine’den Gaziantep’e, Mekke’den Saray Bosna’ya, Suriye’den Urfa’ya kadar geniş olan Osmanlı Devleti coğrafyasına değinilir. Rahmi Bey, Yemen’de, Mısır’da ve Medine’de subay olarak görev yaptığı Osmanlı-Arap ve İngiliz savaşları tarihsel betimlemeler ile iç içe sokularak aktarılır.

2.4.5. Dil ve Anlatım

Allah’ın Kızları romanı şiirsel bir betimleme ile başlar. Evrenin yaradılışı büyülü/söylencesel bir biçemle sunulur. Çoğunlukla alt ve iç konuşma uygulayımlarına rastlanır. Okurun bu etkiyle romandan kopamadığını söylemek mümkündür. Anlatıcıyla yazar bazen birbirine karışır ve benzerlikleri çocukluğuna seslendiği zaman ayırt edilebilir. Anlatı bazen gerçekliğe, bazen de kurmacaya iyedir. Bunun yanında yazarın öz yaşamı ile ilgili olan göndergeleri kendi hakkındaki düşüncelerini kesinler. Bunun nedeni ise, yazarla anlatıcının öykülerinin birebir örtüşmesidir. Bu durum da anlatının bölüntüsel bir şekilde öz kurgusal olduğu doğrulanır. Romanda, yazarın daha önceki eserlerinde de kullandığı çok katmanlı güncel ve tarihsel öyküleme uygulayımı bulunur.

Her şeyi gören, bilen ve her yerde bulunan erkli anlatıcı geçmişle bugünü, bazen aynı anlatı içinde iç içe, bazen de sözü anlatı kişilerine bırakıp çoğul bakış açısı ile sunar. Ancak anlatıcı sözcelem öznesini gönderici bir şekilde ikinci tekil kişi adılıyla alıcı konumundaki beş yaşındaki çocuk/çocukluğa seslenerek tarihsel ve güncel olguları üst üste ekleyerek öyküler. Ancak konuşmacının her değişiminin süre ve uzam belirticilerini de değiştirir. Anlatıcı bu öyküleme uygulayımıyla geçmişle şimdiyi rahatlıkla eşsüremli olarak okura sunma olanağı bulur (Tilbe, 2008: 64).

Gürsel, Allah’ın Kızları romanının bazı kısımlarının başında anlatacağı öykü ile ilgili olarak postmodern anlatım uygulaması olan üst anlatıyla, birinci tekil kişide doğrudan alıcıya siz kişi ismiyle seslenir. Böylece onu anlatımına ve yazma sürecine ekleyerek oyunun bir parçası haline getirir.

2.4.6. Bakış Açısı / Açıları

2.4.6.1. Hâkim Bakış Açısı ve Anlatıcı

Allah’ın Kızları’nda “kökleşik anlatılara özgü süredizinsel ve çizgisel bir öyküleme” görülmez. Bağımsız olmalarının karşısında çeşitli düzlemlerle birbirlerini tamamladığı görülen, fazla sayıda anlatıcının, yazara özgü uygulayım denemesi ve sürekli değişen bir bakış açısıyla sunulan öykülerle karşılaşılır. Eser, ilgi çeken başlığıyla ilk etapta dinsel-tarihsel ve göndergesel içeriği çağrıştırır. Yazarın, kullandığı İslam öncesi ve sonrası ile ilgili olan dinsel olgularla Osmanlının son dönemleri ve 1950’lerin Türkiye’sini yazar, bireysel tarihin öyküsü ile iç içe yerleştirir. Daha önceki romanlarında kullandığı “tarihsel - artsüremli ve güncel - eşsüremli öyküleme”, “kapsanan ve kapsayan anlatı” düzlemlerinde çok anlamlı, çok katmanlı ve çok sesli kurmaca oluşturduğu görülür (Tilbe, 2008: 63).

İç içe geçtiği görülen öykülerde, çeşitli anlatı düzeylerinden oluşan bir yapı sunulur. Yazarın, İslam öncesindeki “Lat, Uzza ve Manat” gibi ilahe putları, Hz. İbrahim ile Hz. Musa’nın, İslamiyet’in ortaya çıkması sonrasında Hz. Muhammed ve diğer tarihî kişiliklerin öyküleri geri sapmalara başvurularak kurgulanır. Güncel öykülemelerle 1950’lerde çocuk, 2008’lerde yetişkinlik dönemlerinde, dedesinin öyküsüyle, Arapların İngilizlerle iş birliği yapıp Osmanlıyı arkadan vurması sonucunda, Osmanlının Arabistan’dan ayrılmak durumunda bırakıldığı zamanlar aktarılır.

2.4.6.2. Kahraman Bakış Açışı

Allah’ın Kızları romanında kurgu dışında gibi gösterilen ancak kurgunun bir parçası ve prolog özelliği bulunan Kur’an-ı Kerim’in Duha ve Necm Surelerinden alıntılar yapan yazar, alıntıladığı bu sureler ile romanın tümünde anlatılan vakayı verir. Hatta eser süresince Hz. Muhammed’e karşı olan bakış açısında Duha Suresinde anlatılanların etkili olduğu görülür. Onu ahir zaman ve insanlığa rahmet olması için gönderilen bir peygamber olarak görmenin aksine taşra kasabasında yaşayan ve yaptıkları ile kendisini avutan öksüz bir çocuğu anlatır. Ondan bahsederken de sadece Muhammed şeklinde hitap edilir:

Şimdi Lat, Uzza ve üçüncüleri Manat’ın ne olduğunu söyler misiniz? (…) Bunlar sizin ve babalarınızın taktığı adlardan başka bir şey değildir” (ALHK, 11).