• Sonuç bulunamadı

Ancak kadıların ilmi görüşlerinden istifade ettikleri müftüler ve mahkemelerde duruşmayı bir nevi müşahit gözüyle izleyen şühûd ve şühûdul-hâl denilen görevliler tek hâkimli İslam adliye teşkilatına kendine has bir zenginlik kazandırmıştır82

.Osmanlı şer’iyye mahkemelerinde hukuk ve ceza ayrımı yoktu. Mahkemeler hem her türlü yargılama ile hemde noterlik işleriyle uğraşırlardır83

. Ayrıca şer’iyye mahkemelerinde davalar aleni bir şekilde görülürdü. Bu uygulama İslam hukuk tarihinden yerleşmiş bir uygulamadır. Duruşmanın aleni olarak yapılması ilgililerin bundan haberdar olmasını temin etmektedir. Keza aleniyet, olabilecek hukuk dışı uygulamalar için caydırıcı bir unsurdur. Ayrıca duruşmanın açıklığıyla insanlar hükmün doğruluğu konusunda güven duyarlar. Zaten gizli olarak görülen dava sonucu verilen hüküm geçerli sayılmıyordu. Ancak kadı genel ahlak ve kamu güvenliği gibi nedenlerle duruşmanın gizli yapılmasına karar verebilirdi84

. Şer’iyye mahkemeleri Tanzimt’ın ilanından sonra genel mahkeme olma (Mehakim-i Umumiye) ve hukuki, cezai, idari, askeri, mahalli her çeşit davaya bakma özelliğini kaybetmiştir. Bu tarihten itibaren Fransız örneğine göre yeni mahkemelerin kurulması bunların görev alanlarının git gide daralmasına ve nihayetinde ikinci meşrutiyetten sonra şer’iyye mahkemeleri asli, genel mahkemeler olmaktan çıkmışlardır. Böylece Müslüman halk bakımından şer’iyye mahkemeleri Avrupa’daki kilise mahkemelerinin (veya Osmanlı ülkesindeki ruhani meclislerin) konumuna düşürülmüştür85

.

2-2-ŞER’İYYE MAHKEMELERİNDEKİ GÖREVLİLER 2-2-1-Kadı

Osmanlı devletinde çok geniş kapsamlı yetkileri bulunan ve şer’iyye mahkemelerinde yargı görevini ifa eden kişilere kadı denmektedir. Bilindiği üzere kesmek ve ayırmak gibi sözlük manalarını bulunan kaza, terim olarak hüküm ve hâkimlik manalarını ifade eder. Osmanlı hukukçuları kadıyı, insanlar arasında meydana gelen dava ve anlaşmazlıkları şer’i hükümlere göre karara bağlamak için devletin en yüksek merci tarafından atanan kişi olarak tarif eder. Kadılara Osmanlı’da hâkim veya hakim’üş-şer’de denilirdi86

.

80M. Akif Aydın.(2003),“Osmanlı Devletinde Mahkeme”, DİA. C.27, T.D.V.Yay. Ankara, s.342. 81Halil Cin-Gül Akyılmaz.(2011), Türk Hukuk Tarihi, 4.Baskı, Sayram Yay. Konya, s.172.

82M.Akif Aydın.(2012), Türk Hukuk Tarihi, 9.Baskı, Beta Basım Yayın Dağıtım A.Ş, İstanbul, s.78. 83Abdülaziz Bayındır.(2002),“Örneklerle Osmanlı Ceza Yargılaması”, Türkler C.10, Y.T.Y. Ankara, s.69.

84Mehmet Akman.(1999),“Osmanlı Ceza Muhakemesi Hukukuna Hâkim Olan İlkeler”, Osmanlı C.6, Y.T.Y. Ankara, s.474.

85E.Buğra Ekici.(2004),Tanzimat ve Sonrası Osmanlı Mahkemeleri, Ar Sanat Yay. İstanbul, s.237. 86Ahmet Akgündüz.(2004),“İslam Hukukunun Osmanlı Devletinde Tatbiki: Şer’iye Mahkemeleri ve Şer’iye Sicilleri”, Türkler C.10, Y.T.Y. Ankara, s.55.

16 İslam toplumunda kadılık fonksiyonunu ilk defa yerine getiren bizzat Hz. Muhammed’in (s.a.v.) kendisi olmuştur. Dört halife devrinde de kadılık, halifenin önemli görevlerinden birini teşkil ediyordu. Fakat devletin büyümesine oranla halifenin görevleri artınca ilk kez Hz. Ömer tarafından Medine, Basra ve Kûfe gibi önemli şehirlere niyabet yoluyla kadılar tayin edildi. Abbasiler döneminde ise kadılar merkezden atanmaya başlanınca merkezde kadı’l- kuddat denen bir makam ortaya çıktı. Osmanlı öncesi kadılık tayini kısaca açıklamak gerekirse zamanın akışı içinde, ilk başta halife sonra valiler ve daha sonra da merkezdeki kadı’l-kuddat tarafından tayin edildiği söylenebilir87.

Osmanlı devletinde kadılar sultan tarafından atanırdı. Sultan bu konuda bir başkasına da yetki verebilirdi. Bu yetkiyi önceleri kazaskerlere vermiştir. Daha sonları ise kadılar, şeyhülislamın teklifi ve padişahın onayı ile atanır oldular. Vali ve beylerbeyi gibi zatlar kadı atayamaz ve görevden alamazlar. Sultan veya onun yetkili kıldığı kişi, hâkimlerin görevine son verme hakkına sahiptir. Görevden alınmasını gerektiren bir sebebin bulunup bulunmaması önemli değildir88

.

Kuruluş yılından itibaren şer’i kaza usulünü benimseyen Osmanlı devletinin ilk padişahı sultan Osman’ın ilk tayin ettiği iki memurdan birisi kadıdır. Kadıları yetiştirecek bir kurum henüz mevcut olmadığından, ilk Osmanlı kadıları Anadolu, İran, Suriye ve Mısır gibi yerlerden getirilmiştir. I.Murad’ın molla Fahreddin Acemi’yi 130 akçe maaş ile ilk defa fetva görevine tayin ettiği bilinmektedir. Daha sonra ise feth edilen her idari merkeze bir kadı ve89

idareyi temsilen bir subaşı tayini benimsenmiş bir gelenek haline gelmiştir. Osmanlı kadısı İslam devletleri içinde özgün bir yeri olan adliye ve mülkiye görevlisidir. Memuriyeti kendisinden önceki İslam devletlerindeki meslektaşlarından daha geniş yetkilerle donatılmıştır. Ayrıca tahsili, mesleğe geçişi ve terfii itibariyle de gelişmiş bir hiyerarşi ve kurallar bütünlüğüne sahiptir90

.

Kadıların eğitiminden bahsetmek gerekirse; kaynakların verdiği bilgiler daha Sultan Orhan zamanında kadıların eğitimi için ilk medresenin kurulduğunu gösterir. Fakat Osmanlı devlet ve toplum sisteminde tedris, kaza, ifta, mesleklerin ayrımı, derecelenmesi ve rütbelerin asıl şekillenişi Fatih Sultan Mehmet döneminde olmuştur. Bu devirde kadının mesleki eğitiminde kurumlaşma ve hiyerarşisinin yerleşmesi açısından önemli olay sahn-ı seman diye bilinen fatih medresesinin teşekkülüdür. Böylece 16.yüzyılda Süleymaniye medreseleri kuruluncaya kadar bu yüksek eğitim kurumu kadılık mesleğine girecek gençlerin tahsil görüp icazet aldıkları yer olmuştur. Daha sonra Süleymaniye medreselerini bitiren bir kişi (danişmend) kazaskerliğe müracaattan sonra bir nevi stajyerlik olan mülazemet için önemli sancaklara mevleviyet payeli kadılar yanına gönderilir ve mülazemet devri (üç beş yıl)sonunda İstanbul’a gelirdi. 18.yüzyılda daha da uzatılan bu bekleme döneminden sonra imtihan verenler en alt kademedeki kazalardan birine tayin edilerek mesleğe başlarlardı91

.

87Ahmet Cihan.(2004), Reform Çağında Osmanlı İlmiyye Sınıfı, Birey Yay. İstanbul, s.42-43. 88Abdülaziz Bayındır.(1999), “Osmanlı’da Yargının İşleyişi”, Osmanlı C.6, Y.T.Y. Ankara, s.434. 89Akgündüz. a.g.e. s.54.

90İlber Ortaylı.(2001),“Osmanlı Devletinde Kadı”, DİA. C.24, GÜSAM, İstanbul, s.69. 91

17 Kadı üstlendiği görev dışında bir işle meşgul olamaz. Bu sebeple kendisinin, ailesinin ve yardımcılarının geçimini üstlendiği için bu kişilere yetecek bir maaş alması gerekirdi. Osmanlı devletinin kadılara verdiği maaş miktarları kazasker ruznamçelerinde kayıtlıdır. Örnek olarak Üsküdar kadılığı, Evamir kayıt defterinde yer alan ve görevlilerin aylık maaşları gösteren bir belgeyi aşağıda gösteriyorum;

Görevi Maaşı Maaşı Kuruş olarak Altın olarak Kadı efendi 3500 35 Müşavir 1500 15 Başkâtip 1000 10 Kâtip 800 8 “ 600 6 “ 600 6 “ 400 4 “ 400 4 Muhzır 400 4 “ 400 4 “ 400 4 Hademe 200 2 “ 200 2 Yekûn: 10.400 Kuruş 104 Osmanlı Altını

Fî 6 Receb, 1328 ve fi 4 Haziran, 1326 (19 Mayıs 1910)92.

16. yüzyıldan önce böyle bir liste görmemiz imkânsızdır. Çünkü kadılar Osmanlının ilk dönemlerinde yapmış oldukları muamelat yanında kendilerine verilen tımarlardan geçimlerini sağlıyorlardı. 16.yüzyıldan sonra kadılara tımar verilmemeye başlandı. Bununla birlikte yıldırım Beyazıt tarafından ilk düzenlemelerle yapacakları her işten alacakları fiyatlar berillendi. Daha sonraları ise sistematik bir şekilde maaş sistemine geçildi93

.

Kadıların unvanları ise şu şekildeydi; Halife tarafından tayin edilen kadıya “kadı’l-halife”, kadı tarafından atana kadıya “halife, nâib, vekil”,mescitlerde belirli bir ücret alarak davalara bakmaya tayin edilen kadıya “kadı’l mescid”,ordu mensupları arasında çıkan ihtilaflara bakan kadıya “kadı’l cûnd, kadı’l asker, evlenme ve boşanmayla ilgili davalara bakan kadıya “kadı’l-mekanih, kadı’l-enkiha”,kadıların tayin ve azilleriyle ilgilenen kadıya “kadı’l kuddat, kadı’l cemâa”,temyiz mahkemesi kadısına “kadı’r-red”,yüksek dereceli kadıya “el-kadi el-ala”,alt dereceli kadıya “el- kadi el- esfel”,şehirlerde görev yapan kadılara “mısır, kadı’l-Medine”,kasabalarda görev yapanlara “kadı’r-rusdak”,köylerde görev yapanlara “kadı’l-karye” gibi isimler verilirdi94

.

İlber ortaylı’nın çalışmalarında ise bu unvanların daha geniş künyeleri verilmiştir. Örnek vermek gerekirse, kaza kadılarının beratında kullanılan unvan, “kudvet-i kuzatü’l-islam, umdet-i vülati’l-enam, mümeyyiz-i helal ani’l-haram’dır. Mevleviyet payeli olan sancak kadılarının unvanı is fatih kanunnamesinde belirtilmiştir. Bu durumda onlar için daha şaşalı bir unvan kullanılır ve “Mevlana …. zide fazluhu” ibaresine yer verilirdi95

.

92Bayındır. Osmanlı, a.g.e. s.434. 93

Cihan. a.g.e. s.43-44.

94Atar. “Mahkeme”, . a.g.e. s.339-340. 95Ortaylı. a.g.e. s.73.

18 Osmanlı devletinde Kadınların görevlerinden ilki yargıçlıktır. Osmanlı düzeninde yargı görevini doğrudan üstlenen başka bir kimse yoktu. İslam hukukunun çizdiği çerçeve içerisinde haklı ile haksızı birbirinden ayırmak, haklının hakkını teslim etmek kadının başlıca göreviydi. Bu görevin, mahkemede başka yardımcıların da katılmasıyla yerine getirdi. Kadıların ikinci önemli görevi noterliktir. Osmanlıda noterlik hizmetlerini yapan ayrı bir örgütlenme yoktu. Dolayısıyla vakfiye düzenleme, varis atama, alacak verecek senetleri yapmak, yetim mallarının nasıl idare edileceğini belirleme, tapu kayıtları düzenlemek, evlenme, boşanma gibi hizmetler kadı ve yardımcılarınca yerine getirilirdi. Üçüncü önemli görevi ise ölenlerin miraslarını tespit etmek ve varislerine bölüştürülmesiydi. Bunun için tereke defterleri tutulduğunu biliyoruz. Ayrıca yönetim ve yargıda kimi kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde, kazada görev alacakların belirlenerek ilgili makamlara duyurulmasını da kadı yapardı.

Kadının idari görevlerine gelince, narh tespiti ve uygulamasının kontrolü, asker yazımı, sefer sırasında yiyecek içecek, hayvan sağlanması, hammaddelerin tevziine nezaret temek, eğitim, medreselerin ve kütüphanelerin denetimi, yetiştirilmek üzere ailelere verilen yeniçeri oğlanlarının denetimi, Hıristiyan tebaanın davaları ve noterlik işleri ile mukataa ve iltizam işleridir. Ancak yalnız bütün bu işler kadının değildir. Kadı idari işlerde uygulamayı denetleyen kişidir. XIV. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren kadılık kurumunda bozulmalar ortaya çıkmış ve bu durum XVII. Ve XVIII. yüzyıllar boyunca devam etmiştir. İşte bu dönemde kadıların yolsuzluklara ve haksızlıklara karıştıkları görülmüştür. Bunu önlemek için sık sık kadıların yargı işleriyle uğraşmalarını açıklayan fermanlar çıkmıştır96

.

1838 yılına gelindiğinde kadıların yetkilerini kötüye kullanmalarını engellemek ve mevcut usulsüzlükleri kaldırmak için Tarik-i ilmîye dair Ceza Kanunname-i Hümayunun yürürlüğe konmuştur. İlk zamanlardan beri kadılar kazaskerlere ve kazaskerler de padişahın mutlak vekili olan sadrazamlara bağlı ve onların adına şer’i hükümleri icra edegeldikleri halde, kazaskerler Tanzimat’ın başında şeyhülislamlığa bağlanmış ve şeyhülislamlık Meclis-i Vükela’ya taşınmıştır. 1837 yılında kazaskerlikler birer mahkeme olarak Bab-ı Meşihat‟a nakledilmiş ve bütün kadılar şeyhülislama bağlanmıştır 97

.4 Mayıs 1920’de İstanbul’daki şeyhülislamlığa mukabil olarak TBMM tarafından “Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti” kurulmuş. 3 Mart 1924 tarihinde de bu vekâlet ilga edilerek , “Diyanet İşleri Reisliğini” kurulmuştur98

.

2-2-2-Nâib

Naib, vekil demektir. En yaygın kullanımıyla kadının yardımcısı veya kadının vekili anlamlarına gelir. Kadı nâibi önerir, kazasker onaylarsa kadıların düzenledikleri niyabet müraselesi (naiblik yazısı) ile atanırlardı. İstihlaf (naib atama) yetkisi verilmeyen kadı, naib seçemezdi. Bir kazaya 1-2 yıllığına naib gönderilir, daha sonra bunların verdiği kararlar fetvahane-i Ali tarafından kontrol edilirdi. Gerekli görülürse, yeniden naibliğe atanmaları konusunda İradey-i Seniyye (padişah emri) alınırdı99

.

96Hamiyet Sezer Feyzioğlu.(2010), Tanzimat Döneminde Kadılık Kurumu ve Şer’i Mahkemelerde Düzenlemeler, Kitabevi Yay. İstanbul, s.13-16.

97Akgündüz. a.g.e. s.55.

98Cemal Fedayi.(1999),“Osmanlı Devletinde Şeyhülislamlık Kurumu”, Osmanlı C.6, Y.T.Y. Ankara, s.449.

19 Kadı tarafından dava görme yetkisi alan naipler, bu yetkiyi kadılar gibi kullanırlardı. İçlerinde gece nöbete kalıp (gece naibi)sabaha kadar görev yapanlar, acil olarak gece görülmesi gereken davlara bakanlarda vardı. Dava görme yetkisine sahip olmayanlar, sorgu hâkimleri gibi davacıyı, davalıyı, şahitleri dinlemek, keşfe çıkmak ve esnafı kontrol etmekle görevlendirilirlerdi100

. İlk soruşturmayı yapmak üzere görevlendirilen naibin yanında daima güvenilir kişiler bulundurulur ve naible beraber bu kişilerde mahkemeye gelerek neticeyi hâkime bildirirlerdi101

.

Naiplik uygulaması Osmanlı yargı teşkilatındaki yozlaşma sebeplerinden birini teşkil etmektedir. Çünkü özellikle belli bir dönemden sonra uzak bir bölgeye tayin edilen kadılar, kaza mahalline gitmeyerek İstanbul’da kalmışlar ve yerlerine naib göndermişlerdir102. Kaza görevini vekâleten yürüten bu naibler topladıkları harçlardan anlaştıkları miktarı asıl kadıya verirlerdi. Kadılık kurumunun yozlaşmasına yol açan bu uygulama zaman zaman ehliyetli olmayan kimselerin kadılık yapmalarına yol açmış, hemde asıl kadıya da pay vermelerinden dolayı naiblerin çeşitli süistimallere yönelmelerine neden olmuştur103.

2-2-3-Kâtip

İdare-i Vilayet Kanunu uyarınca, bağlı bulundukları kadılar tarafından fıkıh, feraiz, sakk-ı şer’i ve hüsn-i hatt bakımından imtihan edilerek başarılı olanlar seçilir ve münhal olan bu göreve valilikçe tayin edilirlerdi104

. Yargılama sırasında kadının önemli yardımcılarındandır. Kadının vermiş olduğu kararları bunlar için belirlenmiş usule (sak usulüne) uygun olarak deftere geçiren ve hukuk metinlerini yazma konusunda yetişmiş olan bu yardımcılar, aynı tür davaların aynı şekilde yazılmasını sağlayarak kayıtlarda bir birliktelik sağlamışlardır105

.

Kâtip’in hediye almak gibi kötü bir huya sahip olmasını engellemek için kadı onu kendisininde görebileceği uygun bir yere oturturdu. Burada tarafların iddia ve savunmaları ile şahitlerin ifadelerini kaydederdi. 1913’ten sonra her mahkemede bir başkâtip ile yeteri kadar kâtip ve kayıt memuru bulundurulması kanun gereği olmuştur106

.

2-2-4-Kassâm

Sözlükte “bölmek” anlamındaki kısmet mastarından türeyen kassâm “taksim eden, bölüştüren” manasına gelmektedir. İslam hukuk literatüründe ganimet, şirket ve miras gibi konularda her türlü menkul ve gayrimenkul malı bölerek şayi hisselere belirli hale getiren kişi ya da resmi görevliye kasım veya kassam denilmiştir. Daha dar anlamda ve özellikle Osmanlı uygulamasında kassam, miras davalarında bizzat dava mahalline giderek gerekli tahkikatı yapıp ihtilaf hakkında bir neticeye vardıktan sonra davayı hükme bağlayan ve terekeyi varisler arasında taksim eden şer’i memuru ifade etmektedir107.

100Feyzioğlu. a.g.e. s.21.

101Bayındır. Türkler, a.g.e. s.79. 102

Cin-Akyılmaz. a.g.e. s.179.

103Aydın. Türk Hukuk Tarihi, a.g.e. s.84. 104Ekici. a.g.e. s.285.

105

Cin-Akyılmaz. a.g.e. s.180. 106Bayındır. Osmanlı, a.g.e. s.436.

20

2-2-5-Muhzır (Çuhadar)

Sözlükte “huzura getiren, hazır bulunduran” anlamına gelir. Klasik islam hukuku kaynaklarında davalı ve davacıyı mahkemeye sevk eden memur için a’van veya mûşhış kelimeleri de kullanılmıştır108. Şer’i mahkemelerde kullanılan bu tabire mukabil hukuk ve ceza mahkemelerinde “Mübaşir” denilir. Muhzır, Arapça ihzar eden huzura getiren demektir. Kazasker mahkemeleri gibi sayısı çok olan yerlerde onların başı makamında “Muhzırbaşı” da bulunurdu109

. Muhzırbaşı ve muhzır, adliyenin polis fonksiyonunu yerine getiriridi. Muhzırbaşılık görevi, XVI. yüzyıl sonlarına kadar “berat-ı padişahî” ile “Altı Bölük Sipahilerine” bir hizmet karşılığı tımar olarak verilirdi. Daha sonra yeniçerilerin ağır basmasıyla onlar arasından bu göreve getirilenler olmuştur. XVII. Yüzyılın ikinci yarısında ise “Dergâh-ı Mualla Kapıcılığına” mensup bazı kişiler atanmaya başlamıştır. Bunların mahkeme binası içinde özel bir odaları vardı110

.

2-2-6-Müşâvir

Kadı gerek görürse fıkıh bilgileri ile istişare edebileceği (danışabileceği) gibi yargılama esnasında bunları yanında bulundurabilir. Ayrıca 1913’te çıkarılan Hükkam-ı Şer ve Mehakim-i Şer’iyye hakkında Kanun-i Muvakkat’ın 8. Maddesine göre Kazaskerlikler, İstanbul, Muhallefat, Evkaf, Galata ve Üsküdar kadılıklarıyla vilayet merkezinde işi çok olan şer’i mahkemelerde ihtiyaca göre bir veya iki müşavir bulunduracak, Haremeyn (Mekke ve Medine) kadılarının müşavirleri tek başlarına hüküm verme yetkisine sahip olacaklardı111

.

2-2-7-Mübâşir (Sâhibü’l-Meclis)

Mahkemede sırası gelen tarafları ve şahitleri yargılama salonuna almak, yargılama esnasında asayiş ve güvenliği sağlamak üzere bulunan görevlilerdi. Klasik fıkıh kitaplarında “sâhibu’l-meclis, cilvâz, nakîb, bevvâb, hâcib, arif” gibi terimler mübaşir karşılığı olarak kullanılırdı.

2-2-8-Müzekki (Sâhibü’l-Mesâil), Tezkiye Memurları

Görevi, ilk devirlerde kadılar yerine şahitlerin güvenilir olup olmadığını aleni bir şekilde soruşturmak ve bu soruşturmadan olumlu cevap alınırsa onunla yetinilerek şahitliklerinin kabul edilerek davanın sonuca bağlanmasını sağlamaktı112

.

2-2-9-Müftü

Meclis-i idarenin tabii üyelerindendi. Gerek kadılarından kendilerine havale olunan şer’i meselelere ve gerekse halkın kendilerine yönettiği şer’i sorulara gereken cevapları verirlerdi. Bunun yanında Bulundukları beldenin ulemasına başkanlık ederek medreselerin mahsus nizamnamelerine uygun olarak müderrislerin en iyi şekilde memuriyet ve görev icralarına nezaret ederdi113

.

108Recep Ahıskalı.(2006), “Muhzır”, DİA. C.6, T.D.V.Y. İstanbul, s.85. 109

M. Zeki Pakalın.(1993),Osmanlı Tarih Deyimler ve Terimler Sözlüğü II, M.E.B.yay, İstanbul, s.572. 110Feyzioğlu. a.g.e. ss.18-19.

111Bayındır. Osmanlı, a.g.e. s.436. 112Atar. “Mahkeme”, . a.g.e. s.340. 113Ekici. a.g.e. s.285.

21

2-2-10-Müstahdem

Mahkemelerde temizlik işleriyle uğraşan, ısıtma ve aydınlatma ile sorumlu görevli olan kişilerdir114

.

2-2-11-Tercüman

Ülke topraklarının farklı dilleri konuşan yeni toplulukları da içine alarak genişlemesi mahkemelerde tercüman bulundurma ihtiyacını doğurmuştur. Zamanla mahkeme teşkilatı içinde bu unvanla bir memur yer almaya başlamıştır. Kadının dili anlamadığı kişileri dinleyip davayı anlayıp hüküm vermeside böyledir115

.

2-2-12-Hademe

Duruşmaların güvenliğini sağlayan kişilere denir. Ayrıca duruşma esnasında luzımsuz ve uygunsuz davranışlara engel olma gibi görevleride vardır116

.

2-2-13-Seccân

Kaynaklarda, şehirlerde ağır hapis cezasına mahkûm olan suçluların valilerin hapishanelerine, hafif hapis cezalarına çarptırılanların ise kadıların hapishanelerine kapatıldığı kaydedilmektedir. Kadı kendi yönetiminde bulunan hapishanenin idari işlerini görmek ve mahkeme hakkında bilgi vermesi için seccan adında memur tayin ediyordu117.

2-2-14-Şühûdü’l Hâl

Mahkemelere bir anlamda müşahit sıfatıyla katılan kişilere denir. Diğer islam devletlerinde varlığına şahit olduğumuz ve içlerinde zaman zaman ileri gelen hukukçularında yer aldığı bu şahitler mahkemeye intikal eden hukuki ihtilafın şahitleri değil, mahkemede yapılan yargılamanın tarafsız bir şekilde yürütülmesi için gözlemci niteliğindeki kişilerdi118

. Görülen davanın önemi ve büyüklüğüne göre bu isimler değişmekteydi. Örneğin, şehri ilgilendiren davalarda, şehir kethüdası, müderrisler, yeniçeri ihtiyarları gibi, esnafı ilgilendiren bir konuda, esnafın ihtiyarları ve görevlileri davanın dinleyicileri arasında yer alırdı119

. Şühudu’l-hal yargının denetimini sağladığı gibi, yargının bağımsızlığının gözetimini de sağlamıştır. Kadı’ya karşı gelebilecek her türlü baskı ve müdahalelerin önlenmesinde Şühudu’l-hal’in azımsanmayacak derecede rolü vardır120

.

2-2-15-Kapıcı

Mahkeme kapısının önünde durup, mahkemeye başvurmak isteyen halkı sıraya koyan kişilere denir121

. 114Feyzioğlu. a.g.e. s.21.

115

Atar. “Mahkeme”, . a.g.e. s.340. 116

Cin-Akyılmaz. a.g.e. s.180 117Atar. “Mahkeme”, a.g.e. s.340. 118Aydın. Türk Hukuk Tarihi, a.g.e. s.85. 119 Feyzioğlu. a.g.e. s.21.

120Fendoğlu. a.g.e. s.465. 121Cin-Akyılmaz. a.g.e. s.180