• Sonuç bulunamadı

Şark Meselesi ve Osmanlı Devlet

Şark Meselesi Orta Doğu ve Balkanlardan Türk ve Müslümanların çıkarılması amacıyla uygulanırken, sömürgeci devletler Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Anadolu’yu bölmek için Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bu meseleyi devreye sokmuşlardır. Şark Meselesi’nin temelinde Hristiyan-Müslüman ve özelliklede Avrupa-Müslüman Türk (Osmanlı) münasebetleri yatmaktadır. Şarkiyatçı (Doğu Bilimcisi) Advard Deriyo Şark Meselesi’ni Müslümanlarla gayr-i müslimlerin kavgası olarak yorumlarken, Fransız Şarkiyatçı Albert Sorel Türklerin Avrupa’ya gelmesinden itibaren Şark Meselesi’nin başladığını söyleyerek; Rusya’nın Avrupa devleti olduğu an meseleyi kendi menfaatine en uygun şekilde halletmesi şeklinde açıklamıştır.109 Şark Meselesi’ni iki kısımda incelemek mümkündür:

1)1071-1683 tarihleri arasında Avrupa savunmada, Türkler taarruz halindedir. Avrupalıların düşünceleri Türkleri Anadolu’ya sokmamak ve burada durdurmak;

106Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Anda Dağıtım, İstanbul,

1976, s. 134.

107Osmanlı Belgelerinde Ermeniler, C. 8 (8 Ocak 1890-18 Eylül 2890), (Başbakanlık Osmanlı Arşivi

Yayını çoğaltılmamıştır), İstanbul, 1988, No. 149, s. 464-469.

108Ali Karaca, Tehcire Giden Yolda Ermeni Meselesi'ne Bir Çözüm Projesi ve Reform Müfettişliği

(1878-1915), Türk Dünyası Araştırmaları, Ermeni Meselesi Özel Sayısı, Sayı: 131 (Nisan 2001)

109Mahmut Rişvanoğlu, Saklanan Gerçek- Kurmançlar ve Zazaların Kimliği 2, Tüm Basın Yayın,

24

Türklerin Rumeli’ye geçişini önleyerek İstanbul’un Türkler tarafından fethini engellemek ve Türklerin Balkanlardan Avrupa’ya ilerleyişini engellemektir.

2)1683-1920 arasında Şark Meselesi ise Balkanlardaki Hristiyan milletleri Osmanlı hâkimiyetinden kurtararak onları isyana teşvik etmek ve bağımsızlıklarını sağlamak; Hristiyanlar için reform istemek, müdahalelerde bulunmak ve Türkleri-Müslümanları Anadolu ve Balkanlardan atarak buraları paylaşmak şeklindedir. Şark Meselesi tabiri ilk kez 1815 Viyana Kongresi’nde Rus temsilcisi tarafından kullanılmış, 19.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bütünlüğünün korunması ve Türklerin Avrupa’da topraklarının paylaşılması, 20. yüzyılda ise İmparatorluğun bütün topraklarının paylaşılması anlamında kullanılmıştır. Fransız Tarihçi Albert Sorel Türklerin Avrupa’ya geldiğinden beri Şark Meselesi’nin olduğunu söylemiş; Advard Deriyo ise Şark Meselesinin Hz. Muhammed‘in dünyaya gelmesiyle olduğunu savunmuş ve onu İslam meselesine benzetmiştir.110Şark Meselesi’nin çıkmasındaki faktörler de şu

şekilde sıralanabilir:

Tarih Faktörler: Yerli ve yabancı ilim, fikir ve siyaset kadrolarının ciddi veya gayri ciddi tarih yorumları, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın ve aşiretlerin menşeii konusunda öne sürdükleri teoriler.

Harsi Faktörler (Kültürel Faktörler): Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da konuşulan ağızlar etrafındaki tezler, bu yörelerdeki farklı inançlar üzerinde koparılan gürültüler ve milli kültüre yabancılaşma.

İçtimai Faktörler (Sosyal Faktörler): Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan vatandaşlarımızın, uzunzaman konar-göçer statüsünü koruması ve aşiretler halinde bulunması, bu durumun doğurduğu meseleler.

Coğrafi Faktörler: Bölgenin sarp arazi yapısı ve sert iklimiyle ilgili açıklamalar ve bunun milli irtibatı zayıflatan yönleri.

İktisadi Faktörler: Üretici ve tüketici olarak bölge halkının milli yapı ile ilgili bütünleşmemesi, komşu yabancı ülkelerle olan iktisadi ilişkiler.

Ruhi Faktörler: Şark Meselesinde Kürtlük kompleksi, Kürt sayılma endişesi.

110Abdulhaluk Çay, Şark Meselesi veya Emperyalistlerin Türk Politikası, Türk Kültürü, Sayı:350,

25

İdare ve İç Siyaset Faktörleri: Ülkemizde idare ve siyaset adamlarının hatalı davranışları, yetersiz kadroların kaş yapayım derken göz çıkarmaları.

Avrupanın her türlü engelleme çalışmalarına rağmen Türkler Anadolu’ya girmiş, Rumeli ve Balkanları ele geçirerek Viyana’ya kadar ulaşmış, fakat 1683 II. Viyana Bozgunu ile Şark Meselesi’nin ilk safhası sona ermiş, Avrupa Haçlı zihniyetiyle Türkleri Anadolu ve Balkanlar’dan atmak için harekete geçerek Hristiyan toplumlarını bağımsızlıkları için isyana teşvik etmek gerekmiştir.111Şark

Meselesi’nin çözümünde bölgede alınacak tedbirleri ise şöyle sıralamak mümkündür: 1) Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da planlı ve programlı yerleşim merkezleri oluşturulmalı. Eniyi, en başarılı ve tecrübeli kadrolar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da görevlendirilmelidir. Devletin müşfik, adil, işbilir ve disiplinli gücü burdada etkili olmalıdır.

2) Liderler başarılı ve verimli çalışarak devlet hizmetine alınmalı ve yabancı devlet veya kişilerin istismarına izin verilmemelidir

3)Yeni müesseseler aracılığıyla halk kaynaştırılmalı; güvenlik ve adalet sağlanmalıdır.

4) Devlet ve halk arasında sürekli işbirliği olmalı, halka ters gelen davranışlardan uzak durulmalı, halkın ihtiyaçları karşılanmalıdır.

5) Batıdan doğuya nüfus akınını sağlayıcı tedbirler alınmalıdır.

6)Kapalı havza evlenmeler yerine, vatanı bütünleştirici evlenme politikası teşvik edilmelidir.

7) Güçlü bir ulaşım ve haberleşme ağı kurarak Türk milletinde çok yönlü temaslar arttırılmalı ve çeşitli tedbirlerle bu iş kolaylaştırılmalı, bütün vatan çocukları birbirini seven ve birbirine muhtaç bir bütünlük şuuruna kavuşturulmalıdır.

8) Mahalli idarelere önem vermekle birlikte, asla merkezi hükümet otoritesi zedelenmemelidir.112

111 Şükrü Nuri Eden, Şark Meselesinin Dış Boyutu, Erciyes Üniversitesi, Kayseri,1990, s.45.

26

Başta İngiltere olmak üzere Batılı büyük devletler Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleriyle daima yakından ilgilenmiş ve kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için Kürtleri kullanmış, cemiyetler kurmalarında, konferanslara katılmalarında etkili olmuşlardır.113

İngiliz misyonerleri, siyasi şarkiyatçıları ile Kürtçülük meselesine eğilerek araştırmalar yaptırıp raporlar hazırlatmıştır ki, bunlar arasında: Mr. Ryan, Mr. Hohler, Sir Tilley, Mr. Kitstan, Sir E.Crovvea, Amiral Sir F. Amiral Webb yer almıştır. Hariciye Nazırı Said Halim Paşa Doğu Anadolu vilayetlerinde gazeteci kimliğiyle gelen yabancıların ülkeden sınır dışı edilmelerini isterken İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey Asya Türkiye’sinin bölünmemesi için çabalayacaklarını söyleyen ikiyüzlü politikalarının devamı uygun buluyordu.114 Doğu Anadolu

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Albayrak gazetesinde bölgedeki Türk ve Kürt kimliklerinin bölünemeyeceğini dile getirmiştir.115İngilizlerin resmi sıfatla görev

yapan konsoloslarının yanında, Doğu Anadolu vilayetlerinde Osmanlı hükûmetinden izinsiz gizli faaliyette bulunan pek çok yabancının olduğu, bölge valileri tarafından merkeze gönderilen raporlardan anlaşılmaktadır.

İngilizlerin Kürtleri kullanmak istemesinin bir sebebi de Rusya’ya karşı oluşturulacak duvar için bölgeye hâkim olma arzusuydu. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde yıllarca barış içinde yaşayan Kürtleri Türklere karşı kışkırtmak kolay olmayacağından İngilizler ayrılıkçı davrananlarla işbirliği yapıp yer yer isyanlar çıkararak amaçlarını gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen Siirt eşrafı Sadarete ve Dâhiliye Vekâleti’ne telgraf çekerek Osmanlı’ya bağlılıklarını sürdürdüklerini, Kürt halkının hiçbir zaman bağımsızlık hevesine düşmeyeceğini, bu düşüncelerin Bağımsız Kürt devleti amaçlayan Kürt Teali Cemiyeti yöneticilerine has olduğunu ve bu kişilerin tutuklanmalarını söylemişlerdir. Garzan ve Silvan aşireti, Tarcan(Erzurum), Erzincan, Hasankale ve Elaziz’den benzer içerikli protesto telgrafları gönderilmiş; aşiretlerin telgrafları Türk propagandasının bir sonucu olmuştur.

113Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Son Meşrutiyet (1919-1920), Türkiye İş

Bankası Yayınları, Ankara,1998, s.114.

114Tevfik Çavdar, Osmanlı İmparatorluğunun Yarı Sömürge Oluşu, İstanbul,1970, s. 29.

115Erol Kurubaş, Kürt Sorununun Uluslararası Boyutu ve Türkiye-Sevr-Lozan Sürecinden 1950’lere,

27

Ruslar tarihi geçmişi de kullanarak nüfuzlu Kürtlerin imparator tarafından korunacaklarına inandırmayı, Kürt ayanına Osmanlı Devleti’nin verdiğinden daha fazlasını vererek Rusya’ya bağlamayı planlamıştır. Bu planlar Çarlık Rusya’nın müttefiklerinden yardım alamayıp ihtilalle I. Dünya Savaşı’ndan çekilmesiyle durmuş; Bolşevikler Osmanlı Devleti ile arasında tampon devlet kurarak Güney Kafkasya’da politikalarına uygun bir müttefik edinmiştir.116

Avrupa devletleri Şark Meselesi’nde siyasi ve askeri yolu kullanırken misyoner okullarıyla kaleyi içten çökertmeye çalışmış, bu noktada Amerikan Board örgütü, katılım ve yaygınlık açısından en kayda değer faaliyetleri göstermiş117Board,

eğitim kurumları, kiliseleri ve hastaneleriyle Anadolu’da genişlemiştir.118 Amerikan

İstanbul’da Robert Koleji’ni ardından Merzifon, Talas (Kayseri) Tarsus ve Bitlis Kolejlerini açmış, buradan mezun olan Ermeni gençleri Türk düşmanı komiteci ve çeteci olarak görülerek, misyoner okullarının öğretmenleri Ermenilere silah yapmasını öğretmiştir.119 Osmanlı İmparatorluğu’ndaki misyoner kuruluşlarının

sayısını net vermenin mümkün olamayacağını Sultan II. Abdülhamit döneminin Maarif Nazırı Ahmet Zühtü Paşa, Padişah’a sunduğu raporunda ifade etmiştir. Misyonerlerin Osmanlı topraklarını ayırdığı Merkezi (Orta) Türkiye misyonu, Torosların güneyinden Fırat nehri vadisine kadar olan bölgeyi (özellikle Maraş ve Antep illerine ağırlık veriliyordu), Doğu Türkiye misyonu ise; Harput, Erzurum, Van, Mardin ve Bitlis'ten Rus ve İran sınırına kadar olan bütün Doğu Anadolu topraklarını içine almaktaydı.120 Misyonerler okul, matbaa, hastane ve yardım

kuruluşlarıyla çok yönlü bir protestanlaştırma faaliyetine girişerek planlı faaliyetlerle mezheplerini yayıp azınlıkları etkilemiş Osmanlı’dan kopmalarına yardımcı olmuşlardır. Ermeni ve Bulgarlara yönelik sürdürülen çalışmalar Rum, Hıristiyan, Arap, Nasturi, Süryani ve Yahudiler üzerinde de yürütülmektedir.

Doğudaki bazı Kürt aşiretlerinin ayaklanmalarında bölgeye 17. yüzyıldan sonra gelmeye başlayan Fransız ve İtalyan Katolik misyonerleri ile 19.yüzyıldan

116Akdes Nimet Kurat, Rusya Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 4.Baskı, Ankara 1999, s. 421. 117Selami Kılıç, Türk-Sovyet İlişkilerinin Doğuşu: Brest-Litovsk Barışı ve Müzakereleri (22

Aralık1917-3 Mart 1918), Dergâh Yayınları, İstanbul 1998, s. 35.

118Esra Danacıoğlu, Diyarbakır’da Amerikan Misyoner Faaliyetleri; Diyarbekir: Müze Şehir, (Haz:

Şevket Beysanoğlu, M. Sabri Koz, Emin Nedret İşli), Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, 1999, s. 165.

119 Mehmet Hocaoğlu, a.g.e., s.122.

120Bilal Şimşir, Ermeni Propagandasının Amerika Boyutu Üzerine, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni

28

gelen İngiliz, Alman ve Amerikalı misyonerlerin faaliyetlerinin oldukça önemli rol oynadığı bilinmektedir. Protestan misyonerleri okul ve kolejleri yanısıra kurdukları hastahaneler yoluyla da bölge insanlarını etkilerneye çalışmışlar, ilk hastahaneler Antep, Talas (Kayseri), Mardin ve Van'da kurularak bunları İstanbul, Merzifon, Sivas, Harput ve Diyarbakır'da açılanlar izlemiştir.121 İngiliz misyonerleri 19.

yüzyıldan itibaren Mezopotamya ve Ege yöresinde yoğun olarak İstanbul, Harput, Ankara, İzmir, Erzurum, Bursa, Antep gibi şehirlerde okullarını açmışlardır.122

World Missions'un 1914 verilerine göre İngiliz Misyoner Cemiyetlerinin (British Missionary Societies) Osmanlı Devleti'nde 178 okulu ve 12.800 öğrencisi bulunmakta, Alman misyonerleri de Kudüs, Beyrut, İzmir ve İstanbul’da açtığı okullarla Almanya'nın ekonomik ve kültürel nüfuzunu bölgede yaymak için faaliyetlerde bulunmuşlardır.123

Osmanlı Devleti’nde eğitim öğretim kurumlarının yeterli olmaması din propagandası yapan, kendi dil ve kültürlerinin öğretildiği, milliyetçilik akımının azınlıklar arasında yaygınlaştırılmaya çalışıldığı misyoner okullarına olan ilgiyi arttırmıştır. Osmanlı bu okulları denetim altına almak ve zararlı faaliyetlerine engel olmak için düzenlemelere gitse de, kapitülasyonlar ve büyük batılı devletlerin müdahaleleri yüzünden istenildiği gibi denetleyememiştir.

121Uygur Kocabaşoğlu, Doğu Sorunu Çerçevesinde Amerikan Misyoner Faaaliyetleri, Tarihi

Gelişmeler İçinde Türkiye'nin Sorunları Sempozyumu(Dün-Bugün-Yarın), Ankara,1992, s 127.

122İlhan Tekeli, Osmanlı İmparatorluğu'ndan Günümüze Eğitim Kurumlarının Gelişimi, Cumhuriyet

Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, (CDTA), Cilt 3, s.653.

29

3.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE MİLLİ MÜCADELE