• Sonuç bulunamadı

Şükürsüzlük ve Doyumsuzluk

C. Hesap Sonrası Hayat

1. Şükürsüzlük ve Doyumsuzluk

Şükürsüzlük ve doyumsuzluğu tanımlamadan önce, şükür hususunu izah etmekte fayda mülahaza ediyoruz. Bilinmelidir ki, dinimizin özü olan şükür;256 en açık bir ifade ile, nimeti lütfedeni düşünüp kabul etmek, bu ihsanından ötürü Cenab-ı Allah'a teşekkür etmek demektir.257 Başka bir ifade ile kendisine nimet verenin zikriyle dolup taşmak olan şükür, üç kısma ayrılmaktadır. İlki kalp ile şükür olup, nimetin tasavvur edilmesine işaret etmektedir. İkincisi dil ile şükürdür. Yani kişi, nimet verenin üstünlüklerini söyleyerek, değerini ve yüceliğini ifade etmelidir. Şükrün son unsuru ise, kalp ve dil dışında kalan diğer tüm organlarla yapılması icap eden şükürdür ki kişi, hak ettiği oranda nimetin karşılığını vermek için çalışmalıdır.258 Söz gelişi, zenginliğe şükür, yoksula yardım etmekle; sağlığa şükür, hastaları himaye edip ziyaret etmekle; ilme şükür, başkalarına da öğretmekle; karnımızın doyuyor olmasına şükür ise yiyecek bulamayan kimselerin açlığını gidermeye çalışmakla olur.259 Bu misalleri daha da artırmak mümkündür.

Kur'an'ı Kerim'de, "şükür" kelimesi ve türevleri yetmiş beş yerde geçmekte olup, ekseriyetle Cenab-ı Allah'ın bahşettiği maddi-manevi nimetler zikredilmekte260 ve insanoğlunun hem Yaradan'a şükretmesi gerektiği261 hem de şükredenlere mükâfatlarının muhakkak verileceği262 bildirilmekte263 ve kıymetli peygamberlerin bizler için örnek teşkil eden hayatlarından, şükrü bir davranış biçimi hâline getirmeyi özendirici numuneler sunulmaktadır.264 Ayrıca bu hususla ilgili olarak Kur'an'ı Kerim'de, Hz. Süleyman'ın dilinden "Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur;

nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. O çok kerem sahibidir."265 buyrulmaktadır.

256 İbrahim, 14/5, 7; Nahl, 16/78.

257 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarîkatlar, 4. bs., Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yay.,

İstanbul, 1994, s. 168.

258 Rağıb el-Isfahani, "Ş-k-r", Müfredât, çev. Abdulbaki Güneş ve Mehmet Yolcu, Çıra Yay., Ocak

2007, C 2, s. 22.

259 Eraydın, age., s. 168.

260 bk. Bakara, 2/52; Mâide, 5/6, 89; Enfâl, 8/26; Nahl, 16/14, 78; Hac, 22/36; Mü'minûn, 23/78;

Secde, 32/9.

261 Nahl, 16/114.

262 Âl-i İmrân, 3/144-145.

263 Mustafa Çağrıcı, "Şükür", DİA, C 39, s. 260.

264 A'râf, 7/189; Nahl, 16/120-121; İsrâ, 17/3; Neml, 27/15-16; Kamer, 54/33-35. 265 Neml, 27/40.

İnsanoğlunu hem dünyada hem de ahirette mutluluğa kavuşturacak ve bireyi toplumla birlikte huzurlu kılacak İslami bir esas olan şükür hususunda Fahreddin er- Râzî (ö. 606/1210); şükrün faydasının, şükreden kimsenin kendisine yönelik olduğunu söyleyip, bunun sebepleri noktasında da birtakım açıklamalarda bulunmuştur. O, kişinin şükrederek, şükrü icap ettiren konunun gereğini yerine getirmiş olup, mesuliyetten kurtulduğunu ve kişinin, Cenab-ı Allah'ın kendisine lütfetmiş olduklarına şükrederek, aslında Yüce Allah'tan bu nimetleri daha da artırması için bir nevi talepte bulunmuş olduğunu ifade eder.266 Nitekim Kur'an'ı Kerim'de, "Eğer şükrederseniz, elbette size olan nimetimi artırırım."267 buyrulmaktadır.

Şükür hâlinin ortadan kalktığı durumlarda zuhur eden hâl ise şükürsüzlük olup; nimet verenin nimetini itiraf etmekten kaçınmak, nimetin yalnızca Allah'tan olduğu hususunda nankörlük etmek demektir. Kur'an'ın birçok ayetine konu olmuş olan bu nankör insan; yalnızca kendini düşünen, elindekine kanaat etmeyen ve gözü hep başkalarında olan iyilikbilmez kimsedir.268 Gecenin gündüzü, gündüzün de geceyi takip etmesi gibi nimetlerin sürekli oluşuna aldanan insanoğlu, kimi zaman bu ihsanların nimet olduğunu unutma dalaletine dahi düşebilmektedir.269 Bu noktada Kur'an'ı Kerim bizleri, nankörlüğün; lütfedilmiş nimetlerin artmasına engel teşkil ettiği gibi eldeki nimetlerin de kaybedilmesine neden olduğu hususunda uyarmaktadır.270 En güzel surette yaratılmış,271 sayılamayacak kadar çok nimetle donatılmış,272 yeryüzünün halifesi kılınmış,273 göklerde ve yerde olan her şey istifadesine sunulmuş274 olan insanoğlu; Kur'an'ı Kerim'de defaatle vurgulandığı üzere275 -ne yazık ki- şükürden daha çok bu nankörlüğe meyletmektedir.

Şükürsüzlük, bir noktadan sonra bireyde, doyumsuzluğu peyda etmektedir. Nitekim Yüce Allah'ın, kendilerini sayısız ikram ve nimetle donatmış olduğunun

266 Er-Râzî, age., C 17, 1994, s. 429. 267 İbrahim, 14/7.

268 Abdurrahman Kasapoğlu, Kur'anda İnsan Psikolojisi, Yalnızkurt Yay., İstanbul, 1997, s. 66. 269 İbrahim Coşkun, İslâm Düşüncesinde İnkâr Problemi, Tekin Kitabevi, y.y., t.y., s. 121. 270 Kehf, 18/32-43; Kasas, 28/76-82; Sebe', 34/16-17.

271 Tin, 95/4. 272 İbrahim, 14/34. 273 Fâtır, 35/39. 274 Lokman, 31/20.

idrakine varamayan,276 O'nun rahmetinin, iyilik ve ihsanının her an aşikâr olarak tecelli etmekte olduğunu göremeyen ve Cenab-ı Allah'a karşı şükran vazifesini gereği gibi yerine getirmeyen,277 dünya süslerine kapılmış olan insanların; kendilerine zevk veren mal, mülk, mevki ve bunun gibi geçici şeylere karşı, kimi zaman aşırı bir doyumsuzluk içerisine düştüklerine şahit olmaktayız. Öyle ki bu dünya hazlarını yitirmek, onlar için dünyanın da sonu demektir. Bu hususta Gazali (ö. 505/1111), İhya'sında, Sevrî'nin "Dünya doğruluk yeri değil, eğrilik yeridir. Ferahlık yeri değil, sıkıntı yeridir. Onu bilen bolluğu ile sevinmez, darlığı ile de üzülmez."278 dediğini nakleder. Ayrıca birtakım insanların şükürsüz ve doyumsuz olmaları hususunda, Mutahharî'nin, Sa'dî'den279 aktardığı şu hikâye de oldukça etkileyicidir:

Günün birinde, bir efendi ile kölesi, gemiye binerler. Köle, o ana dek hiç deniz görmemiştir. Ürkmüş bir hâlde çırpınmaya başlar. O denli ki, telaşla debelenmesi, gemideki tüm yolcuları rahatsız eder. O ana tanık olan bilge bir kimse, bunun çaresini bildiğini ileri sürer ve kölenin denize atılmasını ister. Bir anda kendini acımasız ve coşkun dalgalar arasında, ölümle karşı karşıya bulan köle, iyice korkarak, gemiye ulaşmak ve boğulmaktan kurtulmak için çabalamaya başlar. Gelgelelim çırpınışları yararsız kalır ve tam boğuluyorken bilge kişinin buyruğu ile kurtarılıp yeniden gemiye alınır. Gerçekten köle, bu maceranın akabinde sakinleşir. Bilge kişi ise "Geminin değerini bilmesi için denize düşmesi gerekiyordu." nasihatinde bulunur.280 Hikâye ışığında birtakım tespitler de ortaya koyan Mutahharî, topluma ilişkin intihar oranının refahlı katmanda daha yüksek oluşunun bir sebebinin, bu tabakada inançsızlığın da fazla oluşu; diğer sebebinin ise bu tabakanın hayatın lezzeti ile kıymetini, kâinattaki güzellikleri ve geçici olan bu dünya hayatının hakiki anlamını idrak edemeyişleri olarak ifade etmiştir.281

276 İbrahim, 14/32-34. 277 Hûd, 11/9-10.

278 bk. Hüccetü'l-İslam İmam Gazâlî, İhyâu 'Ulûmi'd-Dîn, çev. Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay., C 4,

İstanbul, 1975, s. 415.

279 Sa'dî Şîrâzî : (ö. 691/1292) Fars Edebiyatının en mühim şair ve yazarlarındandır. Gülistan ve

Bostan gibi çok kıymetli eserleri mevcuttur. (Mustafa Çiçekler, "Sa'dî-i Şîrâzî", DİA, C 35, ss. 405-

407.)

280 Murtaza Mutahharî, Adl-i İlâhî, çev. Hüseyin Hatemi, Kevser Yay., İstanbul, 2005, ss. 183-184. 281 age., s. 184.

Sahi, vadiye inmeyen kişi, ne bilsin dağın yüceliğini. Elbette ki, insanın bir şeyden duyusal yahut manevi sevinç duymasının ve doygunluk veren coşkuyu hissetmesinin şartı, sıkıntı ve güçlüklerle aşina olmasıdır. Nitekim gereğinden çok maddi haz, rahatlık ve lüks -şükretme bilinmediği takdirde- insanın hem hissiz olmasına yol açmakta hem de güçlüklerle karşı karşıya gelindiğinde, bireyin daha alıngan, yılgın ve direnç gösteremez vaziyette olmasına neden olmaktadır. Bu durum da, başına gelen ufacık bir şey sebebiyle -sahip olduğu onca şeyi göz ardı ederek- intihara teşebbüs edenlerin sayısını -ne yazık ki- artırmaktadır. İşte, çağımızın en ciddi ve girift sorunlarından biri olan intihar; gereğinden çok dünya lükslerine dalıp, hep daha fazlasını arzulamanın bir neticesi olarak da zuhur edebilmektedir. Hâlbuki nefes alıp vermek bile başlı başına bir nimet değil midir? Nefes alırken ciğerlerimize oksijenin dolması, nefes verirken ise ciğerlerimizde biriken zehirli gazın dışarı çıkması... Görmek, yürümek ve duymak; su, bulutlar, rüzgâr, toprak ve topraktan çıkan rızıklar; gece ile gündüz ve bağışlanmış daha nice güzellikler... Neden bizlere Yüce Allah tarafından lütfedilmiş olan bunca nimeti görmezden gelip hep daha fazlasını arzuluyoruz? Peki, dilimiz ve gönlümüz Allah'a şükür ile süslenmemiş iken kalbimiz nasıl sıkıntıdan kurtulacak; gönlümüz nasıl genişlik ve ferahlık bulacak?..