• Sonuç bulunamadı

Ġnceleme Sahasını Ġlgilendiren Önceki ÇalıĢmalar

Ġnceleme sahası ile ilgili olarak ilk çalıĢma Tchihatcheff‟e aittir (1853- 1859). Bir sonraki çalıĢma ise Philippson‟a aittir (1918). Bu iki araĢtırmacıda Batı Anadolu‟nun jeolojik özellikleri üzerinde durmuĢlar; Tchihatcheff, çalıĢma sahasının kuzeyinde yer alan Kaz Dağı kütlesi ile güneyinde yer alan Madra Dağı hakkında jeolojik bilgilere yer vermiĢtir. Philippson ise daha çok Kaz Dağı kütlesini oluĢturan kayaçlar üzerinde durmuĢ ve özellikle bu kütlenin doğusunda geniĢ alanlarda yayılıĢ gösteren granitlerin yaĢını Paleozoik olarak belirtmiĢdir.

Erentöz (1956), “Türkiye Jeolojisine Üzerine Genel Bir Bakış” adlı çalıĢmasında Türkiye‟deki en eski arazilerin temelinde kristalin Ģistlerin bulunduğu araziler olduğunu, Batı Anadolu‟da Uludağ ve Kaz Dağı kütlesinin temelinin bu kristalin Ģistlerden oluĢtuğunu belirtmektedir. Uludağ ve Kaz Dağı‟nda bu metamorfik serilerin granit pluton ve diğer intrüzyonlarla kesildiğini, granit intrüzyonun kristalin Ģist yükseliminin son safhasında oluĢtuğunu ileri sürmektedir.

Kaaden (1959), Uludağ ile Kaz Dağı kütlesi ve çevresindeki metamorfik olaylar ile magmatik faaliyetler arasındaki yaĢ münasebetlerini araĢtırdığı makalesinde bu kütleleri oluĢturan kayaçları eskiden yeniye doğru sıralayarak, meydana gelen metamorfizmanın ve magmatik faaliyetlerin kayaçlar üzerindeki etkisini incelemiĢtir. Söz konusu makalesinde Kaaden, Paleozoik‟te meydana gelen magmatik faaliyetler sonucu oluĢan volkanik malzemenin bazaltik kökenli olduğunu, bu malzemenin bölgesel metamorfizmaya maruz kalarak ilk Ģeklini kaybettiğini ve günümüzde arazide izlerinin olmadığını ifade etmektedir. Buna karĢılık Tersier‟de

meydana gelen magmatik faaliyetler sonucu ise oluĢan volkanik malzemenin andezitik kökenli olduğunu, andezitler ile birlikte dasit ve tüflerinde geniĢ alanlara yayıldığını belirtmektedir. Özellikle Edremit‟in doğusu, Edremit- Havran güneyi ile Havran - Burhaniye arasındaki andezit kökenli tepeler ve sedimanter kayaçlar arasında tabakalar halinde bulunan tüflere dayanarak bu dönemde oluĢan volkanik malzemenin çoğu yerde ilksel Ģeklini koruduğunu ifade etmektedir.

Ketin (1959, 1960, 1966, 1968), Türkiye‟nin orojenik geliĢmesi ve tektoniği üzerine yaptığı çalıĢmalarda, Türkiye‟nin genel itibariyle Alpin orojenez sistemine dahil olduğunu fakat bazı noktalarda Hersinien, Kaledonien ve Pre-Kambrien tektonik hareketlerine maruz kaldığını belirtmektedir. ÇalıĢma alanının da yer aldığı, daha genel bir ifadeyle Kuzey Anadolu ve Marmara Havzası‟nı içine alan Pontidlerin Türkiye‟nin en eski dağlarına ev sahipliği yaptığını, bu sahaların da Hersinien orojenezi döneminde oluĢtuğunu ifade etmektedir. Trias yaĢlı iyi geliĢmiĢ kırmızı renkli taban konglomeralarının Paleozoik‟e kayaçların üzerine geldiği Havran‟a bağlı Ġnönü köyünün kuzeyinin Hersinien orojenezinin etkisinin bariz olarak görüldüğü yerlerden biri olduğunu belirtmektedir.

Buna ek olarak Schuiling (1959), çalıĢmasında Kaz Dağı gnays masifinin ve onu diskordan olarak örten Paleozoik yaĢlı Ģistlerin farklı yönlere doğru eğimli olduğunu, her iki birimin metamorfizmaya maruz kaldığını ve buna bağlı olarak da bu bölgede Pre- Hersinien orojenez hareketlerinin meydana geldiğini belirtmektedir.

Ozansoy (1960), çalıĢma alanının güney sınırında incelemelerde bulunarak, bölgenin karasal serilerinin stratigrafisini paleontolojik verilere dayanarak açıklamaya çalıĢmıĢtır. Tipik memeli faunalarına dayanarak bölgenin Burdigalien‟den Holosen‟e kadar tamamen karasal bir rejim altında oluĢtuğunu ileri sürmüĢtür. Türkiye‟nin genel olarak Neojen‟den itibaren karasallaĢtığı göz önüne alındığında bu görüĢün geçerli olduğu öne sürülebilir.

Bilgin‟in (1969), çalıĢma alanının da bir bölümünü kapsayan “Biga

Yarımadası Güneybatı Kısmının Jeomorfolojisi” adlı çalıĢması bölge ile ilgili yapılan

az sayıdaki jeomorfolojik çalıĢmadan biridir. Söz konusu çalıĢmada sahanın genel jeolojik ve jeomorfolojik özellikleri açıklanmıĢ, Neojen‟den itibaren bölgenin jeomorfolojik evrimi ayrıntılı olarak incelenmiĢtir. Bilgin ilgili çalıĢmada, Kaz Dağı kütlesinin bölgenin en eski temelini oluĢturduğunu ve Paleozoik, Mezozoik ve Tersier‟e ait kayaçların ise bu eski temelin üzerini örttüğünü belirtmekte, Kaz Dağı kütlesinin Neojen öncesi olgun bir topografya karakterini yansıttığını ve Neojen

sonrasında tektonik hareketlere maruz kalarak deformasyona uğradığını ifade etmektedir. Bilgin‟e göre Kaz Dağı kütlesi esas Ģeklini Alp orojenezinin Oligosen- Miosen arasına rastlayan “Sava Safhası”nda yaĢanan tektonik hareketlerle kazanmıĢtır. Bu hareketler sonucunda Kaz Dağı kütlesi yükselirken kuzey ve güneyindeki havzalar ise çökmüĢtür.

Bilgin, Pleistosen‟e kadar tektonik hareketler ile bu hareketler arasında aĢınım ve birikme devrelerinin olduğunu, bu hareketler sonucu Kaz Dağı‟nın yükselmeye, çevresindeki havzaların da çökmeye devam ettiğini belirtmiĢtir. Bu tektonik hareketler sonucu bölgede fayların meydana geldiğini, Kaz Dağı ile Edremit Ovası arasında D - B doğrultulu uzanan fayın buna örnek olduğunu ifade etmektedir. AĢınma ve birikme devrelerinde; aĢınmanın Kaz Dağı‟nın zirvelerine kadar etkili olduğunu ve buralarda aĢınım yüzeylerinin oluĢtuğunu, zirvelerden aĢınan malzemenin ise Kaz Dağı‟nın kuzey ve güneyindeki alçak havzalarda depo edildiğini belirtmektedir. Bilgin‟e göre bölge günümüzdeki son halini Pleistosen‟deki tektonik ve östatik gençleĢmelere bağlı olarak yaĢanan kaide seviyesi değiĢimleri sonucunda kazanmıĢtır.

Bingöl (1969), çalıĢmasında Kaz Dağı kütlesinin jeolojisini incelemiĢtir. Kaz Dağı‟nın çeĢitli metamorfik kayaçlardan meydana geldiğini ve bir dom morfolojisine sahip olduğunu belirtmektedir. Sahadaki en eski formasyonların Paleozoik yaĢlı kalın bir ultramafik seriye ait olduğunu, çalıĢma alanını da içine alan güneydoğu kesiminde ise alttaki bu serinin üzerine Trias yaĢlı konglomera, feldspatik gre, siyah Ģist ve kuvarsitten oluĢan Karakaya serisinin geldiğini belirtmektedir. Bingöl söz konusu çalıĢmasında 12 adet Rb - Sr, 8 adet K - A metoduyla jeokronolojik ölçümler gerçekleĢtirmiĢtir. Yapılan ölçüm sonuçlarına göre en eski kayaçları oluĢturan gnaysların yaĢı 304 m. s. +31, sahada meydana gelen Hersinien orojenezinin 233 m. s. +24, çok az metamorfizma geçiren Trias yaĢlı Karakaya serisinin 174 m. s. + 18 ve Oligosen- Miosen arası Alp orojenezinin 25 m. s. +3 olarak bulunmuĢtur.

Arpat ve Bingöl (1970), çalıĢmalarında Ege Bölgesi‟ndeki graben sistemi üzerinde durmuĢlar, bölgedeki baĢlıca çöküntü havzalarının Büyük Menderes, Küçük Menderes, AlaĢehir, Simav, Bergama ve çalıĢma alanımızın da yer aldığı Edremit havzaları olduğunu belirtmiĢlerdir.

Bingöl (1974), çalıĢmasında Türkiye‟deki bazı metamorfik kuĢaklar ve bu metamorfik kuĢakların jeotektonik evrimi üzerinde durmuĢtur. Bingöl‟e göre Kazdağı masifi; biri Prekambrien‟de orta basınç, bir diğeri Tersier‟de alçak basınç

tipinde olmak üzere iki defa metamorfizmaya uğramıĢtır. Ayrıca Kuzey Anadolu Fayı‟nın güneyinde Ankara-Bilecik-Bursa-Balıkesir-Manisa hattında ve aynı zamanda çalıĢma alanının litolojisinde de geniĢ yayılım gösteren, kireçtaĢı blokları, metaspilit ve metagrovaklardan oluĢan Karakaya Formasyonu‟nun yer aldığını belirtmektedir. Bingöl, formasyon içerisindeki bu blokların Alt Trias‟tan hemen sonra Tetis‟i etkilemiĢ olan gerilme kuvvetleriyle geliĢmiĢ çöküntü havzalarına, yerçekimi etkisiyle Permo - Karbonifer yaĢlı ve daha eski blokların taĢınmasıyla açıklanabileceğini belirtmektedir.

Bingöl (1976), Kazdağ, Menderes ve Uludağ masiflerinin Batı Anadolu‟nun temelini oluĢturduğunu, bölgenin Üst Permien-Alt Trias‟ta okyanuslaĢmaya baĢladığını, buna bağlı olarak da Menderes ve Kazdağ masifleri arasında Karakaya Formasyonu‟nun oluĢtuğunu ifade etmektedir. Üst Kretase‟de ise bölgedeki en geç çarpıĢmanın meydana geldiğini ve Menderes masifinin Uludağ ve Kazdağ masiflerinin altına daldığını belirtmektedir. Bunun sonucu olarak Bingöl; “…Menderes masifinin kuzey-kuzeybatıya dalması sonucunda derinlere inen jeosenklinal malzemenin mobilizasyonu, kuzeyde kabaca E-W ve NE-SW sıralanımı gösteren Alt Tersier yaĢlı granodiyoritleri meydana getirmiĢ olabilir.” demektedir.

Erol ve diğerleri (1981) tarafından hazırlanan “Biga Yarımadası Batı ve

Güney Kesiminin Jeomorfolojisi” adlı projede sahanın Oligosen-Miosen‟den

günümüze kadar olan jeomorfolojik evrimi ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Projenin araĢtırma sahasını da içine alan kısmında; Edremit Körfezi‟nde en eski aĢınım döneminin Pliosen olduğu, Kuaterner‟e kadar aĢınım ve birikim dönemlerinin birbirini takip ettiği belirtilmektedir. AraĢtırmada Kuaterner‟deki birikim dönemlerinde körfezin kuzey ve güneyindeki yüksek yamaçların eteklerinde birikinti konilerinin oluĢtuğunu ifade etmektedirler. Söz konusu çalıĢmada Kuaterner‟de meydana gelen tektonik hareketler sonucunda körfezin kuzeyinin yükseldiği güneyinin ise çöktüğü belirtilmekte, buna kanıt olarak ise kuzeyde yer alan birikinti konilerinin daha büyük ve geniĢ alanlar kaplaması, güneyde yer alanların ise daha küçük olmaları gösterilmektedir.

DSĠ 1986 ve 1994 yıllarında Havran Barajı‟nın yapımı ile ilgili hazırladığı raporlarda, sahada meydana gelen taĢkınlar ve nedenleri, baraj yerinin seçildiği kesimin ayrıntılı jeolojik özellikleri ve Havran Barajı‟nın yapılması ile ilgili gerekçeler hakkında bilgi verilmiĢtir.

Hocaoğlu‟nun (1991) “Edremit Ovası ve Çevresinin Uygulamalı Jeomorfolojik Etüdü” adlı araĢtırması, çalıĢma alanının büyük bir bölümünün dahil olduğu birkaç jeomorfoloji çalıĢmasından biridir. Bu çalıĢmada Hocaoğlu sahayı, genel hatlarıyla Edremit Ovası ve çevresindeki birikinti konilerinden oluĢan alçak sahalar ile bu alçak sahaları çevreleyen nispeten yüksek dağlık alanlar olarak ikiye ayırmıĢtır. Uygulamalı jeomorfoloji sorunlarını ise dağlık alanlar, ova ve kıyıya ait problemler olmak üzere üç farklı jeomorfolojik ünite üzerinden değerlendirmiĢtir.

Koç ve diğerleri (1994) Havran ilçesi ve çevresinde yüzeyleyen volkanik kayaçların, sahadaki fay sistemlerine bağlı olarak hidrotermal alterasyona uğradıklarını, bunun sonucu olarak killeĢme ve silisleĢmenin meydana geldiğini ifade etmektedirler.

Darkot ve Tuncel (1995), kuzeyde yer alan Kaz Dağı‟nın dik yamaçlarının Edremit Körfezi‟nin ve onun kara içindeki devamı olan Edremit Ovası‟nı kesin olarak sınırlandırdığını, bu nedenle ovanın doğuya doğru sokularak üçgen Ģeklini aldığını ifade etmiĢlerdir.

Ercan ve diğerleri (1995) Kuzeybatı Anadolu‟nun Tersier volkanizmasını incelemiĢlerdir. Söz konusu çalıĢmada Biga Yarımadası ve çevresini de içine alan Sakarya kıtasının güneydeki Taurid kıtasıyla Üst Kretase‟de çarpıĢtıkları belirtilmektedir. Yazarlar, KB Anadolu‟daki Tersier volkanizmasının bu çarpıĢmaya bağlı olarak, bir ada yayı volkanizma sisteminin son ürünleri olabileceği ya da çarpıĢma sonrası volkanizmanın (Post-Collisional Volcanism) ilk ürünleri olarak meydana gelmiĢ olabileceğini ifade etmektedirler.

Sönmez (1996, 2007), çalıĢma alanının havza ölçeğinde değerlendirildiği iki çalıĢmadan biridir. Ġlgili çalıĢmada, sahanın bitki örtüsü özelliklerini incelenmiĢtir. Sönmez, Havran Çayı Havzası‟nda derin bir Ģekilde yarılan vadilerin kuzeye bakan yamaçlarında Karadeniz‟e has nemcil türlerin, sahada hüküm süren Akdeniz iklimi nedeniyle de maki elamanlarının bir arada bulunduğu nadir noktalardan birisi olduğunu ifade etmektedir. Dar ve derin vadiler içerisindeki nemcil türlere örnek olarak Kestane (Castena sativa), Kızılağaç (Alnus glutinosa), Söğüt (Salix fragilis) ve Sarı Çiçekli Ormangülü‟nü (Rhododendron luteum) göstermektedir. Bununla birlikte Havran Çayı havzasında genel olarak 450 - 500 m‟lere kadar kızılçam (Pinus

brutia), 500 m ve üzerinde ise karaçamların (Pinus nigra) yer aldığını belirtmektedir.

Ercan ve diğerleri (1998) çalıĢmalarında Marmara Denizi ve çevresindeki Tersier volkanizmasını incelemiĢlerdir. Söz konusu çalıĢmada araĢtırma sahasının da

içerisinde yer aldığı Biga Yarımadası‟nın Alt Oligosen‟den itibaren tamamen karasallaĢtığı ve yükselime uğradığı belirtilmektedir. Ġlgili çalıĢmada sahada geniĢ alanlar kaplayan andezit, dasit türde lav ve aglomeralardan meydana gelen karasal bir volkanik evrenin etkin olduğu, bu volkanik malzemenin çoğunun alterasyona uğradığı ve silisleĢtiği ifade edilmektedir.

Sütgibi (2003), “Madra Dağı ve Çevresinin Vejetasyon Coğrafyası” adlı doktora çalıĢmasında bölgenin bitki örtüsü özelliklerini incelemiĢtir. Havran Çayı‟na güneyden katılan kolların da dâhil olduğu bu sahada Akdeniz ikliminin etkisiyle 800 m yükseltilere kadar kızılçamların (Pinus brutia), bu yükseltilerden sonra ise karaçamların (Pinus nigra) yayılıĢ gösterdiğini belirtmektedir. Sahanın bakı özellikleri bağlı olarak ise, kuzeye bakan yamaçlarda nemcil türlerin yer aldığını ifade etmektedir.

Okay ve Göncüoğlu (2004), Karakaya Kompleksi‟nin oluĢum modelleri üzerinde durmuĢlardır. Bu modellerden ilki olan Rift modelinde; kompleksi oluĢturan kayaların Geç Permien yaĢında bir riftte oluĢtuğunu, daha sonra okyanusal bir denize dönüĢen bu riftin Geç Trias‟ta kapandığını ifade etmiĢlerdir. Dalma- batma-eklenme modelinde ise Karakaya Kompleksinin, Paleo - Tetis‟in Trias‟ta kuzeye Lavrasya aktif kıta kenarı boyunca dalma - batması ile oluĢmuĢ eklenir prizmayı temsil ettiğini belirtmiĢleridir.

Pickett ve Robertson (2004), çalıĢma alanının litolojisinde önemli yer tutan Karakaya Kompleksi‟nin Kuzey Anadolu‟da batıdan doğuya, Ege Denizi‟nden Ġran‟a kadar yaklaĢık 1100 km‟lik bir dağılımı olan Orta - Geç Trias yaĢında bir dalma- batma-eklenme kompleksi olduğunu belirtmiĢlerdir.

Tekin ve Hafızoğlu (2004), Batı Anadolu‟nun neotektoniği üzerinde durmuĢlardır. Graben sistemlerinin Ege Bölgesi‟nin jeolojik açıdan egemen unsurları olduklarını ve bu grabenleri sınırlayan faylar boyunca depremselliğin arttığını belirtmiĢlerdir.

ġengün (2006), Anadolu‟nun kenet kuĢakları ve jeolojik evrimini eleĢtirel yönden değerlendirdiği makalesinde, çalıĢma alanının da yer aldığı Biga Yarımadası‟nın Pontidler‟in yerine güneydeki Anatolid platformu içerisinde kaldığını ifade etmektedir.

Özdemir (2007a, 2007b, 2008)‟in, çalıĢmaları Sönmez (1996) ile birlikte inceleme alanının havza ölçeğinde değerlendirildiği diğer çalıĢmaları oluĢturmaktadır. Söz konusu çalıĢmalarda Özdemir, geçmiĢte yaĢanan taĢkın ve

heyelanları temel alarak Havran Çayı Havzası‟nda gelecekte yaĢanabilecek taĢkın ve heyelanları Coğrafi Bilgi Sistemleri (CBS) Uzaktan Algılama (UA) yöntemleri ile belirlemeye çalıĢarak bu doğal afetlerin beĢeri unsurlar üzerindeki etkilerini araĢtırmıĢtır. Özdemir, yaptığı analizler sonucu olası bir taĢkın sırasında en fazla zararı ova üzerinde yer alan ve aynı zamanda ilçe merkezi olan Havran‟daki beĢeri unsurların göreceğini, buna karĢılık nispeten yüksek kısımlarda yer alan Havran‟a bağlı köylerin ise taĢkınlardan minimum seviyede etkileneceğini belirtmektedir. Gelecekte yaĢanabilecek olası bir heyelan sırasında ise taĢkınlardaki durumdan tam tersinin yaĢanacağını, yüksek kesimlerde kurulan köylerin daha fazla zarar göreceğini, buna karĢılık ova tabanında yer alan Havran‟ın ise heyelan riski taĢımadığını belirtmektedir.

Duru ve diğerleri (2007) çalıĢma alanı ve yakın çevresinde jeolojik birimler üzerinde çalıĢmıĢlardır. Sahada Paleozoik öncesi temel kayaçlar - Kazdağ Metamorfitleri - olmak üzere Paleozoik, Mesozoik, Senozoik ve Kuaterner‟e ait birimlerin yer aldığını belirtmiĢlerdir.

Erkül ve Erkül (2010), Ege Bölgesi‟nde Kuzey Neotetis Okyanusu‟nun kapanmasına neden olan çarpıĢma sonucunda genleĢme tektoniğinin etkili olduğunu ve bunun Geç Oligosen - Erken Miyosen‟de baĢladığını ifade etmiĢlerdir. Bunun sonucu olarak metamorfik çekirdek komplekslerinin oluĢtuğunu, faylarla sınırlı D-B ve KD doğrultulu tortul havzaların geliĢtiğini ve bölgeye magmatik kayaçların yerleĢimine neden olduğunu belirtmiĢlerdir.

Benzer Belgeler