• Sonuç bulunamadı

Đspat Hakkı ve Gazetecilerin Kovulması

2.2. Demokrat Parti Dönemi Basın Đktidar Đlişkileri

2.2.5. Đspat Hakkı ve Gazetecilerin Kovulması

Hürriyet Partisi Meclise, ‘Đspat Hakkı’ konusunda bir kanun teklifi vermiştir. O günlerde muhalefet Đspat Hakkı üzerinde özenle durarak, basına bu hakkın verilmesini istemektedir. Buna karşın iktidar da, Đspat Hakkı’nı ‘Đsmail Hakkı’ diye adlandırıp, Hürriyet Partisi’nin istemi ile alay etmektedir. Dönemin gazetecisi Kemal Bağlum olayı şöyle anlatmaktadır: “Basın, iktidar mensupları hakkında yapılan suiistimallerle ilgili bir haber veya makale yazdığı takdirde, olay doğru mu yanlış mı dikkate alınmadan yazan kişi doğrudan hakim huzuruna çıkartılarak, hakaret ettiği gerekçesiyle cezaevini boyluyordu. Hürriyet Partisi böyle bir durumda olayın tek taraflı olarak ele alınması yerine, iddia edenin iddiasını ispatlaması koşulunun ceza kanununda yer almasını istiyordu” (Bağlum, 1991: 100-101).

Tasarı 9 Mart 1954 günü kanunlaşarak bir hafta sonra yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun özelliği, ceza kanununda takibi şikâyete bağlı suçlar olarak belirtilen fiillerin, bu kanunla savcıların yetkisine bırakılmış olmasıdır. Basın ürünlerinde bu maddelere göre suç sayılabilecek bir yazı yayınlandığı takdirde savcılar doğrudan doğruya kovuşturma açabilme yetkisine sahip olmuşlardır.

Ancak yukarıda sözü edilen maddelere bakıldığında bu maddelerin basının özgürlüğünü kısıtlamaktan öte kişisel hak ve özgürlükleri korumaya yönelik olduğu da görülmektedir.

Nitekim Ulus gazetesinde Başbakan Menderes ile ilgili yazı ve karikatürler bunun göstergesi olmuştur. Metin Toker, Başbakan Menderes’e yönelik Ulus gazetesinde yayınlanan karikatürlerle ilgili olarak şöyle demektedir: “CHP’nin eli, hele Ulus’un ve onu yöneten Nihat Erim’in eli boş mu duruyordu? Gazetenin son sayfasında üstat karikatürist Ratip Tahir Burak’ın çizgilerinde Adnan Menderes hep kadın kılığındaydı. Mayolu veya dansöz elbisesiyleydi” (Toker, 1991: 117).

Bu dönem bakanlık yapan Mükerrem Sarol da basının DP’ye karşı muhalefetinde başvurduğu yöntemlere ilişkin önemli ipuçları vermektedir. “Basın ve muhalefet yıpratma çabalarıyla var güçleriyle Demokrat Parti’ye saldırıyorlardı. Çeşitli iftiralarla partiyi zayıflatmaya çalışıyorlardı. 1956 yılında iktidarın durumu daha da zorlaşmaktadır. Zira Hürriyet Partisi’nin kurulması, hükümetin düşürülmesi, ABD ve Avrupa ile ilişkilerdeki sıkıntılar, iç piyasadaki yokluklar ve ekonomik problemler yanında, muhalefetin olanca gücüyle Demokrat Parti’ye yüklenmesi, basının tutumu, miting gibi olaylar Menderes’i iyice rahatsız etmektedir. Gazeteler iktidara karşı yalan, iftira dolu makaleler yayınlamaya devam ediyorlar, insanların şereflerine, haysiyetlerine acımasızca saldırıyorlar, onları yıpratabilecek yayınları fasılasız yapıyorlardı.

Adnan Menderes, cebinden bir broşür çıkarıyor, arkadaşlarına gösteriyor:

“…Hasan Polatkan önceden 35 lira maaşlı bir memurken bugün yalnız Ankara’da 4 apartmanı var.”

“6-7 Eylül olaylarından dolayı Kıbrıs’ı kaybediyoruz.”

Korkunç iftiralar, isnatlar, Menderes’e savrulan bir çeşit küfür, itham ve iftiralar var. Menderes başını broşürden kaldırarak üzüntüyle bakıyor: “Her gün bu hayasız broşürlerden yüzlerce, binlerce çeşit çeşit basılıyor, ülkenin dört bir yanına dağıtılıyor. Ne yapalım, nasıl başa çıkalım, bunların hangisine cevap verelim, nasıl tekzip edelim” diye soruyor ve: “Arkadaşlar bunların peşinden koşmaya ömür yetmez” diyordu.

Adalet Bakanı Hukukçu Prof. H. Avni Göktürk yeni bir Basın Kanunu hazırlatmıştı. Kanunda gazete ve gazetecilere, haberlere yorumları sınırlayan, tekzip haklarını genişleten yeni maddeler ilave edilmişti (Sarol, 1983: 671). Tasarı TBMM’de 6 Haziran 1956’da oylanarak, 274 oyla kabul edilmiştir. Basının DP’ye karşı muhalefetinin bir başka nedeninin de kağıt sıkıntısı olduğu gözükmektedir.

CHP döneminde olduğu gibi DP döneminde de Serdengeçti dergisi kapatılmış, Osman Yüksel ise hapis yatmıştır. Bunun en önemli örneklerinden bir kaçı; Malatya hadisesi

nedeniyle Osman Yüksel’in tutuklanmasıdır. Bu yüzden Serdengeçti dergisi 4 yıl gibi bir süre çıkmamıştır. Yine DP döneminde Serdengeçti’nin bir başka sayısında ise Osman Yüksel, Demokrat Parti Çorum Đl Kongresi’nde alınan kararları neşretmiştir. Mason localarının çalıştırılması, kadınların devlet dairelerinde çalıştırılmasının yasaklanması gibi hükümlerin yer aldığı kararları hiçbir şekilde değiştirmeden yayınlayan Osman Yüksel hakkında 163. Maddeyi ihlalden dava açılmıştır. 2 sene 7 ay ağır hapis, 4 sene Tokat Erbaa’da sürgün cezasına çarptırılan Osman Yüksel, kararı temyiz ettirmiştir.

2.2.6 1957 Seçimleri Sonrası Basın-Đktidar Đlişkileri

Olaylı 1957 seçimlerinden sonra Demokrat Parti hükümeti, basın ve muhalefetin artan baskılarına karşı hükümet önlem almak durumunda kalmıştır. Basının ve muhalefetin yıkıcı faaliyetlerini incelemek için bir komisyon kurulmuştur. Sonradan ‘Şiddet Tedbirleri Komisyonu’ denen bu komisyon, uygulanacak baskı tedbirlerini almak, bu konuda yasa tekliflerini hazırlamakla yükümlüdür (Çavdar, 2004: 70-71). Hükümete yönelik eleştirilerin giderek artması karşısında komisyonun yetkileri artırılmıştır, buna göre komisyon:

Savcıların, sivil ve askeri yargıçların bütün yetkilerine sahip olacaktı; Gazeteleri toplatabilecek, basımevleri ile kapatabilecekti;

Her türlü evrak ve belgeye el koyabilecekti;

Komisyon kararlarına karşı gelenler bir yıldan üç yıla kadar hapisle cezalandırılacaklar, bu kararların icra ve infazında ihmali görülenler altı aydan üç yıla kadar hapsedileceklerdi. Komisyon kararlarına kimse itiraz edemeyecekti (Çavdar, 2004: 76).

2.2.7. 27 Mayıs 1960 Darbesinde Basının Etkileri

26 Nisan 1960 tarihinde üniversitede dersinden çıktıktan sonra gazetecilerin kendisini bulduğunu hatıralarında ifade eden Ali Fuad Başgil, kurulacak olan Tahkikat Komisyonu’nun Anayasaya aykırı olup olmadığını sorduklarını belirtmektedir. Kendisinin, konunun aktüel olduğunu söyleyip, üniversite hocalarının bu tür işlere karıştırılmasının doğru olmayacağını vurgulamasına rağmen, gazetecilerin diğer hocalardan da görüş aldıklarını ifade etkilerini ve sonrasında da kendisinin gazetecilere demeç verdiğini söylemektedir. Ali Fuad Başgil’den görüş isteyen gazeteciler ise Dünya, Milliyet, Cumhuriyet ve Akşam muhabirleridir.

Konuyla ilgili olarak gazetecilerin sorularını yanıtlayan ve Tahkikat Komisyonu kurulmasının Anayasaya uygun olduğunu anlatan Ali Fuad Başgil, gazetede çıkan haberlerde ise kendisinin görüşüne yer verilmediğini anlatarak şöyle devam etmektedir: “Beyanat veren diğer üç hocadan hususi ile biri sanki 177. maddeyi hiç okumamış, sanki Esasiye Hukuku’nda

Meclis Tahkikatı’nın ne olduğuna dair hiçbir fikri yokmuş gibi konuşmuş” (Başgil, 2007: 124)

Gazetelerde çıkan bu beyanatlardan sonra üniversite gençliği harekete geçmiştir. Polislerin müdahalesine taş ve sopalarla karşılık veren üniversite öğrencileri askerin gelmesi karşısında ise farklı bir tutum sergilemiştir.

Yine yaşanan bu olayların görgü tanıklarından Ali Fuad Başgil, “Askerle talebe arasında beş, on adım kaldı kalmadı. Talebe: Yaşa Türk askeri diye hep bir ağızdan haykırdı. Birlik birden bire durdu. Bir an sonra subay, asker, talebe kucaklaşıyordu. Bunu görünce heyecanım son haddini buldu ve beni büyük bir endişe sardı” diye içinde bulunduğu an oluşan psikolojik havayı aktarmaktadır (Başgil, 2007: 128).

Bu dönem çıkan gazetelere bakıldığında ihtilali destekleyen gazetelerin ihtilal öncesi nüshalarını başlıca iki hadise işgal etmektedir. Bunlardan bir tanesi öğrenci hadiseleri ve ikincisi ise CHP’nin kopardığı irtica yaygarası olarak dikkatleri çekmektedir.

DP’li Samet Ağaoğlu’da basın iktidarı nasıl etkilediğini şu sözlerle ifade etmektedir: “Dünyanın hiçbir demokrasisinde hiçbir devlet ve siyaset adamı Menderes kadar, haksız olarak gazetecilerin kurbanı olmamıştır. Diyebilirim ki, demokrasi tarihinde gazetecilerin yediği gerçekten basın dostu büyük başlardan biri de Adnan Beydir. Hem de hükümet idaresinde gazetecilere, hatta devlet sorumluluğu bakımından doğru olmadığı kuvvetle iddia edilebilecek kadar geniş kucak açtığı halde… Hiç çekinmeden iddia edebilirim ki, Demokrat Parti iktidarı devrinde gazeteciler, üyeleri değişmekle beraber ta sonuna kadar bir gölge hükümet halinde kalmışlardır. Menderes birçok arkadaşını, sadece şu ve bu gazeteci istedi diye yanından uzaklaştırırken, yine birçoklarını filan ve falan gazeteci istiyor diye yanına almıştır. Adnan Beyin gazetecilerle de kavgaları, küskünlükleri var. Ama bu kızgınlıklar, dargınlıklar çabuk geçiyor, barışmak için fırsatlar arıyor, açılmış hakaret davası sonunda mahkum edilenlerle hemen ilgileniyor, af veya ceza yerini hapishaneden hastaneye çevirmek yolunu arıyordu. Rahmetli Hüseyin Cahit böyle affedildi. Metin Toker cezasının büyük kısmını Ankara Gülhane Hastanesi’nin lüks bir odasında böyle geçirdi. 1964’te Ankara Hapishanesi’nde, Menderes’in Metin Toker’i, hatta sağlık kurulunun raporu alınmadan hastaneye göndermesi için müdüre doğrudan doğruya kendisinin telefon ettiğini anlatmışlardı. 1953 veya 1954’te Menderes’e hakaretten mahkum olan Nihat Erim ve Sefa Kılıçoğlu, hüküm Yargıtay’da kesinleşmeden önce Menderes’in davadan vazgeçmesiyle cezadan kurtuldular” (Ağaoğlu, 2003: 133-134).

2.2.8. 27 Mayıs 1960 Darbesi

Demokrat Parti iktidarı 1960 baharında zorlanmaya başlamıştır. Çünkü Đstanbul Üniversitesi ve Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencilerinin çıkardığı olaylar iktidara fatura edilmektedir. DP’liler ise sokak hareketlerini CHP’nin organize ettiğini düşünmektedir. Đktidar, olayların ardındaki gerçeğin ortaya çıkartılması için Meclis’te bir Tahkikat Komisyonu kurmuş ve komisyona geniş yetkiler vermiştir. Ankara ve Đstanbul’da daha sert tedbirler alınması için Örfî Đdare kurulmuş; başına askerler atanmıştır. Ancak tüm bu girişimler hükümet karşıtı cepheyi sertleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. DP üzerindeki baskı ise her geçen gün artmaktadır. Aradan bir ay gibi bir süre geçmeden darbe olmuştur. Ülkenin idaresi Milli Birlik Komitesi’ne (MBK) geçmiş; Cemal Gürsel MBK’nın başkanı olmuştur. Menderes ve Bayar başta olmak üzere DP’li bütün bakan ve milletvekilleri tutuklanmıştır. Radyo ve gazetelerde ise her gün darbenin haklılığını ortaya koyan haberler yayınlanmıştır. Ali Fuat Başgil, 27 Mayıs’tan sonra gazetelerde yalan ve iftiranın alabildiğine çoğaldığını anlatarak, “Akla ve hayale sığmaz haber ve havadisler almış yürümüştü. 28 Nisan ölülerini kimi on bire çıkarıyor, kimi öldürülen gençlerin kıyma makinelerinde kıyıldığını yazıyor. Yassıada maznunları hakkında olmadık isnatlar yapılıyordu” (Başgil, 2006: 149).

Birçok gazete 27 Mayıs 1960 darbesini savunmuş olsa da, CHP döneminde olduğu gibi DP döneminde de kapatılan ve sahibi mahkum edilen Serdengeçti dergisi, halkın sesi olarak buna karşı çıkmıştır. Osman Yüksel, Hüseyin Üzmez’e, “Menderes son derece çalışkan, efendi ve sıcak kalpli bir başbakandı. Onun devrinde memleket çok eser kazanmıştır. Ama bir takım çıkarcılara, iyi gün dostlarına meydan verilmeseydi, planlı-programlı bir şekilde çalışılsaydı bu yapılanların iki misli yapılabilirdi. DP, ilk adaletsizliği bize yapmıştı. Ama kimsenin asılmasını, millî birliğimizin böylesine bir sarsıntı geçirmesini ve bağrımızda sağalmaz bir yara açılmasını katiyyen istemezdim” demiştir (Üzmez, 2003: 344). Yine Serdengeçti’nin 27 Mayıs sonrası çıkan 33. sayısında darbe eleştirilerek CHP zihniyetinin devam ettiğine vurgu yapılmıştır.

27 Mayıs 1960 darbesinden sonra Yassıada’da kurulan darbe mahkemesinde görülen 19 davadan bir tanesi de Örtülü Ödenek Davası’dır. Dava, 25 Kasım 1960 günü başlamış, 2 Şubat 1961 günü bitmiştir. Davanın sanıkları ise 1950-1960 döneminin Başvekili Adnan Menderes ile Başvekalet Müsteşarı Ahmet Salih Korur olmuştur. Örtülü ödeneğin maksat dışı kullanıldığı ve suiistimal edildiği iddiası içinde dönemin bazı gazetecilerine de destek olunması yer almıştır. DP’yi destekleyen basına 10 yıl boyunca toplam 948 bin 535 lira 48 kuruş verilmiş, bunlar gazetecilere kokteyl, bazı gazetecilerin gazeteyle ilgili masraflarını karşılama, elden gazeteciye ihtiyacı olan parayı verme, gazeteci-yazarın çıkacak kitabının

matbaa masrafını karşılama, gazete-dergi aboneliği, kitap alma, gazetecilerle seyahat gibi... (Đleri, 1996: 143).

Mahkeme bu gazeteciler arasından Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge gibi isimleri çağırarak dinlemiştir. Davada söz alan Adnan Menderes, gazetecilere verilen bu ödeneklerle ilgili, “Efendim, her iktidarın, her hükümetin gazetecilerle münasebeti aşikardır. Bu tahsisatı mesturenin klasikleşmiş anane haline gelmiş bir sarf mevzuudur. Yalnız Kısakürek’e değil, birçok gazetelere ve mecmualara icap ettikçe yardım etmek tahsisatı mesturenin maksadı vaz’ına tamamıyla uygundur” demiştir (Naskali, 2005: 18).

Benzer Belgeler