• Sonuç bulunamadı

Serdengeçti dergisi ve siyaset ilişkisi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Serdengeçti dergisi ve siyaset ilişkisi"

Copied!
165
0
0

Yükleniyor.... (view fulltext now)

Tam metin

(1)

T.C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ GAZETECĐLĐK ANABĐLĐM DALI

GAZETECĐLĐK BĐLĐM DALI

SERDENGEÇTĐ DERGĐSĐ VE SĐYASET ĐLĐŞKĐSĐ

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ

DANIŞMAN

DOÇ. DR. ĐBRAHĐM TORUK

HAZIRLAYAN ALĐ ÖZCAN

(2)

ĐÇĐNDEKĐLER

SAYFA NO

Bilimsel Etik Sayfası………..I Ön Söz / Teşekkür ... ..III Özet ... ..V Summary ... ..VI Kısaltmalar ... ..VII

Giriş ... ..1

Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi ... ..1

Varsayımlar ... ..1

Araştırmanın Yöntemi ... ..2

Araştırmanın Kapsamı ve Sınırları ... ..2

Araştırmanın Örneklemi ... ..3

BĐRĐNCĐ BÖLÜM OSMAN ZEKĐ YÜKSEL (SERDENGEÇTĐ) HAYATI 1.1. Osman Yüksel’in Ailesi ... … 4

1.2. Ailede Aldığı Eğitim ... … 5

1.3. Yaşadığı Çevreye Bakışı ... … 5

1.4. Eğitim Hayatı ... … 6

1.5. Üniversite Yılları ...8

1.6. Komünizme Karşı Mücadelesi ... … 10

1.7. Sabahattin Ali’yi Tokatlaması ...10

1.8. 3 Mayıs 1944 Olayları ... … 11

1.9. Osman Yüksel’in Tutuklanması ... … 12

1.10. Vali Tandoğan’la Görüşmesi ...12

1.11. Hasan Ali Yücel’e Mektup Yazması ... … 15

1.12. Serdengeçti Dergisi ve Çıkış Süreci ...16

1.13. Malatya Hadisesi ve Tutuklanması ... … 23

(3)

1.15. Evlenmesi ...33

1.16. Milletvekili Seçilmesi ...33

1.17. Partisinden Ayrılması ...36

1.18. Siyasete Veda Etmesi ...37

1.19. Hastalığının Ortaya Çıkması ve Vefatı ...38

ĐKĐNCĐ BÖLÜM SERDENGEÇTĐ DERGĐSĐ’NĐN YAYINLANDIĞI DÖNEM BASIN-ĐKTĐDAR ĐLĐŞKĐLERĐ 2.1. Tek Parti Dönemi Basın-Đktidar Đlişkileri ...42

2.1.1. Gazete Haberlerine Uygulanan Denetimler ...42

2.1.2. Tek Parti Döneminde Gazetelere Yönelik Kapatma Cezaları ...44

2.1.3. 1881 Sayılı Basın Kanunu’nda Yapılan Değişiklik ...45

2.2. Demokrat Parti Dönemi Basın Đktidar Đlişkileri ...46

2.2.1. 1950 Basın Kanunu ve Getirdiği Özgürlükler ...47

2.2.2. Basın Kanunu Sonrası Demokrat Parti Basın Đlişkileri ...48

2.2.3. Gazetecilere Sosyal Hakların Tanınması ...48

2.2.4. 1954 Basın Kanunu ve Özgürlüklerin Kısıtlanması ...48

2.2.5. Đspat Hakkı ve Gazetecilerin Kovulması ...49

2.2.6. 1957 Seçimleri Sonrası Basın-Đktidar Đlişkileri ... 51

2.2.7. 27 Mayıs 1960 Darbesinde Basının Etkileri ...51

2.2.8. 27 Mayıs 1960 Darbesi ...53

2.3. MBK ve CHP-AP Koalisyonu Dönemi Basın-Đktidar Đlişkileri ...54

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SERDENGEÇTĐ DERGĐSĐ 3.1. Teknik Yönü ... 56 3.1.1. Derginin Đsmi ... 56 3.1.2. Yayın Hayatı ... 56 3.1.3. Künyesi ... 57

(4)

3.1.4. Đdarehanesi ...57

3.1.5. Basıldığı Matbaalar ...58

3.1.6. Fiyatı, Tirajı ve Gelir Kaynakları ... 59

3.1.7. Dili ve Üslubu ... 63

3.1.8. Sloganları…. ... 63

3.1.9. Duyuruları ... 63

3.1.10. Yazarları ...64

3.1.11. Kullanılan Müstear Đsimler ...65

3.1.12. Sayfa, Sütun ve Ebadı ... 65

3.1.13. Mizanpajı ... 66

3.1.14. Fotoğraf ve Resim ... 66

3.2. Đçeriği ... 66

3.2.1. Serdengeçti Dergisinin Çıkış Amacı ...66

3.2.2. Đktidarla Đlişkileri ...67

3.2.3. Siyasete Bakışı ... 68

3.2.4. Eğitim-Öğretime Bakışı ... 69

3.2.5. Sosyal Hayata Bakışı ... 70

3.2.6. Dine Bakışı ... 71 3.2.7. Milliyetçiliğe Bakışı ... 73 3.2.8. Atatürk’e Bakışı ... 73 3.2.9. Komünizme Bakışı ... 74 3.2.10. Kürtçülüğe Bakışı ... 75 3.2.11. Kültür-Sanata Bakışı ... 75 3.2.12. Dış Politikaya Bakışı ... 76 3.2.13. Kadına Bakışı ... 77 3.2.14. Gençlere Bakışı... 77 3.2.15. Mizah Anlayışı ... 78 3.3. Etkisi..….. ... 79

3.3.1. Okuyucu Đle Diyaloğu ... 79

3.3.2. Gazete ve Dergilerle Girdiği Polemikler ... 80

3.3.3. Kitap, Dergi ve Film Eleştirileri ... 82

(5)

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

SERDENGEÇTĐ DERGĐSĐNĐN SĐYASETLE ĐLĐŞKĐLERĐ

4.1. CHP Dönemi Siyasetle Đlişkisi ...91

4.1.1. CHP Dönemi Değerlendirmesi ... 99

4.2. DP Dönemi Siyasetle Đlişkisi ...100

4.2.1. DP Dönemi Değerlendirmesi ... 108

4.3. CHP-AP Koalisyonu Dönemi Siyasetle Đlişkisi ... 109

4.3.1. CHP-AP Dönemi Değerlendirmesi ... 110

Sonuç ve Öneriler ...111

Serdengeçti Dergisinin Đndeksi ...113

Kaynakça ...129

(6)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlü

BĐLĐMSEL ETĐK SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel eti akademik kurallara özenle ria

akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunuldu uygun olarak hazırlanan bu çalı

bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldı T.C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

K SAYFASI

Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel eti akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranı akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda

uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.

Öğrencinin Adı Soyadı Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve

ini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve unu, ayrıca tez yazım kurallarına kalarının eserlerinden yararlanılması durumunda

ğrencinin Adı Soyadı Ali ÖZCAN

(7)

SELÇUK ÜN

Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlü

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ KABUL FORMU

Ali Özcan tarafından hazırlanan

……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirli başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmi

Ünvanı, Adı Soyadı Ba

Ünvanı, Adı Soyadı Üye

Ünvanı, Adı Soyadı Üye

T.C.

SELÇUK ÜNĐVERSĐTESĐ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü

Đ KABUL FORMU

tarafından hazırlanan Serdengeçti Dergisi ve Siyaset Đlişkisi ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirli

arılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiş

Başkan Đmza

Üye Đmza

Üye Đmza

başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile

(8)

ÖN SÖZ

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” anlayışını kendisi için prensip olarak gören Osman Zeki Yüksel, Allah demenin dahi yasak olduğu Millî Şef döneminde ortaya koyduğu düşüncesi ve bütün baskılara rağmen bu düşüncesini kendisiyle özdeşleşen Serdengeçti dergisinde yayınlayarak Türk basın tarihinde yerini almıştır. 15 yılda sadece 33 sayı çıkabilen Serdengeçti dergisinin her sayısının ardından Osman Yüksel mahkemelere verilmiş, birçok defa tutuklanarak aylarca hapishanelerde kalmıştır. Bir neslin millî duygularının oluşmasında temel taşları olacak fikirlerin sahibi ve korkmaz savunucusu, gerçek bir Anadolu insanı, millet, vatan ve iman uğruna çılgınlara dönecek kadar milletinin sevdalısı bir insan olan Osman Yüksel, Serdengeçti dergisiyle tek parti döneminde bütün baskılara rağmen özgür basın olma özelliğini sık sık sansüre uğrama, kapatılma ve tutuklanma pahasına yerine getirmiştir. Her sayısında, Anadolu insanını, bu ülkenin gerçek sahibi olan kişileri, ‘kökü dışarıda’ diye ifade ettiği zararlı düşüncelere ve iktidarın baskılarına karşı savunan Serdengeçti dergisi, siyasetle ilişkilerinde her zaman halktan yana tavır koymuştur. Tek parti ve Millî Şef döneminde yayın hayatına başlayan Serdengeçti dergisi, millî olmayan bütün davranış ve ideolojilerin karşısında oldu. Kültür emperyalizmine, taklitçiliğe ve her türlü dikta heveslililerine karşı durdu. Anadolu’nun yerli sesi olarak, fikir savaşının en ön saflarında yer aldı. Tek parti yönetimine karşı demokrasiyi savunan Serdengeçti, siyasi iktidara yönelik açık şekilde ortaya koyduğu eleştirileriyle çok partili hayata geçişte fikirlerin özgürce ifade edilmesinde büyük rol üstlenmiştir. Demokrat Parti’yi CHP’ye karşı savunan Serdengeçti dergisi, halktan yana olacağını, yapılan yanlışları eleştireceğini açık yüreklilikle ortaya koymuştur. CHP döneminde olduğu gibi DP döneminde de siyasetle ilişkilerini hak ve halktan yana belirleyen Serdengeçti dergisi, yine kapatılmış, Osman Yüksel mahkemelere verilerek tutuklatılmış, yıllarca derginin yayınına zorunlu ara vermesine rağmen pes etmemiş ve çıkmaya devam etmiştir. Bu durumu Osman Yüksel, “bize iktidarlardan nimet yağmaz, musibet yağar” (Serdengeçti: S.25, s.10) diye de ifade etmiştir. DP’nin 27 Mayıs darbesiyle iktidardan indirilmesinin ardından Millî Birlik Komitesi ve sonrasında CHP-AP koalisyonu döneminde sadece bir sayı çıkabilen Serdengeçti, duruşundan taviz vermemiştir.

Bu çalışmada her zaman hak ve halktan yana olan Serdengeçti dergisinin siyasetle ilişkileri incelenmiştir. Türkiye’de basın iktidar ilişkilerinin, özellikle de tek parti devrinde, siyasetten yana olduğu bir dönemde yayın hayatına başlayan Serdengeçti dergisinin siyasetle ilişkilerinde dik duruşu örnekleriyle ele alınarak incelenmiştir. Ayrıca dönemin basın siyaset

(9)

ilişkilerinin daha iyi kavranması açısından ayrı bir bölümde Serdengeçti dergisinin çıktığı dönem göz önünde bulundurularak tarihsel bir süreçte dönemin basını ile iktidar ilişkilerine de yer verilmiştir. Ayrıca Serdengeçti dergisiyle özdeşleşen ve basın tarihindeki yerini alan Osman Yüksel’in hayatı da verdiği mücadele ekseninde incelenmiştir.

Tezin konusunu belirlememde ve araştırma sürecinde bana destek olan Danışmanım Doç. Dr. Đbrahim Toruk’a, yine tez konusunu seçmemde büyük katkıları olan ve beni bu yönde teşvik eden, sürekli olarak yeni kaynaklara ulaşmam için çaba harcayan ve yol gösteren Yard. Doç. Dr. Caner Arabacı’ya, birinci kaynaklara ulaşmamda her türlü desteği veren Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Dr. Mustafa Güçlü’ye ve tez vesilesiyle kendileriyle tanışma imkanı bulduğum Osman Yüksel’in yeğenleri Aydın Yüksel ve Emine Bağlı’ya gösterdikleri maddi ve manevi yardımlarından dolayı teşekkür ederim.

Ali ÖZCAN KONYA-2009

(10)

ÖZET

Basın ve siyaset aynı toplumsal sistemin iki önemli aktörü olarak sürekli karşılıklı bir ilişki içerisindedir. Halkın şikâyetlerini dile getiren, yolsuzlukları gündeme taşıyan basın, ortaya koyduğu eleştirilerinden dolayı iktidarın karşısında görülür.

Hem basın özgürlüğü, hem de basının asli görevi olan kamu çıkarlarını gütmesi bakımından Türkiye’de basına yönelik baskıların en yoğun olduğu tek parti döneminde yayın hayatına başlayan ve bütün baskılara rağmen gerçekleri haykıran Serdengeçti dergisi ve dergiye verdiği isimle anılan Osman Yüksel, Türk basın tarihinde önemli bir yere sahiptir. 1947-1962 yılları arasında 33 sayı çıkabilmiş olan Serdengeçti dergisi, hak ve halktan yana izlediği yayın politikası ile siyasi iktidarların baskılarına rağmen bu çizgisini devam ettirmesi bakımından büyük önem teşkil etmektedir. Günümüzde halen tartışılan basın özgürlüğü konusunda Serdengeçti dergisinin ortaya koyduğu duruş, hareket noktası olabilecek değere sahiptir.

(11)

SUMMARY

Press and politic of the two major actors of the same social system as a mutual relationship is in constant. The people who depict the complaint, the issue of corruption with the press, revealed that because of the criticism is seen in the face of power. And freedom of the press, press and primary task of the public interest in terms of profit to the press in Turkey, the pressures are most intense in the period of single party started broadcasting, and despite all the pressures of the real cry of the Serdengeçti journal and magazine that mentions the name Osman Yüksel, the Turkish press on an important It has to. Between the years 1947-1962 are able to exit number 33 Serdengeçti journal, the publication rights and public policy and political power from the track side, despite the pressure to continue this line represents great importance. Freedom of the press is still debated today in the position to the middle of Serdengeçti journals, has a value that can be point of departure.

(12)

KISALTMALAR

AP Adalet Partisi

BYEGM Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü

C. Cilt

CHP Cumhuriyet Halk Partisi

CKMP Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi CMH Cumhuriyetçi Millet Partisi Çev. Çeviren

DP Demokrat Parti

HP Hürriyet Partisi MBK Millî Birlik Komitesi MHP Milliyetçi Hareket Partisi MP Millet Partisi

MSP Milli Selamet Partisi

S. Sayı

s. Sayfa

TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TKP Türkiye Köylü Partisi

(13)

GĐRĐŞ

I. Araştırmanın Konusu, Amacı ve Önemi

Basının ortaya çıkmasıyla birlikte basın özgürlüğü de her zaman gündemde olmuştur. Çünkü halkı bilgilendirme başta olmak üzere basın, bireylerin siyasal konular, sorunlar ve problemler hakkında edineceği bilgileri ve alacağı haberleri doğrudan ve dolaylı olarak kendisine sunmaktadır. Her vatandaşın kendisini doğrudan tanıması, denetlemesi ve değerlendirmesi mümkün değildir. Son yüzyılda bu görevi büyük çoğunlukla basın üstlenmiştir. Bunun bir sonucu olarak basın için dördüncü kuvvet tanımlaması yapılmıştır (Damlapınar, 2005: 7). Basın hürriyetinin olmadığı yerde insanın hak ve hürriyetlerini savunmasına da imkan yoktur (Tutar, 1993: 64).

Ortaya çıkışından itibaren basın siyasi otoriteler tarafından her zaman kontrol altında tutulmak istenmiştir. Bunun yanında zaman zaman da basın kuruluşları siyasi iktidarları etkisi altına almaya çalışmıştır. Basın ve iktidarın sürekli olarak ilişki içerisinde bulunduğu bu ortam beraberinde basın özgürlüğü ve sansür sorunsalını ortaya çıkarmıştır. Yıllardır basın camiasında tartışılan en önemli konuların başında da basın özgürlüğü ve uygulanan sansürler gelmiştir.

Siyasi iktidarlara karşı basın kuruluşlarının bir çoğu milletin sesi olma özelliğinden vazgeçmiştir. Yani iktidarın baskılarına boyun eğmenin ötesinde iktidarın imkanlarından nemalanmanın gayreti içinde olmuşlardır. Bu durum beraberinde basın kuruluşlarının Althusser’in deyimiyle ‘devletin ideolojik aygıtları’ olmasına neden olmaktadır (Althusser, 2003: 169). Baskılara boyun eğmeyerek devletin ideolojik aygıtı olmayan basın kuruluşları ise çok nadirdir. Bu yönde yayın yapan gazete ve dergiler yıllar boyunca her türlü baskılara maruz kalmış, doğrudan ve dolaylı olarak ifade edebileceğimiz sansüre uğramış, gazete ve dergiler kapatılıp toplatılırken, sahibi de mahkemeye verilerek tutuklatılmıştır. Hatta bir dönem bu yollarla susturulamayan gazete ve dergi sahiplerine karşı kesin sansür olarak ifade ettiğimiz öldürme yoluna da gidilmiştir.

II. Varsayımlar

Günümüzde basın kuruluşlarının özgür hareket edebilmeleri adına siyasi iktidarlarla ilişkilerinin gözden geçirilmesi en önemli gerekliliktir. Basının ana hedefi olarak ifade edilen kamudan yana özgür yayıncılık noktasında hem basın kuruluşlarının temsilcilerinin hem de bu

(14)

alanda çalışma yapan akademik çevrelerin ‘basın-siyaset’ ilişkilerini gözden geçirip yeniden inşa etmesi gerekmektedir. Çünkü;

a) Kamu yararı ve özgür yayıncılık temelleri üzerine kurulan basın sektörü, siyasi iktidarlara karşı gerçek görevini yerine getirememiştir. Ya siyasi iktidarları etkisi altına almış, ya da etkisi altında kalmıştır.

b) Bundan dolayı basın kuruluşlarının siyasi iktidarlarla ilişkileri hep sorunlu bir şekilde devam edip gelmiştir.

c) Bu sorunlar nedeniyle temelde bilgi edinmek ve görüş sahibi olmak isteyen vatandaşlarda basın yayın araçlarına karşı bir güvensizlik ortamı oluşmuştur.

d) Çalışma kapsamında yapılan çözümlemelerde basının siyasi iktidarları, siyasi iktidarların da basını kontrol altına almaya çalıştığı ortaya koyularak, bu süreçte kamu çıkarını ön planda tutarak hareket eden Serdengeçti dergisinin siyasi iktidarlara yönelik verdiği mücadele ele alınmıştır. Bu bağlamda dergide yer alan yazılardan yapılan tarama ve nitel içerik analizi ile de tezin ispatı amaçlanmıştır.

III. Araştırmanın Yöntemi

Bu çalışmada Serdengeçti dergisinin siyasetle ilişkileri ve bunun yansımaları incelenecektir. Bu kapsamda ilk olarak Serdengeçti dergisini çıkaran Osman Yüksel Serdengeçti’nin hayatı, fikirleri ve mücadelesi ele alınmıştır. Ardından derginin çıktığı dönemin basın iktidar ilişkileri genel hatlarıyla incelenmiş ve siyasi iktidarların basına karşı takınmış olduğu tavır ve bunun sonuçları üzerinde durulmuştur. Bu sayede dönemin basın iktidar ilişkileri ortaya koyulmuştur. Daha sonra incelemeye konu olan Serdengeçti dergisi teknik ve içerik bakımından incelenmiştir. Son bölümde ise Serdengeçti dergisinin siyasetle ilişkileri dergide yer alan haber ve makaleler taranarak ele alınmıştır. Elde edilen bilgiler nitel içerik analizi yöntemiyle çözümlenerek yorumlanmıştır. Son bölümde ise Serdengeçti dergisinde yer alan yazı, makale ve şiirlere daha rahat ulaşılabilmesi için yazar adı-başlığı ve sayfa numarası ile ilgili bilgileri içerenbir dizin verilmiştir.

IV. Araştırmanın Kapsamı ve Sınırları

Bu çalışmanın kapsamı Serdengeçti dergisi olduğu için evren olarak derginin çıktığı dönemin basın-siyaset ilişkileri, örneklem olarak da 1946-1962 yılları arasında 33 sayı çıkan Serdengeçti dergisi alımıştır. Bu amaçla ilk olarak derginin 33 sayısına ulaşılmak için

(15)

çalışılmıştır. Ancak Selçuk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde derginin sadece 30 sayısına ulaşılmıştır. Diğer sayılar için başta Konya’daki diğer kütüphaneler olmak üzere Ankara’daki kütüphanelere ulaşılmış ancak bu sayılar elde edilememiştir. 2 sayı ise (6 ve 9. sayı) Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı’nın arşivinden sağlanmıştır. Uzun uğraşlar sonucu derginin 25. sayısı Osman Yüksel’in yeğeni olan Aydın Yüksel’den tedarik edilmiştir. Đstanbul’da yaşayan Aydın Yüksel ziyaret edilerek kendisinden derginin 25. sayısı alınmış, ayrıca Osman Yüksel ile ilgili olarak da bilgi ve düşüncelerinden yararlanılmıştır. Aydın Yüksel’in kütüphanesinde bulunan ve şu ana kadar hiçbir yerde yayınlanmayan Osman Yüksel Serdengeçti’nin şiir defteri de çalışma kapsamında değerlendirilmiştir. Aydın Yüksel aracılığıyla Ankara’da bulunan Osman Yüksel’in diğer yeğeni Emine Bağlı ile de görüşülmüştür.

V. Araştırmanın Örneklemi

Bu çalışma için seçilen Serdengeçti dergisi, 1947 yılından itibaren yayınlanmaya başlamıştır. Dergide, yayınlandığı dönem için ifade edilmesi yasak olan bir çok konu ele alınmıştır. Dönemin koşullarına rağmen dergi hiçbir gazete ve derginin söyleyemediklerini söylemiştir. Bu yüzden doğrudan ve dolaylı şekillerde baskılara uğramış, sahibi olan Osman Yüksel, 92 kez hakkında dava açılıp 8 defa da tutuklanarak cezaevine gönderilmiştir. Tüm baskılara rağmen dergi doğru bildiklerini sürekli ifade etmiştir. Hiçbir gazete ve derginin söyleyemediklerini açıkça ifade eden dergi, bu özelliğiyle Türk basın tarihi ve basın özgürlüğü açısından incelenmeye değerdir.

(16)

BĐRĐNCĐ BÖLÜM

OSMAN ZEKĐ YÜKSEL (SERDENGEÇTĐ) HAYATI

Asıl adı Osman Zeki, soyadı Yüksel’dir. Yayımladığı meşhur Serdengeçti dergisinden ve bu dergide “Serdengeçti” imzasıyla kaleme aldığı yazılarından dolayı Serdengeçti olarak tanınmıştır. Osman Yüksel, Antalya’nın Akseki ilçesinde Hacı Đlyas Mahallesi Medrese Caddesi’nde 26 Temmuz 1917 tarihinde dünyaya gelmiştir. Akseki denince akla: yalçın kayalar, taşlık araziler, birbirine sımsıkı bağlı, nüktedan ve hoşsohbet insanlar gelir. Ev yapabilmek için, taşı kırıp bir yer açmalısınız ki, iki taşın arasına iki göz ev yapabilesiniz. Serdengeçti, işte böyle bir yörenin yetiştirdiği müstesna bir kişidir (Türk Edebiyatı: S.133, s.15).

1.1.Osman Yüksel’in Ailesi

Babası Hoca Ahmet Salim Efendi, annesi ise Emine Hanım’dır. Aynı zamanda müftülük sıfatını da üzerinde taşıyan Hoca Ahmet Salim Efendi’nin Esat ve Hasan Selami ismini koyduğu iki oğlunun ardından Osman Yüksel dünyaya gelmiştir. Anne ve babasının Akseki’de yetişen nüktedan insanlar olduğu bilinmektedir. Bu durum Osman Yüksel’deki esripi ve nüktedanlığın ırsi olduğunu göstermektedir. Eski ve büyük bir geçmişe sahip olan Osman Yüksel’in ailesindeki fertler, ekseriyetle yüksek tahsil yapmış kişilerdir. Aralarında bir zamanların Diyanet Đşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki, eski müftülerden Hacı Salih Efendi’nin de bulunduğu Akseki’nin âlimler yetiştirmiş köklü sülalelerindendir. Osman Yüksel’in babası Hoca Ahmet Salim Efendi, oldukça kültürlü, devrin gerçeklerine vakıf, durmaksızın okuyan, iyi derecede Đslami eğitim almış bir insandır. Bununla birlikte Kurtuluş Savaşı’nda Akseki’de vatanperver halk hemen Akseki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini kurduğunda cemiyetin kurucuları arasında Hoca Ahmet Salim Efendi de yer almıştır. Genç yaştan itibaren isminin önüne müftü sıfatını ekletmeyi başaran Hoca Ahmet Salim Efendi, yaşadığı çevresinden farklı olarak geniş bir ufka sahiptir. Zaten bu ileri görüşlülüğü, çocuklarının öğrenimleri konusunda verdiği mücadele ile de kendini gösterecektir.

Osman Yüksel’in annesi Emine Hanım, 28 Mart 1928 tarihinde veremden vefat etti. Osman Yüksel 11 yaşında iken annesinin ölümü üzerine çok ağlamıştır. Annesinin vefatından 45 yıl sonra günlüğünde yazdığı yazı, annesine olan bağlılığını göstermektedir: “Anam Seninle Buluşabilecek miyiz? (28 Mart 1973) 1928’in 28 Mart Salı günü zavallı anacığım ölmüştü. Yukarı mutbahta ocakta ateş yanıyordu. Ben ocağın başında kıvrılmış uyur gibi

(17)

yapıyor, yatıyordum. Anam aşağı odada babamın odasında zekârat çekiyordu. Kadınlar konuşuyorlardı: “Sabaha çıkmaz, ölür. Bu çocuklar ne olacak?” Evet, biz ne olacaktık. Bugün 28 Mart 1973. Kaç sene olmuş anam öleli. Demek 45 yıl olmuş. 41 yaşındaydı rahmetli. Sağ olsaydı 86 yaşında olacaktı. Çok mu? Daha saçlarında bir tane ak yoktu. Benim güzel anam, neşeli, kalender, çalışkan anam. Anam veremden uzun zamandır yatıyordu. Verem anama ayrı bir güzellik vermişti. Beyaz arı-duru bir renge bürünmüştü. Yanaklarında hafif pembelik vardır. Gözleri, ah gözleri… gözlerinin içi gülerdi anamın. Ah o ana gözler… bizlere, evlatlarına bakarken gülen gözleri” (Türk Edebiyatı: S.133, s.16).

1.2.Ailede Aldığı Eğitim

Osman Yüksel, çocukluklarında babasının akşamları evlerinde bütün evlatlarını etrafına toplayarak Muhiddin-i Arabi, Đmam-ı Gazali, Hasan-ı Basri, Beyazıd-ı Bestami gibi Đslam âlimlerinin eserlerinden pasajlar okuduğunu ifade etmektedir. Đnanç yüklü bu babanın evlatlarının yetişmesi için gerçekleştirdiği samimi çırpınışlar, ilerde meyvelerini fazlasıyla verecektir. En büyük oğlu Esat Yüksel, Diyanet Đşleri Başkanlığı’nda görevli olarak ülkesine hizmet edecek ve oradan emekliliğe ayrılacaktır. Đkinci oğlu Hasan Selami Yüksel, hukukçu olacak ve devletin önemli kademelerinde görev alacaktır. Osman Zeki Yüksel de Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe bölümüne girecek, ancak siyasi sebeplerden dolayı okulu bitirmemesine rağmen, yaşamı boyunca birçok başarının altına imza atarak ailenin artı hanesinde yerini alacaktır. Küçük kardeşi Müstecabi Yüksel ise doktor olarak yaşamını sürdürecektir (Yılmaz: 2001,19).

1.3.Yaşadığı Çevreye Bakışı

Osman Yüksel, tabiata karşı her zaman hassas olmuştur. Ağabeyi Hasan Selami’nin kızı olan yeğeni Emine Bağlı, amcasının tabiata karşı hassas olduğunu aktararak, onun çiçekleri-böcekleri incelediğini ve tefekkürde bulunduğunu söylemektedir.

Bunun doğal bir sonucu olarak, küçük yaşına rağmen bağ-bahçe ile ilgilenmek ve ailesine ait keçileri sağmak Osman Zeki’nin en büyük zevki olmuştur. Kendisini bir dağ çocuğu olarak adlandırmasının da bundan kaynaklandığı belirtilmektedir. Kendisi “Dağlara Dair” başlıklı yazısında şöyle demektedir: “Ben bir dağ çocuğuyum. Küçük bir dağ kasabasında dünyaya gelmişim. Hayata gözlerimi açtığım zaman ilk gördüğüm manzara dağ olmuş. Đlk aldığım hava dağ havasıdır. Lamartin; ‘tabiatla insanlar arasında bir nevi akrabalık vardır’ der. Benim dağlarla akrabalığım çocukluğumdan başlar; onun içindir ki dağ, dağlar

(18)

bende ikinci bir tabiat halindedir. Dağsız bir arazi, hele dağsız bir vatan düşünemiyorum” (Serdengeçti, 2000: 115-117).

Kendisini ‘dağ çocuğu’ olarak ifade eden Osman Yüksel, öğrencilik döneminde Akseki’ye gittiği zaman, sürekli saman kokuları arasında yıldızlara bakarak uyuduğunu ve bağ evlerinde ay aşığının altında roman okuduğunu anlatmaktadır. Hatta ‘Dağlar Gibi’ diye bir şiir de yazmıştır.

1.4.Eğitim Hayatı

Doğumu 1. Dünya Savaşı sonuna denk gelen Osman Yüksel, çocukluğunun Millî Mücadele heyecanıyla geçtiğini şu ifadelerle anlatmaktadır. “Đlk mektepte okuduğumuz kıraat kitapları, zorla gasp edilmiş, alçakça çiğnenmiş bir vatanın yakılmış, yıkılmış bir yurdun hatıralarıyla dopdoluydu. Zafer neşidelerinin yanında, sönmüş ocaklar, yıkık mabedler, malul gaziler gördük. Okuduklarımız gördüklerimize uyuyordu. Millî Mücadele heyecanı Kuva-yı Milliye ruhu körpe dimağlarımızda silinmez akisler, derin izler bıraktı. Sonradan bu ruh yavaş yavaş gevşedi. Yerini sert, kaba bir materyalizme, kör bir putperestliğe bıraktı. Millî Mücadele heyecanı söndürüldü. Kuva-y Milliye ruhu öldürüldü” (Serdengeçti, 2000: 6-7). Osman Yüksel’in ilkokul sıralarında başlayan vatan-millet aşkı, ileride çıkacak olan Serdengeçti dergisinin habercisi olarak değerlendirilebilir.

Osman Yüksel, ilkokulu bitirmesinin ardından ailesi tarafından Antalya’ya; ortaokul ve liseyi okumaya gönderilmiştir. Yeğeni Emine Bağlı, liseyi Antalya’da okuyan amcası Osman Yüksel’in son sınıfı ise Ankara Atatürk Lisesi’nde okuduğunu söylemektedir. Ortaokulda öğrenim gördüğü süre içerisinde günlerini sürekli okuyarak geçiren Osman Yüksel, ağırlıklı olarak Mehmet Akif’in, Yunus Emre’nin ve Mevlânâ’nın kitaplarını okumuştur. Bu önemli şahsiyetleri okumakla kalmayan Osman Yüksel, düşüncelerini bizzat hayatında da tatbik etmiştir. “Serdengeçti, çocukla çocuk olabilecek kadar alçakgönüllü, bir derviştir. Yapmacık bütün davranışlara, haksızlığa, adaletsizliğe ve bütün kötülüklere baş kaldırmış, bu yolda ifadesi güç bir mücadele örneği vermiştir. “Gelen ağam giden paşam” düşüncesine şiddetle karşı çıkmış, inancından asla taviz vermemiştir… Günümüzün nemelazımcı, içi dışına uymayan, sahte insanlarına benzemeyişi, alçakgönüllülüğü, giyinişi ve davranışlarıyla dervişe benzemektedir… O, Yunus Emre’ye olan hayranlığını bizzat yaşayışı ile göstermeye çalışır. Yunus gibi kendisini de bir devriş olarak görür, giyim kuşamına da bu bakımdan fazla önem vermez… Serdengeçti, Mehmet Akif’e de aşırı hayrandı. Prensip, karakter ve yüreklilik konularında Akif’in mısralarını düstur edinmiştir. Prensip konusunda, “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım”, prensip konusunda,

(19)

“Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam! Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam”, yüreklilik konusunda, “Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim. Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim” mısralarına bağlılığı onun hayat hikayesinde apaçık mevcuttur” (Türk Edebiyatı: S.133, s.15).

Osman Yüksel, yabancı yazarların eserlerini dikkatlice takip etmekle birlikte, dünya klasiklerine ise ayrı bir ilgi ile yaklaşmıştır. Osman Yüksel, okuduğu bu kitaplar sayesinde kendi kendine milliyetçi, muhafazakâr ve hümanist düşünceler pompalayarak, bu doğrultuda fikri bir açılım yakalamıştır.

“Beni günlük gelici geçici şeylerden, ferdiyetin dar çerçevesinden kurtaran: bana mücadele heyecanı, cemiyet ve cemaat şuuru veren Mehmet Akif olmuştur… Eğer karşımıza öldüremedikleri, saklayamadıkları bir Namık Kemal bir Mehmet Akif çıkmasaydı biz de sapanlar, sapıtanlar güruhuna katılacaktık. Biz Namık Kemal’den vatan ve hürriyet sevgisini öğrendik. Fakat bu vatan mücerretti, nazari idi. Akif bu mücerret vatanı müşahhaslaştırdı. Bu sihirli fakat boş kalıba ruh verdi. Ses verdi. Onu realitenin haşin yüzüyle, başsız ümmetlerin, mazlum milletlerin feryatlarıyla doldurdu. Halkın dertlerini, arka sokakların sefaletini, camilerin, secdelerin heyecanını, cephelerin kan ve kıyametini dile getirdi. Akif’te memleket, millet haline geldi. Namık Kemal’in hürriyeti, Akif’te istiklal oldu, bayraklaştı” (Serdengeçti, 2000: 7).

Okul yıllarının başlamasıyla birlikte üçlü bir öğrenim kıskacı altına giren Osman Yüksel, evde aldığı Đslami eğitime, okulda aldığı dersleri eklemiştir. Aynı zamanda okumaya başladığı yerli ve yabancı yazarlarla da dünyayı tanımaya çalışırken, bilgi dağarcığını da sürekli zenginleştirmeye çaba harcamıştır. Osman Yüksel, yabancı yazarlar içerisinde özellikle Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabından çok etkilenmiştir. Bu yazarın bütün kitaplarını okuyan Osman Yüksel, Hüseyin Üzmez’e göre Dostoyevski’nin romanlarında yaşamaktadır (Üzmez, 2001: 76).

Osman Yüksel, geçen zaman içerisinde nakış nakış yüreğine Anadolu sevdasını da işleyerek, bayrağı namus, vatan toprağını kutsal saymaya başlamıştır. Ortaokul ve lise yılları süresince okumanın yanında devamlı bir gözlem içerisinde olan Osman Yüksel, lisede ‘Fikretçi’lere karşı giriştiği ‘Akifçi’lik tartışmaları ile, ileride yaşayacağı fırtınalı fikir yıllarına ilişkin olarak ilk ipuçlarını da göstermektedir.

Şiire de yakın ilgisi olan ve ileriki dönemde kendi şiirlerini yazarak Serdengeçti dergisinde yayınlayan Osman Yüksel, Mevlânâ ve Yunus Emre başta olmak üzere Divan

(20)

Edebiyatı ile yeni Türk Edebiyatı temsilcilerinden etkilenmiştir. Osman Yüksel’in yeğeni Aydın Yüksel’de bulunan, Akseki ve Konya Cezaevi ile Ankara’da kaleme alındığı öğrenilen el yazması bir defterden, kendisinin hangi şairlerin hangi şiirlerinden etkilendiğini çıkarmak mümkündür. Bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmayan Osman Yüksel’in elyazması bu defterinde Mevlânâ, Yunus Emre, Fuzuli, Şeyh Sadi, Nabi, Đbrahim Hakkı Erzurumi, Gevheri, Öksüz Dede, Niyazi, Ahmet Haşim, Faruk Nafiz Çamlıbel, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Mehmet Çağlar, Ahmet Muhip Dranas, Behçet Kemal Çağlar, Yahya Kemal Beyatlı, Ali Đzzet Özkan, Osman Attila ve Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirleri bulunmaktadır. Defterde ayrıca Osman Yüksel’in Ağıtlar, Issız Dağ Başlarında, Türklüğün Đlahisi ile Hapishanelerde Düşünce ve Hayal şiirleri bulunmaktadır. Bu şiirlerin sonradan yayınlanmış haline bakıldığında defterde düzenlenmemiş bir şekilde yer aldığı görülmektedir. Bu durum Osman Yüksel’in Ağıtlar, Issız Dağ Başlarında, Türklüğün Đlahisi ile Hapishanelerde Düşünce ve Hayal şiirini ilk olarak bu deftere yazdığı ve daha sonra da düzenleyerek yayınladığı yönünde anlaşılmaktadır. Defterde ayrıca kime yazıldığı belirtilmeyen iki mektup da yer almaktadır.

1.5.Üniversite Yılları

Lise eğitimini bitiren Osman Yüksel, felsefenin kendisini cemiyet meselelerinin üstünde birçok meseleyle temasa geçireceğini düşünerek, 1940 yılında Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin Felsefe bölümüne kaydolmuştur. Birçokları gibi fakülteye zorla kaydolmadığını söyleyen Osman Yüksel, felsefeyi bilerek, isteyerek tercih ettiğini ifade ederek, sebebini şöyle açıklamaktadır: “Çünkü öteden beri kitaplara, fikirlere karşı alakam her türlü alakanın üstündeydi. Bu bölümde tam aradığım şeyi bulmuştum. Burada ruhiyat okuyacaktım. Đnsanları harekete geçirecek psikolojik amilleri, ruhi tezahürleri öğrenecektim. Đçtimaiyat okuyacaktım. Cemiyetlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini, sosyal cereyanları takip edip araştıracaktım. Nihayet felsefe tahsil ederek büyük filozofların sistemleri üzerinde duracak, onlardan aldığım ilhamla, ışıkla kültür hayatımızın geçirmekte olduğu buhranları anlayacak, karanlıkları aydınlatacaktım. Milletime, vatanıma bu yolda gücümün yettiği kadar faydalı olmaya çalışacaktım” (Serdengeçti: S.3, s.3). Felsefe bölümünde okuyarak yukarıda ifade ettiklerini yapamayan Osman Yüksel, bunu Serdengeçti dergisi ile daha da etkili bir şekilde gerçekleştirmiştir.

Osman Yüksel’in düşündüğü üniversite hayatı hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Çünkü hem eğitim sistemi hem eğitim hizmetini sunan hocalar hem de öğrenciler onun düşlediği gibi olmamıştır. Đlim perdesi arkasında halkın inançlarıyla dalga geçildiğini, tarihi ve içtimai temellerin baltalandığını, öğrencilerin materyalist ve yozlaştıran bir batağa doğru itilip kendi

(21)

değerlerinden uzaklaştırıldığını gören Osman Yüksel, o zamanlar felsefe bölümündeki öğrencilerin durumuna ilişkin şu ifadeleri kullanmıştır: “Her şeyi ben bilirim iddiasında bulunan bu zavallılar, Karl Marx’ı Marka, Engels’i Engel olarak yazacak ve okuyacak kadar kendi ideolojilerinin bile yabancısıdır. Bu zavallılar, bu solda sıfırlara göre Çanakkale tahtakale, Atatürk sarhoşun biri, Namık Kemal şişirilmiş bir adam, Đstiklal Marşı şairi yobaz ve Đstiklal Harbi kahramanları, şehitler budala idi. Bunlar ceplerinde para olunca kapitalist sistemleri kabul eder, parası bitince yaman birer proleter olurlar ve aç midelerin türküsünü çağırırlar. Şehvetleri gıcıklanınca ise serbest çiftleşme taraftarı olurlar. Ellerine beş-on kuruş geçti mi doğru meyhaneye giderler yahut bir yerde toplanarak bu iffetsizler, şerefsizler güruhu Stalin’in şerefine kadeh kaldırırlar” (Serdengeçti: S.3, s.4). Fakültede cereyan eden bu olaylardan son derece rahatsız olan Osman Yüksel, içinde bulunduğu durumdan kendi medeniyet değerlerine bağlanarak çıkmıştır.

“Kendi varlığını bile inkar eden ‘ide’ci feylesoflardan tutun da, en kaba materyalistlere kadar, bunların kurdukları fikir sistemleri içinde bir hayli dolaştım. Kantları Kontları gördüm. Hiç biri içimdeki boşluğu dolduramadı. Beni nurlu bir yola çıkaramadı. Niçe’nin ihtiras şarkıları, Russo’nun vicdan ve hürriyeti, Spinoza’nın panteizmi, Berkson’un canlı, hayat akan felsefesi, zaman zaman bütün varlığımı kaplamak istedi. Fakat bu olmadı. Daima bir yanım açıkta kaldı. Aradığımı yine kendimde, kendimizde, şarkta buldum. Mevlânâ ve Yunus imdadıma yetişti. Bu iki büyük ustanın sesi, felsefesi bana kalbimin atışı kadar canlı, benden bana yakın göründü. Beni ayrılık gayrılık tanımayan vahdetçi bir dünya görüşüne götürdü. ‘Đzm’lerin elinden kurtardı. Kalp yollarından geçen her fikir nur oldu: Tanrıyı, mutlak hakikati buldu. Sanat ve fikir, kalp ve akıl, garbın hiçbir feylesofunda, bu iki büyük insanda olduğu kadar birleşemedi. Nifaksız, tezatsız bir görüş! En büyük insanlık, en büyük ahlak… Hakikat!..” Evet cemiyet karşısında ben hep Akif gibi düşündüm. Beni bu mücadeleye, bu sevdaya atan Akif olmuştur. Kainat, varlık, Hakk karşısında ise Mevlânâların, Yunusların yolundaydım” (Serdengeçti, 2000: 8-9).

Yeğeni Emine Bağlı, Mehmet Akif’in Osman Yüksel için büyük önem taşıdığını, hastanede yatarken Akif’in olduğu hayaller gördüğünü anlatmaktadır. Amcasının hastanede yatarken bir gün kendisine, “Kapıdan Mehmet Akif geçti” dediğini ifade eden Emine Bağlı, ölümünden önce hayalinde onu gördüğünü dile getirmektedir.

(22)

1.6.Komünizme Karşı Mücadelesi

Gençliğin içinde bulunan durum karşısında, sessiz kalmamanın yanında yapabilecek bir şeyler de olduğunu düşünen Osman Yüksel, artan komünistlik faaliyetlerine karşı dur demek için arkadaşlarıyla toplantılar yapmıştır (Serdengeçti: S.3, s.5). Bu toplantılara katıldığını anlatan yakın arkadaşı ve sonradan avukatı olan Süleyman Arif Emre, bazı talebelerin bu olaylar karşısında neler yapılabileceğinin konuşulması üzerine, gözdağı verilmesi için komünistlerin dövülmesi gerektiğini ifade ettiğini, Osman Yüksel’in ise ‘Hayır fikre karşı kaba kuvvet bizim yapacağımız iş olamaz. Böyle bir teşebbüse girişenler, kendi fikrinin zaafını peşinen kabul etmiş demektir. Onlarla fikir ve kanun yollarından mücadele etmeliyiz’ dediğini söylemektedir (Aktaran: Balcıoğlu, 2002: 171).

Osman Yüksel’in kanuni yollara başvurma fikrinin kabul edilmesinin üzerine ilk olarak, öğretim görevlileri aleyhinde Milli Eğitim Bakanlığı’na resmen şikâyette bulunmak için onun önderliğinde çalışmalar başlatılmıştır. Resmi şikâyet üzerine bakanlık meseleyi tahkik etmek için Dil Tarih Fakültesi’ne müfettişler göndermiştir. Yapılan tahkikat sonucunda ise şahit gösterilen 15 öğrenci, iş ciddiye binince hocalarının aleyhinde menfi ifade vermekten çekinince, sadece Osman Yüksel hocalar aleyhinde ifade vermiştir. Hocalara iftira attığı gerekçesiyle disiplin kuruluna verilen ve fakülteden atılan Osman Yüksel, Danıştay’a aleyhte dava açmış ve bu davayı kazanarak yeniden okuluna dönmüştür.

1.7.Sabahaddin Ali’yi Tokatlaması

Bir akşam arkadaşlarıyla Dil Tarih Fakültesi’nde verilen konferanstan sonra caddeye çıkan Osman Yüksel, önlerinde Sabahaddin Ali, Pertev Boratav ve Niyazi Berkes’i yanyana giderken görmüştür. Arkadaşları Osman’a, bu kişileri dövme teklifinde bulunsa da bunu kabul etmeyen Osman Yüksel, yine ‘fikre karşı sopayla mukabele edilmez’ demiştir. Ancak arkadaşlarının kendisini korkaklıkla itham etmeleri üzerine Osman Yüksel, Sabahaddin Ali’nin yanına giderek ilk olarak onunla tartışmaya başlamış ve ardından tekme tokat kendisini dövmeye başlamıştır.

“Çığlıklar üzerine kalabalık birikiyor, nereden çıktıysa bir polis geliyor. Polis durumu görebilmek için el fenerini yakıp, hala yumruklaşan kavgacıların üzerine tutunca Osman kurnazlık yaparak duruyor. Polis, Sabahaddin Ali’nin Osman’ı döğdüğünü zannediyor, alıp karakola götürüyor. Sanık sıfatıyla Sabahaddin Ali aleyhinde evrak tutuluyor, karakolda kalabalık arasında Osman’ın tecavüze uğradığına şehadet eden kimseler bile çıkıyor. Bu duruma içerleyen Sabahaddin Ali; ‘Bunlar ne biçim milliyetçi, ne biçim Türkçü, hem adam

(23)

döğüyorlar, hem de yalancı şahitler göstererek adamı suçlu sayıyorlar’ deyince bunun üzerine hıncını alamayan Osman, sürekli koynunda taşıdığı evinin yaklaşık 25 santim uzunluğundaki eski tip orta çağdan kalma demir anahtarını çıkartarak, adı geçenin alnının ortasına; ‘Bu adam Türkiye’de, Türkiye’nin merkezi hükümetinde Türk devletinin resmi bir dairesinde alenen Türklüğe hakaret etti’ diyerek bir darbe aşk ediyor. Sabahaddin Ali’nin gözlüğü kırılıyor, yaralanıyor (Aktaran: Balcıoğlu, 2002: 173).

Sabahaddin Ali ile Osman Yüksel arasındaki karşılıklı hakaretleşme ve yumruklaşma dosyası mahkemeye sevk edilmiştir. Mahkeme ise, olayda karşılıklı tecavüz olduğu gerekçesiyle her iki tarafa verdiği cezayı düşürmüştür.

Rasih Yılmaz, “Toros Yüzlü Adam” kitabında, Osman Yüksel’in Sabahaddin Ali’ye fakültede tokat attığını söylemektedir (Yılmaz, 2001: 33-34). Bu bilgiye rağmen Süleyman Arif Emre’nin olayı birinci kaynak olarak aktarması daha güvenilir bilgi olarak değerlendirilmektedir.

1.8. 3 Mayıs 1944 Olayları

Tek başına iktidar olan CHP yönetimi, 2. Dünya Savaşı’nın kaderinin değiştiği, Alman yenilgisinin başladığı 1943 yılına kadar açık olmasa bile ses çıkarmayarak, tepkisiz kalarak Alman yanlısı yazı ve hareketlere göz yummuştur. Ancak 1943 Temmuz’unda çıkan bir broşür büyük yankılar uyandırmıştır. F. Erkman imzasıyla yayımlanan ‘En Büyük Tehlike’ adlı bu broşür, faşizm tehlikesine dikkati çekmekte, bazı dergi (Çınaraltı, Bozkurt, Gökbörü, Orhun) ve yazarları (Emekli General H. Emir Erkilet, Peyami Safa, Nihal Atsız, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon) savaş kışkırtıcılığı yapmakla, Türkiye’yi bir maceraya sürüklemekle suçlamaktadır (Çavdar, 2004: 444). Bu broşür hemen TBMM’de yankı bulmuş ve sorulan bir soru üzerine Dışişleri Bakanı, “Bizim Türkçülüğümüz bu vatanın sınırları içine girmiş olan Türklere ait ve münhasırdır” diyerek hükümetteki tutum değişikliğinin sinyallerini vermiştir. 1944 Mayıs ayında yayımlanan bir resmi tebliğ ile ‘Tahrikçi Turancılar’ın açığa çıkarıldığı açıklanmıştır. Nihal Atsız, Zeki Velidi, Reha Oğuz Türkkan ve Dr. Hasan Ferit Cansever başta olmak üzere birçok kişi (23 kişi) tutuklanmıştır. Bu noktaya gelmeden önce öne çıkartılan Sabahaddin Ali ve Nihal Atsız davası vardır. Nihal Atsız Orhun dergisinde “Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na açık mektup” başlıklı bir yazısında Sabahaddin Ali’yi vatan hainliğiyle suçlayınca, S. Ali hakaret davası açarak Atsız’ı mahkemeye vermiştir. Hükümetin sağı-solu birbirine vurdurma politikasının gereği olarak S. Ali’yi bu davada Ulus gazetesinin hukuk müşaviri temsil etmiştir. Dava sırasında (Nisan 1944) çoğunluğu Siyasal Bilgiler

(24)

Okulu öğrencisi olan sağcı öğrenciler Adliye binasının önünde gösteri yapmıştır. Bu durum hükümetin daha sert bir tutum almasına neden olmuştur. Sonuçta Atsız, 9 Mayıs 1944’te dört ay hapis ve 66 TL para cezasına çarptırılmıştır (Çavdar, 2004: 444-445).

1.9.Osman Yüksel’in Tutuklanması

Sabahaddin Ali ile Nihal Atsız arasındaki dava devam ederken milliyetçi gençler Ankara garında toplanıp buradan Ulus’a yürümüştür. Ertesi gün sabah galeyana gelen milliyetçi gençlerin gözünü korkutmak amacıyla Said Bilgiç, Said Sadi, Osman Yüksel ve Ahmet Ellezoğlu sorgulanmak üzere emniyete götürülmüştür. Bu gençler dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan tarafından sorguya çekilmiştir.

“Nevzat Tandoğan’a ‘işte efendimiz Osman Yüksel’ diye takdim edildik. Tandoğan’ın adı ‘efendimiz’dir. Cumhuriyet hükümdarı tahtında pür azamet oturuyor. Yeşil yeşil gözlerimin içine, ta canımı alırcasına dikti gözlerini. Ve şöyle dedi: ‘Biliyoruz bütün işler senin başının altından çıkıyor. Ankara kazan sen kepçe… karıştırıp duruyorsun! Komiserlerimiz, polislerimiz tespit etti… Mülkiyeye gittin orayı ayaklandırdın… Ziraat Fakültesini tahrik ve teşvik eden de sensin… Hepimiz biliyoruz… Daha dün Sabahattin Ali hadisesini çıkardın! Nasıl olmuştu o iş!... Bu işler nasıl oldu? Anlat bana, seni namuslu bir insan olarak dinliyorum.’ Gözlerini gözlerime tekrar dikti. Sabahattin Ali hadisesi dolayısıyla o günlerde adımız ayyuka çıkmıştı. Valiye olup bitenleri anlattım. Nümayiş meselesine gelince; komiserin söylediklerini hatırlayarak belki imtihanlardan geri kalırız düşüncesiyle, ‘ben bu nümayişte yoktum efendim. Mülkiye ve Hukuk fakültelerine gitmedim.’ Vali kızdı: ‘Vardın… Hep sensin bu işleri karıştıran’ diyordu. Öğleden evvel Mülkiye mektebine ve Hukuk fakültesine gittiğimi, onları kıyama teşvik ettiğimi söyleyip duruyordu. Dayanamadım: ‘Efendim bir insan aynı zamanda hem Mülkiye ve Hukuk fakültesinde, hem de Ulus meydanında olamaz! Ben haşa zamansız, mekansız mıyım?! Bu mümkün değil!... Bırakın ya fakültelerdeki tahkimatıma devam edeyim, ya Ulus meydanındaki nümayişime…’ Kızdı. Pür hiddet: ‘Şu’ dedi. ‘Mülkiyenin müdürünü bulun… Bu herifin tahrikçiliğini gören, bilen bana iki talebe gönderecekti… Şimdi göndersin!’ Adam boyun kırdı, huzuru terk etti. Haşmetlu vali bana dönerek ‘Çık’ dedi. Beni aldılar alt kata götürdüler (Yılmaz, 2001: 58-59-60-61).

Süleyman Arif Emre, Tandoğan’ın Osman Yüksel’in ifadesini aldıktan sonra tutuklanması için dışarı ‘çık’ demesinin ardından Vali’ye cevap olarak şöyle söylediğini aktarmaktadır: “Đleride göreceksiniz, benim bu işlerde suçum yok. Beni fakülteden

(25)

kovmuşlardı, dava açtım kazandım. Ama sen beni Đstanbul’a sevk edersen bu yüzden yine fakülteden kovarlar, istikbalim mahvolur. Yapmayın” (Aktaran: Balcıoğlu, 2002: 177).

Ankara Emniyeti’nde tutuklanan Osman Yüksel, birkaç gün burada kaldıktan sonra serbest bırakılmak yerine, olay Ankara’da geçmiş olsa da Đstanbul Sıkıyönetim Mahkemesine sevk edilmiştir. Osman Yüksel, Ankara’dan Đstanbul’a gizlice getirildiklerini anlatmaktadır. Osman Yüksel’in de aralarında bulunduğu sanıklara tahkikat sırasında işkenceler uygulanmış, hepsi (40x50x250) santimetre boyutlarındaki (tabutluklarda) hücrelerde tutulmuşlardır. Tabutlukları “Ölmeden mezara koydular beni” diye söylenen halk türküsüne benzeten Osman Yüksel, yaşadıklarını şöyle anlatmaktadır: “Baktım emniyetin önünde kapalı bir otomobil var. Mahkûmlara mahsus, silahlı süngülü jandarmalar, polisler Atsız’ı getirdiler ve içeri soktular. Ben de girdim. Dışarısı görünmüyor, susuyoruz; Atsız’a bakıyorum gülüyor… Bu adamlar bizi nereye götürüyorlar? Yahu istasyona gitmeyecek mi idi? Yanımdaki sivil polis memuruna sormak istiyorum. ‘Sus’ diyor, ‘sus…’ Buraları ben hiç görmemiştim. Yoksa bizi bir yere götürüp orada kurşuna dizmesinler! Elimle işaretler yapıyorum. Kurşuna mı? Yanımdakiler mütemadiyen susuyor. Dünyada hiçbir sükut bu kadar korkunç değildir, ölüm gibi bir sükut… Nihayet bir yerde durduk. Baktım Etimesgut’tayız ah! Kurtulmuş gibiyim. Demin bana sus diyen polis gülüyor. Bizi niye istasyondan sevk etmediniz? ‘O, canım deyo, siz münevver adamlarsınız! Herkesin içinde süngülü jandarmaların önünde götürmek ayıp değil mi?’ Sonradan öğrendim ki bu da yalanmış! Đstasyona bizim arkadaşlar gelir; bir taşkınlık yaparlar diye bizi buradan sevk ediyorlar… Sabah oluyor galiba. Polis yağmur yağıyor dedi, biz dışarıya bakamıyoruz. Evet, burası küçük bir istasyon; halktan fazla polisler, komiserler… Ellerindeki tabancaları bize doğru çevirmişler. Ne oluyoruz? Eşkıya mı götürüyorsunuz efendiler? Ne yapsınlar emir almışlar! Beni bir taksiye, Atsız’ı bir taksiye bindiriyorlar. O adını bilmediğim istasyondan hareket edeli yarım saat oldu. Deniz kıyısında bir yerde taksilerimiz durdu. ‘Pendik’ dediler. Bir vapur yanaşıyor, otomobillerimizle beraber yallah vapurun içine… Đstanbul yakasına geçiyoruz. Büyük bir binanın önünde durduk, ‘in’ dediler indik, bir adam bizi yukarıya çıkardı. Nihayet bizi bir kapının önünde durdurdular. Yakasında mülkiye rozeti taşıyan bir zat çıktı, elimden kitaplarımı aldı! ‘Etmeyin bunları bana bırakın’ dedim. ‘Olmaz, bilahare veririz’ dediler. Bir garip oldum, kitaplarım onlar yanımda olsaydı. Baştan aşağı elbisemi soysalar böyle müteessir olmazdım. Bir kat daha çıktık, tavan arasındayız. Yağmur yağıyor, tavanlar akıyor, ayaklarımız su içinde. Sağımda solumda kapıları numaralanmış küçük küçük hücreler var. 13 numaralı hücrenin kapısı açıldı, fare deliği gibi bir yer, ancak küçük bir karyola sığabiliyor, kapıyı yüzüme çarpar gibi kapadılar, tuhaf bir hal memnun gibiyim” (Serdengeçti: S.1, s.14-15).

(26)

Bir zaman sonra polisin yanına ajan şüphesiyle bir Bulgar köylüsü komünisti getirdiğini anlatan Osman Yüksel, “Hücremde yeni hissetmeye başladığım gayet pis bir koku var. Koku gittikçe artıyor, tahammül edemiyorum. Kapıyı çalıyorum, duyan yok. Bir daha bir daha çalıyorum, nöbetçi polis homurdanarak açıyor. Ne o? Dışarı çıkacağım. Hela baştan başa pisliklerle dolu, ayak basacak yer yok. Öyle olduğu halde burada bir saat kadar kaldım. Bulunduğum hücrenin kokusu daha fena. Sabaha kadar bu hal devam ediyor. Sabah mı? Bizim için sabah-akşam, gece-gündüz yok. Bir vakit biliyoruz, 300 gram kuru ekmeğin geldiği harikulade akşamüzeri… Çoktan beri susuzuz, birkaç defa istedim getirmediler. Yok diyorlar, bir daha istedim nihayet pis bir kovada üzerinde saman çöpleri yüzen mübarek su geldi. Saman çöplerini üfürerek kovadan suyu içiyorum; hayvan suluyorlar sanki. Kokudan dehşetli rahatsızdım, anladım ki Bulgar kokuyor tıpkı domuz gibi. Ne yapsam Allah’ım, ne yapsam? Şikâyet etsem kime edeceksin? Hem Nano anlayacak, zavallının hatırını kırmış olacağım. Kokudan kurtulmak için gece gündüz sık sık dışarı çıkıyor, bilhassa geceleri helada saatlerce kalıyorum; bunu kimse bilmiyor” (Serdengeçti: S.1, s.14-15).

Hücresinde bu durumda kötü günler geçiren Osman Yüksel, geçen zamanla birlikte kendisine ve arkadaşlarına isnat edilen suçlamaları kabul etsin diye defalarca tabutluklara sokulmuştur. Aylarca işkence gören Osman Yüksel ve 23 milliyetçi ilk mahkûmiyet kararları Yargıtay tarafından bozularak, 31 Mart 1945 tarihinde 2 Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından beraat ettirilmiştir. Mahkemenin verdiği kararla beraat eden Osman Yüksel, bundan sonraki süreçte sürekli göz hapsinde tutulmuştur.

“1944 yılının Ağustos’unda Đstanbul’daki mezardan nasılsa sağ olarak çıkarak Ankara’ya dönmüştük. Bunlar geldiğimi derhal haber almışlar ve iki kişiyi eve göndermişler. Bu işgüzar memurlar talebe olduklarını, beni takdir ettiklerini, çok sevdiklerini binaenaleyh benimle görüşmek istediklerini söylemişler. Biz Samanpazarı’ndaki Boğaziçi kahvesindeyiz, oraya gelsin demişler. Gittim, dostlarımı hemen tanıdım. Gerçi yakalarında Hukuk Fakültesi’nin rozetleri vardı fakat bu rozetler onların yalanlarını saklayamıyordu. Nihayet müsaade alıp evime çıkıyorum. Bakıyorum, aynı adamlar yine arkamda. Artık sabrım tükeniyor. Onlarla beraber doğru emniyet dairesine gidiyorum. Amirlerine çıkıyorum. Bu adamlar arkamda ne arıyor? Yok hala suçlu isek, işte geldim, yine tevkif edin, hapsedin, değilsek bunların işleri ne? Galiba sizin askeri mahkemenin verdiği karara itimadınız yok! Sonra bu adamların hepsini tanıyorum. Madem ki takip ettireceksiniz, kadronuzu değiştirin. Yenileyin, yahut madem ki beraber geziyoruz, hiç olmazsa bana da bir iş verin, boşuna dolaşmıyalım. Amir bu sözlerimin üzerine ısırır gibi gülüyor. Çıkıyorum, fakat bu sözlerim

(27)

hiçbir tesir yapmamış olacak ki yine beni adamları boş bırakmıyorlar. O sırada memleketime gidiyorum. Arkamdan kaymakamlığa uzun bir yazı. ‘Göz altında tutun’ Hem o sıralarda daha mecmuayı dahi çıkarmamıştım (Serdengeçti: S.5, s.7).

Haksız yere aylarca hapis yatan ve işkence gören Osman Yüksel’in, çıktığında ise hem okul hem de özel yaşamı değişmiştir. Çünkü okuldaki kaydı dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in özel emriyle 3 Mayıs olaylarına karıştığı için silinmiştir.

1.10. Vali Tandoğan’la Görüşmesi

Bunun üzerine Ankara’ya gelen Osman Yüksel, Ankara Valisi Tandoğan’a çıkmaya karar vermiştir. Arkadaşı Süleyman Arif Emre’nin bütün uyarılarına rağmen dediğini yapan ve Tandoğan’ın karşısına çıkarak, “Şu yaptığını beğeniyor musun? Ben sana dememiş miydim suçum yok diye. Bu yüzden beni ikinci defa fakülteden kovdular. Đstikbalimi mahvettiniz” demiştir. Tandoğan bunun üzerine, “Osman evet sen kazandın. Ben kabahatliyim. Seni hemen memuriyete tayin ettireceğim. Hasan Ali’ye de telefon ederim. Fakülte işi hallolur” diye cevap vermiştir. Osman Yüksel, ‘ben senden iş istemeye gelmedim’ diyecek olsa da susturulmuştur. Neticede Osman Yüksel istemeye istemeye Belediye Tahakkuk Şubesi’nde metazoru ile işe başlamıştır. Ancak bu görevde pek fazla kalmamış ve ayrılmıştır (Aktaran: Balcıoğlu: 2002, 178).

1.11. Hasan Ali Yücel’e Mektup Yazması

Son sınıfta olmasına rağmen fakülteye geri alınmayan Osman Yüksel, bunun üzerine Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e de bir dilekçe yazar ve kendisine ulaştırılması için ilk olarak memuruna, ardından da müdürüne vermiştir. Ancak dilekçe kabul edilmemiştir. Bunun üzerine Osman Yüksel, yayın yoluyla dilekçeyi bakana ulaştırmayı düşünmüştür ve bunu da gerçekleştirmiştir.

Dilekçede şu ifadeler bulunmaktadır: “Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline

Ben, 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin, Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasından bir telefon emrinizle atılan ben, Osman Yüksel!...

Đstanbul’a sürülüp, örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra, suçsuz olduğum anlaşılmıştır.

(28)

Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı!... Senden bahşiş istemiyorum!...

Đmtihan hakkımı ya verirsin, ya zorla alırım…

Beni tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez!...” 10 kuruşluk pul ve imza

Osman Yüksel (Balcıoğlu, 2002: 13).

Bu dilekçe kendisi tarafından yayımlanan Bağrıyanık adlı dergide çıkınca, Osman Yüksel tekrar tutuklanmıştır.

Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanlığı’ndan ayrılınca, Osman Yüksel davayı kazanarak fakülteye döner. Ancak bu defa Hasan Ali Yücel’in izinde olan hocalar, ona kafayı takmıştır. Osman Yüksel, fakültede barınamamasının sebebini şöyle anlatmaktadır: “Geçen sene fakülteye talebe olarak tekrar kaydoldum. Yazılı imtihana girecektim, olmadı. Hala bazı Hasan Ali Yücel’in yolunda yürüyen ve gölgesinde yeşeren komünist hocalar bana müşkülat çıkardılar, giremedim. Eylülde girerim demiştim. Hastalandım, yine giremedim. Artık iş hazirana kalmıştı. Zaten ehemmiyetsiz iki dersim vardı” (Serdengeçti: S.3, s.6).

Serdengeçti dergisini çıkarmaya başlayan Osman Yüksel, burada yeni iki derginin duyurusunu da yapmıştır. Mizah ağırlıklı olarak çıkması planlanan dergilerin ismi Mehdi ve Bağrıyanık’tır. Mehdi dergisinin duyurusunu yapmasına rağmen çıkarmak konusunda amacına ulaşamayan Osman Yüksel, Bağrıyakın dergisini ise sadece bir sayı çıkarabilmiştir. Yukarıda yer alan dilekçenin yıyınlanmasının ardından Bağrıyanık dergisi kapatılmış, Osman Yüksel de mahkum olmuştur. Osman Yüksel, Bağrıyanık dergisini bir daha çıkaramamış, ancak 2. sayısını Serdengeçti dergisinin 18. sayısının içinde 2 sayfa olarak yayınlayabilmiştir.

1.12. Serdengeçti Dergisi ve Çıkış Süreci

Okulu bir türlü bitiremeyen Osman Yüksel, Ankara’da, yapılan yanlışlıkları ve haksızlıkları halka duyurmak ve bunlara bir ‘dur’ demek için kendisiyle özdeşleşen Serdengeçti isimli dergiyi çıkarmaya karar vermiştir. Serdengeçti dergisi Osman Yüksel’in deyimiyle; “Allah’a, Millete, Vatana koşanların dergisi”dir. Bu dergiyi çıkarmasıyla birlikte Osman Yüksel, Serdengeçti olarak anılmaya başlanmıştır. Gerçekten de, “Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” düsturuyla olaylara yaklaşan Osman Yüksel için bu soyadı çok uygun olmuştur ve herkes bunda hemfikirdir.

Kırk yıla yakın bir zaman yayıncılık hayatı olan Osman Yüksel’in 15 yılda 33 sayı çıkarabildiği Serdengeçti dergisinin, hem kendi hayatında hem de Türk basın tarihinde büyük önemi vardır.

(29)

Serdengeçti dergisi, din, mukaddesat ve milliyet düşmanlarının üzerine adı gibi ‘Serdengeçti’ cesaret ve gözü karalığı ile gitmiştir. Osman Yüksel, dergisi için “Serdengeçti’deki her ses, her sada maroken koltuk, bol harcırah, hususi vagon sahiplerinin rahatını bozmuştur. O satırlar bir feryattır, bir çığlıktır. Bir milletin ıstırabını haykırıyor” (Serdengeçti: S.3, s.6) demiştir. Osman Yüksel, Serdengeçti dergisiyle söylemesi lazım gelen her sözü fütursuzca söylemiştir. Serdengeçti bir ruhla bütün kötülüklerin, ahlaksızlıkların üzerine dolu dizgin yürümüştür. Savcılık, mahkeme ve iktidarlara rağmen bu kararlılığını devam ettiren Osman Yüksel, Serdengeçti dergisinde kaleme aldığı yazılarından dolayı muhtelif ceza davalarından toplam 4 buçuk yıla yakın hapis yatmıştır.

Osman Yüksel, Serdengeçti dergisini çıkarmak için hazırlık yaparken espiri alışkanlığını da işin içine katarak dergiyle ilgili önemli bilgiler vermektedir:

“Söğecek olan: Osman Yüksel…

Hapse girecek olan: Yazı Đşleri Müdürü (Bekir Sami Özdemir) diyordu. Bazen de:

Đdarehane: Lamekan,

Mesul Müdür: Bulunamadı…

Mecmuanın çıkış süresi: Nerede ve ne zaman çıkacağı belli olmaz ama, bir çıkar pir çıkar” (Balcıoğlu, 2002: 179).

Bu şekilde espiriler yapan Osman Yüksel, bunların bazılarını Serdengeçti dergisinde neşretmekten de geri kalmamıştır.

‘Bir kuşağın; çocukken ninnisi, gençken türküsü olmuş nice deli poyrazlar gibi şiirleri, yürek yakan ağıtları hep bu dergilerde yayınlandı. Bu dergi sayfalarında fırtınalar estirdi, gemiler batırdı. Apar topar dergisini toplatıp, kendisini zindanlara, tabutluklara tıktılar. Çıktığı zaman, üzerinde henüz hapishanelerin kırpık yataklarının kokusuyla yeniden kaleme sarıldı. Kalemini kılıç gibi kullanarak, en girilmez kalelere girdi, aşılmaz burçlara tırmandı…” (Balcıoğlu, 2002: 16-17).

Yakın dava arkadaşı Necip Fazıl Kısakürek, Serdengeçti dergisinin idarehanesi ve Osman Yüksel’i şöyle tasvir etmektedir: “Ankara’da (step) şehrinin Denizciler Caddesi’nde, hem idarehane, hem yatakhane, bir tarafında rast gele yığın yığın kitap ve dergi, bir köşesinde yorgun-argun yatak ve yorgan, yerde yağları donmuş bir yemek tabağı ve giyildikten sonra atılmış yün çoraplar, çarpuk-çurpuk ayak parmaklarını konuşturan düşünceli bir çift eski potin, garip ve hazin bir mekan zarfı içindeki, kirpi saçlı ve katran kuyusu gözlü adam…

(30)

Gayet içli, tabak gıcırdasa zıplayacak kadar zaif, sinirli, hudutsuz, evhamlı, (metafizik) fikirlere karşı ‘yangın var!’ diye bağırasıya beyni sancılı, ama kafiye hatırı için hakikatlere kıyasıya insiyaklarına tabi, (espri) düşkünü ve kelime oyunu tiryakisi, eski Türkçü ve yeni Đslamcı, her şeyin üstünde de mayası tertemiz ve ruhu ipince, Serdengeçti iddialı, dağınıklık ve perişanlıktan geçemez bir tip… Aksekilidir; ve sabık şairin o güne kadar tanıdığı Aksekililerden apayrıdır. Akseki modelinin tamamıyla yabancısı olduğu bir iç dünyaya kapalı, belki o dünyayı başına yıkarak, ihtilaçlar ve ihtiraslarla dolmuş, marazi çapta bir hassasiyet…

Şöyle der:

- Akseki birçok zahiri din adamı yetiştirmiştir ama evliyalık kokusundan mahrumdur. Yakın akrabası, Diyanet Đşleri Bakanı Aksekili Ahmed Hamdi’ye otomobil tahsis edildiğini duyunca yapıştırıvermiştir:

- Sıratı bu otomobille mi geçeceksin!

Đnönü resimli pulları abone bantlarına yapıştırırken onların tutmadığını görüp haykırmıştır: - Koltuğuna yapıştığın gibi yapışsana!

Sabık şaire (Necip Fazıl Kısakürek kendisini kast ediyor) ‘üstad’ yerine ‘ustad’ der ve o konuşurken çok defa başını elleri arasına alıp uzak bir köşeye çekilir. Hasılı, binbir zaaf içinde cins bir adam” (Kısakürek, 1985: 362-363).

Osman Yüksel’in 20 Nisan 1947 tarihinde çıkarmaya başladığı Serdengeçti dergisi, tüm Türkiye’de büyük yankı uyandırmıştır. Hatta derginin ilk sayısı birkaç kez daha basılmıştır. Piyasaya çıkar çıkmaz tükenen Serdengeçti’nin ikinci baskısı da aynı ayda yayınlanmıştır. Serdengeçti’ye bu oranda ilgi gösterilmesine sebep olarak tek parti iktidarının hüküm sürdüğü ve kimselerin konuşamadığı bir dönemde birçok insanın söylemek isteyip de söyleyemediklerini Serdengeçti’nin net ve dolaysız bir şekilde ifade etmesi gösterilmektedir. ‘Allah’ demenin yasak olduğu bir devirde Serdengeçti’nin ‘Allah’ dediğini aktaran Hekimoğlu Đsmail, “O zaman dağıtım şirketleri yok, Serdengeçti, kitapçılara, kırtasiyecilere geliyordu, onlar da fısıltı halinde bazı kimselere söylüyordu. Alan gizliden gizliye alıyor, gizli gizli okuyordu. Çünkü her memurun ağzından çıkan söz kanundu” (Aktaran: Balcıoğlu, 2002: 207) demektedir. Emine Bağlı da kimsenin sesini çıkaramadığı bir devirde amcası Osman Yüksel’in, Serdengeçti dergisiyle tek başına muhalefetlik yaptığını anlatmaktadır.

(31)

Serdengeçti dergisinin büyük ilgi görmesi iktidarın da dikkatini çekmiştir. Osman Yüksel, bununla ilgili şunları söylemektedir: “CHP’den dört kodaman bizim tanıdığımız büyüklerden birini ziyaret ediyor. ‘Bu gence yazık olmasın, biz bunu himaye edelim. Matbaa bulalım, para bulalım’ diyorlar. Tabii biz reddediyoruz. Sonra da mahkemeye veriyorlar (Serdengeçti: S.5, s.7).

27 Nisan 1947 tarihli birinci sayının 2. baskısının birinci sayfasında “Genç Arkadaşlar!..” başlığıyla şu ifadelere yer verilmektedir: “Serdengeçtiler, her türlü kötülüklerle amansız bir şekilde mücadele etmek için ortaya atıldılar. Onlar ilhamlarını Allah sevgisinden, millet sevgisinden, vatan sevgisinden alıyorlar. Bu memlekete ve bu millete, bitmiş tükenmiş müstahase haline gelmiş adamlardan, Đttihat ve Terakki artıklarından hayır gelmeyeceğine inanmış bulunuyorlar. Vatanı taze bir heyecan tufaniyle yeniden fethetmek, bu topraklara, ‘Bu topraklar için toprağa düşenlerin’ çocuklarını hakim kılmak istiyorlar. Gençler! Aşınmamış vicdanların gür sesleri… Sizde bu çetin yolda pervasızca yürümeğe yemin edenlerin safına, Serdengeçti’ler kafilesine katılınız!” (Serdengeçti: S.1, s.3).

Birinci sayıda bulunan Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde yaşanan olumsuzlukları kaleme aldığı “Bir Fakültenin Đçyüzü” ve tabutluklarda yaşadıklarını anlattığı “Azap Hücrelerinde” isimli yazılarından dolayı Osman Yüksel fakülteden atılmanın yanında mahkemeye verilmiştir. Mahkemede savunmasını yapan Osman Yüksel, kendi ifadesiyle ‘kalplerde beraat etmesine’ rağmen mahkemece 6 ay 2 gün hapis ve 202 lira para cezasına çarptırılmıştır. Hakim, Osman Yüksel’e 3 buçuk ay yerine şiddet sebepleri bularak 6 ay ceza verip, tecil imkanını da ortadan kaldırmak için 2 gün daha eklemiştir (Serdengeçti: S.3, s.7).

O dönem hapishanede bulunan Abdurrahim Balcıoğlu da Osman Yüksel ile ilgili ilk düşüncelerini şöyle aktarmaktadır: “Yeni gelen tutuklu; orta boylu, esmer tenli, iri yarı gözlü, tipik Osmanlı burunlu, saçları kabarık, dimdik yürüyüşüne uygundu… Etrafına dikkatle bakıyordu. Bir şeyi, bir şeyleri arıyor, en azından nerede olduğunu, bilmediği bu yere neden getirildiğini, önünde ve arkasında onu getirenlerin kimler olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi…” (Balcıoğlu, 2002: 8). “600 kişinin barındığı koca hapishaneyi şu iki kelime ile hulasa etmek mümkün: Ah ve af!” (Serdengeçti, 2003: 68) şeklinde başladığı ‘Mahkumlar Arasında’ isimli yazısında Konya Hapishanesi’ndeki izlenimlerini yazan Osman Yüksel için artık her sayının ardından mahkeme yolu gözükmüştür. Bundan dolayı ileriki sayılarında derginin son sayfasına “Açın kapıları Osman geliyor” diye de yazmıştır.

Mahkumiyetinden dolayı Konya’da çıkan 3. sayıda Osman Yüksel, hapis yatmasına neden olan davadaki savunmasına ver yermiştir: “Muhterem Hakimlerim… Şu anda kendimi yalnız sizin huzurunuzda değil, her şeyi bilen, gören Kadirimutlak adil bir Allah’ın huzurunda

Şekil

Tablo 1: Serdengeçti dergisinin yayınlandığı tarihler ve siyasi iktidarlar  Serdengeçti Dergisi   Yayınlandığı Tarih  Siyasi Đktidar
Tablo 2: Serdengeçti dergisindeki siyasi yazıların dönemlere göre dağılımı
Tablo 3: Serdengeçti dergisindeki siyasi yazıların iktidarlara yönelik duruşu
Tablo 7: Serdengeçti dergisinde siyasetle ilgili yazıların kaynakları

Referanslar

Benzer Belgeler

Sanatı bir imgesel mücadele alanı olarak kabul edersek propaganda amaçlı üretilen sanatsal imgelerin karşısına da bu nedenle protesto aracı olarak

Yüzyıl Ortalarında Acıpayam ve Çevresi (Temettuat Defteri İncelemesi), Isparta, 2005, s. 20 Vakanüvis Esad Efendi, Osmanlı Ordusunun Mora‟ya gidişini anlatırken,

Bu yasaya göre firmaların toplayıp depoladıkları kulla- nıcı verilerini çok daha sıkı önlemler alarak koruması ve bu verilerin herhangi bir yolla dışarıya sızması

Fırat Tıp Dergisinin 2007 yılı sayılarında hakem olarak görev yapan akademisyenlere teşekkür ederiz.. Many thanks to our referees for their kindly contribution to the journal

Sonuç olarak, kan donörleri arasında HBsAg pozitifl iğinde yıllar içerisinde azalma olduğu, RPR pozitifl iğinin gönüllü kan bağışında bulunanlarda hasta yakını olarak

Basın Hizmet Ödülüne Hikmet Feridun Es ve Nadir Nadİ layık görüldü G AZETECİLER Cemiyeti'nin Türk basınına 50 yılı aşkın süreyle seçkin hizmetler vermiş

Sanırım yedi yılı aĢkın bir süredir tasarım eğitiminin içinde bilfiil görev almam ve daha uzun süredir takımlar halinde yarıĢmalara katılmam, nasıl

- 2008 yılı sonunda işletmede olan üretim tesislerinden oluşan mevcut elektrik enerjisi üretim sistemimize EPDK tarafından 2013 yılına kadar işletmeye gireceği