• Sonuç bulunamadı

Ümmü Seda Kaynar’ın Resimlerinde Lekesel Anlatım Bağlamında Şehir

‘‘Gez dünyayı, gör Konya’yı.’’

Konya’nın merkez ilçelerinden Karatay İlçesi Uluırmak mahallesinde 1991 yılında dünyaya gelen Kaynar’ın çocukluk yıllarından bugüne tüm yaşamı Konya şehrinde geçmiştir. Onun için Konya’nın özel bir yeri vardır. Zira, sevdiklerinden; aile büyükleri, eş, dost ve akrabalarından çoğunu ebediyete bu şehirde uğurlamıştır. Çok sevdiği akrabalarına bu şehirde kavuşmuştur. Öyle ki 2017 yılında dünyaya gelen çok sevdiği yeğeni Elif Nil’e bu şehirde hoş geldin demiştir. Tüm eğitim hayatını bu şehirde geçirmiştir. Hala da geçirmeye devam etmektedir. Dostluklarını ve arkadaşlıklarını da bu şehirde kurmuş ve onlarla acı tatlı anılarını da yine bu şehirde biriktirmiştir. Bu şehirde hastalanmış, bu şehirde iyileşmiş, bu şehirde üzülmüş ve bu şehirde sevinmiştir. Kısacası hayata dair her şeyi bu şehirde tatmış ve tecrübe etmiştir. O, bir köy insanı değildir. Tarlada, bahçe de çalışmamıştır. Hayvan bakmamıştır. Toprağın nasıl bellendiğini, tezeğin nasıl yapıldığını, sobanın nasıl yakıldığını tecrübe etmemiştir. Bu nedenle tarım ve hayvancılık kültürüne ait bilgisi yok denecek kadar azdır. Ancak buna karşın o, şehrin parklarını, sokak ve caddelerini, kültürel noktalarını, alış veriş merkezleri vb. gibi yerlerini çok iyi bilmektedir. Çünkü o bu şehre doğmuş ve gözlerini bu şehirde açmıştır. Kendisi için önemli ya da önemsiz insanları bu şehirde tanımıştır. Yine her biri kendi derdinde sağa sola koşuşturan insan kalabalıklarına bu şehirde tanıklık etmiştir. Bu nedenle de şehir ve şehre ait değerlerle insanlar Kaynar’ın resimlerinde baş aktörler olmuştur. Bu açıdan Kaynar’ın resimlerinin ana konusunu şehir ve insan oluşturmaktadır.

Kaynar, çok detaycı bir kişiliğe sahiptir. Bu nedenle detaycı kişiliğinden kaynaklanan hassasiyetle, kafasına taktığı problemlerini, kompozisyonlarının ana aktörleri olan şehir ve insanla eşleştirmektedir.

Şehir ve insan bağlamında, Kaynar, her sanatçıda olabileceği gibi, geçmişinden getirdiği, çevresinden aldığı kısacası yaşanmışlıklarından çıkarttığı iyi ya da kötü sonuçlara ait problemlerini lekesel bir ifade dili ile tuvallerine aktararak çözüme

ulaştırıncaya kadar hesaplaşmaktadır. Problem edindiği konuları çözüme ulaştırmadan da içsel manada tam bir huzura kavuşamamaktadır.

Bu nokta da Kaynar’ın tamamlanmış her resminin, onun için içsel huzura ermenin birer göstergesi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu kapsamda onun resimleri tamamlandığında ortaya çıkan tablo, izleyenler için kendi bilgi ve görgüleri bağlamında eleştirel bir gözle çözüme ulaştırdıkları, nihai sonucun büyük oranda beğeni olduğu bir amaç olsa da kendisi için, onu huzura götüren, içsel fırtınalarının dindiği, kendisi ve çevresi ile hesaplaştığı yerine göre neşesini paylaştığı, gam ve kederini dışına akıttığı bir araçtır.

Bu bağlamda Kaynar’ın eserleri ele alınacak olursa;

Kaynar’ın Konya resimleri arasında özellikle tramvayların görüldüğü birkaç tane İstanbul kompozisyonu görülmektedir (Görsel-41,42,43,44). Aslında bu resimler Konya’dan çok çıkmamış bir insanın birkaç defa gittiği İstanbul’a olan hayranlığının ve orada bulduğu huzurun göstergeleridir.

Görsel-41’e bakıldığında, kompozisyonun tüm tuval yüzeyine dağılmış vaziyette olduğu görülmektedir. Geri planda soluk olarak görülen evler, kalabalık bir şehir görüntüsünü yansıtmaktadır. Renkler genelde güneş renkleri; kırmızılar, sarılar, turuncular ve onların kontrastı arkada mavi ve griler hakimdir. Resmin tümüne bakıldığında 3/2 si kadar kısmında figürler yer almaktadır. Çocuklar, çalışan insanlar, yürüyen insanlar, yan tarafta görülen tramvayda şehrin hareketliliğine hareket ve derinlik katmaktadır. Genellikle sağa sola koşuşturan bu insanların günlük yaşam içindeki hareketliliğini anlatan bu resimde iki çocuk ön tarafta dikkati çekmektedir. Anne ve babalarının ellerinden tuttuğu bu çocukların vücut dillerine dikkat edildiğinde her ikisinin de farklı isteklerinin olduğu, farklı yönlere hareket etmek istedikleri, anne babalarına pek de itaat etmek ister bir tavırda olmadıkları anlaşılmaktadır. Aslında bu durum şehrin sağa sola koşuşturan insan kalabalığının birbirinden bağımsız, her birinin kendi halinde görünen karmaşık ruh durumuna oldukça uygundur. Yine ön tarafta görülen arkası dönük resmedilmiş insan figürü de kalabalık insan topluluklarının büyük şehirlerdeki kargaşasına katkı sağlar niteliktedir. Bazı insanların yürürken sohbet ettikleri, bazılarının durağan bir şekilde duvara baktıkları bazılarının ise tramvaya, vapura ya da otobüse yetişmek için koşturmakta oldukları görülmektedir. Günlük yaşam içinden bir kargaşanın anlatıldığı bu enstantenede XX. yy. koşuşturmasının insanlar üzerindeki olumlu ya da olumsuz etkilerini anlamak mümkündür. Kompozisyonda görülen insan figürlerinden bazılarının mutlu, dinamik görünmesine karşın, bazılarının donuk halleri işlerinin iyi gitmediği gibi bir izlenimi ortaya koymaktadır. İnsanların çoğu kendilerinden daha dertli insanları gördüklerinde dertlerini unuturlar ve hallerine şükrederler. Bu açıdan Kaynar da bu tip insanlardan birisi olarak İstanbul gibi bir metropolün bazı insanlar üzerinde yarattığı olumsuzlukları görerek, kendi dertlerini unutan ve huzura erişen bir içselliğe sahip olarak bu durumu kompozisyonlarındaki insanların vücut dilleri ile ortaya koymaktadır. Kompozisyondaki tramvay ise her seferinde başka başka insanları taşıyan bir taşıt olarak bu durumun sürekli bir döngü halinde devam etiğine vurgu yapmaktadır.

Kuram olarak bakıldığında söz konusu resim günlük yaşamdan sıradan bir görüntüyü alıp gerçekçi bir şekilde yansıttığı ve gerçek yaşamdan bir enstantene olduğu için yansıtmacı kuram içerisinde değerlendirilebilir.

Görsel-42. Ümmü Seda Kaynar, “İsimsiz”, 2016, T.Ü.A.B., 100x100 cm.

Görsel-42’ye ilk bakıldığında, 100x100 ebatlarında tuval üzerine akrilik boya olarak yapılan bir çalışma olduğu görülmektedir. Resimde yine İstanbul’a ait bir görünümün farklı bir açıdan ele alındığı anlaşılmaktadır. Arka planda büyük binalar, onların önünde ise büyük bir tramvay ve hareket halinde kalabalık insan toplulukları bulunmaktadır. Bu hareketli figürler şehrin karmaşasında bir yerlere yetişmeye çalışmaktadır. Resmin genelinde sıcak renkler kullanılırken, koyu renkli figürlerle binalar ve insanlar arasında bir açık koyu kontrastı sağlanmıştır. İnsanların genel tavırlarına bakıldığında şehir yaşamı içerisinde yine bir koşturmaca içerisinde, kendi hallerinde oldukları görülmektedir. Hatta arkalarından tramvay gelmesine rağmen insanlar bunu fark etmeyip şehir yaşamı içerisinde kendi dünyalarında gezinmektedirler. Yani dış dünyadan kopuk bir haldedirler. Bunun şehir yaşamının ve kalabalığının getirmiş olduğu bir durum olduğu söylenebilir. Ayrıca söz konusu resim günlük yaşamdan sıradan bir görüntüyü alıp gerçekçi bir şekilde yansıttığı için yansıtmacı kuram içerisinde değerlendirilebilir.

Görsel-43. Ümmü Seda Kaynar, “İsimsiz”, 2016, T.Ü.A.B., 100x100 cm.

Görsel-43’e bakıldığında ise ilk etapta bir sokak, içerisinde kalabalık insan figürleri ve yine büyük bir tramvay dikkati çekmektedir. Ön planda bulunan figürler yürüyor şekilde betimlenmiştir. Resimde ağırlıklı olarak, farklı tonlarıyla iki kontrast renk; kırmızı ve yeşil kullanılmıştır. Resmin geneli dikey ve yatay leke hareketleriyle dengelenmiştir. Kompozisyonda şehre ait günlük yaşamın günün her saatinde farklı figürlerle farklı açılardan devam ettiği, insanların koşturmacasının hiç bitmediği, kalabalığın azalmadığı hususları betimlenmiştir. İnsanlar üzerindeki ışık çarpıcı bir şekilde sarı renkle verilerek dikkat çekilmeye çalışılmıştır. Resmin odak noktasındaki tramvayın tüm yüzeyi ise kırmızıya boyanarak insanlar üzerindeki çarpıcı etkinin dengelenmesi amaçlanmıştır. İlgili resmin anlatım biçiminde her ne kadar lekesel ifadelere yer verilse de gerçek yaşamdan bir enstanteneyi olduğu gibi aktardığı için yansıtmacı kurama dahil edilebilir.

Görsel-44. Ümmü Seda Kaynar, “İsimsiz”, 2016, T.Ü.A.B., 100x100 cm.

Görsel-44 ele alındığında kompozisyon yüzeyinin neredeyse her noktasında bir hareketlilik gözlenmektedir. Hareketlilik hem tarihi Beyoğlu tramvayı kenarında koşturan insanlarla, hem binalardaki ışık yansımalarıyla resmin her tarafına yayılmış vaziyettedir. Toprak renkleri ve ağırlıklı olarak kullanılan kırmızının çarpıcı etkisi çok hafif mavi ve mor renklerle dengelenmiştir. Renk açısından bakıldığında koyu açık dengesinin yerinde olduğu görülmektedir. Resimde bariz bir canlılık söz konusudur. Bu durum hem kullanılan renklerden hem de arka planda görülen lekesel fırça hareketlerinin oluşturduğu hareketlilikten kaynaklanmaktadır. Tarihi Beyoğlu’ndaki bu tramvayın önünde ve yanında kaçışan insanlar şehrin karmaşasını gözler önüne sermektedir. Yan tarafında vitrine bakan insanlar görülmektedir. Gayesizce tramvayın önünden geçen erkek figürü yanında yine izleyene bakar şekilde resmedilmiş bir kadın figürü görülmektedir. Kadının bir bacağının önde olması hem dükkanlara baktığı hem tramvayın önünden geçtiği aynı zamanda da insan kalabalıklarının içinde etrafıyla ilgili olduğu izlenimi vermektedir. En sonda görülen koyu renkli erkek figürü de duvara dayanmış bir vaziyette mağazanın vitrinine baktığı izlenimini uyandırmaktadır.

Kompozisyonda görülen insan kalabalıkları ile tarihi evler ve yine tarihi vasfa sahip tramvayla belgesel nitelikte bir resim olduğunu söylemek mümkündür.

Kalabalık şehir yaşamını tarihi değerleri ile birlikte belgeler nitelikte resme aktardığı için yansıtmacı kuram, figürlerin yüzlerindeki lekesel ifade nedeniyle meydana gelen küçük deformasyonlardan dolayı ise anlatımcı kuramdan bahsetmek doğru olacaktır.

Görsel-45: Ümmü Seda Kaynar, “İsimsiz”, 2016, T.Ü.A.B., 100x100 cm.

Görsel-45’e bakıldığında, yine kalabalık bir insan topluluğunun farklı yönlerde yürür bir şekilde, hareket halinde resmedildiği görülmektedir. Kompozisyonda yan yana işyerlerinin, dükkanların sıralandığı ve bunların üstlerinin daire olduğu, uzun ve gitgide daraldığı anlaşılan, perspektifin net olarak algılanabildiği bir sokak görüntüsü vardır. Renklere bakıldığında yine genelde olduğu turuncu, kahverengi ve beyaz gibi toprak renklerinin ağırlıklı olarak kullanıldığı, insan figürlerinde ise daha karanlık ve koyu renklerin tercih edildiği anlaşılmaktadır. Bu durum binalar ve insanlar arasında bir açık koyu kontrastı yaratmaktadır. Resmin büyük bir çoğunluğunu binalar, yarıdan fazla bir kısmını ise insan figürleri kaplamıştır. Resmin kompozisyonundaki yatay ve

dikeyliklerin resme devinim kazandırdığı, hareket verdiği ve aynı zamanda da dengeyi sağladığı anlaşılmaktadır. Yine kalabalığın bir kısmının normal rutin işlerine giden bir kısmının da işlerinden dönen topluluklar halinde gösterildiği bu resimde önde bulunan bir figür dikkat çekmektedir. Bu figür elinde tuttuğu büyük bir alışveriş torbasıyla acelesi var gibi hızlı adımlarla yürümekte ve muhtemelen işten eve dönen bir kişiyi yansıtmaktadır. Diğer figürlere bakıldığında, bazılarının daha telaşsız, yavaş, sanki hayatta çok fazla amaçları yokmuş gibi bir durum sergilerken ön tarafta bulunan yine başka bir figürün koşar adımlarla yürüdüğüne tanık olunmaktadır. Kaynar’ın bu resminde de yine kalabalık bir şehir yaşamı, yine koşuşturan evine dönen, bir yere yetişmeye çalışan insanlar görülmektedir. Bu bağlamda söz konusu resim için, şehrin kalabalığı içinde kendi dertlerine düşmüş ‘merhaba’ demeyi, sohbet etmeyi unutmuş, iletişimi zayıflamış insan görüntülerinin olağan bir betimlemesidir denilebilir.

Bahsi geçen resim gerçekçi bir şekilde resmedildiği için yansıtmacı kurama dahil edilebilir. Ancak insanların yüzlerindeki ifadelerin çarpıtılmasından, belirsiz hale getirilmesinden dolayı da anlatımcı kuramdan bahsedilebilir.

Görsel-46’ya bakıldığında, kalabalık sayılabilecek bir mezarlık göze çarpmakta olup, mezar taşlarının yamuk yumuk olmasından eski bir mezarlık olduğu anlaşılmaktadır. Mezarlığın gerisinde ise yeşillikler içinde kırsal bir yerleşim merkezi görülmektedir. Genelde kırsal kesimde mezarlıklar yaşanılan bölgenin hemen yan taraflarına yapılmaktadır. Hatta Karadeniz bölgesinde hemen evlerin yanlarına yapılmaktadır. Burada da mezarlık evlerin çok yakınında görülmektedir. Buradaki mezarlıkların hemen yerleşim bölgesinin yan tarafına inşa edilmiş olması, geçmişle bağlantılarını koparmayan insanların, kaybettikleri insanlara kendilerini yakın hissetme, her an ziyaret etme isteğinden kaynaklandığı söylenebilir. Resimde mezarların toprak renkleri ile boyandığı görülmektedir. Bu hususta Kaynar’ın kullanmış olduğu renklerle İslam inancındaki ‘Topraktan geldik,toprağa gideriz.’ felsefesine gönderme yaptığını söylemek mümkündür.

Kaynar’ın çalışmasındaki ögeler doğada göründüğü gibi gerçekçi şekilde resmedildiğinden söz konusu resim yansıtmacı kurama dahil edilebilir.

Görsel-47: Ümmü Seda Kaynar, “İsimsiz”, 2016, T.Ü.A.B.

Görsel-47’ye bakıldığında ise yine dağ eteğine kurulmuş bir şehir ve hemen önünde toprak renkleri ile boyanmış çok sayıda mezar taşı görülmektedir. Aslında mezarların sayısındaki fazlalık Kaynar’ın diğer resimlerinde görülen şehirlerdeki kalabalıklarla bağdaştırılabilir. Zira, insan nüfusu yeni doğumlarla her geçen gün

artmakta ve şehirler gittikçe kalabalıklaşmaktadır. Ancak bir taraftan da ölümler olmakta ve bu ölüleri defnetmek için mezarlıklara ihtiyaç duyulmaktadır. Hele de Türkiye’de bu durum hat safhadadır. Öyle ki Türkler ölülerine çok büyük saygı gösterirler ve bunun neticesinde de onları defnettikleri mezarları sonsuza kadar yaşatmak isterler. Bu nedenle de Türklerin yaşamlarında evleri, köyleri ve şehirleri kadar mezarları da büyük yer tutar. Bu nedenle aslında Türklerin mezarları için ‘mezar şehirler’ ifadesini kullanmak hiç de yanlış olmayacaktır. Türkiye’deki mezarlıkların hemen yerleşim bölgesinin yan tarafına inşa edilmiş olması, Türk kültüründe insanların geçmişle bağlantılarını koparmak istememelerinden, kaybettikleri yakınlarına kendilerini daha yakın hissetme isteklerinden ve hem İslam öncesi dönemdeki inançları, hem de İslamiyet'i kabul ettikten sonraki inanışları neticesinde ölümden sonraki yaşama olan imanlarından kaynaklanmaktadır. Bu bağlamda Kaynar’ın çalışmasında yer alan şehre ait mezarlık görünümünün, Türk kültüründe ölüye ve mezara olan saygının bir göstergesi olarak betimlendiği söylenebilir. Ayrıca, kompozisyondaki ağaç, ev ve mezar taşları gibi öğeler gerçekçi biçimde betimlendiği için resim yansıtmacı kuram içerisinde değerlendirilebilir.

Görsel-48’de mavi renklerin ağırlıklı olarak kullanıldığı bir şehir izlenimi görülmektedir. Işıklı dükkanlar, üst tarafında evler, oturma mekanlarıyla kalabalık bir şehre ait sokak görünümü yer almaktadır. Ön planda yine koşuşturan figür kalabalığı görülmektedir. En öndeki figürün ellerini ceplerine sokmuş vaziyette düşünceli bir şekilde yürüdüğü, onun arkasındaki diğer figürün de bir elinde şemsiyeyle ve diğer eli cebinde yürüdüğü, bazı insanların arkası dönük, bazılarının ise izleyiciye dönük olarak resmedildiği görülmektedir. Arkası dönük olanlar aynı yöne doğru gitmektedir. Öndeki üç figürün izleyiciye bakan yüzleri çok net olarak ifade edilmese de o hareketlilik içerisindeki yalnızlığı simgeledikleri söylenebilir. Figürün kapalı da olsa elinde bir şemsiye bulundurması ve binaların parlak renklerle ışıklı bir şekilde yansıtılması, akşama doğru puslu ve kapalı bir hava olduğu izlenimini yaratmaktadır. Söz konusu resim, kompozisyon gerçekçi bir şekilde resmedildiği için yansıtmacı kurama dahil edilebilir. Ancak insanların yüzlerindeki ifadelerin çarpıtılması ve belirsiz hale getirilmesinden dolayı anlatımcı kuramın da kendisini hissettirdiği söylenebilir.

Görsel-49’da figürler neredeyse tuval yüzeyini yarı yarıya kaplamaktadır. Kompozisyona yatay olarak bakıldığında, gökyüzüyle beraber arka mekanın daha gri renklerde resmedildiği görülmektedir. Ön tarafta arkaları dönük günlük koşuşturmaca içerisinde olan insan kalabalığı görülmektedir. Havanın yağışlı olduğu yerdeki su parlamalarından ve şemsiyelerden anlaşılmaktadır. Figürler yağmurdan dolayı biraz telaşlı, biraz hızlı yürümektedirler. Şehrin kalabalığı içinde kimisi işyerine, kimisi evlerine giden insanlar bulunmakta ama hepsinin arkası dönük olarak görülmektedir. Bu insanların ters yönünde gelen hiçbir insan figürünün görülmemesi aslında psikolojik açıdan şehrin kalabalığından bıkmış, yalnızlaşmış insan kümelerinin bir an önce işlerine ve evlerine gitme düşüncesi ile hareket ettiklerini yansıtmaktadır. Hem gökyüzünün hem de yeryüzünün donuk biçimde ifade edilmesi figürlerin hareketiyle dengelenmiştir. Resme bakıldığındaki dinginlik, yürüyen ve koşturan insanlarla odak noktasına yerleştirilmiş turuncu renkteki şemsiyenin renk sıcaklığının kattığı hareketlilikle dengelenmektedir. Ayrıca insan figürlerinin, bu kadar yoğun bu kadar kalabalık olmalarına rağmen aynı yöne doğru gitmeleri şehir yaşamındaki tekdüzeliğe gönderme yapmaktadır.

Lekesel bir anlatım ifadesine sahip olan resim gerçekçi ögelerle resmedildiğinden yansıtmacı kurama dahil edilebilir.

Görsel-50’ye bakıldığında yine yağmurlu bir havada iki tarafı binalarla çevrili bir caddede, hepsinin arkası dönük vaziyette koşuşturan insan figürleri görülmektedir. Bu resimde de bir önceki resim(Görsel-49)’de olduğu gibi figürler arkası dönük biçimde, şehrin koşuşturmasına doğru aynı yönde ilerlemektedir. Kompozisyonda mavi ve turuncu ağırlıklı olmak üzere kontrast renklerin kullanılmış olduğu görülmektedir. Sadece evlerde ve binaların üzerinde küçük bir alanda görülen gökyüzünde grileşmiş renklerin kullanıldığı ve bu şekilde şehrin ve gökyüzünün geri plana itilerek kalabalık insan topluluğunun ön plana çıkartıldığı anlaşılmaktadır. Yine ön planda elinde açık bir şemsiye bulunan figür havanın yağdığı hissini güçlendirmektedir. Kompozisyonun sağ ön tarafındaki figürün sırtındaki sarı renkli çantanın ise şehrin soğuk ve kasvetli havasından ürkebileceği düşünülen izleyiciyi sıcaklığı ile çekerek resme sokmak adına çalışmanın odak noktasına yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Her biri şehrin kalabalığı içerisinde koşuştururken aslında şehrin çatısı altında bir arada olan insanların, birbirlerinden habersiz oldukları, birbirlerinin yanlarından geçip gittikleri, birbirleriyle ilgili herhangi bir paylaşımlarının olmadığı görülmektedir.

Bu bağlamda kasvetli, yağmurlu ve kapalı bir havanın soğukluğu içerisinde, birbirleri ile ilgilenmeyen her biri kendi derdinde gözüken kalabalık insan topluluklarını resmeden Kaynar’ın insanların şehirlerdeki yalnızlıklarına vurgu yaptığı söylenebilir.

Ayrıca, yağmurlu bir günde şehrin caddelerinde koşuşturan insanların betimlendiği bu çalışmada, kompozisyona ait tüm öğeler gerçekçi bir şekilde ifade edildiğinden resim, yansıtmacı kurama dahil edilebilir.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Türkiye’de şehirleşmenin özellikle 1950’lerden sonra ivme kazandığı, şehirlerde yaşayan nüfus oranının 1950’lerden sonra arttığı, 1980’lere kadarki süreçte şehirleşmenin yeni boyutlara ulaştığı ve şehirsel nüfusun daha da arttığı, 2008 yılından itibaren şehir nüfusunun toplam ülke nüfusu içerisindeki oranının (% 75) olduğu görülmüştür. Şehir nüfusu bu oranla 1927’deki kırsal nüfusun toplam ülke nüfusu içerisindeki oranı olan (% 75)’i tam tersi yönde yakalamıştır.

Günümüzde ise şehir hayatının sosyo-ekonomik, kültürel vb. alanlarda sunduğu imkanları ve kırsal yerleşim yerlerindeki sosyal ve ekonomik şartların yetersizliği, terör, kan davası gibi nedenlerin şehre göçü cazip kılmasıyla, şehirlerindeki hızlı nüfus artışı ile şehirleşmenin çok daha ötesine geçen Türkiye, tam manası ile bir metropolleşme süreci yaşamaktadır. Söz konusu süreçte küreselleşmenin de çok büyük payı bulunmaktadır.

Küreselleşme, Türkiye’nin büyük metropollerini yoğun biçimde yabancı sermayenin yatırım merkezleri haline dönüştürmüştür. Bu durumun, istihdam başta olmak üzere birçok alandaki sosyo-ekonomik çıktıları, şehre göçü çekmiştir.

Türkiye’de şehir nüfusunun 1950’lerden sonra artış göstermesi ve yine şehirciliğin de 1950’li yıllarla birlikte gelişmesini, Cumhuriyet dönemi resim sanatçılarının eser örneklerine bakıldığında da çok net bir şekilde görmek mümkündür. Zira incelenmek üzere tercih edilen sanatçıların hepsinin hem 1950 öncesinde hem de 1950 sonrasında Türk resim sanatında var oldukları göz önüne alındığında, şehir temalı eserlerinin 1950’lerden sonra daha yoğun olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle, Türkiye’de şehirleşme olgusunun, resim sanatçılarını, kendi gelişimine koşut bir çizgide etkilediği söylenebilir.

Cumhuriyet’ten günümüze endüstri ve sanayinin etkisiyle değişen ve gelişen şehirleşme kültürü Türk ressamlarınca ilgiyle takip edilmiştir. Türkiye’de şehirleşme kültürünün ivme kazandığı 1950’li yıllar aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’de oluşan özgür ortamın etkisiyle Türk sanatçılarınca yurtdışındaki akım ve sanatsal faaliyetlerin yakından takip edildiği ve ülkede uygulamaya konulduğu

Benzer Belgeler